Giriş
Kolektif aidiyeti oluşturan en temel unsurlardan biri olan milli kimlik, milletin ve milli devletin birleşiminin bir ürünü olarak, temelinde milli değerlerin yani dil, kültür, tarih gibi öğelerin aidiyetlik zeminidir (Kösoğlu, 1997 s. 19). Birey kendi kimliğini kültürel bir kolektiften alır; o bir yurttaştır, yani aynı anda “tarihi ve yazgısı” olan kültürel bir “topluluk” da olan, bir siyasi topluluğun kabul edilmiş ve hak sahibi bir mensubudur. Antony D. Smith’e göre, kimlik sorununa verilen bu yanıtta “biz”, nihai olarak “bizim tarihi kültürümüzden ötürü” biz olmak anlamına geliyor (Smith, 1994, s. 155). Bu noktada milli kimlik, bireyi millet denilen makro bir gruba mensup kılmakta duygu, düşünce, eylem, tutum, dil ve tasavvurlarında bu değerler manzumesi ekseninde biçimlendirilerek dışa vurmaktadır (Vurucu, 2015, s. 123).
Milli devlet, hem teritoryal aidiyeti ile kendi vatandaşlarına hitap ettiği manevi yönü hem de toplumsal ilişkileri şekillendirecek örgütlenme biçiminin pratik yönü ile milli kimlik teşekkülünde merkezî bir role sahiptir. Milli kimlik ile toplumun üyelerini bir araya getirmeyi başarmış olan milli devlet bu bakımdan milliyetçilik ideolojisini devletin bir aygıtı olarak kullanır. Buna göre, bir toplumda milli kültürün hâkim kılınması ya da toplumu diğer toplumların güdümünden kurtarmak amacını taşıyan milliyetçilik, bir toprak parçasına derin bağlılık, ortak ve köklü bir tarihsel mazi, ortak gelenek, görenek, töre ve değerlere dayalı, paydaşların tümünü kapsayan ortak hedefler dairesinde şekillenen ve toplumun üyeleri arasında şuur yaratabilen bir değer, (Domaniç, 199, s. 116) bireylerin ortak bir geçmişe ve kültüre duydukları psikolojik bir bağlılık duygusu olarak milli kimlik unsurunu kuvvetlendirir (Giddens, 2008).
Bu çerçevede, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından “Sovyet Halkı” oluşturma adı altında kurgulanan ideolojik ve sınıfsal kökenli tek tip kimlik tanımlamasının yerini milliyetçilik zemininde bir milli kimlik inşa süreci almıştır. Toplumların zihin kodlarında baskılanmış olarak bulunan milli kimlik olgusunun yeniden canlandırılması ve milli kimliğin güçlü bir şekilde tesis edilmesi SSCB sonrası yeni kurulan devletlerin öncelikli politikası haline gelmiştir. Bu durum, ülkelerin sahip oldukları demografik, ekonomik, siyasi ve jeopolitik koşullarına göre değişse de temelde aynı yönde politikalar uygulanmıştır.
Bağımsızlığını yeni kazanmış her devlet gibi milli kimliğinin oluşturulması ve milli özellikleri öne çıkan bir toplum yaratılması gibi konular Azerbaycan Devleti’nin öncelikli faaliyet alanları arasında yer almaktaydı. Ayrıca 1991 yılında bağımsızlığın ilanı süreciyle eşzamanlı gelişen Ermenilerin Dağlık Karabağ’ı işgali ve verilen bağımsızlık mücadelesi sırasında gerçekleşen kanlı olaylar, Azerbaycan milli kimliğinin teşekkülünde tarihsel, kültürel, toplumsal ve siyasal dinamiklerle beraber, milli kimliği bölgesel etkenler çerçevesinde dışarıdan besleyen unsurlar olarak belirlendi.
Azerbaycan’da Milli Kimliğin Oluşumunda Öne Çıkan Yaklaşım ve Unsurlar
Modern ulus-devletin ideolojisi olarak ortaya çıkan milliyetçilik, parçalanan imparatorlukların kültür ve siyasetleri karşısında millet ve ulus-devlet tarzı toplumsal ve siyasi bütünlükler üreterek kitlelere, topluluklara, cemaatlere ve milletlere yeni bir şemsiye sağlamıştır. Bu bağlamda milliyetçilik de siyasal bir düzen içinde yer alan bireylerin ortak bir geçmişe ve kültüre sahip olduklarını vurgulayan bir simgeler ve inançlar sistemine duyulan psikolojik bir bağlılık duygusu/bilinci olarak tanımlanabilir. Milliyetçilik bir yandan ulusla ötekiler arasındaki tutarsızlıkları ve uygunsuzlukları vurgulayabilmek için yakın geçmişe bakarken diğer taraftan daha iyi bir gelecek ülküsünü tarih, ortak gelenekler, dil, din, ortak kimlik ve vatan birliği gibi birleştirici simgeler üzerine kurarak ulusal hedefler etrafında toplumun harekete geçirilme amacını taşımaktadır (Durgun, 2014, ss. 248-249).
1986’dan itibaren Sovyetler Birliği’nde başlayan glasnost (açıklık) ve perestroyka (yeniden yapılanma) ile etnik kıpırdanmalar daha açık bir şekilde kendini göstermeye başladı. Böylece her millet, kendi milletini, kültürünü, dilini ve dinini açıkça savunabilme fırsatı buldu. Bu gelişmeler üzerine, diğer Sovyet Cumhuriyetlerinde olduğu gibi Azerbaycan’da da pek çok yazar, şair ve eğitimci, tarih, kültür ve dil ile ilgili çok eski zamanlardan başlayarak bugüne kadar gelen konuları ele alıp derinlemesine incelemeye başladılar (Süleymanlı, 2006, s. 243). Geçmişin ve bugünün şahsiyetlerini ön plana çıkarmaya, onların biyografilerini ve özelliklerini anlatarak halk arasında bir milli bilinç oluşturulmaya çalışıldı. Millet ve ulus-devlet modelinin oluşturulması için çalışmalar öne alındı. 1917 Ekim Devrimi’nden önce Azerbaycan milli burjuvazisinin tarihi hizmetleri dile getirildi. Bu alanda Azerbaycan Yazarlar Birliği ve Kültür Bakanlığı’nın yayın organı Edebiyat ve İncesanat Gazetesi yayımladığı yazılarıyla dikkati çekiyordu. 1988’de yayına başlayan Azerbaycan Vatan Cemiyeti’nin yayın organı Odlar Yurdu, Çarlık Dönemi’nde generalliğe yükselmiş Azerbaycan kökenli kişiler hakkında yazılar yayınladı. Daha sonra gazetenin 1988 yılında basılan 13. sayısından itibaren, ilk defa Azerbaycan zenginlerinden hayırsever Tağıyev övüldü, zamanla burjuva aydınlar olarak, resmî ideoloji tarafından saf dışı bırakılan Ali Merdan Topçubaşı ve Ahmet Ağaoğlu hakkında olumlu makaleler yayımlandı (Abbaslı, 2001, s. 247). Bir diğer önemli olay Leninizm’in düşmanı olarak kabul edilen Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu M. E. Resulzade’nin hayat ve mücadelesini konu eden makalenin Odlar Yurdu gazetesinde yayımlanması oldu. Zira, bundan sonra diğer gazeteler de Azerbaycan’ın yakın tarihindeki “Beyaz lekelere” eğilmeye başladılar. Musavat Partisi, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti (1918-1920) ve liderleri hakkında olumlu ve seri makaleler yayımlandı. Bundan başka 1930’lu yıllarda rejimin gazabına uğrayarak idam ve sürgün edilmiş aydınlar ve devlet adamları hakkında beraat makaleleri yayınlandı, televizyon programları hazırlandı. Böylece milli kahramanlar, sanatçılar, aydınlar, tarihi kişilikler öne çıkarılarak milli rol modeller yaratılma stratejisi takip edildi.
Toplumun çeşitli kesimlerinde milli konulara ilgi giderek artmaya başladı. Üniversite gençliği bu açıdan toplumun en aktif tabakasını teşkil etmekteydi. 1987 yılında öğrencilerin baskısı üzerine adından S. M. Kirov’un adı atılarak M. E. Resulzade’nin ismiyle adlandırılan Bakü Devlet Üniversitesi adeta bir milli merkeze dönüştü. Burada milli konularla ilgili o dönem için tehlikeli sayılabilecek çok çeşitli faaliyetler yapılıyordu. Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmayıl Hatai’nin 500. yıl dönümünün, 1937’de idam edilen milli şair Hüseyin Cavit’in doğum gününün ve “Gülistan Anlaşmasının” 175. yıl dönümünün Sovyet geleneğinin aksine bir istila günü gibi kayıt edilmesi üniversite öğrencilerinin yaptığı etkinliklerden bazılarıydı. Böylece “milletin tarihi” gün yüzüne çıkarılmaya ve geçmişle bugün arasında bir tarihsel ve kültürel süreklilik inşa edilmeye çalışıldı (Süleymanlı, 2006, s. 248).
