Giriş
Baasçılık, modern Orta Doğu’da siyasal ve toplumsal alan üzerinde yaptığı dönüştürücü etki nedeniyle en dikkat çekici düşünce hareketlerin başında gelmektedir. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında İslamcılık fikri ekseninde şekillenen sömürgecilik karşıtı söylemin II. Dünya Savaşı ile oluşan yeni durumda farklı bir boyuta evirilmesi, Baas’ın bir düşünce hareketi ve siyasi oluşum olarak Arap dünyasının farklı bölgelerinde kendini göstermesine yol açmıştır. Nasıl ki İslamcılık, Batı toplumları karşısında geri kalmış Müslüman dünyanın gelişmesi ve kalkınmasının nasıl mümkün olabileceği sorusuna cevap aramaya çalışan bir akım olarak meydana gelmişse benzer şekilde Baasçılık da Arap dünyasında yeni bir siyasal ve toplumsal tasavvur arayışının sonucunda ortaya çıkmıştır.
Avrupalı geleneksel sömürgeci güçlerin Orta Doğu’daki fiili varlıklarını değişen koşullar nedeniyle sona erdirmesi hem bölgesel hem de yerel düzlemde güç dengesinde dönüşümlere kapı aralarken aynı zamanda siyasal elitlerin yeni düzendeki konumunu da ciddi biçimde etkilemişti. Özellikle Batı’da eğitim alan ve sosyalizmin tesirine kapılan genç Arap entelektüellerin Arap milliyetçiliği ile sosyalizmi harmanlamaya çalışması, II. Dünya Savaşı sonrası oluşan statükoda Baas fikri ve oluşumlarının alternatif düzenin teşekkülüne dair bir çerçeve sunmasını beraberinde getirdi. Her ne kadar 20’nci yüzyılın ikinci yarısında Arap dünyası, büyük oranda Baasçılığın teorik zemini ile pratik uygulamaları arasındaki tezatlarla dolu olsa da bu durum yine de Baas düşüncesinin temellerinin özgün bir sosyolojik gerçekliğe dayandığı varsayımını ortadan kaldırmamaktadır. Mezkûr zaman dilimi içinde Baasçılığın bölgede İslamcılık ile bir rekabete girmesi ve hatta iktidar süreciyle birlikte İslamcı yapıları ana tehdit olarak tanımlaması dahi, Baas düşüncesinin kendine has bir düzen tasavvuruna sahip olduğuna ve toplumsal tabandaki varlığını kaybetmemek adına en büyük rakibini yok etme stratejisini benimsediğine işaret etmektedir.
Eski sömürgelerin bağımsızlık karşıtı mücadelelerinin başarıyla sonuçlanması ve akabinde bağımsız devletlerin kurulmasıyla küre üzerinde sosyalizm ve milliyetçilik arasında Avrupa’dakinden farklı bir ilişki biçimi ortaya çıktı. Milliyetçiliğin ötekileştirilmemesi aksine sömürgeci güçlere karşı ana motivasyon işlevi görmesi, Baas’ın temelleri atılırken de sosyalizm ve Arap milliyetçiliği arasındaki organik bir ilişkinin kurulmasını sağladı. Bununla birlikte mensuplarının yaşam biçimi ve genel gündemi itibarıyla seküler bir karaktere sahip Baas düşüncesinin diğer sosyalizm-milliyetçilik eksenli yapılara nazaran alamet-i farikası İslam dinini belirleyici bir parametre olarak kabul etmesi ve dinî bağlamı içselleştirerek bir sistem meydana getirmesiydi. Arap dünyasında İslam’ı dışarıda bırakarak bir siyasi düşüncenin neşv-ü nema bulmasının imkansızlığı, Baas’ın kurucu isimlerinin de İslam’a özel atıflar yapmasının temel gerekçesiydi. Böylece, Baasçılığın oluşum ve yayılma aşamasında İslami atıflarla hem daha sistematik bir yapının kurulması hem de toplumsal meşruiyetin artırılması hedeflenmişti.
Modern Orta Doğu tarihinin gerek felsefi arka planı ve iktidar pratikleri gerekse de yöneticileri ve yapı içi rekabetlerin yol açtığı dönüşümlerden ötürü en tartışmalı hareketlerinin başında gelen Baasçılığın ele alınacağı bu bölümde öncelikle hareketi doğuran etmenler ortaya konulacaktır. Ardından kurucu isimlerin Baas düşüncesini nasıl tanımladıkları ve kendilerinden sonra Baas’ın nereye evirildiği incelenecektir. Son olarak ise Suriye, Irak, Mısır ve Libya örnekleri üzerinden Baas düşüncesinin farklı ülkelerdeki farklı tezahürleri ele alınacak ve demokratik bir toplum hayalindeki Baas düşüncesinin neden sürekli otoriter yönetimlere dönüştüğü sorusuna cevap verilmeye çalışılacaktır.
Baasçılık Düşüncesinin Temelleri ve Partileşme Süreci
Baasçılık bir ideoloji, hareket ya da sonrasında parti olarak Suriye toplumu ve siyasal hayatında 1943’ten itibaren yer almaya başlasa da düşüncenin temelleri Arap dünyasındaki milliyetçilik fikrinin oluşumuna dayanmaktadır. İngiliz ve Fransız varlığına karşı Arap toplumlarında siyasi ve entelektüel alanda ciddi bir direniş 1920’lerin sonu ve 30’lar ve 40’lar boyunca birçok yerde görülmeye başladı. Özellikle Batıda eğitim alan gençlerin kendi topraklarına dönüşlerinin ardından mevcut siyasal durumu değiştirmeye yönelik bir çaba içine girmeleri ve ulaşabildikleri kitleleri motive etmeye çalışmaları, Arap dünyasının bağımsızlaşması ve bir araya gelmesi fikrinin hızla yayılmasına olanak tanıdı. Bölgede manda yönetimleri nedeniyle özgün bir siyasi otorite kurulamaması, Baasçılığın hem sömürgeci güce karşı siyasi bilinçlenmeyi hem de Arap dünyasını bir araya getirme ideali ekseninde büyük ve güçlü bir siyasi yapı kurmayı amaçladığı söylenebilir.
Baas fikrinin ortaya çıkışı ve örgütlü bir yapıya dönüşmesinde genel olarak iki isim öne çıkmaktadır: Mişel Eflak ve Salahüddin Bitar. Bu iki ismin yanında ayrıca Zeki Arsuzi de hareketin erken dönemlerinde önemli rol oynamış bir figür olarak kayıtlarda yer almaktadır. Eflak Suriyeli Hristiyan bir ailenin mensubu iken Bitar ise Sünni bir Müslüman, Arsuzi de Suriye Alevisi’ydi. Her üç ismin ortak özelliği ise Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’nde eğitim aldıktan sonra Suriye’ye dönerek öğretmenlik mesleğini icra etmeleriydi (Devlin, 1976, s. 7). Baas’ın doğduğu dönemin atmosferine bakıldığında öğretmenlik yapan bu üç entelektüel aktivistin nasıl örgütlü bir yapıya evirilecek bir fikrîyatın temellerini atabildiği anlaşılacaktır. Fransız Mandasının Suriye ve Lübnan’da eğitim sistemini tamamen dönüştürmeye çalışan ve Fransızca üzerinden büyük bir baskı uygulayan politikaları Fransızlara karşı protestoları ve hassasiyeti artırmıştır (Roberts, 2013, s. 10). Bu durum öğretmenlik yapan Eflak ve Bitar gibi entelektüel aktivistlerin neden yeni bir siyasi damar oluşumunda önemli rol oynadığını gözler önüne sermektedir. Benzer şekilde İngiliz varlığının Mısır’daki toplumsal hayat ve eğitim sistemi üzerindeki dönüştürücü etkisine karşı yeni bir bilinç oluşturmayı ve bu minvalde siyasal ve toplumsal düzeni dönüştürmeyi hedefleyen Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kurucusu Hasan el-Benna’nın da bir öğretmen oluşu, sömürge yönetimlerine karşı özellikle gençlerin bilinçlendirilmesi hususunda öğretmenlerin ne kadar aktif bir rol üstlendiğine örneklik teşkil etmektedir.
Baas’ın felsefi kökenlerine bakıldığında Arap milliyetçiliği oldukça belirgin bir yere sahiptir. Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren bölgede başlayan yeni bir kimlik inşasına dair arayış, 1930’ların ortalarından itibaren Baas’ın ortaya çıkışına ilham kaynaklığı yapmıştır. Bu bağlamda Mısır’da başlayan ilk milliyetçi hareketlerin Araplara siyasal bir bilinç kazandırma konusunda ciddi bir miras bıraktığı, Suriye’deki dil ve kültür eksenli milliyetçilik fikrinin ise Baas’ın kurucularını Arapları bir araya getirme idealine yaklaştırdığı iddia edilebilir.
