Giriş
Arap dünyasının bilgi üretiminden çok bilgi kullanımı konusunda sorunları vardır (ACSS 2015; Hanafi ve Arvanitis, 2016). Akademik araştırmalar politikaya ve kamu bilincine dönüştürülmediği sürece, araştırmalar toplumdan kopuk bir elit tabakayı oluşturan az sayıda kişi tarafından okunmakta ve dolayısıyla araştırmanın toplum üzerinde az bir etkisi olmaktadır. Profesyonel sosyal araştırmacıların kamusal alanda konuştuklarını duymak nadirdir. Bunun nedeni sadece ürünlerinin kitle iletişim araçlarında veya gazetelerde yer almaması değil, aynı zamanda politika yapıcılarla konuşmanın zorluğudur. Tarihsel olarak, sosyal etkinin öneminin sadece sosyal bilimler ve beşerî bilimlerle ilgili olduğunu düşünme eğilimi söz konusudur. Ancak, tüm araştırmaların yerel toplumla doğrudan bir ilgisi olamayacağını kabul etmekle birlikte, bilimsel araştırmaların sosyal etkisi, uygulamalı olanlar da dahil olmak üzere (örneğin mühendislik ve tıp) tüm bilimleri ilgilendirmektedir.
Bilgi üretimi, hem araştırmanın yapıldığı yer (kurumlar) hem de araştırmacıların kendileri incelenmeden anlaşılamaz. Arap ülkeleri söz konusu olduğunda, araştırma büyük ölçüde üniversitelerde yoğunlaşmıştır. Yaptığım önceki çalışmalar, bu üniversitelerin bir devlet içinde bile birbirinden kopuk elitler ürettiğini gösteriyor: Küresel olarak yayın yapıp yerel olarak yok olanlar ve yerel olarak yayın yapıp küresel olarak yok olan diğerleri. Araştırmanın yerele uygunluğu için bilginin tercüme edilmesi gerekir. Birçok akademisyen arasında bilimin pozitivizmi adına normatif olma korkusu vardır. Bu durum, akademik araştırmaların kamusal farkındalığa ve uygun politikalara dönüştürülmesini çoğu zaman engellemektedir.
Bu yazı, sadece ampirik gözlemler değil, aynı zamanda tarihsel-yapısal analizler de kullanılarak Arap dünyasında bilgi üretiminin durumu üzerine uzun bir düşünme sürecinin sonucudur. Bu sonuçlardan bazılarını daha önce Rigas Arvanitis ile birlikte yayımladık (Hanafi ve Arvanitis, 2016). Buna ek olarak, bu yazıya temel teşkil edecek şekilde sahada ve masa başında araştırmalar yürüttüm. Ağırlıklı olarak Lübnan ve Ürdün’de olmak üzere diğer Arap ülkelerinden 210 akademisyenle mülakat yaptım ve 240 özgeçmişi inceledim. Bu alanda araştırmacı, profesör ve katılımcı gözlemci olarak uzun süreli deneyime sahip olduğum için, sosyal bilimin politika oluşturma ve kamusal tartışmalarla bağlantısı hakkında bazı düşüncelerimi aktaracağım.
Bu makale üç bölümden oluşmaktadır. İlk olarak, farklı araştırma faaliyetlerinin ve sadece akademik yayın organlarında yayınlanma anının değil, araştırmanın tüm döngüsünün altını çiziyorum. İkinci olarak, kamu politikasına bilgi aktarımına ilişkin üç örnek sunarak bunlardan bazı genel sonuçlar çıkarıyorum. Son olarak, gazetelerdeki akademik yazılara odaklanan bir bilgi aktarımı biçimini vurguluyorum.
Araştırmanın Tüm Döngüsü
Üniversite sistemi ve toplumsal bilgi üretim sistemi Arap dünyasında elitlerin oluşumunu büyük ölçüde etkilemektedir. Bu döngüde birçok faktör rol oynamaktadır. Ancak burada odaklanacağımız faktörlerden biri akademik faaliyetlerin birbirinden kopukluğudur. Üniversiteler genellikle her ulus-devlet içinde birbirinden kopuk elitler üretmiştir. Bu elitler birbirleriyle iletişim kurmazlar; ya küresel olarak yayın yapıp yerel olarak yok olurlar ya da yerel olarak yayın yapar ve küresel olarak yok olurlar (Hanafi, 2011).
Arap toplumsal üretiminin görünürlük sorununu anlamak için Michael Burawoy’un sosyoloji için geliştirdiği dört boyutlu tipolojiyi daha geniş bir şekilde tüm sosyal bilimlere uygulayarak kullanabiliriz. Michael Burawoy’in (2005) bilgi tipolojisine göre profesyonel, eleştirel, kamusal ve politika yapımına yönelik olmak üzere dört tür sosyal bilim araştırması mevcuttur. Burawoy bu dört tür sosyoloji araştırması arasında ayrım yapar: İkisi (profesyonel ve eleştirel sosyoloji) akademik gruplarla ilgilidir ve diğerleri (kamusal ve siyasal sosyoloji) daha geniş bir kitleyle ilgilidir.
Profesyonel sosyoloji, “her biri kendi varsayımları, örnekleri, tanımlayıcı soruları, kavramsal aygıtları ve gelişen kuramları olan, birbiriyle kesişen çok sayıda araştırma programından” oluşur (Burawoy, 2005, s. 10).
Eleştirel sosyoloji, profesyonel sosyolojinin araştırma programlarının temellerini -hem açık hem de örtük hem normatif hem de tanımlayıcı- inceler.
Kamusal sosyoloji “sosyolojiyi, konuşmaya dahil olan insanlardan müteşekkil olan kamu ile konuşmaya getirir. Bu anlamda çifte bir sohbete dayanır” (Burawoy, 2005, s. 8). Aynı zamanda kamusal sosyoloji sosyolojik çalışmanın kendisini de zenginleştiren ve araştırma gündemlerinin belirlenmesine yardımcı olan karşılıklı ilişkileri gerektirir. Araştırma önerilerinin tasarlanmasına toplumsal katılımın yanı sıra araştırma sonuçlarının yaygınlaştırılması için farklı paydaşlarla yapılan konferanslar ve çalıştaylar, sosyal bilimcilerin halkla etkileşime girebileceği ve hem toplumun hem de halkın ihtiyaçları için gelecekteki çalışma konularının uygunluğunu belirleyebileceği biçimlerdir. Dolayısıyla kamusal sosyal bilimin dört düzeyi vardır: Birincisi, sosyolojik müdahale ve eylem araştırması yöntemine öncelik vermek; ikincisi, kamu için özellikle araştırmacının kendi disiplini hakkında konuşmak ve yazmak; üçüncüsü, disiplin ve disiplinin etrafındaki sosyal, kültürel ve siyasi dünya ile ilişkisi hakkında konuşmak ve yazmak; son olarak, araştırmacının içinden çıktığı disiplinden çok daha büyük bir şey hakkında konuşmak, yazmak ve tavır almak (Lightman, 2008). Burada, kamu araştırmacısının bir davayı eleştirmeden benimsemesi gerekmeksizin oluşturduğu normatif duruşunu kabul etmeliyiz (Marezouki, 2004; Wieviorka, 2000).
Son olarak, politika yapımına yönelik sosyolojisinin amacı, toplumdaki sorunlara çözümler önermek ya da halihazırda ulaşılmış olan çözümleri meşrulaştırmaktır. Zira bazı muhataplar (uluslararası kuruluşlar, bakanlıklar vb.) genellikle dar bir sözleşme kapsamında yapacakları müdahaleleri için belirli çalışmalar talep ederler (Burawoy, 2005, s. 9).
Sosyal bilimlerin ötesinde, birçok akademisyen (El-Jardali vd. 2012; Brandt ve Pope, 1997; CIHR, 2004) hem kamusal hem de politika yapımı faaliyetlerini kapsayan bilgi çevirisi kavramını kullanmaktadır. Kanada Sağlık Araştırmaları Enstitüsü (CIHR) bunu “iyileştirilmiş sağlık, daha etkili hizmet ve ürünler ve güçlendirilmiş bir sağlık sistemi yoluyla [...] araştırmanın faydalarının elde edilmesini hızlandırmak için iyileştirilmiş sağlık, daha etkili hizmet ve ürünler ve güçlendirilmiş bir sağlık sistemi yoluyla [...] araştırmanın faydalarının elde edilmesini hızlandırmak için bilginin paylaşılması, sentezlenmesi ve etik açıdan sağlam bir şekilde uygulanması için araştırmacılar ve kullanıcılar arasında karmaşık bir etkileşim kümesi içinde bilginin paylaşılması, sentezlenmesi ve etik açıdan sağlam bir şekilde uygulanması” olarak tanımlamaktadır (CIHR, 2004). Bu nedenle bilgi çevirisi yaklaşımı halk sağlığı ve tıp araştırmaları için teşvik edilmiştir ancak artık tüm disiplinleri kapsamaktadır.
Lavis ve diğerleri (2006) dört model kullanarak neyin, kime, kim tarafından, nasıl ve hangi etkiyle aktarılması gerektiğini değerlendirmek için bir çerçeve sunmaktadır. Bu modeller sırasıyla araştırmacıların veya tedarikçilerin itme çabaları, kullanıcıların çekme çabaları, değişim çabaları ve son olarak entegre çabalar (bkz. Şekil 1).