Ulusallaşma politikasının bir diğer göstergesi bağımsızlığın simgesi olan devlet sembollerinin kabul edilmesidir. 18 Ekim 1991’de bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan 1918’de kurulmuş Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kanuni mirasçısı olduğunu beyan etti. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti döneminde birçok devlet sembolü yeni kurulan cumhuriyet tarafından da aynen benimsenecekti. Bu ulusal sembollerin başında bağımsız bir cumhuriyet olmanın en önemli şartı üç renkli Azerbaycan bayrağıydı. 1988’de başlayan gösterilerde uzun bir aradan sonra meydanlarda dalgalandırılan bu bayrağı ilk başta Azerbaycan Halk Cephesi’nin sembolü olarak kabul edecekti. Bayraktaki mavi renk Türkçülüğü, kırmızı renk çağdaşlaşmayı, yeşil renk İslam’ı simgelerken bayrağın tam ortasında yer alan hilal ve sekiz köşeli yıldız “Azerbaycan” kelimesinin eski alfabedeki yazılışı ile alakalıdır. Diğer bir görüş bayraktaki yıldızların sekiz Türk boyunu temsil ettiğini söylerken, başka bir görüşe göre ise M. E. Resulzade devletin ilkelerini tanımlarken sekiz ilkeyi esas almıştır: Türkçülük, İslamcılık, çağdaşlık, devletçilik, demokrasi, eşitlik, Azerbaycanlılık ve medenilik (Turan, 2010, s. 26). Bu üç renk ve bu renklerin temsil ettiği düşünce 20. yüzyılın başında Ali Bey Hüseyinzade tarafından formüle edilmiş, daha sonra Azerbaycan Halk Cumhuriyeti döneminde devlet sembolü haline getirilmiş önemli bir devlet ideolojisiydi (Süleymanlı, 2006, s. 26).
Resmî devlet marşı anlamında milli marş, çalındığı ve söylendiği ülkenin bağımsızlığının simgesi olması açısından bayrak kadar önemlidir. 1992’de kabul edilen, bestesi Üzeyir Hacıbeyli’ye güftesi Ahmet Cevat’a ait olan Azerbaycan Milli Marşı, 1918-1920 yılları arasında Azerbaycan Harp Okulu’nda askerî marş olarak çalınıp söylenmekteydi (Şahin, Başarslan, 2004, s. 38). Ülke ismi “Azerbaycan”ın ikişer kez yinelenmesiyle, vatana seslenişle başlayan ve biten marşta, vatan sevgisi ve kahramanlık vurgulanmakta, vatan için gerektiğinde can vermeye ve kan dökmeye hazır olduğu belirtilmektedir. Marş, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 28 Mayıs 1918 tarihinden sonra bestelendiği için ilk defa bağımsız bir devletin adı olan “Azerbaycan” sözü vatanın ön plana çıkartılıp milli devletin kurulmasından duyulan heyecan ve sevinci yansıtması açısından önemlidir.
Bir diğer önemli husus bazı devlet kurumlarının adlarının önüne “Milli” kelimesinin eklenmesiydi. Mesela daha önce Azerbaycan Yüksek Sovyeti olarak adlandırılan parlamento bu dönemden itibaren “Azerbaycan Milli Meclisi”, “Azerbaycan Milli Ordusu”, “Azerbaycan Milli Takımı” vb. şeklinde adlandırılacaktı.
Ayrıca bağımsızlığın ardından, yerleşim merkezlerinin, bölgeler, kentler, dağlar, dağ zirveleri gibi coğrafi oluşumların adlarındaki Stalin, Lenin vd. komünist önderlerin, Rus tarihine ait önemli kişilerin ya da sosyalist olguların adları, yerlerini inşa edilen yeni milli kimliğe esas olacak tarihi kişiliklere ve milli yer adlarına bıraktı (Puşkino -1991 yılında Bilesuvar, Kirovka- 1999 yılında Nağarahana, Port-İliç -1999 yılında Liman, Avrora- 1999 yılında Hirkan...) (Aslanova, 2020, s. 146) Benzer şekilde tarihî kişiliklerin adları çeşitli kurumlara, caddelere, meydanlara verilmek suretiyle yer adlarının yeniden canlandırılması işi hızlandırılmıştır. Bu kapsamda, Bakü’de 600’den fazla caddeye Azerbaycan’ın önemli şahsiyetlerinin, siyaset adamlarının, milli kahramanlarının, aydınlarının, yazarlarının ve Azerbaycan medeniyetine hizmet etmiş kişilerin isimleri verilmiştir (Hacısalioğlu, 2012, s. 257).
Kimlik politikalarının hazırlanmasında ve uygulanmasında Azerbaycan sınırları dışında yaşayan Azerbaycanlılar da göz önünde bulundurulmuştur. Bağımsızlığın daha ilk dönemlerinden itibaren diasporadakilerin ana vatanla ilişkilerini geliştirmeye yönelik uygulamalara ve bilhassa kimlik vurgusu yapan faaliyetlere ehemmiyet verilmiştir (Günaydın, 2019, s. 90). Bağımsızlığın ve devlet geleneklerinin güçlendirilmesi, uluslararası alanda Azerbaycan’ın güçlü bir konuma sahip olması, Ermeni saldırısına uğrayan halkın sesinin dünya kamuoyuna duyurulması, Dağlık Karabağ sorununun uluslararası hukuk kuralları ve ilkeleri çerçevesinde adil çözümünün sağlanması ve diasporaların yaşadıkları problemlere çözümlerin bulunması adına yabancı ülkelerde diaspora faaliyetleri ile uğraşan kurumların bir merkez çevresinde birleşmesi öngörülmüştür (Tosun, 2016, s. 239).
Bu bağlamda 23 Mayıs 2001 tarihinde Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in kararnamesi ile 9-10 Kasım 2001’de Bakü’de gerçekleştirilen Dünya Azerbaycanlılarının I. Kurultayı önem arz etmektedir. Kurultay sırasında, dünyanın farklı ülkelerinden gelen diaspora temsilcileri Azerbaycanlıların çağdaş dünyadaki sosyal, siyasi, iktisadi, kültürel konumunu Azerbaycancılık temelinde değerlendirmiş, tarihsel olarak oluşmuş manevi birlik gereksinimini dikkate alan bir dizi karar kabul etmiştir. Dünya Azerbaycanlıların Kurultayı’nın üç senede bir gerçekleştirilmesi uygun bulunmuştur. 5 Temmuz 2002 yılında Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev “Yurtdışında Yaşayan Azerbaycanlılardan Sorumlu Devlet Komitesinin Oluşturulmasına İlişkin” kararname imzalamıştır (Azerbaycan diaspora tarihi, 2019).
Kimlik politikası bağlamında devlet eliyle yapılan uygulamaların bir başka boyutunu din alanındaki uygulamalar oluşturmuştur. Nitekim Sovyet Dönemi’nde baskılanan din ve inanç özgürlüğü, bağımsızlıktan sonra temel hak ve hürriyetler bazında anayasada güvence altına alınmıştır. Vatandaşlar hiçbir zorlama olmaksızın kendi dinini seçebilme ve bu dinin gereklerini yerine getirme veya getirmeme özgürlüğüne sahiptir. Azerbaycan Cumhuriyeti, dinin gerektirdiği inanç ve ibadet özgürlüğünü, “Din ve İnanç Özgürlüğü Hakkında Kanun”un ilk maddelerinde hukuki olarak garanti altına almıştır.
Bağımsızlıktan sonra halk, milli ve dinî bayramlarını devlet yetkilileriyle beraber ve serbestçe kutlamıştır. İslam hakkındaki bilgi çoğalmış, yeni camiler inşa edilmiş, medreseler ve üniversiteler kurulmuştur. Uzun yıllar kapalı olan ziyaret yerleri halka açılmıştır. Dinî değerlere saygı ve bağlılık duygusu yeniden canlanmıştır. Nevruz bayramıyla birlikte Kurban ve Ramazan bayramları da resmî tatil ilan edilmiştir (Günaydın, 2019, s. 81).
Azerbaycan Milli Kimliğinin Belirleyici Etkeni Olarak: Dil
Kimliğin iki temel bileşeni vardır. Bunlardan ilki tanımlama ve tanıma, ikincisi ise aidiyettir. Kendini tanımlama ve toplum içinde belli bir sıfatla, toplumsal olarak tanıma hem insana özgüdür hem de insani bir ihtiyaçtır. “Toplumsal tanınma”nın en temel aracı öncelikle konuşma dili, ardından da yazılı bir dil ve bir “kültürel eda”dır. Toplumsal ve kültürel dünyanın oluşumu dil aracını gerektirir (Suavi, 1998, s. 12). Bu bağlamda dil, resmî dil statüsüyle milli kimliğin egemen olduğu ulus-devletlerde bu kimliğin sahibi olan milletin egemenliğinin bir göstergesidir.