Arap topraklarında sömürgeci güçlerin varlığını artırması ve buna karşı oluşan yeni damar sadece Fransız ve İngilizlere değil aynı zamanda Osmanlı’ya karşı bir tepkinin doğmasına da yol açtı. Bu bağlamda Mısır ordu subayı Ahmed Arabi (Urabi) Paşa’nın başlattığı ayaklanma, 19’uncu yüzyıl sonunda dünya siyasetindeki değişen dinamikler çerçevesinde milliyetçiliğin Arap dünyasında büyük bir karşılık bulacağının en önemli göstergelerinden biriydi. Mısırlı subayların daha az ayrıcalığa sahip olmalarından duyulan rahatsızlık, Mısırlı meşrutiyet savunucularının meclisin açılması yönündeki talepleri ve Mısır halkının İngiliz ve Fransız varlığına karşı beslediği hissiyat, Arabi Paşa’nın ayaklanmasında Mısır’ın farklı kesimlerinin bir araya gelmesini tetikleyen faktörlerdi (İnayet, 1997, s. 139). 1879-1882 yılları arasında Arabi Paşa’nın oluşturduğu motivasyon sonraki yıllarda da Mısır’ın siyasi milliyetçilik zemininde öncü bir rol üstlenmesine olanak tanımıştı. Aynı zamanda bu ayaklanma bölgenin siyasal karakterine dair de oldukça önemli bir dönüşüme işaret etmekteydi. Ayaklanmanın sloganı olarak kabul edilen “Mısır, Mısırlılarındır” sözü, sadece sömürgeci güçlere karşı değil aynı zamanda Osmanlı hakimiyetine de başkaldırı anlamına gelmekteydi. Milliyetçiliğin Arap dünyasındaki serencamı açısından dönüm noktası niteliğindeki bu gelişme, Osmanlı’nın inşa ettiği statükonun sürdürülebilirliğinin çok da mümkün olmadığını gözler önüne sermekteydi.
Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’nın ardından bölgeden çekilmesiyle oluşan yeni siyasal düzen, Arap dünyasında milliyetçilik anlayışının yeni bir boyut kazanmasında hayli önemli bir kırılma noktası olarak kabul edilebilir. Özellikle Sati’ el-Husri’nin ulus-devlet eksenli bir okumadansa Arap kimliğini geniş bir perspektiften tanımlama suretiyle Arap milliyetçiliğine yaptığı katkı, Arap dünyasının gelecek yıllarında dönüştürücü rol oynayacak düşünsel zemini büyük oranda şekillendirdi. Husri, Arap dünyasını tanımlarken Arapça üzerinden bir milli kimlik oluşturmaya çalışmıştır. Ona göre “nüfusu Arapça konuşan ülkelerin tamamı Arap’tır” (el-Husri, 1955, s. 11). Bu çerçevede Husri, Arap dünyasını sadece Arap yarımadası ile sınırlama fikrinden uzak durmuş ve hatta bu fikri savunanlara karşı mücadele ederek Orta Doğu’da alt kimliklerden oluşan bir siyasal yaklaşımdan ziyade Arap üst kimliği etrafında buluşan güçlü bir yapının teşekkülüne gayret etmiştir. “Arap ülkelerine müntesip olan ve Arapça konuşan herkes, Arap’tır. ... Ve Araplık sadece Arap yarımadasının mensuplarına ya da sadece bölgedeki Müslümanlara has bir durum değildir. Aksine bu kimlik Arap beldelerinde yaşayan ve Arapça konuşan herkesi içine alan bir kimliktir” (el-Husri, 1955, s. 12) ifadesiyle Husri, Arapçılık fikrini dil üzerinden formüle etmiştir. Husri’nin Arap milliyetçiliğine yönelik mezkûr yaklaşımı Hamid İnayet’in tespitiyle Alman milliyetçiliğinin önde gelen isimleri Johann Herder ve Johann Fichte’nin öğretilerinden izler taşımaktadır (İnayet, 1997, s. 285). Bir ulusun kendini inşa sürecinde dilin kurucu bir yerinin olduğunu öne süren bu yaklaşım, Husri’nin öğretisinde Arapçanın neden bu kadar hayati yer işgal ettiğini açıklamaktadır. Eflak, Husri’nin öğretisinden Fransa’da etkilendiği fikirlerden ötürü sosyal ve ekonomik boyutu da dahil ederek görece ayrılsa bile, Husri’nin Arap milliyetçiliği düşüncesinin hem Eflak’in fikirlerine hem de Baas’ın genel yapısına ciddi tesir bıraktığını ifade etmek yerinde olacaktır (Tibi, 1990, s. 200).
Baas’ın oluşumunda farklı dinî arka planlara sahip isimlerin kurucu rol üstlenmesi, Arap dili ve kültürü üzerinden yürütülen bir milliyetçilik yaklaşımının işlevselliğine işaret etmektedir. Levant bölgesinin etnik, dinî ve mezhepsel çeşitlilik bakımından oldukça zengin bir yapıya sahip olduğu düşünüldüğünde ortak bir kimliğin inşası ve milli duyguların canlandırılmasında Arap dili ve kültürü yegane birleştirici unsur niteliğindedir. Buradan hareketle, ilerleyen dönemlerde Baas’ın kurucu unsurlarının nazari söylemlerinde ya da Baas iktidarının ardından siyasi elitlerin fiili uygulamalarında Arap kültürünü yücelten atıflara sıklıkla rastlanmaktadır. Örneğin Mişel Eflak, 5 Nisan 1943’te Zikra er-Rasul el-Arabi (Arap Peygamberini Anma) başlıklı hitabında, Hz. Muhammed’e (sav) övgülerde bulunarak, “O tüm Arapları temsil etmekteydi, bugün de tüm Araplar onu temsil etmektedir” şeklinde ifadeler kullanmış ve sadece Müslüman Arapların değil aynı zamanda Hristiyan Arapların da O’nu sevmesi ve anlaması gerektiğini vurgulamıştır (Aflaq, 1987, ss. 141-144). Buradan hareketle, Baas düşüncesinin oluşumunda -hareketin seküler karakterine rağmen- İslam dininin ve Hz. Peygamber Arap ulusu ve kültürünün kurucu unsuru olarak nitelendirilmiş ve Baas’ın Arap coğrafyasını içine alan şamil milliyetçilik fikri erken dönemde bu tarz bir yaklaşım üzerine bina edilmiştir.
Suriye’de Fransız sömürgesine karşı entelektüel ve siyasi alandaki yürütülen mücadele İslamcı ve sosyalist düşüncelerden beslenen yeni nesil gençlerin sayısının artışıyla önemli bir seviyeye ulaşmıştı. Manda yönetimine karşı ilk günden itibaren ciddi bir mücadele veren Suriyeli siyasal elitler, 1928’de sundukları anayasa teklifi ile bağımsızlık iradesini ortaya koyma hususunda ülkenin geleceği için oldukça önemli bir adım atmışlardı.[1] Her ne kadar Suriyeliler o gün için hazırladıkları anayasayı kabul ettiremeseler dahi, bu hamle sonraki yıllarda güçlü bir mücadelenin oluşmasına da önemli bir motivasyon kaynaklığı teşkil etmişti. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Fransa’nın savaşın seyrinden ötürü Suriye ve Lübnan’daki varlığını sürdürebilme konusunda karşılaştığı sorunlar, ülkede yükselen yeni fikrî akımların etkisiyle bağımsızlık konusundaki adımların hızlanmasını beraberinde getirdi. Suriye’nin ciddi bir siyasal dönüşüm sürecine girdiği ve ülke siyasi tarihinde ciddi yer tutan önemli gelişmelerin yaşandığı 1943 yılında, milliyetçilik ve sosyalizm senteziyle bağımsızlık ve birlik vurgusuyla Baas’ın Suriye’nin toplumsal ve siyasal hayatına girişi aslında ülkedeki hızlı dönüşümün tabii sonuçlarından biriydi. Meclis seçimlerinin yapıldığı, Şükrü el-Kuvvetli’nin cumhurbaşkanı seçildiği[2] ve Ulusal Hükümet’in teşekkül ettiği aynı yılda Baas’ın da kurulmasından ötürü Suriye siyasal hayatında 1943 senesi bir milat şeklinde ifade edilebilir (el-Kıyade el-Kavmiyye, 1978, s. 7).
Baas’ın Suriye siyasal hayatına girişi özellikle sosyo-ekonomik ilişkilerin tartışılmaya açılması bakımından önemli bir kırılma sağladı. Sömürgeciliğe karşı benimsenen söylem özellikle gençler üzerinde ciddi bir etki bıraktığı gibi aynı zamanda toplumdaki zenginlere yönelik eleştirileri de yeni nesil arasında Baas’ın popülerliğini artırdı. Aslında Baas’ın bu yaklaşımı kurucularının sosyalist düşüncelerden etkilenmesinden ötürü doğal bir durum olmakla beraber aynı zamanda ülkenin siyasal ve toplumsal gerçekliğiyle de doğrudan ilintiliydi. Baas gibi Müslüman Kardeşler de 1940 ve 50’lerin Suriye’sinde -hem sömürge döneminin son yılları hem de sömürge sonrasının ilk yıllarında yükselen iki ana akım olarak- küçük bir yönetici azınlığın zenginlere yönelik politikalarına dair eleştirileri, fakirlerin korunmasına dair yaklaşımları ve ülke genelinde “geniş kapsamlı ulusal ve toplumsal dayanışmayı” savunmaktaydılar (Abd-Allah, 1983, ss. 24-25).