Şekil 1. Bilgi çevirisi modelleri
Sosyal bilimlerin bu dört türü de Avrupa’da ve kısmen Kuzey Amerika’da eşit şekilde temsil edilip tartışılırken, Arap Doğusunda durum böyle değildir. Arap Doğusunda bu konudaki diyalog/tartışma eksikliği, 203 Arap sosyal bilimcinin CV’sindeki yayınlanmış makaleler, gazete yazıları ve yayınlanmamış raporlar arasındaki orandan anlaşılabilir. Araştırmalar, akademisyenlerin genellikle tek bir sosyal bilim türünde uzmanlaştığını ve bu kişiler arasında herhangi bir tartışma olmadığını göstermektedir. Arap Doğusunda entelektüel profili tipik olarak gelenek, modernite, otoriterlik, demokrasi, kimlik, Arap birliği, küreselleşme ve benzeri konular hakkında konuşan ancak ampirik araştırma yapmak için topluma adım atmaktan kaçınan bir teorisyen olarak bilinmektedir. Sosyal bilimciler bile çoğu zaman filozoflar gibi ahkam kesmek, somut cevaplar vermek yerine sorular ortaya atma hatasına düşerler. Profesyonel sosyal araştırmacıların kamusal alanda konuştuklarını duymak daha da nadirdir. Bunun nedeni sadece ürünlerinin kitle iletişim araçlarında ya da gazetelerde yer almaması değil, aynı zamanda otoriter devletlerde görünür olma tehlikesidir.
Michael Burawoy’un araştırma faaliyetleri tipolojisini (profesyonel, eleştirel, kamusal ve politika yapımı) Arap dünyasına daha iyi uyan bir modele yansıtarak, dört momente işaret edeceğim:
Birincisi, küresel/evrenselci momenttir. Sosyal bilimin herhangi bir bilimde olduğu gibi araştırma yürütme tekniklerine ihtiyaç duyduğu konusunda ısrar eden Aristotelesçi akılcı moment. Bu moment, diğer bağlamlarla karşılaştırılabilirliğe izin veren veriler üretmek için daha ziyade nomotetik bir yaklaşım gerektirir. Bu karşılaştırılabilirlik, müspet bilimlerdeki laboratuvar deneylerine eşdeğerdir.
İkincisi, Hawari Al-Adi (2014) gibi konuşmak gerekirse, bilinç kavramının çok önemli olduğu yerel momenttir. Bu yaklaşım aktörlerin öznelliği ve kültürün etkisi, yerel kültürü dikkate alarak tek bir olayda yaşananların nedenlerini tam olarak anlamaya çalışan daha idiografik bir yaklaşım gerektirmektedir. Burada Ziauddin Sardar’ın (2015) bilginin bütünleştirilmesi ve sosyal bilimin din de dahil olmak üzere tüm yerel entelektüel kaynaklara bağlanması çağrısını yinelemenin önemi ortaya çıkmaktadır. Birinci ve ikinci momentler, Burawoy’in tipolojisindeki profesyonel ve eleştirel türlere denk düşer. Bununla birlikte, bir kutuplaşma eğilimi vardır. Örneğin, Arap Körfezi’ndeki iki sosyal bilim dergisine göz attığımızda, sosyal bilimin bilinçten yoksun olduğunu görüyoruz. Bu dergilerdeki yazılar sosyolojinin tekniğini kullanarak mikro sorunları inceliyor ancak diğer güç yapılarının yanı sıra oradaki monarşilerin otoriter doğasına hiç değinmiyor. Bu momentin yokluğu, Avrupalı meslektaşlarının tam aksine Arap araştırmacıların geleneklerini terk etmeleriyle de açıkça görülmektedir (Ju’eit, 2001).
Üçüncü moment, Burawoy’in tipolojisindeki kamusal ve politika yapımına yönelik sosyal bilimlere benzeyen yarı normatif momenttir. Bu moment, toplumla ve karar alıcılarla diyaloğa girmek için önceki iki momentin uygulanmasını içerir. Bu momentin, farkındalık kampanyaları, savunuculuk, lobicilik ve aynı zamanda stratejiler ve senaryolar yoluyla toplumun sorunlarını çözmek için yerel/küresel momentleri (veya profesyonel/kritik momentleri) kullanması gerekir. Ben buna yarı-normatif bir moment diyorum; çünkü bu araştırmalar esas olarak bilimsel sonuçlara dayanıyor ancak çoğu zaman siyasi, ideolojik ve ahlaki temellerden kaynaklanan seçimler içeriyor.
Arap sosyal bilimcilerin kamusal tartışmaya katkılarına ilişkin içerik analizinin ilk sonuçları, sosyal araştırmacıların kamusal tartışmaya genellikle katkıda bulunmadığını gösteriyor. Bu anlamda Kuzey Afrika’daki sosyal bilimcilerin Arap Doğusundakilerden daha fazla, ifade özgürlüğünün olduğu ülkelerdeki sosyal bilimcilerin de despotik ülkelerdekilerden daha fazla kamusal tartışmalara katkıda bulunduğunu tespit ettik. Arap Doğusunda kamusal sosyal bilimin bazı kullanımları varsa da aşağıda göreceğimiz gibi bu hususta bazı suistimaller de vardır.
Son olarak, ahlaki, dinî ve insan hakları ile ilgili normatif bir moment vardır. Bu momente ulaşmak için dinî liderler de dahil olmak üzere toplumdaki tüm manevi girişimcilerle ilişki kurmak gerekir. Lübnan gazetelerindeki[1] köşe yazılarının analizinden elde edilen veriler, bu gruplar arasında çok sınırlı bir diyalog ve etkileşim olduğunu ortaya koymaktadır (bkz. Hanafi ve Arvanitis, 2015a). Örneğin, birçok Lübnanlı akademisyen Lübnan’daki Filistinlilere temel insan haklarının (çalışma ve mülk edinme hakkı) verilmesini reddeden Lübnanlıların çoğunluk pozisyonunun arkasına saklanmaktadır. Bu akademisyenler Lübnanlılar reddedeceği için makalelerini genellikle bu tür taleplerin gerçekleştirilemeyeceğini belirterek bitiriyorlar. Bu yazarlar, bu pozisyonu alırken, insanlara ahlaki konumu ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni hatırlatabilecek normatif bir duruş benimsememeyi tercih ediyorlar.
Parçalı Araştırma Faaliyetleri
Araştırmacı profili açısından bakıldığında, eleştirel sosyal bilimciler genellikle 50 yaşın üzerindedir. Genel eğilim genellikle kıdemli akademisyenlerin saha çalışması yapmaması yönündedir. Politika yapımı alanındaki sosyal bilimciler ve kamusal sosyal bilimcileri genellikle erkektir. Danışmanlık piyasasının yüksek rekabetçiliği ve agresifliği bu erkek yanlılığı açıklayabilir.
Görüştüğüm bazı profesyonel ve eleştirel sosyal bilimciler, politika yapımı ve kamusal sosyal bilim araştırmalarına karşı küçümseyici bir tutum sergilemektedir. Arap Bölgesi’ndeki 12 ülkeden 238 araştırmacının katıldığı yakın tarihli bir çalışma, sağlık politikalarının oluşturulmasında sağlık sistemleri ve politika araştırma kanıtlarının çok az kullanıldığını göstermiştir (El-Jardali vd. 2012; alıntılayan IFI-CAPRI, 2014). Diğer birçok çalışma Ürdün, Yamen ve genel olarak Arap dünyası örneğinde birçok araştırma merkezi için politika etkisinin eksikliğinden yakınmaktadır (al-Khazendar, 2012; Shehadeh ve Saleh Tayyara, 1999; Mohamad Ahmad Afandi, 2012). İlgisizliğin nedenlerinden biri de politika yapıcıların bilim camiasını dinlemekle ilgilenmediği hissidir. Bu bağlamda Ürdün’den bir profesör şunları söylüyor: “Politika yapımı, rejimin hükümetini oluştururken dikkate aldığı kabilesel, bölgesel, jeopolitik veya uluslararası mülahazalara göre atanan bir bakanın ayrıcalığıdır”.
Profesyonel araştırmacılar uzun bir süre pozitivist bir yaklaşım benimsemiş ve hem görüşlerini (lehte veya aleyhte) kamuya açık forumlarda ifade etmekten hem de kamu görevlilerine lobi yapmaktan kaçınarak etik sorumluluklarını bir kenara bırakmışlardır. Bazı akademisyenler (Harb, 1996; Balqziz, 1999) akademisyenleri siyasete dahil olmaktan caydırma eğilimindedir ve buna herhangi bir eleştirel söylemin eşlik edemeyeceğini düşünmektedirler. Bu tutum, seçkin üniversitelerde görev yapan öğretim üyeleri söz konusu olduğunda daha da belirginleşmektedir. Kopuş sadece profesyonel akademisyenlerin politikayı önemsememesiyle değil, tam tersi bir durumla da ortaya çıkmaktadır. Devlet ve uluslararası kuruluşlar için politika araştırması yapan danışmanların profillerine bakıldığında, yaklaşık dörtte üçünün akademik dergilerde/kitaplarda hiç yayın yapmadığı, saha çalışmasının izine rastlanmadığı ve çıktıların çoğunun başkalarının çalışmalarını tekrarladığı görülmektedir. Bu danışmanlar tutarlı bir düşünümsellikten yoksun görünmektedir.