Azerbaycan milli kimliğinin devamlılığında Güney-Batı (Oğuz) Grubu Türk Lehçelerinden olan Azerbaycan Türkçesi’nin önemli bir yeri bulunmaktadır. Özellikle 19. yüzyılda Azerbaycan Türkleri arasında başlayan aydınlanma döneminde milli fikir hareketinin gelişimini etkileyen en önemli konulardan biri de dil meselesiydi. Dönemin aydınları için bu aydınlanma sürecinde kendi milletine hangi dilde hitap edeceği çok önemli idi. Çünkü halkın büyük bölümü ne uzun süre saray ve ulema arasında kullanılan Farsça ve Arapçayı biliyor, ne de yeni sömürgesi altına düştüğü imparatorluğun Rusçasını anlıyordu. Ona doğrudan hitap etmek için kendi ana dilini, yani Türkçeyi kullanmak daha makbul idi. Bu nedenle de maarifçilik hareketinde dönemin aydınları edebiyatta, şiirde, tiyatroda, gazetelerde, dersliklerde, bilimsel eserlerde, mekteplerde, sahnelerde ve toplumu kapsayacak her alanda Türkçeyi kullanmayı tercih ediyorlardı. Dil milli aydınlanma yolunda münevverlerle toplum arasında en önemli araç idi (Mövsümlü, 2021, s. 94). 1930’a kadar İran’da konuşulan Azerbaycan Türkçesi ağırlık merkezi iken yazı dilinin esas aldığı ağız Tebriz ağzıydı. Sonraki dönemde buna Bakü ve Karabağ ağızları da katıldı. Fakat, Rus-Sovyet boyunduruğu altında yaşayan diğer Türk toplumlarında olduğu gibi Azerbaycan da dil ve alfabe alanında değişime zorlanmış, bu süreç milli kimlik üzerine ciddi bir etki yarattı.
Gerek Çarlık zamanında gerekse Sovyetler Birliği döneminde uygulanan milletler politikasının merkezinde, yerel dillerin durumu konusu yer almaktaydı. Bunun en önemli sebebi dilin bizatihi kendisi Rus milletler siyasetinin “aracı ve nesnesi” konumunda bulunmasıydı (Fierman, 1991, s. 49). “Halkların kaynaşması” (sblijeniye natsii) sloganı esas alınarak baskı yöntemleriyle “yumuşak güç” yöntemleri bır arada kullanılmış bu şekilde Rusça diğer milletlerin hayatında bir ihtiyaç haline getirilip özellikle SSCB döneminde Rusça fiilen resmî dil olmuştu (Subaşı, 2018, s. 256). Bütün okullarda, basın yayın organlarında, resmî dairelerde Rusça konuşulmaya ve yazılmaya başlandı. Sokakta dahi Rusçanın hâkimiyeti vardı. Bu yüzden Glasnost’un ortaya çıkardığı gelişmeler ışığında gündeme gelen önemli bir sorun, Rusçanın yaygın olarak kullanılmasının yanı sıra milli dillerin ikinci plana itilip giderek unutturulması konusuydu. Sovyet Yazarlar Birliği toplantısında Ukraynalı şair Oleynik, konuşmasında milli diller konusuna değinerek konuya ilişkin eleştirilerini şöyle dile getiriyordu:
Biz Rusçanın ve Rus kültürünün önemini yeteri kadar kavrıyoruz. Bu bizim beynelmilel görevimizdir. Fakat bunun yanında kendi dilimiz, tarihimiz ve okullarımızda dilimizin öğretimi durumuyla ilgilendiğimizde, bizi “isyancı” diyerek eleştirmelerine anlam veremiyoruz (Vahabzade, 1988, s. 21).
Böyle önemli bir toplantıda ve en önemlisi Slav asıllı bir yazar tarafından konunun gündeme getirilmesi milli dillerin durumuyla ilgili tartışmaları bütün Sovyet Cumhuriyetlerine taşıdı. Diğer taraftan konuya ilişkin eleştiriler Rus olmayan aydınlar tarafından da sıklıkla yapılmaya başlandı.
Diğer Sovyet Cumhuriyetlerinde olduğu gibi konuyu Azerbaycan’ın gündemine taşıyanlar Azerbaycanlı aydınlar oldu. Bu aydınların başında, daha önceki dönemlerde yazmış olduğu makalelerinde ve şiirlerindeki hassasiyetiyle tanınan halk şairi Bahtiyar Vahabzade geliyordu. Vahabzade “Ana dilim-Ana köküm” adlı makalesinde anayasaya göre Azerbaycan dilinin cumhuriyetin resmî dili olmasına rağmen[1] kullanımının yetersiz düzeyde olduğunun altını çiziyor ve bu durumun kabul edilir tarafının olmadığını şu sözlerle ifade ediyordu: “Bu ne biçim bir iştir, ana dilimizi mükemmel bilen Üzeyir Hacıbeyli’nin 100. doğum yıl dönümü törenleri ana dilinde yapılmıyor? Aynı şekilde edebî dilimizin temelini atan Nesimi’nin jübilesi de?” (Vahabzade, 1988, s. 22)
Kamuoyunun yoğun baskısı üzerine Azerbaycan yönetimi konuya eğilmek zorunda kaldı. Komünist Partisi’nin 1988 yılının ağustos ayında yapılan toplantısında Azerbaycan’da bazı resmî dairelerde ve teşkilatlarda dile gerekli değerin verilmemesi eleştirildi. İlimler Akademisi ve ilgili organların yardımı ile konuya yönelik tedbirlerin alınmasının zaruri olduğu ifade edildi (Kommunist, 1988). Buna paralel olarak Azerbaycan Komünist Partisi Merkezi Komitesi Azerbaycan’da Azerbaycan dilinin devlet dili olarak geniş bir şekilde kullanılması sayesinde mühim bir karar kabul etti (Edebiyat ve İncesanat, 1989). 1989-1990 eğitim-öğretim yılında okullarda Azerbaycan diline ayrılan ders saatleri Rusçayla eşit hale getirildi (Ceferov, 1996, s. 70).
1992-1993 yıllarında kısa süren Halk Cephesi-Musavat iktidarı döneminde Azerbaycan’da milli kimlik ve kültür politikası alanında önemli değişiklikler meydana gelmeye başladı. Bunlardan biri doğrudan doğruya yeni Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kimliğe ilişkin konularla, ikincisi ise yine kimlik tanımına bağlı olarak uluslar politikasıyla ilgiliydi. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey liderliğinde mevcut iktidarın bu dönemde Azerbaycan için oluşturmaya çalıştığı milli kimliğin iki dayanak noktası vardı. Biri toprak temelinde vatandaşlık (Azerbaycanlılık) diğeri de etnik/kültürel bağlamda Türklük idi. Azerbaycanlılık, Azerbaycan Cumhuriyeti sınırları içinde tüm halkın eşit vatandaşlık statüsüne sahip olduğunu göstermekteydi (Özdoğan, 1994, s. 101). Türklük ise Azerbaycan nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturan Azerbaycan Türklerinin Sovyet Dönemi’nde unutturulan kendi kimlik bilinçlerine varmalarıydı. Bunun için öncelikle ülkenin resmî dilinin adının “Azerbaycan Dili”nden “Türk Dili”ne değiştirilmesi öngörüldü. 22 Aralık 1992’de Azerbaycan Milli Meclisinde oy çokluğuyla Azerbaycan Cumhuriyeti’nin devlet dilinin “Türk Dili” olarak adlandırılması hakkında yasa kabul edildi (Azerbaycan Gazetesi, 1992). Bundan sonra bütün resmî dairelerde işlemler “Türk Dili”nde yapılacaktır. Bu doğrultuda “Türk Dili” adıyla yeni ders kitapları hazırlanmıştır (Qasımova, 2019, s. 46).