Baas hareketinin erken dönemlerinde gençler arasında yaygınlaşmasında Arap milliyetçiliği vurgusunun yanında kırsal alanlarda örgütlenmesi ve faaliyet alanını genişletmesi de gelmekteydi (Ben-Tzur, 1968, s. 161). Bu durum Fransızlar sonrası yeni bir siyasal düzenin tesis edilmeye başlandığı ülkede geleneksel elitlere karşı nev zuhur bir hareketin mensubiyet edinmesinde Baas kurucularına ciddi bir avantaj sağladı. Nasıl ki Hasan el-Benna, Mısır’daki örgütlenme sürecinde ülkenin güçlü siyasal ve ekonomik elitlerine karşı öncelikle üniversite öğrencilerine ve kırsaldakilere odaklanmıştı[3], benzer şekilde Suriye’deki Baas’ın genişleme sürecinde de aynı strateji benimsenmiştir. Farklı ideolojik arka planlara sahip olmasına rağmen benzer örgütlenme stratejilerinin kullanılması, sömürge varlığına karşı bağımsızlık ve milli kimliği inşa etme refleksinde gençler ve kırsal kesim mensuplarının ilk muhatap kitle olması hasebiyledir.
Baas’ın kurucu iki unsuru Eflak ve Bitar’ın milliyetçiliği geniş bir yelpazede ele alarak Arap dünyasını bütüncül bir zeminde değerlendirmesi, Baas fikrinden etkilenen Suriyeli genç kuşağın diğer Arap topraklarındaki akranlarına nazaran Arap birliği hayalini daha çok benimsemesini sağladı. Eflak, Fi Sebil’il Ba’as isimli eserinde Baas düşüncesini kuşatıcı ve her yönüyle bir Arap fikrî hareketi olarak tanımlamıştır (Eflak, 1987, s. 42). Bu ifadeden de anlaşıldığı üzere Eflak, ulusal bağların dinî ya da yerel düzey fark etmeksizin küçük birimler üzerinden ele alınmasına karşı çıkarak Arapların tek bir ulus olarak ve eşit bir zeminde düşünülmesi gerektiğini savunuyordu (Hourani, 2014, s. 387). Daha önce zikredildiği üzere Husri’nin sınır eksenli bir ulus-devlet milliyetçiliğinden ziyade dil ve kültür üzerinden savunduğu geniş bir coğrafyayı kapsayan Arapçılık yaklaşımı, Eflak’ın düşünce dünyasında yeni bir siyasal düzen inşasıyla sömürgeciliğe karşı külli bir mücadele biçimine dönüşmekteydi. Baas, sadece Suriye’deki toplumsal dönüşüme ön ayak olan bir hareketten ziyade Eflak’ın perspektifinde evrensel insani değerleri benimseyen Arap ulusunun yapacağı devrimle yeni bir milli bilinç ve kültürel birlik prensipleri ekseninde topluma düzen getiren ve sömürgeci güçlere karşı mücadele eden özgürleştirici ve ilerici bir hareketti (Eflak, 1987, s. 44).
Baas kurucuları ilk andan itibaren toplumda geniş bir karşılık bulmak ve ülke siyasetinde kalıcı bir etki bırakmak için güçlü bir söylem üretmeye çalıştılar. Hareketin 24 Temmuz 1943’te Şam’da ilan edilen ilk resmî beyanı, içeriğinde şu mesajlar ile Suriye toplumu ve siyasetine yön vermeyi hedefleyen bir yapının habercisiydi:
“Bizler, materyalist komünizme karşı Arap ruhunu temsil ediyoruz.
Ölü bir gericiliğe ve suni bir ilerlemeye karşı yaşayan Arap tarihini temsil ediyoruz.
Bizler, davranışlarla çelişen ve dilde olmanın ötesine geçmeyen lafzi milliyetçiliğe karşı bütün Arap ulusunu temsil ediyoruz.
Siyaset zanaatına karşı Arapçılığın mesajını temsil ediyoruz.
Bizler, yeni Arap neslini temsil ediyoruz” (el-Kıyade el-Kavmiyye, 1978, s. 15).
Bu söylemlerle hayat bulmaya çalışan Baas, 1945’e gelindiğinde hâlâ öğrenciler, entelektüeller, serbest meslek erbapları ve sınırlı sayıda memurun desteklediği bir hareket konumundaydı. 1945 Mayıs’ında partileşme yolunda ilk ciddi adımın atılmasının ardında Nisan 1947’de yapılan ilk genel kongre ile Baas Partisi, Suriye siyasetindeki yerini aldı (el-Kıyade el-Kavmiyye, 1978, s. 18). Parti’nin genel programı ve tüzüğünün belirlendiği bu ilk kongreyle Baas’ın toplumsal hareket formunda siyasi bir örgüte dönüşüm süreci tamamlandı (Devlin, 1976, s. 15).
Parti tüzüğünün ilk kısmı Arapların birliği ve bağımsızlığı üzerine bina edildi. Tüzüğün ilk maddesinde vurgulanan husus, Arapların tek bir ulus olduğu ve bu nedenle tek bir devlet çatısı altında yaşamalarının en temel hakları olduğuydu. Ayrıca Arapların tek ortak bir kültüre aidiyeti ifade edilerek arızi farklılıkların sorun edilmeksizin Arapların kendi topraklarında güçlü ve bağımsız bir siyasi yapıyı kurabilmesi için yoğun çaba sarf edilmesi gerektiği vazedilmiştir (“Düstur Hizb el-Ba’as el-Arabi el-iştiraki”, 1947).
Hareketin kurucu kadrosu, Arap dünyasındaki bölünmüşlükten ötürü ortaya konamayan siyasal iradenin hayata geçirilmesinde yegana itici gücün milliyetçi bir söylem olduğuna inanmaktaydılar (Dawisha, 2016, s. 3). Eflak, siyasi liderlerin kendi çıkarlarına ters düştüğü için tüm Arapları içine alacak politikalar geliştirmek ve uygulamaktan kaçındığını ifade ederek, Baas’ın en büyük farkının Arapları kendi kültür ve inanışları dahilinde bir arada tutma hedefi olduğunu iddia etmekteydi (Eflak, 1987, s. 177). Arap ulusunun birleşmesinin üzerinde duran bu hamasi söylemin oluşturduğu cazibeye rağmen Eflak’ın karizmatik liderlik özelliğine sahip bulunmayışı, Baas’ın ilk katıldığı seçimlerde düşük oy alması ve mecliste sandalye elde edememesinin temel gerekçesiydi (Devlin, 1976, s. 11; Rabinovich, 1972, s. 8). Bununla birlikte güçlü bir lider vasfının eksikliğine rağmen Arap ulusuna ve kültürüne sadakatinden ötürü Eflak’ın fikirleri Suriye siyasetinde önemli bir tesir bıraktı (Devlin, 1976, s. 13). Milliyetçiliğin sonraki yıllarda kentli nüfus arasında yayılması ve partinin ülke sathında karşılık bulmasıyla farklı kesimleri bünyesine katması ise Baas’ın kurucu düşüncesinin Suriye siyasetine gözle görülür bir miras bıraktığının en somut delilidir (Dawisha, 2016, s. 98).
Suriye Siyasetinde Baas’ın Yükselişi
Baas’ın partileşmesi Fransızlar sonrası demokratik bir ulus-devlet kurmaya çalışılan Suriye’de farklı bir siyasi damarın oluşması bakımından kayda değer bir adım iken 30 Mart 1949 gecesinde Hüsni Zaim tarafından gerçekleştirilen askerî darbe ülke siyasetinde köklü bir geleneği başlatacak gelişmelerin kapısını araladı. Modern Orta Doğu’da sonraki yıllarda sıklıkla görülecek ve bölge siyasetinin ana sütunu haline dönecek darbeler serisinin ilk örneği konumundaki bu olay, Suriye’nin manda sonrası yeniden yapılanmasını da ciddi şekilde etkiledi. Darbenin hemen ardından meclisin dağıtıldığı, anayasanın ilga edildiği ve yeni anayasa yapılması için bir heyetin oluşturulacağı yönünde kararların alındığı darbenin hemen ardından duyurulmuştu (el-Keyyali, 1997, s. 325). Suriye halkının darbenin oluşturduğu yeni duruma alışmaya çalışırken 14 Ağustos 1949’ta Sami Hinnavi öncülüğünde yeni bir darbe gerçekleşti (el-Keyyali, 1997, s. 349). Darbenin ardından Zaim tutuklanırken, Hinnavi ordunun ülkenin istikrarlı bir yapıya kavuşması ve anayasanın yapımına dair teminatta bulundu. 1949’daki bu iki darbenin şokunu henüz üzerinden atamadan 19 Ağustos 1949’da Edip eş-Şişekli liderliğinde üçüncü bir darbe Suriye’de gerçekleşti (el-Keyyali, 1997, s. 359). Ordunun art arda müdahaleleri Suriye’de istikrarlı bir siyasal sistemin oluşmasına ciddi zarar verirken mevcut durumun doğurduğu sonuçlar Baas içinde çeşitli ihtilafların su yüzüne çıkmasına yol açtı (el-Kıyade el-Kavmiyye, 1978, ss. 42–44). Siyasal sistemdeki kırılganlığın partinin geleceğini olumsuz etkilemesinden çekinen kurucu kadro, toplumsal alandaki tabanını genişletmek ve Baas’ın ülkede daha söz sahibi konuma gelmesinin önünü açmak için bu süreçte radikal bir karar alma suretiyle bir ittifak gerçekleştirdiler. Suriye’de sosyalist düşüncenin gelişiminde önemli isimlerden sayılan Ekrem el-Hurani’nin Arap Sosyalist Partisi ile birleşme kararı alan Baas liderleri, 1953’teki bu adımla partiyi yeni bir mecraya sokarken aynı zamanda partinin ismini Arap Sosyalist Baas Partisi şeklinde değiştirerek yeni döneme geçiş yaptılar (Devlin, 1976, s. 15).