Politika yapımını hedefleyen araştırmacılar ile diğer sosyal bilimciler arasında, donör kuruluşların müdahalesinden kaynaklanan ve genellikle “uzman sosyal bilimciler” olarak adlandırılan birincileri ikincilerin aleyhine olacak şekilde kayıran eşitsiz bir rekabet söz konusudur. Bu durum, Lee ve diğerlerinin (2005) sosyal bilim ve sosyal politika arasındaki çalkantılı evlilik olarak adlandırdıkları ve evlilik kurallarının hiçbir zaman tam olarak belirlenemediği ya da her iki tarafça da kabul edilmediği durumu yansıtmaktadır. Örneğin, BM kuruluşları bazen kendi kendini meşrulaştıran ve profesyonel araştırmalardan kopuk politika bilgisi üretmektedir. 2009 Arap İnsani Gelişme Raporu’nun 242’den fazla metin referansından sadece yüzde 12’si (30 adet) (istatistiksel referanslarda farklıdır) akademik yayınlaradır (UNDP 2009). Bu rapordaki referansların neredeyse yarısı (yüzde 47) BM belgelerine yapılmaktadır (bkz. Tablo 1).
Tablo 1. 2009 UNDP Arap İnsani Gelişme Raporu’ndaki referansların kaynağı
Belge |
Sayı |
% |
BM belgeleri |
113 |
47 |
Uluslararası kuruluşlar |
40 |
17 |
İnternet belgeleri |
30 |
12 |
Akademik yayın |
30 |
12 |
Resmî belgeler |
21 |
9 |
Gazeteler |
8 |
3 |
Toplam |
242 |
100 |
Kaynak: Yazar tarafından hesaplanmıştır.
Özgeçmişlerin incelenmesi, Arap Doğusu’ndaki kamusal sosyal bilimcilerin de profesyonel sosyal bilimcilerden genellikle kopuk olduğunu göstermektedir. Bu kamusal sosyal bilimciler, medya veya kamu kurumları tarafından araştırmaları istenen herhangi bir konuda uzmanlaşıyorlar. Kişisel bir anekdot olmakla birlikte, Arap kamu sosyal bilimcilerinin varlığını araştırmak için geçen yıl bazı Arap kanallarındaki (el-Cezire, Future TV, Suriye TV, Filistin TV ve el-Arabiyya) TV programlarını izledim. Bu kişilerin az bir kısmıyla, bazen kendi uzmanlık alanlarıyla ilgili olan farklı konularda röportajlar yapıldığını, ancak çoğu durumda konuların birbiriyle hiç ilgili olmadığı görülmektedir. Bu medya meraklısı akademisyenlerden bazılarının özgeçmişlerini incelediğimizde, çok fazla profesyonel ve eleştirel araştırma üretmediklerini görüyoruz. Rachid Daif, Lübnan medyasındaki akademik söylemin ne kadar basit olduğunu belirtmiştir (Kabbanji, 2010, s. 78). Benzer şekilde, sosyal bilimciler tarafından yazılan kitapların akademik alanın ötesinde okunduğunu göremeyiz. Bu sosyal bilimciler yerel Arap toplumunun doğası, değerleri, vaatleri ile gerçekliği arasındaki uçurum, eğilimleri ve sorunları hakkında kamusal bir tartışmanın aracı haline geldiğini görmek nadirdir.
Şekil 2’de özetlendiği üzere Arap Doğusunda profesyonel ve eleştirel araştırmadan uzaklaşma pahasına politika araştırması enflasyonu mevcuttur. Bu araştırmalar sosyal bir sorunu “çözmek” için doğrudan çözüm tavsiyelerinde bulunan araştırmalara ayrıcalık tanıyan yabancı fonların etkisiyle gerçekleştirilmektedir. Mağrip bölgesinde ise durum böyle değildir.
Tüm Arap dünyasında ama özellikle de Arap Doğusunda kamusal araştırmalar zayıftır.
Arap Doğusunda yukarıda bahsedilen dört araştırma türü arasında bir bağlantı bulunmazken, frankofon Arap ülkelerinde daha “sağlıklı” bir durum söz konusudur. Burada dört araştırma türü arasında bir denge ve örtüşme olduğunu görüyoruz. Bu son alandaki profesyonel araştırmaların çokluğu burada durumun daha sağlıklı olduğunun bir göstergesidir.
Mağrip Arap Ülkeleri |
Doğu Arap Ülkeleri |
Şekil 2. Arap dünyasındaki araştırma faaliyetlerinin tipolojisi
Bunu söylerken, her akademisyenin dört sosyal araştırma türünü de yapması gerektiğini öne sürmüyorum. Ancak, toplumsal düzeyde bir kompartımanlaşma eğilimi olduğunda, bu durum her bir sosyal bilim türünde vasatlık üretme ve özellikle de profesyonel ve eleştirel araştırmaları daha elitist ve ilgisiz (Alatas, 2003); toplumun ihtiyaçlarından kopuk hale getirme riski taşır. Üniversiteler, donör kuruluşlar ve medya gibi yapılar araştırmacıları bu bölümlenmeye doğru itmektedir.
Üretilen Ancak Kullanılmayan Bilgi
Karar alıcılar için danışma komisyonları, çalışma grupları ve istişareleri içeren farklı “siyasi danışma sistemleri” (Craft ve Howlett, 2013) ve “bilgi rejimleri” vardır (Campbell ve Pedersen, 2014). Örneğin, ekonomi politikasında Amerikan bilgi rejimi, çok sayıda özel bilgi sağlayıcısı arasındaki rekabet ile karakterize edilirken, Avrupa ülkelerinde daha çok kamu ve yarı kamu araştırma kuruluşları ve daimi danışma organlarından gelen politika bilgisine dayanmaktadır (Christensen ve Holst, 2017). Arap akademik camiasının Arap dünyasında siyasi karar alma süreçleri üzerindeki zayıf etkisini anlamak için biri Fransa’da, ikisi Lübnan’da tanık olduğum üç örnek vereceğim.
1990’lı yılların başında, iki okul müdürünün peçeli öğrencileri okullarından atmasının ardından İslami peçe, kamuoyunda tartışmaların odağında yer almıştır. Bunu takiben, Eğitim Bakanı örtünme konusunda bir politika belgesi (white paper) hazırlanması talimatını verdi. Bu görevi yerine getirmek üzere farklı düşünce ekollerine mensup sosyal bilimcilerden oluşan bir komite görevlendirildi. Bu komitelerde görev alanlardan biri de Alain Touraine idi. O dönemde Touraine’in başında bulunduğu Sosyolojik Analiz ve Müdahale Merkezi’nde (CADIS)[2] çalışıyordum. Bu politika belgesi talebinin merkezi, saha çalışması ve konu üzerine etraflıca düşünme açısından nasıl harekete geçirdiğine bizzat tanık oldum. CADIS araştırmacıları tarafından birçok kolektif belge kaleme alındı, böylece kamuoyu ile etkileşime geçildi ve dolayısıyla akademisyenler ve aktivistlerden karşı argümanlar alındı. Birkaç ay sonra, sipariş edilen belge hazırdı ve Bakan’a teslim edildi, o da bir basın toplantısı düzenledi. Komite başkanı politika belgesini özetlerken Bakan da diğer komite üyeleri arasında oturuyordu. Bu toplantı sadece gazetecilere değil, konuyla ilgilenen herkese açıktı. Bunu kitle iletişim araçlarında İslami peçe hakkında bir ay süren kamuoyu tartışması izledi ve bu belge kamuoyu tartışmasını rasyonelleştirmek için bir araç haline geldi. Ardından karar geldi: Bakan, peçe de dahil olmak üzere devlet okullarında dinî sembollerin yasaklanmasına ilişkin tavsiyesini Fransız parlamentosuna duyurmak üzere, görevlendirilen politika belgesi hazırlama komitesi üyeleri eşliğinde bir basın toplantısı daha düzenledi. Bu süreçte ilginç olan, politika belgesinin tartışmayı rasyonelleştirmek için bir araç olarak merkezde yer alması ve araştırmanın toplumsal meselelerin müzakere edilmesinde oynadığı önemli roldür. Basın toplantıları, araştırma ve bilime kamu güveni oluşturma ritüelinin bir parçasıydı.
Lübnan’da, 2015 yılının yoğun yaz havasında, artan çöp yığınları sıcakta kaynamaya devam ederken dayanılmaz kokular yayılıyordu. Halk arasında “çöp krizi” olarak bilinen bu sorun, hükümetin atık yönetimi politikasına karşı toplumsal bir hareket meydana getirerek 2005’ten bu yana en büyük gösterilere ve devlet şiddetine yol açtı. Sadece Beyrut’ta değil, diğer pek çok yerde de her gün yığılan çöp dağlarıyla başa çıkmak için en iyi seçeneğin ne olacağına dair hararetli bir tartışma bu kitlesel gösterileri takip etti. Bu hikaye, aktivistler, akademisyenler ve politikacılar tarafından çok sayıda yazı yazılmasına ve medya röportajları yapılmasına neden oldu. Bu röportajlardan birinde, Lübnan’ın yerel bir kanalında, dönemin Başbakanı Tamam Salam, çöp sorununu çözmek için önerilen seçeneklerden bazılarını savundu. Ancak sunucu, hükümetin kararından önceki istişare sürecine bilim adamları ve çevre araştırmacılarının dahil edilip edilmediğini sorduğunda Başbakan Salam, bir çalışma yaptırıldığını ve sonuçlarının dikkate alındığını söyledi. Raporda yer alan ve bu raporun karar alma sürecinde sadece geçici bir araç olduğunu ortaya koyan bazı gerçeklere dayalı bulguları aktardı. Lübnan kamuoyuna böyle bir konunun bilim camiasında nasıl tartışıldığını gösteren hiçbir tören yapılmadı. Ayrıca Salam, farklı sosyal ve siyasi kesimlerle yapılan çeşitli istişarelerden de bahsetmedi, zira çöp sorunu özü itibarıyla sadece bilimsel bir mesele değil, aynı zamanda sosyal ve siyasi bir meseledir. Bir tarafta, atık toplama işinden pay almak isteyen farklı siyasi grupların rekabet halindeki çıkarları (ki bunun kârlı bir iş olduğu ortaya çıkmıştır), diğer tarafta ise sosyal sınıflar, kırsal/kentsel, mezhepler vb. açılardan bölünmüş grupların farklı çıkarlarıyla ilgili çok sayıda paydaş bulunmaktadır.