Bu kararın alınması Azerbaycan’da çok ciddi tartışmalara yol açtı. Kamuoyu yasayı destekleyerek alınan kararı doğru bulanlar ile kararın her halükarda yanlış bir karar olduğunu söyleyerek iptalini isteyenler olarak ikiye bölündü. Bu kararı destekleyenlere göre, 1937’ye kadar özellikle Azerbaycan Halk Cumhuriyeti (1918-1920) döneminde çıkarılmış yasalarla “Türk Dili” adlandırılan dilin yeniden aynı adla adlandırılması tarihi adaletin tecellisi ve bilimsel gerçekliğin yerini bulmasıdır. Bundan başka yasayı destekleyenler bir başka hususu da dile getiriyorlardı: Güneydeki soydaşlarımız dillerinin adını “Türk Dili” olarak adlandırıyorlar. Bunun için de aynı milletin bir bölümünün dilin adının “Azerbaycan Dili”, bir bölümünde de “Türk Dili” olarak adlandırması doğru değildir (Azadlıq Gazetesi, 1993). Buna karşı çıkanlar ilmî, siyasi ve kültürel açıdan dilin “Türk Dili” olarak adlandırılmasını yanlış buluyor ve özellikle bu kararın milli azınlıkları rahatsız edeceğini ve Ermenilerle savaşın devam ettiği bir ortamda ilave sorunlar yaratacağını söylüyorlardı (Efendizade, 1993). Yasaya karşı çıkanların bir bölümü de sırf muhafazakârlık hisleriyle bunu yapmaktaydı. Nitekim dilin adının “Türk Dili” olarak adlandırılmasıyla Azerbaycan’ın özgünlüğünü kaybedeceği düşünülüyordu. “Benim dilim, benim varlığımdır,” şeklinde basında yer alan makale başlıkları bu düşüncenin ürünüdür ve böylece bu şekilde olayın psikolojik boyutu da göz ardı edilmemelidir. Bir grup da “bizi Türkiye’nin kolonisi haline getirmek istiyorlar” gerekçesiyle karara itirazlarını dile getiriyorlardı. Karşı taraf ise bu gibi iddiaların gülünç olduğunu ve dilin adının değiştirilmesinin hiç de dilin özünün değiştirilmesi anlamına gelmediğini ileri sürmekteydi. Ayrıca Azerbaycan Halk Cumhuriyeti dönemine atıfta bulunarak o dönemde de dilin adının “Türk Dili” olarak adlandırıldığını hatırlatıyorlardı (Rüstemhanlı, 1995, s. 87).
Haziran 1993’te meydana gelen gelişmeler sonucu Azerbaycan’da yönetim değişikliğinin ardından milletler politikası konusunda daha pragmatik bir politika izlenmeye başlandı (Ersanlı, 1996, s. 11). 1993-1995 yılları arasında resmî düzeyde yalnız “Azerbaycan Dili” ifadesi kullanılıyordu (Balayev, 2002, s. 70). Fakat okullarda yine “Türk Dili” kitabı okutuluyordu. Bu durum daha fazla karışıklığa sebep oluyordu. Öte yandan bu uygulamalar üzerine devlet dilinin “Türk Dili” olarak adlandırmasını isteyenler de seslerini yükseltmeye başladılar. Nitekim bir grup işçi konuyla ilgili gazeteye şöyle bir yazı göndermişti: “Lezgilerin, Talışların ve ülkede yaşayan diğer azınlık grupların dillerinin kendi adıyla adlandırılmalarına karşılık, çoğunlukta olan Türklerin dilini “Azerbaycan Dili” olarak adlandırılması anlaşılır gibi değil. Onları birleştirmek uğruna biz kendi dilimizin adını mı değiştirmeliyiz? (Azadlıq Gazetesi, 1999)
“Azerbaycan Dili” ifadesini destekleyenlerin görüşlerini şöyle özetlemek mümkündür (Azerbaycan Gazetesi, 1995):
Azerbaycan dilinin Türk dil ailesine dâhil olduğunu kabullenmekle beraber 1937’den bu yana “Azerbaycan Dili” ifadesi şekillenmiş, halkın bilinçaltına yerleşmiş ve bir bakıma bölge halkıyla bütünleşmiştir. Bunun için de bunun aniden değiştirilmesi psikolojik bakımdan halkı olumsuz yönde etkilemektedir.
“Azerbaycan Dili”nin Türkiye’de konuşulan dilden farklı olduğunu ileri sürerek “Türk Dili” ifadesine karşı çıkanlar. Bu görüşü savunanlar Azerbaycan Türklerinin Türkiye Türkleri ile yakın olduklarını belirtmekle beraber kendilerine ait örflerinin ve tarihlerinin olduğunu belirtiyorlardı.
“Türk Dili” ifadesinin kullanılmasıyla Azerbaycan’ın kendine özgü Azerbaycanlı kimliğini yitireceği endişesini taşıyanlar. Bu görüşü savunanlardan Afet Gurbanova’nın görüşleri ilgi çekicidir: “Şayet dilimiz Türk dili, milletimiz Türk olursa o zaman bizim neyimiz kalır?”
Azerbaycan’da yaşayan diğer etnik grupların tepkisini çekmemek ve ülke içinde ayrılıkçılığa yol açmamak için “Azerbaycan Dili” ifadesini doğru bulanlar. Bu görüşün taraftarlarına göre 1992’den sonra etnik gruplar konusunda yaşanan sorunlardan ders alınması gerekmekteydi.
“Azerbaycan Dili”nin bir tek kendilerinin Türk olarak görenlerin değil, Azerbaycan’da yaşayan diğer halkların da dili olduğunu ileri sürenler.
Dilin adının “Türk Dili” kalmasını teklif edenlerin dayanak noktaları şöyleydi:
“Türk dili” ifadesi bilimsel, tarihi, etnik açıdan en doğru ifadedir.
Ayrıca bu kavram 1936’ya kadar mevcut olmuştur ve onun mutlaka kullanılması gerekir.
Üçüncü bir görüş de dilin adının 1. “Azerbaycan Türkçesi”, 2. “Azerbaycan Türk Dili”, veya “Azerbaycan (Türk) Dili”, şeklinde yazılmasının teklif edilmesidir. Bu öneriler daha ziyade birleştirici karakter arz ediyordu. Zira, bu teklifi ileri sürenler dilin adında mutlaka Türk dili ifadesinin olması gerektiğini savunuyorlar ve aynı zamanda uzun zamandan beri dilin adında yer alan “Azerbaycan” ifadesinin de bulunması gerektiğini düşünüyorlardı. Ayrıca bu bölgenin şivesini diğer Türk şivelerinden ayırmak için de “Azerbaycan” ifadesini doğru buluyorlardı. Bu öneriyi savunanların Bahtiyar Vahabzade, Elçin, Anar gibi daha ziyade şair ve yazarlar olması da dikkat çekiciydi.
17 Kasım 1995’te referandum yoluyla kabul edilen Azerbaycan Anayasası’nın dille ilgili 21. maddesini dilin adı “Azerbaycan Dili” olarak değiştirmiştir (Qasımova, 2019, s. 46). Böylece Azerbaycan devleti, ana dilinden istifade etme gibi hakları anayasasıyla teminat altına alarak, farklı etnik gruplara dair kültürel hakları tanıyacağını vaat ediyor, fakat anayasasında etnik kimlik vurgusunda bulunmayarak bütün vatandaşların “Azerbaycan halkı” olarak adlandırılmasını öngörüyordu (Süleymanlı, 2006, s. 306).
Bu kararın ardından hukuki tercihin de bu yönde olması sebebiyle özellikle resmî düzlemde milletin ismiyle ilgili kullanılan en yaygın tabir “Azerbaycanlı” tabiri oldu (Özlü, 2015). Böylelikle öncelikle coğrafi bir isim olarak ortaya çıkan fakat 20. yüzyılın başlarından itibaren Sovyet yönetimi tarafından uygulanan teritoryal kimlik inşasıyla siyasi ve etnik bir nitelik kazanarak bir halkın ismine çevrilen “Azerbaycanlı” kelimesi, bağımsızlık döneminde ülkede yaşayan Türkler dışında diğer etnik gruplar için de bir üst kimlik tanımlaması olarak işlevsel kılınmaya çalışılmıştır (Ayhan, 2019, s. 7). Konunun araştırmacılarına göre dengeleme ve pragmatizmi bir arada tutan Azerbaycancılık, ülke içinde özellikle etnik bölücülük hareketlerini önleyerek istikrarın gelişimine büyük katkıda bulunurken, ülke dışında geniş politik açılımlarla Azerbaycan’a yönelik farklı baskıları önemli ölçüde etkisiz hale getirmiştir (Rustamov, 2008, s. 312).