Hurani’nin partisiyle birleşmenin ardından Baas’ın ideolojik söyleminde çeşitli değişimler görüldü. İlk dönemlerinde dinin Arap toplumundaki öneminin yanında Arap kültürü ve değerlerinin yüceliğine dair vurgulara çokça rastlanırken yeni parti çizgisinde seküler bir söylem dili daha çok öne çıkmaya başladı. Sosyal reformun öncelendiği, komünizmin kesin bir dille reddedildiği ve sosyal adalet vurgusu ekseninde sosyalizmin Arap milliyetçiliğinin bir parçası olduğu yönündeki yaklaşım baskın hale geldi (Hourani, 2014, s. 387). Eflak, Baas’ı gerçekleştirilmesi gereken üç temel hedef ilke üzerinden açıklamıştır: Birlik, özgürlük ve sosyalizm (Eflak, 1987, ss. 60–61). Ona göre bu ilkeler hareketin olmazsa olmazlarıdır ve Baas’ın her bir mensubu mezkûr hedeflere ulaşmak için her türlü mücadeleyi ortaya koymalıdır. Birbirleriyle doğrudan bağlantılı bu ilkelerin birisinin dahi tam surette uygulanmaması diğerlerinin de gerçekleşmesini engelleyeceğinden Eflak’a tüm mensuplar bu ilkeleri birbirinden ayırmaksızın tatbik etmeye çalışmalıdır (Eflak, 1987, s. 61).
Baas Partisi’nin Arap Birliği fikrini Suriye siyasetinde yüksek sesle dillendirmesine mukabil 1952’de kendilerine Hür Subaylar adı veren bir grubun Mısır’da yaptığı askerî darbeyle monarşiye son vermeleri ve ülkede yeni bir siyasal sistem dizaynına girişmeleri, Arap milliyetçiliği ve birliği fikrini yeni bir boyuta taşıdı. Özellikle darbenin öncü ismi Cemal Abdunnasır’ın gücünü pekiştirmesinin ardından dış politikada attığı cesur hamlelerle verdiği mesajlar, Arap dünyasında birleşme fikrinin ete kemiğe bürünmesine yönelik büyük bir motivasyon oluşturdu. 1958’de Baaslı yöneticilerin başını çektiği Suriyeli siyasilerin Mısır’la birleşme fikrine Nasır’ın olumlu yanıt vermesiyle iki ülke Birleşik Arap Cumhuriyeti çatısı altında toplandı (Cleveland, 2008, s. 349). Baas’ın ilk dönemden itibaren Arapların birleşmesi fikrini somut hale getirmesi açısından önemli bir dönüm noktası mahiyetindeki Birleşik Arap Cumhuriyeti, başlarda oluşan olumlu havanın aksine sonraki dönemlerde ciddi ihtilaflarla sonuçlandı. Nasır’ın Suriyeli siyasiler üzerinde nüfuzunu artırma girişimi ve devlet yönetiminde Suriyelilerin yeteri kadar söz sahibi olamadıklarına dair kanaatleri işlerin terse dönmesini beraberinde getirdi. Nasır, devlet başkanı sıfatıyla Suriye’deki siyasi partileri kapatması, yöneticileri azletmesi ve olağanüstü hâl uygulamaları iki taraf arasındaki gerilimleri artırdı (Asasah, 1989, ss. 134–136). Suriyeli ve Mısırlı siyasilerle ordu mensuplarının yaşadığı ihtilafların yanı sıra iki ülke kamuoyunda da Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin uzun soluklu olacağına dair inancın kaybolması, iki devletin ayrılma sürecini hızlandırdı (Seale, 1995, s. 67). Tüm bu gerilimli sürecin ardından 28 Eylül 1961’de Abdülkerim en-Nahlabi öncülüğündeki Suriye ordusunun gerçekleştirdiği darbe ile Suriye, Birleşik Arap Cumhuriyeti’nden ayrıldı (Asasah, 1989, ss. 284; 330-332).
Mısır ile yolların ayrılmasının ardından oluşan boşluğu doldurmayı amaçlayan Baas Partisi, ülkedeki etkinliğini artırma yolunda çok önemli bir fırsat elde etti. 1950’lerin başından itibaren sivil alanın yanı sıra yanında ordu mensupları arasında da büyük destek bulmaya başlayan Baas, Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin sona ermesiyle Suriye’nin en baskın siyasi gücüne dönüştü. Bünyesindeki subayların desteğiyle 8 Mart 1963’teki darbeyle ülke yönetimini ele geçiren Baas Partisi, parti tüzüğünde savunduğu demokratik ilkelerin aksi bir yöntemle Suriye’de iktidarını tesis ederek yeni bir dönemin kapısını araladı (Şen, 2004, ss. 225–227).
Darbe marifetiyle Baas’ın iktidara gelmesinin ardından Bitar başkanlığında kurulan hükümet, Suriye’de yeni dönemin çoğulcu bir anlayıştan ziyade Baas’ın baskıladığı bir sisteme evirileceğinin ilk sinyallerini verdi. Baaslı önde gelen isimler ve teknokratlardan oluşan hükümet, toplumun farklı kesimleriyle iş tutmayacağını ve Baaslı kadrolardan müteşekkil bir siyasal sistem inşa edeceğini kesin bir surette herkese gösterdi (Devlin, 1976, s. 281). Ayrıca bu süreçte Nusayri ve Dürzi ordu mensuplarının Baas içinde güçlenmeye başlaması da Suriye siyasetinde yeni dönüşümün habercisiydi. 8 Mart’taki darbeyi gerçekleştiren Baas Askerî Komitesi’nin 14 üyesinin 5’i Nusayri subaylardı (van Dam, 2000, s. 65). En başlardaki kuşatıcılık söyleminden uzaklaşarak kendi benimsediği ideolojiyi dayatma yolunu tercih eden Baas içinde yeni ihtilaflar da bu süreçte ortay çıktı. Eflak ve Bitar’ın hareketin kurucu isimleri ve ideologları olmalarına rağmen Baas içindeki etkilerinin azalması ve partideki sekülerleşme düzeyinin gözle görülür şekilde artması, 1963’te yapılan Baas’ın 6. Ulusal Kongresi’nde ideolojik sapmayı belirginleştirdi. Eski yöneticiler mevzi kaybederken liderliğe dair yeni ihtilafların da görüldüğü Baas içinde Marksist çizgiye doğru kayma yaşanmaya başladı (Rabinovich, 1972, s. 87).
Yönetici kadro arasında ayrımların arttığı ve tasfiyelerin hızlandığı bu süreçte Nusayri subaylar Baas içindeki gücünü pekiştirirken aynı zamanda Eflak’ın Mısır ile yeniden birleşme esasına dayanan Nasırcı düşüncelerini partiden tamamen silmeye uğraştılar. Yeni kadro kendini Neo-Baasçı olarak tanımlarken, partinin Nasırcı etkiden sıyrılmasını ve partide Suriye merkezli yeni bir milliyetçi politika izleyen yapı inşa etmeyi amaçlamaktaydılar. Nusayri subayların başını çektiği bu gurubun söylemlerinin parti içinde daha baskın bir karaktere dönüşmesi, 1966’da Salah Cedid, Muhammed Umran ve Hafız Esed’in başını çektiği isimlerin yaptığı parti içi darbeyle iktidarın Baas’ın sivil kanadından askerî kanadına geçmesiyle sonuçlandı.
Suriye’de iktidarın parti içinde el değiştirmesi ve Nusayri generallerin baskın olduğu bir ekibin kontrolüne girmesi, iktidar mücadelesinin sona erdiği anlamına gelmemekteydi. Özellikle 1967 Haziran’ında Mısır, Suriye ve Ürdün koalisyonun İsrail’e karşı açtıkları savaşta ağır bir yenilgi almasının ardından, Baas içinde taraflar arasındaki muhalefet şiddetlendi. Savaştaki hezimetin müsebbibi olarak Cedid ve Esed’in birbirini suçlaması, Baas iktidarının iki önemli ismi arasındaki çatışmayı derinleştirdi (Rabinovich, 1972, s. 216). Savaşta İsrail’in Suriye’ye ait Golan Tepeleri ve Kuneytra ilini işgal etmesi, ülkede iktidarın ciddi itibar kaybetmesine yol açarken aynı zamanda İsrail’le “düşük düzeyli ama uzun süreli bir sınır sorununu” meydana getirdi (Seale, 1995, s. 118).