Başbakan Salam bir röportajında çalışmadan elde edilen rakamları aktarırken, konunun karmaşıklığını ve hükümetin kararını hem bilimsel rapora hem de farklı toplumsal taleplere göre nasıl aldığını göstermekte başarısız olmuştur. Karşılaştırma yapmak gerekirse, Fransa’da karar alıcıların (bakanlar, parlamento) belirli politika seçeneklerini desteklemek için bilim camiası arasında ittifaklar kurduğu ve bu camianın da kamuoyunu harekete geçirdiği (politika belgelerini kamuoyunda tartışarak) görülebilir.
Üçüncü örnek ise Lübnan’daki Filistinli mülteciler meselesi ile ilgili. Bu konuda çok sayıda araştırma olmasına rağmen bu araştırmaların siyasi kararlar üzerinde neredeyse hiç etkisi yoktur. Aslında Lübnan siyasi otoritesi Filistinli mültecilerin dramatik durumunun farkındadır. Bu bağlamda hükümet 2005 yılında Lübnan-Filistin Diyalog Komitesi’ni (LPDC) kurdu. Bu komite, Başbakanlık kabinesine bağlı bir kurum olarak faaliyet gösterdi ve Lübnan’daki Filistinlilerin durumunun iyileştirilmesiyle ilgilenen çok sayıda bağışçı tarafından büyük ölçüde finanse edildi. Kuruluşundan yaklaşık 12 yıl sonra, özellikle yasal statüleri açısından çok az ilerleme kaydedildi. Bu diyalog komitesi kendisini bir monolog komitesi olarak ortaya koydu.[3] Bugün Filistinli mülteciler Lübnan’da çok sayıda mesleğe erişim hakkından yoksun kalmaya devam ediyor ve ayrıca çalışma izni almaları ya da mülk sahibi olmaları da yasak. Sadece Filistinli mültecilerle ilgili araştırma ve eylem araştırması üretme konusunda uzun süreli deneyime sahip biri olarak değil, aynı zamanda Lübnan’daki Filistinli mültecilerin sosyo-ekonomik hakları için 2009 yılında düzenlenen yürüyüşe (bu hakları talep eden ilk yürüyüş) liderlik etmiş biri olarak, araştırmamızın sosyal etkisinin olmamasından duyduğum hayal kırıklığını ifade etmekten kendimi alamıyorum. Yürütülen yüzlerce çalışmaya rağmen (ki bunların maliyeti milyonlarca doları bulmaktadır), Lübnan hükümeti ve siyasi sınıfı arasında politikayı değiştirme iradesinin olmaması, üretilen tüm bilginin çok az sosyal etki yaratmasına neden olmaktadır. Buna ek olarak, ne zaman politika değişikliği için bir ivme yakalansa, bu aktörler daha fazla çalışma talep etmişlerdir.[4] Bilgi gerçekten de politikasızlığın ve gecikmenin bir aracı haline gelmektedir.
Karar vericiler bu çalışmaları okuma fırsatına sahip olmayabilirler, ayrıca bunu yapmakla ilgilenmiyor da olabilirler; stratejik bir manevra veya aktif bir kurgu olarak kasıtlı olarak tasarlanmış cehaleti (alan kaybı veya seçici tercih olarak cehalet) üretebilirler. Filistinli mültecilerin demografik özelliklerini bilmek ve Lübnan’da yaşayanların gerçek sayılarını kamuoyuna sunmak çok kolaydır. Lübnan otoritesi bu nüfusun resmî sayısını hiçbir zaman yayınlamamıştır. Bunun sonucu olarak iki bakan (Jorban Basil ve Mohamed Raad) resmî açıklamalarda birbirinden çok farklı rakamlar (sırasıyla 600 bin ve 400 bin) vermiştir. Bu durum şüphe uyandırmış ve sağcı politikacıların bu kadar çok sayıda mültecinin entegre edilmesinin imkansızlığını tartışmalarına yol açmıştır. AUB ve UNRWA tarafından yapılan geniş bir araştırmanın tahmin ettiği rakamlar 270 bin civarında iken bu yanlış rakamlar medyada dolaşıma sokuldu. Ben de Lübnan’daki Filistinlilerin sayısı hakkında internette araştırma yaptım ve verilen sayıların muazzam farklılıklar gösterdiğini gördüm. İnternet gerçekten de gerçeklerle birlikte yanlışların da yayılmasını teşvik ediyor. Sayılar konusundaki bu anlaşmazlık muhtemelen Lübnan’daki Suriyeli mülteciler konusunda da tekrarlanacaktır.
Robert Proctor (2008), sosyal olarak inşa edilen ve politik olarak dayatılan cehaletin incelenmesi olan agnotoloji kavramını geliştirmiştir. Bu, insanların kasıtlı olarak farkında olmadıkları ve bu farkındalık eksikliğini sürdürmeye çalıştıkları (kasıtlı cehalet) ve insanların farkında oldukları, ancak benzer bir farkındalık eksikliğini ifade edecekleri (cehalet itirafı) şeyleri ampirik olarak keşfetmek için bir çerçeve sunmaktadır. Proctor, cehaletin erdemli olduğunun iddia edilebileceği bazı durumlar olabileceğini ve “bilmemenin” direniş ya da ahlaki ihtiyat olarak görülebileceğini öne sürmektedir. Filistinli mülteci nüfusu karşısında belirsizlik ya da kasıtlı muğlaklık siyaseti bağlamında, ya da benim kapsayıcı dışlamanın gücü olarak adlandırdığım şekilde, Filistinli nüfus Nora Stel’in (2016) deyimiyle “Agnotoloji taktikleri” geliştirmiştir. Stel’e göre, Lübnan’da resmî olmayan kamplarda (toplama alanlarında) yaşayan Filistinli mültecilerin bir kısmı şu anda tahliye tehdidi altındadır. Bu kampların sakinlerinin kasıtlı dezenformasyon ve oyalama taktikleri uyguladıkları ve durumları hakkında hem sözde hem de gerçek bir cehalete başvurdukları ortaya çıktı (Stel, 2016). “Yapısal amnezi”, “düşünmeme” ve “inkar durumları” gibi kavramlara dayanan agnotoloji, cehaletin yaygın olduğunu, sosyal olarak inşa edildiğini ve siyasi olarak avantajlı olabileceğini varsayan sosyal bir cehalet teorisine atıfta bulunur. Bu bakış açısına göre cehalet “basit bir ihmal ya da boşluk” değil, “yapılan, sürdürülen ve manipüle edilen bir şeydir” (Stel, 2016).
Suriye rejiminin pek çok destekçisi, bu hükümetin sistematik işkenceleri konusundaki cehaletlerinden memnundur. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün son altı yıl içinde rejimin insan haklarını (farklı Suriyeli askerî muhalif gruplar tarafından yapılan ihlallerle karşılaştırıldığında) ağır bir şekilde ihlal ettiğine dair hazırladığı tüm raporlarla karşılaştıklarında inkar durumuna düşmektedirler. Buna rejimin hapishanelerinde öldürülen insanların sayısı da dahildir. Aslında, ekonomi politiği ya da adaletin ahlaki gerekliliklerini ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne saygıyı tartışmaktan kopuk bir ampirizm eğilimi söz konusudur. Bu bağlamda, Ghassan Hage’nin de yerinde bir şekilde işaret ettiği gibi, bilimsel ampirik titizlik talepleri çoğu zaman ezici kanıtlar karşısında seçici olmakta ve Suriye rejiminin toplu katliam, bombalama ve kimyasal silah kullanımındaki sorumluluğunu inkar etme örneğinde olduğu gibi bir inkar tekniğine dönüşmektedir. Bu teknik, gaz odaları ya da soykırım kurbanlarının kesin sayısı hakkında kesin kanıtların yokluğu gerekçesiyle soykırımı inkar edenler arasında da görülmüştür.
Bu üç hikayeden yedi genel sonuç çıkaracağım.
Birincisi, bilime duyulan güven kültürle çok daha az ilişkilidir ama toplumsal kurumların bu güveni teşvik etme ya da kötüleme arzusuyla daha yakından ilişkilidir. Bruno Latour (1993) Louis Pasteur’ün, sığırları hastalıktan etkilenen kırsal toplumu nasıl harekete geçirdiğine işaret etmektedir. Pasteur’ün başarısı, kamu hijyeni hareketi ve tıp mesleği de dahil olmak üzere bütün bir güçler ağına bağlıydı. Latour, Pasteur’ün Fransız halkını (çiftçiler, sanayiciler, politikacılar ve bilim dünyasının büyük bir kısmı) ikna etme çabalarını ayrıntılarıyla anlatıyor. Bu ittifakın kurulması, pastörizasyonun geliştirilmesi için siyasi elitlerin kendisine fon sağlamaya ikna edilmesinde çok önemliydi.