Bu yasal düzenlemeye rağmen bugüne kadar dilin ve milletin adı konusu televizyonlarda yapılan açık oturumlarda, gazete makalelerinde, düzenlenen çeşitli bilimsel toplantılarda polemik konusu olmaya devam etmektedir (Elekberov, 2013, ss. 68-71). Daha hala bu makalenin yazarı dâhil çeşitli meslek dallarına dâhil bir grup insan konuşma ve yazılarında dilin adıyla ilgili “Türk Dili”, “Azerbaycan Türkçesi”, milletin adıyla ilgiliyse “Türk” ve “Azerbaycan Türkleri” gibi ifadeleri kullanmayı yeğlemektedirler. Ayrıca resmî söylemlerde üst düzey yetkiler tarafından Türkiye, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan gibi Türk kökenli ülkelerin temsilcileriyle görüşmelerde, Azerbaycan’ın da üye olduğu Türk Devletler Teşkilatı gibi uluslararası kurumların toplantılarında “Türklük” vurgusu yapılmaktadır. Ayrıca Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet İstatistik Kurumu’nun 2009 yılında ülkede yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre sunduğu bilgilerde Azerbaycanlıların genel nüfus oranının yüzde 91,6 olarak gösterilerek, buna karşılık Türklerin daha ziyade Ahıska Türklerini göz önünde bulundurarak oranının yüzde 0,4 ve ayrı bir millet olarak gösterilmesi Sovyet döneminde yapılan nüfus sayımlarını anımsattığı için “Türksüzleştirme” olarak değerlendirilmiş ve tepkilere neden olmuştur (Elekberov, 2012). Yine zaman zaman Türkiye basınına da yansıyan Azerbaycan uyruklu entelektüellerin, sanatçıların Türkiye’de yaygın olan “Azeri” kavramına İran asıllı halkı ve dili çağrıştırması nedeniyle tepki göstererek “Biz Azeri değiliz, biz Türk’üz, Azerbaycan Türküyüz” (Erenalp, 2017) tarzında serzenişleri, Azerbaycan’da Türklük bilincinin yüksek olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
Milli Kimlik ve Alfabe Değişikliği Konusunda İzlenen Politikalar
1988’de başlayan Azerbaycan Halk Harekatı sırasında ortaya atılan önemli meselelerden biri de Kiril alfabesinin değiştirilmesiyle ilgiliydi. Ayrıntılı olarak bu konu 18 Mayıs 1988 protestolarından sonra, Azerbaycan Filarmonisi’nde yapılan bir aydınlar toplantısında şair Nebi Hazri tarafından gündeme getirildi. Daha sonra Ekim-Kasım 1988 yılı gösterilerinde Türkleri Ruslaştırmak için Latin alfabesine geçildiği vurgulanarak, Kiril’den önce kullanılan Latin alfabesine geçmek talebi ortaya atıldı (Memmedov, 1989, ss. 167-174).
1990 yılında Bakü Üniversitesi öğretim üyelerinden Ferudin Ağasıoğlu alfabe ile ilgili bir yazı yayınladı. Latin alfabesine geçişin önemini savunan müellif, 1920-1930’lu yıllarda kullanılan alfabenin önemini vurgulayarak, Latin alfabesine geçişin yalnız Azerbaycan Türkleri için değil, bütün SSCB’deki Türkler için gerekli olduğunu ileri sürerek, Latin alfabesine dayanan genel bir alfabenin gerekli olduğunu yazıyordu. Bu yazıda yeni Latin alfabesinin bir projesi de sunulmuştu (Süleymanlı, 2006, s. 296). Feridun Ağasıoğlu’nun Latin alfabesi projesi, Azerbaycan’da ilgiyle karşılandı ve çok ses getirdi. Fakat bazı aydınlar, başta yazar olmak üzere Feridun Ağasıoğlu’nun projesini değil, Türkiye Türkçesi için kullanılan Latin alfabesinin değiştirilmeden kabulünü istiyorlardı (Azerbaycan Gazetesi, 1990).
Bunun için bir “Alfabe Komisyonu” kuruldu. Bu komisyon çalışmalarını radyo, TV ve basın organları ile halka duyuruyor ve bu konuda Azerbaycan’da herkesin desteği isteniyordu. Bu çağrıya gelen binlerce mektup, telefon ve telgraftan halkın yoğun bir şekilde Latin alfabesine geçilmesini istediği anlaşılmaktadır (Abbaslı, 2001, s. 237). Fakat alfabe konusunda komisyon üyeleri arasında önemli fikir ayrılıkları vardı. Bunların bir kısmı Türkiye Türkleri ile birlik sağlamak için, bu alfabenin değiştirilmeden kabulünü, bir kısmı Azerbaycan Türkçesindeki sesleri aksettirmesi için bazı harflerin ilavesi ile kabulünü, hatta bazıları da 70 yıllık geçmişten kopmamak için Kiril alfabesinin kullanılmasını istiyordu. İslamcılar ve bazı etnik gruplar da Arap alfabesine geçilmesini talep etmekteydi (Abbaslı, 2001, s. 238). Bu sürecin uzun sürmesi toplumda bazı rahatsızlıklara ve karışıklığa yol açıyordu. Nihayet 2001’de Cumhurbaşkanı H. Aliyev tarafından imzalanan bir kanunla 1 Haziran 2001 tarihinden itibaren tüm devlet yazışmalarının, gazete ve kitap yayınlarının kesin olarak Latin alfabesiyle yayınlanması ve bu tarihe kadar bütün hazırlıkların yapılması gerektiği duyuruldu (Azerbaycan Gazetesi, 2001).
Bu kararla birlikte Latin alfabesine aniden geçiş internet gibi araçların kullanımı, gazetelerin satış oranlarının düşmesi gibi ilk zamanlara özgü birtakım sorunların yaşanmasına neden olmuştur. Ancak bu sorunlar kısa zamanda aşılmış, Latin alfabesine geçiş tam olarak gerçekleşmiştir (Erdal, 2002, ss. 63-70).
Azerbaycan’da gerçekleşen bu alfabe değişikliği eski Sovyet mirasından kopuş, çağdaşlaşma söylemleri ve ülkenin uluslararası siyasetteki konumu çerçevesinde önem arz etmektedir. Öte yandan Sovyet sonrası dönemde Latin alfabesine geçiş soydaşlarla yakınlaşma ve bütünleşmenin, özellikle de Türkiye ile yakınlaşmanın bir aracı olarak görülmüştür (Ergun, 2010, s. 154).
Milli Bilincin Güçlenmesinde Dağlık Karabağ Sorununun Yapısal Etkisi
Milli kimlik unsurunun inşasında vatan kavramı önemli bir yer tutar. Milletin üzerinde yaşadığı kendini bağladığı toprak, milli kimliği sahiplenmiş her birey tarafından kutsal kabul edilir. Bu sınırları belirlenmiş vatanda, her birey bir bütünün tamamlayıcısı olarak algılanır. Vatan milletin evi konumundadır. Milleti var eden bütün ortak değerler vatan içinde var olma imkanı bulur ve korunur.
Karabağ bölgesi Azerbaycan Türklerinin tarihi belleğinde doğal güzelliğiyle sanatın ve özellikle de müziğin beşiği olarak nitelenmektedir. Dolayısıyla Karabağ, Azerbaycan Türkleri nezdinde kimliklerinin ayrılmaz bir parçası olarak yer almaktadır. Halkın milli bilincinde böylesine önemli bir yere sahip olan bu bölgenin 1980’lerde işgal edilmiş olması bir taraftan Azerbaycan halkının derin acılar yaşamasına neden olurken milli bilincin pekişmesinde de önemli bir rol üstlenmiştir.
Azerbaycan’ın bağımsızlığa giden yolda Karabağ sorunuyla karşılaşması, Azerbaycan’ın iç ve dış politikasının seyrinde ve milli kimliğin teşekkül sürecinde önemli bir pekiştirici rolünü oynadı. Nitekim, 17 Kasım 1988’de yüz binlerce kişi Bakü’nün merkezi meydanı olan Lenin Meydanı’nda (bugünkü adı Azatlık Meydanı) toplanarak, Ermenilerin Karabağ üzerindeki iddialarından vazgeçmeleri, Ermenistan’dan zorla kovulan Azerbaycan Türklerinin haklarının iadesi talebiyle miting düzenlediler. 5 Aralık 1988’e kadar devam eden bu miting halkın büyük desteği ile bir direniş hareketine dönüştü ve Azerbaycan Halk Hareketi’nin zirvesi oldu. Bu hareketin sonucu olarak kurulmuş küçük dernek ve teşkilatlar daha büyük bir ideoloji etrafında birleşmeye başladılar. O zaman haklı olarak denildi ki biz bu meydana Bakülü, Şekili, Lenkeranlı, Nahçıvanlı gibi geldik, ama buradan bir milletin evlatları gibi ayrıldık (Kerimov, 1996, s. 6).
1994’teki geçici ateşkese kadar devam eden Birinci Karabağ Savaşı’nda 20.000 Azerbaycanlı hayatını kaybetti ve 1.500.000 kişi yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldı. Karabağ işgali sırasında, 1988-1992 yılları arasında, Ermeniler tarafından 1 milyondan fazla Azerbaycanlı kendi topraklarından göçe zorlandı. Karabağ işgali bu nedenle Azerbaycan için yıllarca sürecek önemli bir mülteci ve göç sorununa yol açmıştı. Özellikle 26 Şubat 1992’deki Hocalı Soykırımı’yla birlikte, Karabağ Savaşı Azerbaycanlılara karşı etnik bir temizlik ve Ermenilerce Karabağ’ın “Türksüz”leştirilmesi hedefine dönüştü. Ermeniler Yukarı Karabağ’la birlikte Ağdam, Fuzuli, Laçin, Kubadlı, Cebrail, Zengilan ve Kelbecer gibi Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan yedi stratejik bölgeyi daha işgal etti (Sarıahmetoğlu, 2016, s. 96).