İsrail karşısındaki yenilginin ardından Cedid’e karşı muhalefetini artıran ve Baas kadrolarına yaptığı stratejik atamalarla elini ciddi şekilde kuvvetlendiren Esed, ordu içindeki konumunu da çok aktif şekilde kullanarak Cedid’e yakın isimleri tasfiye etti (Seale, 1995, s. 148). 1968’teki parti kongrelerinde ikili arasındaki ayrım tam manasıyla parti içi iktidar krizine döndü (van Dam, 2000, s. 112). Cedid bu süreçte Esed’in hamlelerini boşa çıkarmaya çalışan çeşitli adımlar atsa dahi başarılı olamamış ve destekleyen ordu mensubu partililerin sayıca çokluğunun sağladığı avantajla Esed bu iktidar mücadelesinden zaferle çıkmış ve 1970 Kasım’ındaki müdahaleyle ülkede yönetimi ele geçirmiştir (Mercan, 2012, s. 64).
Hafız Esed, iktidara gelişinin ardından ülkenin siyasal ve toplumsal yapısını geniş çaplı biçimde yeniden dizayn etme yoluna girdi (Seale, 1995, s. 169). 1949’dan beri askerî darbeler yoluyla bir türlü istikrarlı bir yönetimin Suriye’de sağlanamaması, Esed’in ilk dönemlerde toplumsal meşruiyetini artırmak için daha temkinli politikalar izlemesini beraberinde getirdi. Bu çerçevede Esed, özellikle uzun yıllardır tanıdığı ve kendisine sadık arkadaşlarının yanı sıra aile bireyleri ve akrabalarından oluşan yakın bir ekiple güçlü ve merkeziyetçi bir yönetim kurma yolunda hassas bir strateji izledi (Zisser, 2007, ss. 8-9).
1973 yılında kabul edilen anayasa eliyle tek adam merkezli bir rejim tesis eden Esed, izlediği ince stratejinin sonucunda Baas ideolojisinin sürekliliği üzerine inşa edilmiş bir tek adam meydana getirdi.[4] Suriye anayasada “demokratik, halkçı ve sosyalist bir devlet” (Düstur el-Cumhuriyye el-Arabiyye es-Suriyye, 1973, Md. 1) şeklinde tanımlansa dahi, demokratik bir anlayışın ülkede tesis edildiğini söylemek mümkün değildir. Ayrıca Anayasa’nın 8’inci maddesindeki “Arap Sosyalist Baas Partisi devletin ve toplumun hâkim partisidir” şeklindeki tanımlama ile Baas dışında hiçbir siyasal yapıya yaşam alanı tanımayan bir siyasal sistem meydana getirilmiştir (Düstur el-Cumhuriyye el-Arabiyye es-Suriyye, 1973, Md. 8). Esed yönetimiyle birlikte Baas Partisi, iktidarın ana güç odağı olarak kalmaya devam ederken Mişel Eflak ve Salahüddin Bitar’ın felsefi temellerini attığı ve Arap dünyasında düşünsel ve siyasal anlamda önemli etkiler bırakan Baas fikrinin kuşatıcı zemininden tamamen uzaklaşmış ve örtülü bir milliyetçilik ve sosyal adalet vurgusuyla tek adam sistemi oluşturmuştur.
Baasçılığın kalbi Suriye’de Eflak ve Bitar’ın tasfiyesi ve parti içindeki iktidar mücadelesinin derinleşmesi, Suriye krize yeni katmanlar ekledi. Özellikle Irak siyasal sisteminde Baas hareketinin güçlenmesi ve Irak yönetiminin Eflak’ın başını çektiği geleneksel kadronun yanında yer alması iki ülke arasında sorunlara sebebiyet verdi. Eflak’ın Suriye’deki yönetime karşı muhalif yapılanmayı Irak üzerinden ve Irak yönetiminin desteğiyle örgütlemesi uzun soluklu Suriye-Irak çatışması ve ideolojik rekabetini körükledi (Baram, 1983, s. 195). Suriye’den neşet eden ve farklı şekillerde Arap dünyasında karşılık bulan Baas düşüncesi, Irak’ta da ciddi bir karşılık bularak siyasi sistemi şekillendirdi.
Baasçılığın Arap Dünyasındaki Diğer Biçimleri: Irak, Mısır ve Libya
Baasçılık, Suriye toplum ve siyasetini derinden etkileyen ve hatta dönüştüren bir fikrî akım ve hareket olarak Arap dünyasının farklı bölgelerinde de çeşitli biçimlerde görülmüştür. Baas düşüncesini kuşatıcı bir Arap milliyetçiliği ile daha çok sosyal adalet eksenli ekonomik politikaların öne çıktığı sosyalizm arasında sentez bir sistem olarak ele aldığımızda Irak, Mısır ve Libya’da da Baas’ın ana felsefesinin izdüşümleri yer edinmiştir. Irak’ta doğrudan Baas şeklinde karşımıza çıkan ve Saddam Hüseyin iktidarı ile tıpkı hareketin Suriye’deki evrimiyle benzer şekilde otoriter bir sisteme dönüşen Baas yapısı teşekkül etmiştir. Mısır ve Libya’da farklı formlarda gelişen hareket, Nasır’ın gücünü birleştirmesiyle Nasırcılık olarak tanımlanan bir akıma, Libya’da ise Muammer Kaddafi’nin iktidarıyla Cemahiriyye kavramsallaştırması üzerinden yeni bir toplum ve siyaset tasavvuruna bürünmüştür. Bu çerçevede, Arap dünyasında Baas’ın genel seyrinin anlaşılması bakımından bu üç ülkede ortaya çıkan milliyetçilik ve sosyalizmle harmanlanan akımların genel analizi, meselenin daha etraflı bir biçimde kavranmasına da yardımcı olacaktır.
Suriye ile İdeolojik Rekabet ve Saddam Hüseyin’in Irak’ı
Baasçılık fikrinin Suriye’nin ardından yayıldığı ilk yerlerin başında sınır komşusu Irak gelmektedir. 1950’lerde Suriye’de yükselen Baas düşüncesinden esinlenen Iraklı Şii öğrencilerin bu akımı ülkelerine taşımalarıyla Irak, Baas hareketiyle tanıştı (Devlin, 1991, s. 1404). Monarşi yönetiminin hâkim olduğu ve bağımsızlığını diğer Arap ülkelerine nazaran erken dönemde kazanmasına rağmen İngilizlerin ülke üzerindeki kontrolü devam ettirdiği Irak’ta Baas düşüncesinin yayılması, milliyetçi ve tam bağımsız bir siyasal sistemin arayışına önemli bir katkı sağladı. 1958’de General Kasım öncülüğündeki darbeyle Mısır’dakine benzer şekilde monarşinin sona ermesinin ardından Baas düşüncesini destekleyenler için hem bir fırsat hem de kısa süre sonrasında zorlu bir mücadele süreci başladı. General Kasım’ın İngilizlerin desteklediği Haşimi monarşisine karşı yaptığı darbeyi destekleyen Baasçılar, darbe sonrası kurulan ilk hükümette de kendilerine yer buldular (Devlin, 1991, s. 1404). Bununla birlikte kısa süre sonra General Kasım’a karşı bir darbe girişiminde bulunan Baas mensupları, teşebbüslerinin başarılı olmaması sonucu yer altına çekilmek durumunda kaldılar.[5]
Irak’taki Baasçıların yönetimi ele geçirme girişimleri 1963 Şubat’ında başarılı oldu ve yeni hükümet kuruldu (Devlin, 1976, s. 255). 1959’daki başarısız darbe girişiminin ardından Kahire’ye kaçan Baas’ın genç saha liderlerinden Saddam Hüseyin, hükümetin kurulmasıyla ülkeye dönüş yaparken aynı zamanda Baas içindeki yerini de sağlamlaştırmayı başardı. Bununla birlikte Baas hükümetinin 18 Kasım 1963’te devlet başkanı Abdürrahim Arif ve bazı subaylarca organize edilen bir darbeyle devrilmesinin ardından Saddam Hüseyin tutuklandı. İki yıl kaldığı cezaevinden kaçmayı başaran Hüseyin, yeniden Baas içindeki çalışmalarına dönerek parti içindeki etkinliğini ciddi şekilde artırdı. Bu süreçte Baas’ın yöneticiliğini yürüten Ahmed Hasan el-Bekir tarafından partinin genel sekreter yardımcılığına atanan Hüseyin, Baas’ın sahadaki en önemli ismi haline geldi (Cleveland ve Bunton, 2008, s. 408).