İkinci olarak, araştırmanın ve bilimin önemli rolünü vurgulayarak, bunların tarafsız olduklarını öne sürmüyorum: “Bilim siyaset için bir tür metafordur, çünkü dağınık ve çatışan çıkarların üstünü görünürdeki rasyonelliği ile örter ve aynı zamanda kalkınma ve modernleşmenin en saf ifadesidir” (Siino, 2004, s. 73). Bazı bilimsel sonuçlar zaman içinde istikrara kavuşsa da birçoğu belirsizdir ve çatışma, ihtilaf ve modalite zincirlerini burada buluruz. Latour, bir toplumun ve bilimsel olgularının eşzamanlı inşasını göstermeye çalışır (Latour, 1993). Sosyal bilimler söz konusu olduğunda, araştırmacılar yorumlama konusunda daha özgürdür. Sosyal teori, belirli bir konuda doğrulanmış gerçeklerin bir toplamı olarak değil, sadece toplumu anlaşılır kılan bir yorum olarak anlaşılabilir; yani biz sosyal bilimciler olarak topluma gerçekleri ve olgusal kategorileri sunmuyoruz, ancak bunların sadece görünüşteki olgusallığını ortaya koyuyor ve sosyolojik sorulara sadece eksik cevaplar veriyoruz (Horák, 2017). Bu durum özellikle İslami peçeyi içeren hikayemiz için geçerlidir; burada post-kolonyal ve sekülerist tahayyül, bu kıyafetin Fransız toplumu tarafından olumsuz bir şekilde değerlendirilmesinde belirgin hale gelse de sosyal araştırmalar, Fransız toplumunu kutuplaştıran hararetli ve sansasyonel tartışmaları en aza indirmek için Fransa’daki kamusal tartışmalarına rakamlar, gerçekler ve analitik derinlik katmıştır. Ayrıca Burawoy’e göre sosyolojinin sola, toplumun sağa gittiği doğru olsa da sosyologlar da dahil olmak üzere akademisyenler bazen oldukça muhafazakar olabilmektedir. Bilgi üreticisi, belirli sosyal sınıflara bağlı Gramsciyan organik bir entelektüeldir. Bu nedenle kamu politikası sadece soyut bilgi ile değil, farklı seçmenler (kamu hizmeti, çıkar grupları, siyasi partiler ve özel sektör) tarafından aydınlatılmalıdır. İslami peçeye ilişkin kamuoyu tartışmalarında Müslüman seslerin Fransız gazetelerinde ve görsel-işitsel medyada neredeyse hiç yer almaması dikkat çekicidir. Onlar adına konuşanlar vardı. Bu durum, komitenin bazı üyelerinin genç kızların aileleri tarafından peçe takmaya “zorlandığını” iddia etmelerini açıklayabilir. Daha sonra bazı akademisyenler, kendi kültürel davranışlarına nasıl anlam verdiklerini anlamak için ilgili Müslüman ailelerin aktörler olarak seslerinin duyulmaması nedeniyle araştırmalarda fenomenolojik derinlik eksikliği olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Üçüncüsü, komite raporlarının hazırlanması sırasında toplumsal tartışma (başyazılar, kitle iletişim araçları ve sosyal medya aracılığıyla) araştırmanın ayrılmaz bir parçasıydı. Bu kamusal sosyoloji, geleneksel profesyonel sosyolojiyi tamamlayan Burawoyci sosyolojik çalışma türünden farklıdır. Daha ziyade, diyalog ve dil yoluyla kamusal sosyolojinin profesyonel sosyolojinin doğal bir parçası olduğu hermeneutik sosyoloji geleneğine tabidir.[5] Aynı zamanda sosyolojik müdahaleyi bir yöntem olarak geliştiren Touraineci bir sosyolojidir. Bu teoriye göre, sosyologlar basitçe aktörlere eylemlerinin anlamlarını geliştirmeleri için yardımcı olabilirler. Aslında, aktörler eylem kapasitesine sahip olarak görülür, ancak aynı zamanda kendilerini dahil ettikleri eylemleri ve durumları açıklayabilme kapasitesine de sahiptirler. Bu nedenle sosyolojik müdahale aktörlerin refleksif yeteneklerine dayanır (Cousin, Rui ve O’Mahony, 2011). Ancak, hermeneutiğe ve müdahaleci sosyolojiye inanmakla birlikte, normatiflik konusunda çok dikkatli olunmalıdır. Pek çok sosyal araştırmacının profesyonel/eleştirel araştırma (bir tür Weberci değerden bağımsız bilim fikri) ile normatif moment arasındaki gerekli sınırları bulanıklaştırma biçimi sorunludur. Bu, örneğin, okuyucunun ampirik bulgular ile ideoloji arasındaki ve akademisyenin mesleği ile siyasetçinin ticareti arasındaki sınırları bilmediği bir şekilde yazmak yoluyla olabilir. Bu eğilim, yukarıda rapor edildiği üzere 90’ların başında Arap sosyal biliminde tekrarlanmaktadır (bkz. Kerrou, 1991).
Dördüncüsü, otoriter Arap devletleri kanıta dayalı politikalarla ilgilenmemektedir. Ya da en fazla, bazı gerçekleri seçip önerilen politikaya karşı çıkan analizleri göz ardı ederler. Bu durum Lübnan hükümetinin Tarık Mitri’nin Enformasyon Bakanı olarak görev yaptığı dönemdeki uygulamalarında gözlemlenebilir. Bu durum Françoise Héritier tarafından seçici sağırlık (surdité sélective) olarak adlandırılmıştır (Héritier, 1996 ve Boukhris (t.y.) tarafından alıntılanmıştır). Lübnan Bilimsel Araştırmalar Konseyi Genel Müdürü Mouin Hamza, Lübnan hükümetinin politikaları için giderek daha fazla araştırma talep ettiğini dile getirir. Hamza, hükümetin teknik sorunlar için daha fazla ve sosyal nitelikteki meseleler içinse daha az talepkâr olduğunu savunarak bu konuya ilginç bir nüans getirmektedir.[6] Bu da Arap dünyasında sosyal bilimlerin diğer bilimlere kıyasla meşruiyet eksikliğini göstermektedir. Bu genel talep eksikliği, araştırmacıların kamuoyu ve politika yapıcılarla etkileşimini engellemekte ve bilgi üretimini sadece profesyonel araştırma türüne indirgemektedir (Hanafi ve Arvanitis, 2016). Alternatif olarak, yukarıdaki tabloda Mağrip (Kuzey Afrika) ile karşılaştırıldığında Arap Doğusu’ndaki dairenin büyüklüğünden de fark ettiğimiz gibi, politika araştırmaları ancak uluslararası kuruluşlar tarafından finanse edildiğinde ve kullanıldığında geliştirilmektedir. Bazı Arap araştırmacılar (Boukhris, yakında çıkacak) sosyologların toplum mühendislerine dönüşmesinden endişe duymaktadır. Benim görüşüm, sosyolojinin bir meslek olarak politika araştırmacıları da dahil olmak üzere farklı profiller gerektirdiği yönündedir. Sorun ancak bu tür bir profilin eleştirel ve profesyonel araştırma üretenleri aşması ya da politika araştırmalarının profesyonel ve eleştirel araştırmalara dayanmaması durumunda ortaya çıkmaktadır.
Beşinci olarak, otoriterlik altında üretilen iyi eleştirel araştırmalar genellikle yazarlarının kariyerlerinin marjinalleşmesine yol açar. Daha da kötüsü, Arap ayaklanmalarının başlamasından bu yana, her gün akademik özgürlüğün ihlal edildiğine dair kanıtlar duyuyoruz: Dr. Moulay Hisham Alaoui’nin Tunus’taki bir akademik çalıştaya katılmaya davet edildiği sırada sınır dışı edilmesi gibi. Moulay Hisham Alaoui’nin Tunus’ta bir akademik çalıştaya katılmaya davet edildiği sırada ülkeden sınır dışı edilmesi (8 Eylül 2017), Katar’a sempati duyduğunu ifade etmenin Bahreyn ve BAE’de uzun süreli hapis cezasıyla cezalandırılan bir suç olması,[7] Ağustos 2017’de Lübnan ordusunun gözaltındayken ölen dört Suriyelinin ölümüne ilişkin bağımsız bir soruşturma talep etmenin kırmızı çizgiyi aşmak ve Lübnan’daki ulusal birliği baltalamak olarak değerlendirilmesi[8] vb. Bu bağlamda, Oxford İngilizce Sözlüğü’nün ifadesiyle “yanıltmak için muğlak dil kullanımı”, yani “yeni durumlar sunma, yaratma ve bunlara hitap etme konusundaki retorik kapasitelerine bağlı başarı ile serbestçe yüzen tek kullanımlık sadakatleri yakalamak için ikna etme” (Stanton, 2009, s. 223) anlamında hatip (prolocutor) figürünün gelişimi fark edilebilir. Bu genellikle devlet ve dinî/ideolojik otoritelerden duyulan korkunun bir karışımından kaynaklanmaktadır. Araştırmacıların ve öğretim üyelerinin korunması ve araştırmalarının toplumsal etki yaratması ancak bilimsel topluluğun güçlendirilmesiyle mümkün olabilir. Maha Shuayb, eğitim alanında oldukça sağlam bir bilimsel topluluğun bulunduğu Lübnan’da, Lübnan Eğitim Çalışmaları Derneği’nin (LAES) Eğitim ve Yüksek Öğretim Bakanlığı için bir eğitim stratejisi geliştirilmesinde önemli bir rol oynadığına dair kanıtlar sunmaktadır (Shuayb, 2016).