İşgalin devam ettiği zaman diliminden 2020 yılının sonbahar aylarında gerçekleşen İkinci Karabağ Savaşı’na kadar Azerbaycan halkının milli gelenekler ve kutlamalarında Karabağ unutulmadan hep anıldı. Öte yandan her yıl 26 Şubat Hocalı Soykırımı anma etkinlikleri kapsamında dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan Azerbaycanlılar ve Azerbaycan diaspora kurumları tarafından gerçekleştirilen etkinlikler yurtdışında yaşayan Azerbaycanlılar arasında da milli kimliğinin canlı tutulmasını sağladı. Azerbaycan’da bu kolektif bellek; İkinci Karabağ Savaşı’nda savaşan genç yaştaki askerlerin iradesinde ve cesaretinde vatana ve toprağa olan aidiyetlerini ve sadakatlerini yansıtmıştır. Nitekim 2020 İkinci Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan için milli sembol niteliğine sahip olan Şuşa şehri özgürleştirilince, savaşta elde edilen zafer bir başka coşkuyla karşılanmıştır (Ghanbarlou, 2022, s. 14). 44 günlük savaşta Azerbaycan’ın bütün kaynaklarını seferber ederek büyük bir zafer kazanarak Karabağ’ın otuz yıllık işgaline son vermesi ve işgal altındaki toprakların kurtarılması milli bilincin diri tutulmasının, milli birlik ve beraberliğin sağlanmasından doğan vatansever bir sürecin ürünüdür.
Bağımsızlık Döneminin Yeni Milli İdeolojisi: Azerbaycanсılık
SSCB’nin sona ermesi, arkasında büyük bir ideolojik boşluk bırakmıştır. Bu boşluğu doldurabilmek için bağımsızlığın ardından Azerbaycan’da yeni bir ideoloji arayışı içine girilecektir. Her ne kadar “yeni dönemde ideolojiye ihtiyacımız yok” şeklinde görüşler dile getirilse de (Süleymanlı, 2006, s. 315) geçiş dönemi yaşayan Azerbaycan gibi ülkelerde oluşan ideolojik boşluğun milli devletçiliğe ters görüşlerin doldurmasına izin verilmemesi için milli ideolojinin şart olduğu çoğunluk tarafından kabul edilmiştir. Ayrıca bu ideolojinin Azerbaycan’da yaşayan tüm halkları birleştirici bir karaktere sahip olması gerektiği vurgulanmıştır (Azerbaycan Gazetesi, 1995). Bu ideoloji arayışları içerisinde tüm bu özellikleri ihtiva eden Azerbaycancılık kavramı bir ideoloji biçimi olarak gündeme gelmiş bulunmaktaydı. Bu kavram ilk defa olarak Azerbaycan Halk Cumhuriyeti ile ortaya çıkmıştır. Zira bu zamandan başlayarak Azerbaycan Türkleri için Azerbaycan anlayışı bir siyasi vatan kategorisi gibi algılanmaya başlamıştı. Bundan yola çıkarak Azerbaycancılık diye bir görüş ortaya konulmuştur (Kazenferoglu, 1998, s. 425). Bu kavramın daha iyi anlaşılması için konuyla ilgili yapılan tanımlara gözden geçirilmesi gerekir.
Bu konuda çalışma yapan dilbilimci Nizamettin Şemsizade’ye göre Azerbaycancılık tüm Azerbaycan halkının ideolojisidir. Vatancılık, Türkçülük ve İslamcılık onun içeriğini teşkil etmektedir. Vatancılık, tüm milliyet ve etnik grupların demokratik birliğinin, Türkçülük devlet politikasının, İslamcılık ise iman ve ahlakımızın temeli, Doğuculuğun bağlantısı ve sembolüdür (Şemsizade, 1994, s. 2). Bu tanımdan da görüldüğü gibi bu kavramın içinde vatan duygusu anlayışı öne çıkmaktadır. Burada parantez açarak Azerbaycan Türklerinin bu duygusuyla ilgili birkaç hususun altını çizmek faydalı olur. Duygusal tezahürlerin şiir, nesr, destanla ifadeleri hep vatan toprağının güzelliği, büyüklüğü vatan hasreti gibi konulara hasredilmiştir. Milli marş örneğinde de gördüğümüz gibi “Azerbaycan, ey kahraman evladın şanlı vatanı veya ünlü şair Samed Vurgun’un bir şiirindeki gibi, “El bilir ki sen benimsen, Yurdum Yuvam Meskenimsen Azerbaycan” formülü düşüncesi işgal etmiş durumdadır. Fazil Kazenferoğlu’na göre Azerbaycan Türkü’nün çöküşünü hazırlayan nedenlerin başında bu vatan duygusunun milliyet duygusunu arka plana itmesi gelmektedir:
Bizim bugünkü vatan sevgimiz milliyet sevgisinin boşluğunu doldurmaktadır. Elbette yaşadığımız toprağı sevmeliyiz, ancak bu sevgiye dayanarak bu toprağın değerini anlamak ve korunmak mümkün değildir. Nitekim 20. yüzyılın sonlarında milliyet sevgisi bizden ileri olan bir avuç Ermeni karşısında yenilgi perişanlığını yaşadık. İşte bu yüzden vatana değer veren onun üzerinde yaşayan milliyettir. Bu milliyet duygusunun dayandığı nokta ecdat ve istikbal idealidir...! Kısacası, milliyet sevgisi her şeyin üzerine çıkarılmalı, Türk ecdadımızla gurur duymalı, ilk önce bugünkü Azerbaycan Türkü kimliği ile Allah’ın lütfettiği imanı benimseyerek siyasi bir güç haline gelmeliyiz (Kazenferoglu, 1998, s. 341).
Azerbaycancılığa dair bir diğer yaklaşım onun bir devlet ideolojisi olarak değerlendirilmesidir. Bu anlamda Azerbaycancılık, milli şuurla milli devletçilik şuurunun birleştirilmesi, üniter, laik ve demokratik devlet yapısına sahip Azerbaycan’ın güçlenmesine hizmet eden bir ideoloji olarak algılanmaktadır (Halilov, 2002, s. 10). Başka bir ifade ile Azerbaycan Türk milliyetçiliği kendini coğrafi bir tanımlamayla “Azerbaycancılık” şekilde somutlaştırmıştır. Ayrıca yine bu bağlamda Azerbaycancılık sosyalist ekonomiden liberal ekonomik düzene geçiş sürecini yaşayan, sivil toplum yapısını şekillendirmeye çalışan ve aynı zamanda Ermenistan’la savaş durumunda olan Azerbaycan için “daha doğru bir yol” gibi değerlendirilmektedir (Halilov, 2002, s. 13).
Azerbaycancılık ideolojisiyle ilgili olarak tartışma konusu Azerbaycancılığın Tükçülükle ilişkisidir. Bu konuyla ilgili olarak bir uluslararası bir konferansın düzenlenmesi konun önemini göstermektedir. Burada yine görüşler iki gruba ayrılmıştır. Birinci görüş olarak değerlendirebileceğimiz Türkçü görüşün temsilcileri Azerbaycancılığı Türkçülüğün bir parçası olarak görüyor ve bu iki kavramın birbirine karıştırılmaması gerektiğini söylüyorlardı. Onlara göre, Azerbaycancılığın Türkçülüğe karşı ileri sürülmesi, coğrafya ile milletin ve onların değerlerinin karıştırılması, ideolojik eksiklik ve ayrımcılık siyasetinden başka bir şey değildi (Nerimanoğlu, 2002, s. 158).
Sabir Rüstemhanlı, Azerbaycancılık ve Türkçülüğün ilişkisini şairane bir üslupla şöyle açıklamaktadır:
Bu iki katmanlı ülkünün toprağa yakın olan birinci katı Türk Birliğine esaslanan Turancılıktır. Siyasilerimiz hayal dünyasına kanat açtıklarında Turancı oluyorlarsa, yere inerek toprağa ayaklarını bastıkları zaman Azerbaycancılık gerçekliğinden tutunuyorlar (Rüstemhanlı, 1995, s.152).
Yazar, bunlardan hangisi daha önemli sorusunu şöyle cevaplandırmaktadır:
İslamcılığı, Turancılığı manevi terbiye edici bir kategori gibi kabul etsek de Azerbaycancılığı amel gibi, bugünün işi gibi kabullenmeliyiz. Türkçülüğü biz yalnız bağımsız, güçlü Türk devletlerinin manevi birliği olarak gördüğümüzde, bunun ilkin merhalesinde herkesin kendi devletini güçlendirmesi vaciptir (önemlidir) (Rüstemhanlı, 1995, s. 153).
Öte yandan Türkçüler arasında Azerbaycancılığı Türkçülüğün önünü kesmek için ortaya atılmış yapay bir ideoloji olarak görenler de bulunmaktadır (Kazenferoglu, 1998). Bir grup da Azerbaycancılığın “Birleşik Azerbaycan” ülküsü için önemine değinmektedir (Nerimanoğlu, 2002).