Baas’ın iktidardan düştüğü 1963’ten itibaren odaklandığı yegâne konu ülkede partinin iktidara tekrar nasıl geleceği konusuydu. Bu çerçevede sahada aktif bir strateji izleyen Baas mensupları, 1968’deki müdahale ile Arif yönetimine son vererek ülkede tam manasıyla Baas hakimiyetini kurmayı başardılar (Cleveland ve Bunton, 2008, s. 409). Hasan el-Bekir liderliğindeki iktidarda Baas’ın temel felsefesine uygun şekilde yeni bir sosyal ve iktisadi sistem kurmaya başlayan yeni yönetim, aynı zamanda eğitim alanındaki dönüşümle de Baas ideolojisini tüm kitlelere yaymaya başladı. Saddam Hüseyin’in, es-Sevra ve’t Terbiye el-Vataniyye (Devrim ve Ulusal Eğitim) isimli eserinde Baas’ın ülkedeki konumuna dair ifade ettiği şu sözleri, yeni iktidarın ülkedeki tüm mekanizmayı dönüştürmesinin arka planına ışık tutmaktadır:
“Bu toplumun bir parti tarafından yönetildiğini ve bu partinin de Arap Sosyalist Baas Partisi olduğunu vurgulamamız gerekiyor… Bu nedenle Parti’nin değerlerinin ve ideolojisinin tüm aktivitelerin ülkenin karar verme aygıtının en önünde yer alması gerekmektedir.” (Aktaran: Sassoon, 2011, s. 35)
Saddam Hüseyin, 1979’da iktidarı devralana kadar parti içindeki konumu ve sonrasında devlet başkanlığı yardımcılığı vasıflarını da kullanarak ülkede güvenlik bürokrasisi ciddi şekilde kontrolü altına aldı. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da Baas’ın iktidardaki kontrolü genişledikçe otoriterleşme temayülü de benzer şekilde arttı. Bu durum Baas’ın ideolojik olarak mevzi kaybetmesine yol açarken hareketin felsefesinden bu uzaklaşma Irak petrolünün millileştirilmesi, tarım reformu ve bazı sosyal destek programları gibi çeşitli siyasi hamlelerle kamufle edilmeye çalışıldı (Isaac, 2009, s. 3227).
Ülkede izlediği eğitim stratejisi ve endoktrinasyon yoluyla Saddam Hüseyin, Irak’ta siyasal bir ideolojiden ziyade kendi şahsıyla bütünleşen bir kült meydana getirdi (Sassoon, 2011, s. 162). Hafız el-Esed örneğindeki gibi tüm sistemi bütün unsurlarıyla kontrol etme isteği, Hüseyin’in de Irak’ta tek adamlaşmasına yol açarken aynı zamanda Baas ideolojisinin de araçsallaştırılması ile sonuçlandı. İç ve dış politikada daha radikal adımlar atmaya çalışarak Arap dünyasında bir etki alanı oluşturmaya ve uluslararası arenada dikkat çeken bir aktör olmaya çalışsa da gerek 1980’de başlayan Irak-İran savaşı gerekse de 1990’da Kuveyt’in işgalinin ardından ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun Irak’a başlattığı savaş, Hüseyin’in ülkede istikrarlı bir yapı kurmasına izin vermedi. Bu süreçte Baas’ın ideolojisine sürekli atıflarda bulunsa dahi toplumsal bir dönüşümü yönetim tarzından ötürü gerçekleştiremedi. 2003’te ABD’nin Irak işgaliyle iktidardan devrilen Hüseyin, Eflak ve Bitar’ın çizdiği Baas çerçevesinin çok dışında kalarak hareketin Arap dünyasında Suriye’den sonra gerçek manada bir toplumsal ve siyasal dönüşüm noktasında bir başka başarısız örneğini ortaya koydu.
Nasırcılık ve Arap Sosyalizmi
Orta Doğu’da Baas’ın Arap milliyetçiliği ve sosyalizmden müteşekkil genel felsefesini dikkate aldığımızda aynı ismi kullanmamakla beraber benzer düşünce yapısına sahip olmasından ötürü Cemal Abdunnasır’ın Mısır’da tatbik etmeye çalıştığı stratejiyi de genel hatlarıyla belirtmek gerekmektedir. 1952’de Hür Subaylar adındaki bir grup genç subay tarafından Nasır öncülüğünde gerçekleşen askerî darbe, Mısır’da köklü bir değişimi sağlamıştır. Monarşinin yıkılarak yerine cumhuriyet rejiminin benimsendiği bu yeni dönemde Nasır, iktidarını pekiştirerek ülkenin iç ve dış politikasını yönlendirecek bir felsefi zemin inşa etmeyi başarmıştır. Darbenin ardından Hür Subaylar’ın yayınladığı altı maddelik program Nasırcılık olarak tanımlanan Arap sosyalizminin yeni bir biçiminin oluşmasına ön ayak oluşturmuştur. Hür Subayların hazırlamış olduğu program şunları içermekteydi: 1882 yılından beri ülkedeki İngiliz varlığının sona erdirilmesi, İngilizlerin işbirliği içinde bulunduğu Mısırlı siyasetçilerin görevlerine son verilmesi, feodalizmin sona erdirilmesi, Mısır’daki yabancı sermaye varlığının ortadan kaldırılması, milli bir ordunun oluşturulması ve demokratik bir siyasal sistemin oluşturulması (Cleveland ve Bunton, 2008, s. 305).
Nasır sadece Mısır’da değil aynı zamanda Arap dünyasında da emperyalizmin sona ermesini arzulamış ve gerek Mısır gerekse Arap dünyasında ulusal egemenliklerin gerçekleşmesi ve korunması düşüncesine sahip olmuştur. Bu bağlamda Nasır, yaklaşımıyla Vefd başta olmak üzere Mısır siyasetindeki diğer milliyetçi ve sol partilerin programlarından da ciddi şekilde farklılaşmıştır. Sol partiler Arapların emperyalizme karşı birlik olması gerektiği üzerinde dururken Vefd Partisi ise kuruluş felsefesi itibarıyla Mısır’ın bağımsızlığı üzerine odaklanmıştır. Ancak Nasır önderliğindeki Hür Subaylar dış politikadaki çeşitli uygulamalar yoluyla Mısır’ın Arap dünyasındaki yerinin önemini vurgulamışlardır. Bununla birlikte İslamcı ve Mısır merkezli kimlik tanımlamalarının yerine seküler siyasetin gerekliliği üzerinde durmuşlar, Mısır ve Arap kimliğinin örtüşen mirasının liderliğini yürütmüşlerdir. Bu anlayış Arapların ortak bağımsızlık mücadelesi ve yeni kurulan bağımsız devletlerde kalkınmanın ortak zorunlulukları adı altında birleşmiş ve Nasır döneminde Mısır’ın Soğuk Savaş karşısında çeşitli zorluklarla karşılaşmasına neden olmuştur (Abou-El-Fadl, 2019, ss. 121-122).
Nasır’ın Arap dünyasında karizmatik bir lidere dönüşmesi ve Arapları birleştirme idealini gerçekleştirme konusunda umut aşılamasında ideolojik bağlam ve Mısır iç siyasetinde attığı adımlardan ziyade dış politikadaki cesur tercihleri önemli rol oynamıştır. Her ne kadar 1952’de toprak reformu yapılmış ve darbe sonrası belirlenen ekonomik ve siyasal program uygulamaya konulmaya başlanmış olsa da 1955’teki gelişmeler (Mısır’ın Bağdat Paktı’na girmeyi reddetmesi, Mısır-Çekoslovakya Silah Anlaşması ve Mısır’ın Bandung Konferansı’na katılması) ve ardından 1956’da yaşanan Süveyş Krizi, Arap dünyasında Nasırcılığın yükselişinin önünü açmıştır. Bu adımları takiben dış politikada Pan-Arabist siyaset ana belirleyici parametreye dönüşmüştür. Bununla birlikte Nasır, Eflak’ın inşa ettiği Baas’ın teorik çerçevesine de atıfla Arap milliyetçiliğinin Suriye’de daha derin köklere sahip olduğunu kabul ederek ve o tarz bir milliyetçiliğin Mısır’da 1955 sonrasında hissedilmeye başlandığını belirtmiştir (Shama, 2014: 24-26).
Nasır, Süveyş Krizi’nde elde ettiği başarının ardından başta Filistin meselesine yaklaşımı olmak üzere Arap dünyasında milliyetçi dozu ciddi şekilde artırmış ve Arapların birleşme fikrinin açıktan dillendirmeye başlamıştır. Nasır’ın bu stratejisi Arap dünyasında Nasır etkisini tetiklemiş, birçok ülkede Nasırcı oluşumlar meydana gelmiştir. Pan-Arabizmin doruk noktası olarak tanımlanabilecek gelişme ise 1958’de Suriye ile Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin kuruluşudur (Dawisha, 2016, s. 186). Bununla birlikte her ne kadar birleşme modern Orta Doğu tarihinde önemli bir dönüm noktası olsa dahi sürecin başarılı şekilde yürütülememesi, Arap toplumlarında milliyetçilik düşüncesini görece olumsuz etkilemiştir.
Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin 1961’de dağılmasıyla bölgedeki Arap milliyetçilinde yaşanan düşüş sebebiyle Nasır, iç politikaya daha fazla yönelmiş ve Arap sosyalizmi temelinde ideolojik açılımlar gerçekleştirmiştir. Bu süreçte Nasır’ın talimatıyla “Milli Eylem Belgesi” hazırlanmıştır. Hazırlanan belge yeni bir siyasal yapılanma olarak Arap Sosyalist Birliği’nin oluşturulmasını öngörmüştür. Milli Eylem Belgesi, bünyesinde İslam’ı, Arap milliyetçiliğini ve sosyalizmi barındırdığı için Mısır siyasal sisteminde radikal bir kalkışı temsil etmiştir. Belgede Mısır’da her yerde arzulanan Müslüman, milliyetçi, sosyalist bir Arap toplumu yaratılması hedef olarak belirlenmiştir. 1964’te belgenin öngördüğü biçimde yeni bir anayasa hazırlanmış ve Anayasanın ilk maddesi ile ülke Arap dünyasının bir parçası ve demokratik sosyalist bir devlet olarak tanımlanmıştır. Arap sosyalizminin bir yansıması olarak anayasanın dokuzuncu maddesinde ise devletin ekonomik anlayışı, sömürünün her türlüsünü yasaklayan ve adalet temelli sosyalist sistem üzerine bina edilmiştir. Hazırlanan anayasada sosyalist düşüncenin bir başka yansıması olarak mecliste yer alacak vekillerin yarısının işçi ve köylülerden oluşacağı da belirtilmiştir (Cleveland ve Bunton, 2008, ss. 318-319).
Nasır’ın Arap Sosyalizmi genel itibarıyla ideolojik bir gereklilikten ziyade pragmatik gerekçelerden ötürü hazırlanmış bir programdı. Bu bağlamda, Nasır rejiminin Arap sosyalizmiyle bezenen ekonomi politikasının Marksizmden ziyade devlet kapitalizmine dayandığı ifade edilebilir.[6] 1961 ve 1964 yılları arasında yoğun bir millileştirme programı başlatan Nasır, birçok sektörü devlet kontrolü altına alırken bir yandan da toprak reformları ve kalkınma programları aracılığıyla sosyal refahı sağlama yönünde de çeşitli adımlar atmıştır (Cleveland ve Bunton, 2008, ss. 316-318). Nasır, milliyetçilik ve sosyalizm arasında bir denge kurarak güçlü bir siyasal sistem inşa etme niyetinde olmasına rağmen bunu uygulamaya koymamış ve ülkede otoriter bir sistem inşa ederek başta Müslüman Kardeşler olmak üzere muhalif yapıların sindirildiği bir Mısır meydana getirmiştir.
Kaddafi ve Arap Sosyalizmine Yeni Bir Katkı Olarak Cemahiriyye
Arap dünyasında sosyalizm ekseninde farklı bir damar oluşturmayı başaran isim ise Muammer Kaddafi’dir. 1 Eylül 1969’da Kaddafi, öncülük ettiği subay grubuyla Kral İdris’i kansız bir darbeyle devirerek Libya’da Cumhuriyet rejimini ilan etmiştir. Gerçekleşen darbenin ardından yapılan ilk açıklamalarda siyasal gücün, halka ait olacağı vurgulanmış ve vatandaşların eşitlik haklarının garanti altına alındığı ve cumhuriyetin özgürlük, birlik ve sosyal adalet yolunda olduğu ifade edilmiştir (Hajjar, 1980, s. 182). Benzer bir şekilde Kaddafi, yönetimi ele geçirdikten sonraki bir konuşmasında, her ne kadar devrim askerî bir darbeyle gerçekleşmiş olsa da bunun bir halk devrimi olduğunu belirtmiş ve halkın öğretmen, öncü, askerî kuvvetlere ilham veren, yönetici, efendi ve kralların kralı olduğunu zikretmiştir (“The Libyan Revolution in the Words of Its Leaders,” 1970, ss. 203-204).
İktidarını pekiştirdikten sonra siyasi, iktisadi ve sosyal alanda dönüşüme dair Nasır benzeri adımları bir süre hayata geçiren Kaddafi, daha sonra bizzat kendisinin kaleme aldığı “Yeşil Kitap” adlı metinle Libya’daki devrimi teorik bir zemine oturtmaya çalışmıştır. Üç temel bölümden oluşan metinde Kaddafi, demokrasi meselesine ve ekonomik sorunlara dair çözüm önerileri sunmuş ve Libya’nın dış politikasını temellendirmeye çalışmıştır. Parlamentoları demokrasilerin yanlış bir temsili olarak resmeden Kaddafi, demokrasinin yalnızca “doğrudan icra edilebileceği fikrini savunmuştur” (Al-Gaddafi, 1975, s. 9). Öte yandan Kaddafi’ye göre siyasal partiler, diktatörlüklerin çağdaş biçimleridir ve bu ülkelerdeki hükümetlerin modern araçlarıdır. Kaddafi’ye göre siyasal partiler yalnızca benzer amaçlara ve çıkarlara sahip olan bir grubun ideolojisini yansıtması hasebiyle ya da aynı bölge veya aynı inanca sahip olan insanların oluşturmuş olduğu bir kurum olması dolayısıyla halkın amaç ve çıkarlarını yansıtmamaktadırlar (Al-Gaddafi, 1975, s. 13).
Kaddafi’nin ekonomik sorunlara sunmuş olduğu temel çözüm ise sosyalizmdir. Yeşil Kitap isimli eserin ikinci bölümünde bu hususa değinen Kaddafi, üçüncü evrensel teorinin ekonomik temelinden ihtiyaçlara, iskândan gelire, ulaştırma yollarından toprağa birçok hususa değinmektedir. Yeşil Kitap’ın üçüncü ve son bölümünü ise “Üçüncü Evrensel Teorinin Sosyal Temeli” şeklinde başlıklandıran Kaddafi, bu bölümde aile, kabile, millet, kadınlar, azınlıklar, eğitim, müzik, sanat ve spor gibi hayatın sosyal yönüne dönük olan unsurlara değinerek inşa ettiği sistemin felsefi temellerini geniş bir yelpazede yapılandırmaya çalışmıştır (Al-Gaddafi, 1975). Buna ek olarak Kaddafi Cemahiriyye kavramsallaştırması ile cumhuriyetten yani halkın yönetiminden ayrışarak daha çoğul bir formda halkların yönetimi zemininde bir sistem tasavvurunda bulunmuş ve böylece Libya halkını uyandırma ve bilinçlendirme noktasında önemli bir bağlam geliştirmiştir (Roumani, 1983, s. 164). Öte yandan Kaddafi’nin sunduğu siyasal formül, tarihsel olarak ilişkili üç gelenek üzerine temellendirilmiştir: Hinterlant kültürünün ulusal yaşamda yeniden savunulması, Pan-İslam ve Pan-Arap kimliği, batılılaşma karşıtlığı (Roumani, 1983, ss. 164-168).
Hinterlant kültürünün ulusal yaşamda tekrar savunulması siyasal ve toplumsal düzlem olmak üzere iki noktada ele alınabilir. Siyasal anlamda bu durum merkezi bir otoritenin varlığının reddine denk düşmektedir. Liderlik ise toplumdaki en saygın ve en güçlü kişinin üzerindedir. Lider etkin bir biçimde nihai karar vericidir ve toplum üzerinde hakemlik rolünü uygulamaktadır. Siyasal karizma halkı mobilize etmek ve bir grup kimliğinin oluşmasını sağlamak açısından oldukça esastır. Güç ve karizma, Libya’da siyasal bir sistem kurmak için iki temel unsur olmuş ve dinî otoritenin de bu bileşenlerle desteklenmesiyle Kaddafi devrim rehberliği rolünü oynamaya başlamıştır.
Pan-İslam ve Pan-Arap kimliği ise Osmanlı’nın yıkılışının ardından Arap ulusunun “İslami Mesaj”ın doğal taşıyıcısı olarak ortaya çıkması ve Trablusgarplıların bilincinde İslam ve Arap kimliğinin kaynaşmasını ifade etmektedir. Devrimle birlikte Libyalı kimliği, Libya’nın hem Arap hem de İslam dünyasındaki gücünü genişletmesi için işlevsel bir rol yüklenmiştir. Tüm bu unsurlar Kaddafi’nin Müslüman Afrika ve Müslüman üçüncü dünya ülkeleriyle ittifak kurma çabasını yoğun bir biçimde arttırmasını ve Nasır’ın da ötesine giderek Arap birliğini sağlama noktasındaki çabasını açıklamaktadır (Roumani, 1983, s. 167).
Batılılaşma karşıtlığı ise Cemahiriyye’nin tarihsel tecrübesinden ve ideolojik taahhütlerinden kaynaklanan Batı’yla olan gerilimini yansıtmaktadır. Devrimin ardından Batı medeniyetine ait birçok kurum lağvedilmiştir. İdeoloji noktasında ise Cemahiriyye, Batılı değer ve yargılara kökten karşı çıkmaktadır. Bu sebepten ötürü Kaddafi Yeşil Kitap’ta Batı’ya ait olan kavramları yeniden değerlendirmiş ve kendi zaviyesinde onlara yeni bir yorumla anlam kazandırmaya çalışmıştır (Roumani, 1983, ss. 167-168).