Altıncı olarak, bilgi üretimi daha “sosyal olarak dağıtılmış” hale gelmektedir (Gibbons vd., 1994). Bilgi gerçekten de sadece akademisyenler tarafından değil, üniversiteler ve araştırma merkezleri dışında bulunan araştırmacılar tarafından da üretilmektedir. Sivil toplum kuruluşları ve uluslararası örgütler önemli bilgi üretim alanları haline gelmektedir. Eylemciler eylemleri aracılığıyla genellikle araştırma eylemi üretirler ve taban hareketleri tarafından üretilen bilgi, akademisyenler tarafından üretilen soyut bilgiden çok daha ilişkilendirilebilir olabilir. Çatışma döneminde, insan hakları örgütleri Arap dünyasında ve İsrail’de insan hakları ihlallerine ilişkin benzersiz güvenilir veriler üretmiştir. Aynı zamanda STK’lar ve uluslararası örgütler politika oluşturma alanlarıdır. ESCWA, Dünya Bankası, UNICEF, UNRWA, UNHCR, FAO ve ILO gibi kuruluşlar Arap dünyasında aktif olarak çalışmakta, araştırma talep etmekte ve hükümetler de dahil olmak üzere farklı paydaşlara tavsiyelerde bulunmaktadır. İncelediğim Arap akademisyenlerin 2008-2014 yılları arasındaki özgeçmişlerinden, danışmanlık şeklindeki araştırma ve çalışmaların genellikle bu kuruluşlar tarafından, nadiren de devlet kurumları tarafından yaptırıldığını fark ettim.
Yedinci olarak, Arap üniversitelerinin araştırmaları toplum ve özel sektörle ilişkilendirme girişimlerinin etkisi çok azdır. Profesyonel araştırmalar ile bunların topluma ve politika yapıcılara yayılması arasında köprü kuracak aracı kurumlar (araştırma konseyleri, dernekler, kuluçkalar) üzerinde düşünmeye ihtiyaç vardır. Bu bağlamda, Lübnan Endüstriyel Araştırma Kazanımları Programı (LIRA) ve Lübnan’daki Berytech kuluçka merkezinin deneyimleri, özel sektör ve üniversiteler arasındaki temasları kolaylaştırmak açısından çok önemlidir. Ancak bu girişimler yeterli değildir ve daha sistematik bir çabaya ihtiyaç vardır.
Arap Toplumlarına Hizmet: Bir Vaka Çalışması Olarak Op-Ed[9]
Arap toplumlarına hizmet etmenin farklı yolları vardır ancak ben burada akademik bilginin yakın bir akran çevresinin ötesine yayılmasının önemine vurgu yapacağım. Hannah Arendt’in (1953, s. 392) bir zamanlar yazdığı gibi: “Gerçek anlayış, bitmek bilmeyen diyaloglardan ve ‘kısır döngülerden’ yorulmaz çünkü hayal gücünün eninde sonunda gerçeğin her zaman korkutucu olan ışığına en azından bir göz atacağına güvenir.” Bu anlamda bilgi üretim sürecini halkla olan “bitmek bilmeyen diyalogdan” ayıramayız. Op-ed’ler,[10] eskiden gazete ve dergilerde yayıncının editoryal sayfasının karşısında yer alan bağımsız fikir yazılarıdır. Bu tür analizler akademik bir makalenin protokolünü takip eden cilalı makalelerden oluşan bir derleme olmadıkları gibi, yalnızca duygusal işlev gören belgeler de değildirler ister gerçek bir tartışma olsun ister kamuoyu araştırmasına sunulması gereken önemli bir konunun belirlenmesi olsun, olası bir tartışmaya müdahaledirler. Her durumda, akademisyenler bir konuyu rasyonalize etmek ya da bir tartışma başlatmak için gazetelerin sunduğu kamusal forumu kullanabilirler. Seyrek de olsa, akademisyenler tarafından yazılan köşe yazıları önemli bir rol oynamaktadır. Tüm Arap ülkelerinde kamusal tartışmaları fakirleştirdiği için daha fazla akademik sesin yayınlanmamasının önemli sonuçları vardır. Aslında akademisyenler fikirlerini test etmek ve farklı kitlelerle doğrudan diyaloga girmek için köşe yazısı sayfalarını bir laboratuvar olarak kullanabilirler. Bu, halkla doğrudan etkileşim gerektiren bir faaliyet olan sosyal ve siyasi düzene karşı çıkarken ya da kamu politikası konularını araştırırken her türlü pozisyon için geçerli olabilir.
Lübnanlı akademisyenler tarafından yazılan köşe yazılarının içeriğine bakıldığında üç ifade tarzı tespit edebiliriz: Yansıtıcı tarz, kışkırtıcı tarz ve “vatandaş” tarzı. Bu üsluplar, akademisyenlerin köşe yazılarında kullandıkları katkı türlerine ilişkin bir açıklama getirmeye yardımcı olabilir.
Yansıtıcı tarz hem analitik hem de düşünümseldir. Tarih ve coğrafya bilgilerini kullanarak sosyal bir olguyu veya siyasi bir olayı anlamak/açıklamak için karmaşık argümanlar getirme anlamında analitik; ideolojik yerleşikliğin ötesinde özeleştiri ve soruları gözden geçirme ve hatta sosyal bir olguyu veya siyasi bir olayı okuma biçimimizi yeniden çerçeveleme anlamında da düşünümsel. Bunu söyledikten sonra, analitik olanı tarafsız olarak idealize etmek istemiyorum: Analitik olmak bir ütopyayı ve oluşmakta olan bir toplumsal harekete yardım etme isteğini somutlaştırabilir. Bilimsel ve siyasal alan ile gazetecilik arasındaki ilişkiler karmaşıktır ve bunlar arasında bütünleşme riski vardır (Mauger, 2011).
Halbuki bu tarzın iyi kullanıldığına dair pek çok örnek de var. AUB’de siyaset bilimi alanında yardımcı doçent olan Samer Frangieh, “2012’deki Suriye Devrimi: ‘İyi ve Kötü’ ya da ‘Lehte ve Aleyhte’” başlıklı yazısında yeni bilgiler ve taze analizlerle okuyucunun dikkatini çekiyor ve örneğin Suriye ayaklanmasını Fransız Devrimi’yle karşılaştırarak etik ve siyaset arasındaki ikircikli ilişkiyi gösteriyor. Onun belirttiği gibi “Suriye’deki ayaklanmadan pozisyon almak istemeyenler, Suriye muhalefetinin de insan haklarını ihlal ettiğini savunarak ‘iyiye karşı kötü’ gibi ahlakçı bir duruşun arkasına saklanmayı tercih ediyor.” Makalesine Suriye muhalefetinin insan hakları ihlallerine işaret ederek başlaması da düşünümseldir. Yazıları analitik olmakla birlikte zaman zaman anekdotlar kullanarak okuyucuların karmaşık konuları daha iyi anlamalarına yardımcı oluyor. Vaaza dönüşmeden her zaman eğitici bir yanı vardır. Lübnan Üniversitesi’nde (LU) profesör olan Kamal Wahbeh (2010) “Kamel al-Assad ve Krizdeki Kimlik” başlıklı yazısında Talal Atrissi’nin 1980’lerin başındaki Sader Hareketi sayesinde Lübnanlı Şiilerin bir topluluk olarak bilinçlendiği yönündeki görüşüne karşı çıkmıştır. Tarihçi Philippe Hitti’nin çalışmasını kullanan Atrissi, Karl Marx ve diğer sosyal bilimcileri kullanarak topluluk ve sınıf bilinci kavramlarını ele aldı. Aynı şekilde, Assafir gazetesinde (17 Ağustos 2013) Lübnan Üniversitesi’nden emekli sosyoloji profesörü Ahmad Balbaki’nin bir Dürzi ve bir Sünni arasındaki karma evlilikten kaynaklanan bir suçla ilgili çok analitik bir makalesini buluyoruz.
İkinci ifade tarzı sadece analitik olmakla kalmıyor, aynı zamanda ana akım genel inanışa da karşı çıkıyor ve tartışmalar için yeni alanlar açıyor. Örnek olarak, Lübnan Üniversitesi’nde sosyal psikoloji profesörü olan Mona Fayyad’ın bazı makalelerinden (“Bugün Şii Olmak” ya da “Arap Şiileri Ülkelerinde ‘Düşman İşbirlikçileri’ mi?”) ya da AUB’da felsefe profesörü olan Bashar Haydar’ın makalelerinden (her ikisi de Al-Hayat’ta basılan “Suriye Devrimi Ahlaki Bir Eylemdir ama Gazze Roketleri Değil” ya da “İşgali Desteklemek Ahlaki Bir Görevdir” başlıklı yazıları) bahsedilebilir. Bu makaleler kışkırtıcı ve tutkulu güçlü görüşlerle doludur. Medyanın online bölümünde ve diğer köşe yazılarına verilen cevaplar aracılığıyla tartışmaya yol açıyorlar. Bu yazarlara katılıp katılmamaktan bağımsız olarak, buradaki akademisyenler kamuoyuna yeni düşünme yolları ve yaratıcı hayal gücü sunuyorlar.
Üçüncü bir tarz ise akademisyenlerin vatandaş olarak yazdıkları ve disipliner bir referans ya da herhangi bir teori veya ampirik araştırmadan bahsedilmediği durumlardır. Örneğin Asaad Abu Khalil’in al-Akhbar’daki birçok makalesinde ya da Samer Frangieh’in Al-Hayat’taki bazı makalelerinde olduğu gibi, bir yazarın bir vatandaş olarak mı yoksa bir araştırmacı olarak mı yazdığını ayırt etmek bazen zordur. Bu üslup köşe yazılarında sıkça görülür ve genellikle politize olmuş akademisyenler tarafından dile getirilir. Bu tarzın en önemli özelliği, olgusal destek olmaksızın duygu ya da görüşlerin ifade edilmesidir. Bu makalelerin bazıları savunuculuk ve kınama olarak da değerlendirilebilir.