Azerbaycancılığı diğer tüm kavramlardan bağımsız ve bölgeye bağlılık olarak değerlendirenler de vardır. Bu görüşe göre “milli Azerbaycancılık şuurunun şekillenmesinin en mühim ve başlıca özelliği her Azerbaycanlı’nın Azerbaycanlı olduğunu, Azerbaycan halkına mensubiyetini, doğduğu, büyüdüğü, meslek edindiği toprağın evladı olduğunu, yaşamı boyu bu toprağa borçlu olduğunu bütün içtenliğiyle idrak etmesi, vatanseverliği, Azerbaycan’ı her şeyden üstün görmesidir. Nerede yaşadığı, hangi gayeye ve görüşe hizmet ettiğine bakmaksızın Azerbaycan halkının çıkarlarını kendi şahsi çıkarlarından üstün tutmasıdır” (Rahimov, 2000).
Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, 1993 yıllarının sonunda yaptığı konuşmalarda ilk defa Azerbaycancılık fikrini dile getirmiş, Azerbaycan’da yaşayan çeşitli ve farklı gruplardaki insanların Azerbaycan’da yüzyıllar boyunca aynı çatı altında yaşadığını, halen yaşamakta olduğunu ve yaşayacağını dile getirerek birleştirici ve bütünleştirici bir kimliğe atıfta bulunmuştur (Günaydın, 2019, s. 70). 2000’li yılların ortalarına doğru ise Azerbaycancılık ideolojisi, daha fazla benimsenmeye başlanmıştır (Tokluoğlu, 2012).
Azerbaycan’da Tarihin Kimlik Oluşturmadaki Rolü
Toplumların kültürel belleğinin oluşmasında tarihin önemli bir yeri vardır. Yaşanan ortak tarih toplumların biz bilincini besleyen faktörlerin başında gelirken, kültürel belleği oluşturan en önemli unsur olmanın yanında, bellekteki diğer kültür unsurlarını beslemesi açısından da büyük bir öneme sahiptir Ayrıca devletler kimlik inşa aracı olarak tarihten faydalanmaktadır. Bunun nedeni olarak milli bilinci ve kimliğin oluşturulmasında en önemli araç işlevi görmesidir (Akıncı ve Yavuzyılmaz, 2018, s. 21).
Sovyetler Birliği döneminde özellikle Türk soylu halklara uygulanan teritoryal temelde etnikleştirme ve yerelleştirme politikaları sonucunda toprak temelinde ortaya çıkan yeni kimlikler Türk etnisitesine dayalı ulusal şuurun önemli ölçüde erozyona uğramasına yol açmıştır. Sovyetik temelde kurgulanan teritoryal kimliğin toplumsal kabulü için coğrafyaya dayalı tarih anlatısı çerçevesinde toplumun geçmişi zamansal bağlamından kopartılıp mekansal olarak sınırlandırılarak tarihsel gerçeklikten uzaklaşılmıştır (Hacısalihoğlu, 2022, s. 760).
Bağımsızlıkla beraber ise her cumhuriyet gibi Azerbaycan’da da milli, tarihsel ve kültürel kimliğin oluşturulması için tarih bilincinin canlandırılması ve tarih kitaplarının bu anlayışla yeniden yazılması için birtakım girişimlerde bulunuldu. Bağımsızlığın ardından Azerbaycan tarihi yeniden yazılırken üç konu özellikle öne çıkmıştır:
Azerbaycan’ın milli kimliği ve bu kimlik içinde Türk unsurunun yeri,
XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde Azerbaycan’ın Rusya hâkimiyeti altına girmesi,
Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Tarihi (1918-1920) (Süleymanov, 2003, s. 287).
Özellikle Sovyet rejimi döneminde yapılmış tarih araştırmaları içinde etnik tarihle ilgili tezler de hazırlanmıştır. Etnogenez anlayışının etkisi altında Azerbaycan’ın etnik tarihine yaklaşım hep genel hatlarıyla Azerbaycan’ın kuzey ve güney kısımlarında yapılan arkeolojik kazıların sonuçlarına dayanan yorumlar esas alınarak yürütülmüştür. Bu araştırmaların sonucu olarak Azerbaycan Sovyet tarihçilerinden büyük bir kısmı, “Azerbaycan halkının teşekkülü” başlığı altında Azerbaycan halkının bu coğrafyada Midiya, Manna, Atropatena, Albaniya ve dili olan bir halk olduğu görüşüne ağırlık vermişlerdir. Bu görüşe göre, Türklerin Altay’dan, Orta Asya’dan özellikle de 11. yüzyıldan başlayarak toplu halde buraya gelmeleri ile[2] “Azerbaycanlı” veya “Türk dilli Azerbaycanlı” halkının oluşumu süreci tamamlanmıştır (Guliyev, 1975, s. 40).
Azerbaycan devlet kuruculuğu anlayışı, Azerbaycan halkının dünyanın en eski devletçilik geleneğine sahip milletlerinden biri olduğu iddiasına dayanmaktadır. Azerbaycan’da ilk insan izine rastlanan Azık Mağarası da bu çerçevede değerlendirilerek, Azerbaycan halkının 5000 yıllık (Memmedov, 2007, s. 3; akt. Hacısalihoğlu, 2012, s. 263) bir devletçilik geleneğine sahip olduğu tezi ispat edilmeye çalışılmaktadır. Bu tarihten itibaren Azerbaycan topraklarında kurulmuş olan Arata, Quti, Lullubi, Manna, Atropatena, Kimmer-İskit-Saka, Massaget, Alban, Saci, Şirvanşah, Salari, Revvadi, Şeddadi, Selçuklu, İldeniz, İlhani-Hülagu, Çobani, Teymuri, Osmanlı, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi, Afşar, Kaçar ve Atabeylikler gibi devletler Azerbaycan devlet kuruculuğu ananesinin bir numunesi olarak görülmüştür (Hacısalihoğlu, 2012, s. 264).
Glasnost döneminin ilk yıllarından itibaren etnik oluşumla ilgili Sovyet tarih tezi eleştirilmeye başlandı. Bu eleştiriler daha sonraki dönemlerde de devam etti. Sovyet tarihçilerinin etnogenez perdesi altında, Azerbaycan tarihini biri diğerinin arazisini işgal eden düşman etnik grupların tarihi gibi kaleme almaya çalıştıkları hususunun altı çiziliyordu. Ayrıca bölgenin en eski ve nüfus bakımından en büyük etnisitesi olan Türklerin Sovyet tarihçileri tarafından “işgalci” olarak değerlendirilmesinin yanı sıra, nüfus bakımından küçük etnik grupların esas ve yerli milletler olarak tanıtılmasının, Kremlin’in “işgalci” politikasının bir yöntemi olduğu vurgulanıyordu (Halilov, 1992). Tarihçi Halilov’a göre bu yöntem çok eski dönemlerden itibaren işgalciler tarafından kullanılmaktaydı. Zira, işgalciler ele geçirdikleri ülkelerin milletlerini kontrolleri altında tutabilmek için, kendilerini bu ülkelerdeki küçük etnik grupların savunucuları olarak göstermeye çalışırlardı (Halilov, 1992).
Azerbaycan tarihi yeniden yazılırken en çok üzerinde durulan husus, 19. yüzyılın başlarında Azerbaycan’ın Rusya’ya “gönüllü” katıldığı yolundaki Sovyet iddiasının yarattığı etkinin silinmesi oldu. Yeni tarih kitaplarında Sovyetlerin “gönüllü birleşme” tezinin tamamen gerçek dışı olduğu ortaya konulan tarihi belgelerle ispat edilmiş, bu dönemde müelliflerin neşredilen tarih kitaplarında da “Azerbaycan’ın Rusya tarafından işgali” olarak değerlendirilmesi hususunda fikir birliğine varıldı. Özellikle tarihi olaylar hakkında ortaya konulan görüşlerde Sovyet kaynaklarının aksine “Azerbaycan hanlıklarının askerlerinin Rus birliklerine karşı kahramanca direndikleri” belirtiliyordu (Süleymanlı, 2006, s. 286).
Tarihin yeniden yazılması sırasında bazı eğitim ve bilim kurumları arasında tarihi yorumlama konusunda fikir ayrılıklarının ortaya çıktığı da görülmektedir. Konuyu değerlendiren uzmanlar “konseptler arasındaki zıtlıklar ve tartışmalar uzlaşmaya yanaşmayan birtakım gruplaşmaları meydana çıkardığını; tarihçiler arasındaki bu dağınık görüntünün ise Azerbaycan tarihinin düzgün bir şekilde ortaya konulmasına engellediği” ileri sürmektedirler. Ayrıca bağımsızlık sonrası “Azerbaycan tarihçiliğinde içerik açısından ulusalcı bir anlayış hâkim olmaya başlasa da nazariye açısından materyalist tarih anlayışının etkisinden pek de uzaklaşılamamıştır,” şeklinde eleştirilerde bulunmaktadırlar (Hacısalihoğlu, 2012, s. 329). Bunun en önemli sebebi gibi tarihçilerin, 70 yıllık Sovyet yönetiminin ilkelerinden ve tarih anlayışlarından birkaç yıl içinde tamamen arınmış olmalarının mümkün olamayacağı hususu dile getirilmekte (Ersanlı, 1994, s. 174).