Sonuç
Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nın ardından Arap topraklarından çekilmesi sonrası oluşan siyasal otorite boşluğunda, İngiliz ve Fransızların bölgede hakimiyet kurma çabaları sömürge karşıtı farklı akımların doğması ve gelişmesini tetiklemiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısında İslamcı ve milliyetçi fikirlerin sömürgecilik karşıtı motivasyonla güçlenerek bölgede yayılması, Dünya Savaşı’nın ardından oluşan yeni statükoda bu akımların belirleyiciliğini artırmıştır. Bunun yanı sıra Batı’da eğitim alan ve sosyalizmden etkilenen genç neslin kendi ülkelerindeki sömürge varlığına karşı örgütlü yapılar meydana getirmeleri de bölgenin siyasal tarihine ciddi tesir bırakacak oluşumların önünü açmıştır.
Fransa’da eğitim alan Mişel Eflak ve Salahüddin Bitar öncülüğünde 1943’te kurulan Baas, yukarıda ifade edilen çerçevede meydana gelen ve bölgenin siyasal ve toplumsal yapısına ciddi etkiler bırakan bir ideolojik harekettir. Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi mezcederek özgün bir siyasi ve ideolojik çerçevede sunulmaya çalışılan Baas, Arap dünyasında başta Suriye olmak üzere birçok yerde etkisini hissettirmiş ve siyasal sistemler üzerinde gözle görülür şekilde dönüştürücü rol oynamıştır. Teorik çerçevesiyle Arap dünyasında güçlü ve sosyal adalet temelli siyasal sistemlerin ve toplum yapısının kurulmasını önermesine rağmen, Baas iktidarları kendi felsefi arka planından tamamen uzak bir pratik sergilemiş ve tasavvur ettiği sistemden çak farklı bir noktaya evirilmiştir. Özgürlük, adalet, birlik ve sosyalizm gibi kavramlar üzerinden kendini konumlandırmaya çalışan Baas hareketi, küresel ve bölgesel siyasetteki dönüşümlerin de etkisiyle istenilen düzeyde bir sistem inşası gerçekleştirememiştir. Özellikle de hareketin kalbi olarak tanımlanabilecek Suriye’de Nusayri azınlığın parti içindeki yükselişi ve yeni yönetici elitlerin Eflak ve Bitar gibi kurucu isimleri tasfiyesi, demokratik bir yönetim anlayışından otoriter bir sistem inşasına doğru geçişi hızlandırmıştır. Benzer şekilde Irak’ta da Baas iktidarıyla otoriter bir sistem kurulmuştur.
Arap dünyasında sosyalizm ve milliyetçiliği harmanlayan tüm ideolojik yapılar, özgürlüklerin ülke içinde uygulanması noktasında büyük zafiyetler göstermiş ve yönetimsel hatalara yönelik oluşan muhalifleri sindirme stratejisi, bu ülkelerde sıradan bir durum haline gelmiştir. Aynı zamanda toplumsal alanda eşitliğin sağlanamaması, refahın adil şekilde dağıtılamaması, ekonomik sorunların kronikleşmesi ve kalkınmadaki ciddi problemler, bu ülkelerde rejimlerin otoriterleşme seviyesini daha da artırmıştır. Ortaya çıkış koşulları itibarıyla Arap dünyasına siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda yeni bir soluk getirmeyi amaçlayan Baasçılık, süreçte tek adam iktidarlarına zemin hazırlayan bir ideolojik yapıya dönüşmüştür.
Kaynakça
Abd-Allah, U. F. (1983). Islamic struggle in Syria (First Edition). Berkeley: Mizan Pr.
Abou-El-Fadl, R. (2019). Foreign policy as nation making: Turkey and Egypt in the Cold War. Cambridge: Cambridge University Press.
Al-Gaddafi, M. (1975). The green book.
Baram, A. (1983). Qawmiyya and wataniyya in Ba’thi Iraq: The search for a new balance. Middle Eastern Studies, 19(2), 188-200.
Ben-Tzur, A. (1968). The Neo-Ba’th party of Syria. Journal of Contemporary History, 3(3), 161-181.
Cleveland, W. L. ve Bunton, M. (2008). A history of the modern Middle East (Fourth Edition). Boulder, CO: Westview Press.
Dawisha, A. (2016). Arab nationalism in the twentieth century: From triumph to despair (Edition Unstated edition). Princeton, NJ: Princeton University Press.
Devlin, J. F. (1976). The Ba’th Party: A history from its origins to 1966. Stanford, CA: Hoover Institution Press.
Devlin, J. F. (1991). The Baath Party: Rise and metamorphosis. The American Historical Review, 96(5), 1396-1407. doi: 10.2307/2165277
Dustur el-Cumhuriyye el-Arabiyye es-Suriyye, (1973).
Eflak, M. (1987). Fi Sebil’il Ba’as: El-Kitabat es-Siyasiyye el-Kamile (C. 1). el-Mektebe el-Vataniyye.
Eğri, T. (2018). Mısır’da ordu ve ekonomi: Halk ayaklanmaları ve darbenin ekonomi politiği. İstanbul: İktisat Yayınları.
el-Husri, S. (1955). El-U’rube evvelen! Dare’l İlm li’l Melayin.
el-Keyyali, N. (1997). Dirase fi tarih Suriyye es-Siyasi el-Mua’sır: 1920- 1950. Dar et-Tılas.
el-Kıyade el-Kavmiyye. (1978). Nidal Hizb el-Ba’as el-Arabi el-İştiraki 1943-1975: Dirase Tarihiyye Tahliliyye Mevceze. Hizb el-na’as el-Arabi el-İştiraki el-Kıyade el-Kavmiyye.
Hajjar, S. G. (1980). The jamahiriya experiment in Libya: Qadhafi and Rousseau. The Journal of Modern African Studies, 18(2), 181-200.
Isaac, S. (2009). Syria and Iraq, Baathists. İçinde I. Ness, The International Encyclopedia of Revolution and Protest: 1500 to the Present (C. I , ss. 3221-3227). Malden, MA: Wiley-Blackwell.
İnayet, H. (1997). Arap siyasi düşüncesinin seyri (H. Kırlangıç, Çev.). İstanbul: Yöneliş.
Haddûrî, M. (1951). Constitutional development in Syria: With emphasis on the constitution of 1950. Middle East Journal, 5(2), 137-160.
Lia, B. (2000). Müslüman Kardeşlerin doğuşu (H. Toker, Çev.). İstanbul: Yöneliş.
Mercan, M. H. (2012). Suriye: Rejim ve dış politika. İstanbul: Açılım Kitap.
Mercan, M. H. (2017). Toplum merkezli yaklaşımdan tek adam iktidarına: Suriye Baas Partisi. İçinde N. Doğan (Ed.). Ortadoğu’da Çatışma ve İdeolojiler (ss. 255-280). İstanbul: Vadi.
Mercan, M. H. (2019). Müslüman Kardeşler’in yükselişi ve düşüşü: İslami hareketlerde siyasi kurumsallaşma sorunu. İstanbul: İlem Yayınları.
Mitchell, the late R. P. (1993). The society of the Muslim Brothers. Oxford, New York: Oxford University Press.
Rabinovich, I. (1972). Syria under the Ba’th 1963-66: The Army-Party Symbiosis. Jerusalem: Israel Universities Press.
Roberts, D. (2013). The Ba’th and the creation of Modern Syria (RLE Syria). London: Routledge.
Roumani, J. (1983). From Republic to Jamahiriya: Libya’s search for political community. Middle East Journal, 37(2), 151-168.
Sassoon, J. (2011). Saddam Hussein’s Ba’th Party: Inside an authoritarian regime (Illustrated edition). Cambridge: Cambridge University Press.
Seale, P. (1995). Asad: The struggle for the Middle East. Berkeley, Calif.: University of California Press.
Shama, N. (2014). Egyptian foreign policy from Mubarak to Morsi: Against the national interest (1 edition). New York: Routledge.
The Libyan revolution in the words of its leaders. (1970). Middle East Journal, 24(2), 203-219.
Tibi, B. (1990). Arab nationalism: A Critical enquiry: 1990 (2nd ed. 1990 edition; M. Farouk-Sluglett ve P. Sluglett, Çev.). Palgrave Macmillan.
Vatikiotis, P. P. J. (1991). The history of modern Egypt: From Muhammad Ali to Mubarak (4th edition). Baltimore: The Johns Hopkins University Press.
Zisser, E. (2007). Commanding Syria: Bashar al-Asad and the first years in power. London: I.B.Tauris.
[1] 1928’deki anayasal gelişmeler ilgili örnek bir çalışma için, bkz. Haddûrî (1951).
[2] Şükrü el-Kuvvetli, 27 Ağustos 1943’te Temsilciler Meclisi’nde cumhurbaşkanlığı seçimi için gerçekleştirilen ilk oturum 120 oyun 118’ini alarak Suriye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmuştur (el-Keyyali, 1997, s. 129).
[3] Müslüman Kardeşler’in gelişim süreciyle ilgili Lia (2000), Mercan (2019) ve Mitchell’in (1993) çalışmalarına bakılabilir.
[4] Hafız Esed’in Suriye’de Baas söylemi üzerinden tek adam rejimini nasıl inşa ettiğine dair örnek bir çalışma için bkz. Mercan (2017).
[5] Dönemin genel bir analizi için, bkz. Cleveland & Bunton (2008, ss. 408-414).
[6] Dönemin ekonomik yapısı ve devletin stratejilerine yönelik bir analiz için, bkz. Eğri (2018).