Sonuç
Genel olarak dünya, farklı mekanizmalar (politika belgeleri, danışma komiteleri, çalışma grupları vb.) aracılığıyla kamu politikalarının daha bilimsel hale getirilmesine doğru ilerlemektedir. Bunun demokrasi için bir zorluk teşkil edip etmeyeceği tartışılmaktadır. Bazıları uzmanokrasi ya da “seçilmemişlerin yükselişi” konusunda oldukça kötümserdir (Vibert, 2007). Johan Christensen ve Cathrine Holst (2017) gibi (vardıkları sonucu Norveç örneğine dayandıran) diğerleri ise kanıta dayalı politikayı demokratik meşruiyetin makul kavramlarının doğal bir parçası olarak görmektedir. Her ne kadar bu sonraki eğilim çoğunlukla demokrasiyi toparlayıcı[11], katılımcı ve içsel olarak haklı gören yaklaşımlar açısından sorunlu olsa da müzakereci ve epistemik olarak gerekçelendirilmiş demokrasi perspektiflerini benimseyenler için ise öyle değildir. Ben, kamu politikalarında siyasetçilerin, bürokrasinin ve kamu görevlilerinin gücünün azaltılmasını ve bu politikaların daha kapsayıcı hale getirilmesini savunan bu görüşe daha yakınım. Müzakereci demokrasi aslında oylama öncesinde kamusal tartışmaların önemini vurgular. Vatandaşların siyasi iradesi, ortaya koydukları tercihlerle eş anlamlı olarak değil, tartışma ve özneler arası inceleme süreçlerinin dönüştürülmüş sonuçları olarak değerlendirilir (Christensen ve Holst, 2017). Aynı zamanda, (organik) akademisyenlerin yükselişinin otomatik olarak epistemik değerlere dönüşeceğini de iddia etmiyorum. Sadece daha yakından bir inceleme bu yükselişi niteleyecektir.
Son yirmi yıla bakıldığında, doksanlı yılların ortalarındaki durumla kıyaslandığında Arap dünyasında olağanüstü bir değişim olduğu görülmektedir (Gaillard ve Schlemmer, 1996; Gaillard, 1994): Bugün bilim adamlarının eğitim ve sosyal profil açısından Avrupalı ya da Amerikalı meslektaşlarına denk olma olasılığı daha yüksektir. Ancak eğitimdeki bu iyileşmeye, üniversitenin toplumdan ve hatta ekonomik sektörden göreceli olarak izole edilmesi eşlik etmiştir. Bu nedenle ilk olarak belirli araştırma faaliyetlerini zorlayan üniversiteleri suçluyoruz. Bibliyometri yaklaşımı akran değerlendirmesinin yerini almasa da bu konuda bilgi verebileceğinden, terfi sisteminde hakemli dergilerdeki makale sayısının basit bir sayımından, araştırmanın tüm yaşam döngüsünü (yani bilgi transferi ve kamu veya politika odaklı araştırma faaliyetlerini de içerecek şekilde) kıyaslamaya yönelik acil bir değişikliğe ihtiyaç vardır. Tüm araştırmaların yerel toplumla doğrudan ilgili olmaması gerektiğini kabul ediyoruz. Bu nedenle, araştırmalar zamansallığa (çıktı elde etmek için zamana ihtiyaç duyan araştırmalar [uzunlamasına saha çalışmaları veya içeriğinin siyasi hassasiyeti nedeniyle] ile hızlı sonuç veren araştırmalar) ve kamu/politika uygunluğu ile bilgi transferi/yeniliğe (bir kurumun sanayiden ne kadar araştırma geliri elde ettiğine bakılarak) göre sınıflandırılmalıdır. Eğer bu eğilim ölçülmeye devam edilecekse, ilgili araştırmalar için kamu/politika faaliyetleri göstergeleri geliştirilmeli ve bu faaliyetlerin ne zaman ilgili kamusal ve politika tartışmalarına yol açacağı belirlenmelidir. Ayrıca, Kurumsal Araştırma Kurulu (IRB) tarafından geliştirilen ve kontrol edilen, Arap dünyasındaki araştırma pratiğinin kültürel yapısına uymayan Amerikan araştırma etiğini benimseme eğilimi de eleştirilmelidir.
Benim Rigas Arvanitis ile birlikte yürüttüğüm “Arap Dünyasında Bilgi Üretimi: İmkansız Vaat” araştırmasının ve Sosyal Etki Açık Arşivi isimli Avrupa projesinin bazı sonuçlarına dayanarak, bilgi transferi ve kamu veya politika odaklı araştırma faaliyetleri de dahil olmak üzere araştırmanın tüm yaşam döngüsünü kıyaslamak amacıyla bir Bilimsel Araştırmanın Sosyal Etkisi Portalı’nın (PSISR) kurulması çağrısında bulunuyorum. Tarihsel olarak sosyal etkinin önemini sadece sosyal ve beşeri bilimlerle ilgili olarak düşünme eğiliminde olduk. Ancak, tüm araştırmaların yerel toplumla doğrudan bir ilgisi olamayacağını kabul etmekle birlikte, bilimsel araştırmaların sosyal etkisi, uygulamalı olanlar da dahil olmak üzere (örneğin mühendislik ve tıp) tüm bilimleri ilgilendirmektedir. Bu portal, araştırmacıların ve öğretim üyelerinin bilimsel araştırma çıktılarını ve bunların sonuçlarının nasıl yayıldığına dair tüm sosyal etkiyi sergilemeleri, paylaşmaları ve saklamaları için bir platform olabilir.[12]
Son olarak, akademik araştırmalar için ulusal/dil portalları oluşturmak yerine (SSH için Flaman Akademik Bibliyografik Veritabanı gibi) parçalı araştırma faaliyetlerine ve gölge profesörlere fon sağlamaya bu kadar çok para harcayan zengin Arap hükümetlerini eleştirmek gerekir. Yeni kurulan E-Marefa, Dar al-Mandhoma, al-Manhal Arap dünyası için bir başlangıç noktasıdır ancak hâlâ yetersizdir ve bu tür portalları oluşturmak için ulusal veya resmî bir pan-Arap kuruluşa sahip olmak daha iyidir. Küresel Güney’deki bilgi üretiminin görünürlüğüne ilişkin tüm tartışmalar sadece Açık Erişim hareketiyle değil aynı zamanda bölgesel portalların (SciELO, Redalyc gibi) oluşturulmasıyla da ilgilidir. Latin Amerika Sosyal Bilimler Konseyi’nin (CLACSO) bu konudaki çabaları çok önemlidir: CLASCO (2015) yıllık raporuna göre, CLACSO Sanal Kütüphanesi 40 binden fazla açık erişim belgesine ve ortalama aylık bir milyon indirme sayısına sahiptir. CLACSO Sanal Kütüphanesi sosyal bilimler alanında dünyadaki en büyük Sanal Kütüphanelerden biridir[13]. Şahsen ben CLACSO’nun sanal kütüphanesi sayesinde geçiş dönemi adaleti konulu seminerim için Latin Amerikalı akademisyenler tarafından yazılmış bazı okumalar elde edebildim. Bu alt disiplin gerçekten de Latin Amerika’da geliştirilmiştir ve insan haklarının kitlesel ihlali, kovuşturma, tazminat, hakikat komisyonları ve mağdurların hafızası ile nasıl başa çıkılacağı konusunda harika dersler sunmaktadır.
Kaynakça
ACSS. (2015). Social sciences in the Arab World: Forms of presence. Beirut: Arab Council for the Social Sciences.
Afandi, M. A. (2012). The impact of research centers and research in government decision-makers. A special reference to Yemen. Doha: Arab Center for Research and Policy Studies (Arabic).
Al-Adi, H. (2014). Cognitive gaps in the Arab Social Science. İçinde Future of the Sociology in the Arab World. Beirut: Center for Arab Unity Studies (Arabic).
Alatas, S.F. (2003). Academic dependency and the global division of labour in the social sciences. Current Sociology 51(6), 599-613.
Arendt, H. (1953). Understanding and politics. Partisan Review, 20(4), 377-392.
Balqziz, A. E. (1999). The end of the Advocator. Beirut: Markaz al- Thaqafi al-Arabi (in Arabic).
Boukhris, F. (forthcoming). Sociology and the social demand in Morocco: A study of some forms of employing sociological experise. Idafat- the Arab Journal of Sociology.
Brandt, E. ve Pope, A. M. (Ed.). (1997). Enabling America: Assessing the role of rehabilitation science and engineering. Washington, DC: National Academy Press.
Burawoy, M. (2005). For public sociology. American Sociological Review 70(1), 4-28.
Campbell, J. L. ve Pedersen O. K. (2014). The national origins of policy ideas. Princeton: Princeton University Press.
Christensen, J. ve Cathrine, H. (2017). Advisory commissions, academic expertise and democratic legitimacy: The case of Norway. Science and Public Policy 1(45), 1-13.
CIHR. (2004). Knowledge translation strategy 2004-2009: Innovation in action. Ottawa: The Canadian Institutes for Health Research. http://www.cihr-irsc.gc.ca/ e/8505.html adresinden erişildi.
CLASCO. (2015). CLASCO 2015 annual report. Buenos Aires: Latin American Council of Social Sciences. https://www.clacso.org. ar/?idioma=ing adresinden erişildi.
Oliver, C., Rui, S. ve O’Mahony, M. (2011). Sociological intervention: Evolutions and specificities in a methodology. Revue Française de Science Politique 61(3), 513-532.
Craft, J. veHowlett, M. (2013). The dual dynamics of policy advisory systems: The impact of externalization and politicization on policy advice. Policy and Society 3(32), 187-197.
El-Jardali, F.vd. (2012). Use of health system and policy research evidence in the health policy-making in eastern mediterranean countries: Views and practices of researchers. Implementation Science 7(2). Doi:10.1186/1748-5908-7-2
Gaillard, J. (1994). The behaviour of scientists and scientific communities. İçinde J. J. Salomon, F. Sagasti ve C. Sachs-Jeantet (Ed.). The uncertain quest: Science, Technology, and Development (ss. 213-249). Tokyo, New York & Paris: UNU Press. http://unu.edu/unupress/unupbooks/uu09ue/uu09ue00.htm#Contents adresinden erişildi.
Gaillard, J. ve Bernard, S. (1996). Chercheurs du nord, chercheurs du sud: itinéraires, pratiques, modèles. Içinde R. Waast (Ed.). Les Sciences au Sud. État Des Lieux (ss. 113-35). Paris: ORSTOM.
Gibbons, M., Schwartzman S., Scott, P., Limoges, C. ve Nowotny, H. (1994). The new production of knowledge: The dynamics of science and research in contemporary society. London: Sage.
Hanafi, S. (2011). University systems in the Arab East: Publish globally and perish locally vs. publish locally and perish globally. Current Sociology 59(3), 291-309.
Hanafi, S. (2015). The pen and the sword: The narrow margin of the academic freedom (). Idafat: The Arab Journal of Sociology, 29-30, 4-9.
Hanafi, S. ve Arvanitis, R. (2016). Knowledge production in the Arab World: The impossible promise. UK: Routledge.
Harb, A. (1996). Illusions of the elite or criticism of the intellectuals. Beirut: Beirut: Markaz al-Thaqafi al-Arabi (in Arabic).
Héritier, F. (1996). Masculin/Féminin, la pensée de la différence. Paris: Odile Jacob.
Horák, V. (2017). Public sociology and hermeneutics. Critical Sociology 43(2), 309-325.
IFI-CAPRI. (2014). A preliminary overviewofpolicyresearch institutes in the Arab world: A compilation and synthesis report. www.aub.edu.lb/ifi/public_policy/rapp/Documents/20140331ifi_RAPP_monograph.pdf adresinden erişildi.
Ju’eit, H. (2001). Crisis of Islamic culture. Beirut: Dar al-Tali’a.
Juma, C. veLee Y. C., (Ed.). (2005). Innovation: Applying knowledge in development. London: Earthscan, UN Millenium Project, Task Force on Science, Technology and Innovation.
Kabbanji, J. (2010). Rechercher au liban: Communautés scientifiques, chercheurs et innovation. Beyrouth: Publications du Centre de Recherche de l’Institut des sciences sociales de l’université libanaise.
Kerrou, M. (1991). Etre sociologue dans le monde Arabe ou comment le savant épouse le politique. Peuples Mediterraneens, 54-55, 247-268.
Khazendar, S. vd. (2012). Role of the research centers in decision making and policy orientation in the Arab world. Doha: Arab Center for Research and Policy Studies.
Latour, B. (1993). The pasteurization of France. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Lavis J. N, Lomas J. ve Hamid M. (2006). Sewankambo NK. Assessing country-level efforts to link research to action. Bull World Health Organ, 84, 620-628.
Lee, R. vd. (2005). From national dilemmas to global opportunities. Paris: MOST Papers: Social Science and Social Policy.
Lightman, A. (2008). The role of the public intellectual. web.mit.edu/comm-forum/papers/lightman.html adresinde erişildi.
Marezouki, N. (2004). Théorie et engagement chez Edward Saïd. La Revue Mouvements. 3-4 (29), 33-34.
Mauger, G. (2011). La participation des sociologues au débat public sur l’insécurité. Politique, Culture, Société. 14, 112-121.
Proctor, R. (2008). Angotology: A missing term to describe the cultural production of ignorance (and Its Study). İçinde R. Proctor ve L. Schiebinger (Ed.). Agnotology: The Making and Unmaking of Ignorance (ss. 1-33). Stanford University Press.
Sardar, Z. (2015). Education reform: From Islamization of knowledge to integration of knowledge. Washington D.C: IIIE.
Shehadeh, M. ve Saleh T. (1999). Role of the research centers in policy making. Beirut: Center for Arab European Studies.
Shuayb, M. (2016). The role of research centres in shaping education reform in Lebanon. Al-Moustakbal Al-Arabi, 443, 84-102.
Siino, F. (2004). Science et pouvoir dans la tunisie contemporaine. Karthala. Paris.
Stanton, R. (2009). On Mayhew: The Demonization of soft power and validation of the new citizen. İçinde O. Ihlen ve B. V. Ruler (Ed.). Public Relations and Social Theory: Key Figures and Concepts. London: Routledge.
Stel, N. (2016). The agnotology of eviction in South Lebanon’s Palestinian gatherings: How institutional ambiguity and deliberate ignorance shape sensitive spaces. Antipode 48(5), 1400-1419.
Touraine, A. (1981). The voice and the eye: An analysis of social movements. Cambridge: Cambridge University Press.
UNDP. (2009). Arab Human Development Report 2009. UNDP. www.arab-hdr.org/publications/other/ahdr/ahdr2009e.pdf adresinden erişildi.
Vibert, F. (2007). The rise of the unelected: Democracy and the New Separation of Powers. Cambridge University Press.
Wahbeh, K. (2010). Kamel assad and the identity in crisis. Alnahar (in Arabic).
Wieviorka, M. (2000). Sociologie postclassique ou déclin de la sociologie? Cahiers Internationaux de Sociologie, 108, 5-35.
[1] Bir gazetenin, genellikle başyazılar sayfasının karşısında yer alan, kişisel görüşleri ifade eden imzalı makalelerin bulunduğu sayfa veya bölüm. Bulgular, katılımcıların yalnızca yüzde 16’sının öncelikli ortamlarda politika yapıcılar ve paydaşlarla etkileşime girdiğini ve yüzde 19,8’inin araştırmalarını geliştirme sürecine politika yapıcıları dahil ettiğini göstermiştir. Araştırmanın yaygınlaştırılması konusunda ise, araştırmacıların araştırma bulgularını politika yapıcılardan (yüzde 40,5) ziyade diğer araştırmacılara (yüzde 67,2) aktarma olasılığının daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır
[2] Paris Sosyal Bilimlerde İleri Araştırmalar Okulu’nda (EHESS).
[3] Burada LPDC’yi bu şekilde etiketleyen Nadim Shahadeh’e teşekkür ederiz.
[4] Bu çalışma taleplerinden bazıları benim için ahlaki bir ikilem oluşturuyor. Örneğin, Lübnan’daki Filistinli profesyonellerin durumu üzerine araştırma yapmayı kabul etmeme rağmen, Filistinli mültecilerin çalışma hakkının işgücü piyasasını çok az etkileyeceğini göstermeyi amaçlayan bir çalışma yapmayı reddettim. Bana göre ister etkilesin ister etkilemesin, bu sadece dört nesilden fazla bir süredir ülkede yaşayan bir nüfus için bir hak ve bakım etiğidir.
[5] Horák 2017’de yer alan Burawoy’in kamusal sosyolojisinin bu bakış açısıyla eleştirisine bakınız.
[6] Kendisiyle 14 Eylül 2017 tarihinde yapılan gayriresmî görüşmeden alınmıştır.
[7] Bahreyn ve BAE Haziran 2017’de Katar’a sempati ifade etmenin uzun süreli hapis cezasıyla cezalandırılabilecek bir suç olduğunu duyurdu. Bahreyn’de “Sosyal medya, Twitter veya başka herhangi bir iletişim biçimi aracılığıyla Katar hükümetine sempati duyulması veya Bahreyn hükümeti tarafından alınan tedbirlere karşı çıkılması beş yıla kadar hapis ve para cezasıyla cezalandırılabilecek bir suçtur,” denilirken, BAE de benzer bir karar alarak suçluların 3 ila 15 yıl arasında hapis ve 500 bin DH para cezasına çarptırılabileceği uyarısında bulundu. (bkz. https://www.thenational.ae/world/uae-and-saudi-ara- bia-cut-ties-with-qatar-live-updates-1.24574)
[8] Arap dünyasında akademik özgürlüğün ihlali hakkında daha fazla bilgi için Hanafi 2015’e bakınız.
[9] Bu bölüm R. Arvanitis ile birlikte yazılmıştır. Bu konu hakkında daha fazla ayrıntı için bkz. Hanafi ve Arvanitis 2016.
[10] Opposite editorial ifadesinin kısaltması olan Op-Ed gazetelerde baş yazı sayfasının karşısında yer alan, kişisel görüşleri yansıtan makalelerin bulunduğu sayfaya verilen addır. Bu sayfa genellikle gazetenin dışarıdan yazarlara da açık olan sayfasıdır ve burada genellikle birbirine zıt görüşlere yer veren yorum ve görüş yazılarına yer verilir.
[11] Toptancı demokratlar demokrasiyi bireysel tercihleri kolektif tercihlere dönüştürmenin bir yolu olarak görürler (Christensen ve Holst, 2017).
[12] Bu portal, üç dilli bir ara yüz (Arapça, İngilizce ve Fransızca) aracılığıyla Arap Dünyası üzerine yapılan araştırmaları toplayabilir ve güçlü bir veri arama motoruyla desteklenebilir (araştırma alan(lar)ının, anahtar kelimelerin, araştırmacının, yararlanıcının kurumunun, yararlanıcının hedef grubunun vb. kullanımını destekler).
[13] Bu veri tabanına ek olarak ProQuest tarafından oluşturulmuş (ancak açık erişimli olmayan) başka bir veri tabanı daha bulunmaktadır: Latin Amerika ve İberya Veritabanı, birkaç Latin Amerika ülkesi, İspanya ve Portekiz’de yerel olarak yayımlanan akademik dergilerin tam metin yazılarını içermektedir.