Aras’ın Ötesinin Azerbaycan Milli Kimliği Üzerine Etkisi
19. yüzyıl başlarında Rusların Kafkasya ve Azerbaycan’a inmeleri ve ardından daha güneye yayılmaları ve nihayet 1828 yılında İran ve Rusya arasında Azerbaycan’ın parçalanması gibi tarihte yer alan önemli olaylar, Kuzey ve Güney Azerbaycan kavramlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarında milli şuurun, millet ve vatan anlayışının daha da belirgin bir hal alması ile Kuzey Azerbaycan’da, İran’a ve dolayısıyla Güney Azerbaycan’a duyulan ilgi de artmıştı. Bu dönemde başta Molla Nasreddin dergisi olmak üzere birçok yayın organında çıkan şiir ve makalelerin dışında İran’da olup bitenler ve orada yaşayan Azerbaycan Türkleri’nin durumu da değerlendirilmekteydi (Süleymanlı, 2006, s. 236).
1920’de Azerbaycan’ın Sovyetleştirilmesinden sonra İran’a bakış da farklılaşmıştı. Zira, Sovyetler başlattıkları ihtilali bütün Şark’a, bu arada İran’a da yayma düşüncesi ile ikiye ayrılmış Azerbaycan’ın birleştirilmesini bir araç olarak kullanmak istemekteydiler. Bu propaganda için “Azerbaycan Milliyetçiliği” hazırlanmış bir alt yapı olarak kabul edilmişti. Güney Azerbaycan’ın milli hislerle komünizme yaklaşması, İran’ın tamamını ele geçirmek için iyi bir propaganda vasıtası olarak görülüyordu. Bu amaçla Kuzey Azerbaycan’da özellikle 1940’lı yıllardan itibaren Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın birliği, bütünlüğü, ikiye bölünmüş tek bir vatan olduğu, her iki tarafta yaşayan insanların soy, dil, din, kültür bakımından bir bütün oluşturdukları hususunda makaleler yayımlanıyor, şiirler yazılıyordu. Amaç İran Türklerinin milli kimliklerini açığa çıkarmak, onların milli şuurunu uyandırmaktı. II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet ordusu İran’a girdi ve 1946’ya kadar Güney Azerbaycan’ı kontrol altında tuttu. Sovyet yönetimi Kuzey Azerbaycan’dan olan bazı şair ve yazarları propaganda amacıyla Kızıl Ordu saflarında Güney Azerbaycan’a göndermişti. Bu şair ve yazarlar Tebriz’de Vatan Yolunda adlı bir gazete yayımlamaya başlamış ve bu gazetenin yanında Şairler Meclisi adı verilen bir dernek kurmuşlardı. Bu derneğin çatısı altında propaganda amaçlı edebiyat ve sanat faaliyetleri yürütülüyordu (Akpınar, 1994, s. 81). Bu sırada Tebriz’de kültürel hayatta, belli ideolojik görüşler içinde de olsa kültürel hayatta bir canlanma görüldü. İkiye bölünmüş Azerbaycan’ın temsilcileri arasındaki bu doğrudan doğruya temas her iki tarafta milli şuurun uyanmasına büyük ölçüde katkıda bulunuyordu. Nitekim Sovyet ideolojisine uygun olarak “halkların kardeşliği ve sosyalist beynelmilelciliği” kavramlarını kendi eserlerinde ifade etmek zorunda bırakılan Kuzey Azerbaycan aydınları bu “Güney konusu”na sığınıp milli duygularını dile getirmeye başlamışlardı. Tabii burada esas olan, daha doğrusu Sovyet yönetimi tarafından esas alınması istenen “Komünist” anlayıştı. Ama uygulamada milliyetçilik esas öğe, komünizm onun kılıfı oldu (Süleymanlı, 2006, s. 237).
Şiirlerin ana temasını teşkil eden bir diğer konu dille ilgilidir. Zira, dil birliği iki taraf arasındaki en büyük bağlardan biridir. İran’da 1924 yılından itibaren Türkçe yasaklanmış, asırlarca yazı dili olan Türkçe yazısız, edebiyatsız bırakılmak istenmiştir. Buna rağmen halk dilini değiştirmediği gibi gizli gizli kitaplar neşretmeye muvaffak olmuştur. Fakat yine de halkın büyük çoğunluğu mektep-medreseden mahrum oldukları için cehalete itilmişlerdir. Bütün bu meseleler Bahtiyar Vahabzade, Süleyman Rüstem, Sabir Rüstemhanlı gibi Kuzey Azerbaycan şairlerinin yazdıkları şiirlerinde dile getirilmiştir (Memmedov, 2010, s.158). Şiirlerde esasen dilin adı ve milletin adı olarak kullanılan “Azerbaycan” sözünün yanında “Türk” kelimesinin kullanıldığı da görülmektedir. Özellikle, İranlıların, Azerbaycan Türklerinin aslen Fars kabilelerinden olduğu, sonradan Moğollar (İlhanlar) devrinde Türkleştikleri ve ana dillerini bırakıp Türkçe konuşmaya başladıkları iddiasına cevap verirken milletin Türk olduğu dile getirilmeye çalışılır (Süleymanlı, 2006, s. 239).
“Güney konusu” sadece edebiyatta görülen bir tema değildir aynı zamanda politik ve ilmî tarafları da vardır. 1947’den itibaren Azerbaycan’da birçok yerde, çeşitli vesilelerle Güney’deki soydaşlar hakkında anma toplantıları ve geceler düzenlendi, radyo ve televizyon programları yapılmaktaydı. Azerbaycan ilimler Akademisi’nde de Güney Azerbaycan’ı araştıracak bir enstitü kuruldu. Günümüze kadar faaliyetini devam ettiren bu enstitü tarafından çok sayıda eser yayınlandı. Tarih yeni değerler doğrultusunda yorumlanmaya başlandı. Şah İsmail Hatai (1486-1524), Settar Han, Muhammed Hiyabani (1879-1921) ve bunların yönettiği hareketler, milli şuur açısından değerlendirilmeye başlandı (Süleymanlı, 2006, s. 239).
Bütün bunlar Kuzey Azerbaycan’da Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın birleşmesini öngören “Azerbaycancılık” ideolojisinin ve bu ideolojinin etkisi altında “Azerbaycanlı” kimliğinin yükselmesini sağlıyordu. Ayrıca Azerbaycan aydınlarının Güney’deki soydaşlarının kültürel asimilasyonuna karşı gösterdikleri tepkiye paralel olarak aynı duruşu Kuzey’de de göstermeleri için iyi bir fırsat oluşturacaktı.
Azerbaycan’ın 1991 de bağımsızlığını kazanmasının ardından Batı ve Türkiye yönlü politika izlemesi üzerine İran’ın Azerbaycan’a karşı tutumu daha farklı bir boyut kazandı (Sadık, 2022). Özellikle İran’ın Azerbaycan’la savaş durumunda olan Ermenistan’ı desteklemesi çift yönlü bir politika izlemesi şeklinde değerlendirildi. Uzmanlar bu politikanın iki nedeni olduğunu belirtmektedirler. Bunlardan ilki, Azerbaycan’ın siyasi, askerî ve ekonomik açıdan güçlü bir ülke konumuna gelmesini engellemektir. Çünkü Tahran yönetimi, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’ın işgali sorunu başta olmak üzere mevcut problemlerini çözmesi halinde Bakü’nün, Güney Azerbaycan’a ilgi göstermeye başlayacağından ve “Birleşik Azerbaycan”, hedefine yönelebileceğinden endişe etmektedir (Nassibli, 1999).
Fakat tüm bu endişeler ve alınan baskıcı önlemler yalnızca Aras Nehri’nin ayırdığı aynı halkın temsilcileri arasında birlik ve beraberlik duygularının önüne geçememiştir. Nitekim 2020 yılında meydana gelen İkinci Karabağ Savaşı sırasında İran’ın başkent Tahran ile Türklerin yoğun olduğu Tebriz, Erdebil ve Urumiye kentlerinde Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarına gerçekleştirdiği saldırıyı kınamak ve Azerbaycan’a destek amacıyla yoğun katılımlı gösteriler düzenlenmiştir. Caddelerde bir araya gelen göstericiler, Azerbaycan’a “Karabağ bizimdir, bizim kalacak,” şeklinde destek sloganları atarak Ermenistan bayrağını yakmak suretiyle İranlı yetkilerden Ermenistan için bir tür “nefes borusu” olan Ermenistan ile İran arasındaki sınır kapısının kapatılmasını talep etmişlerdir (Dursun ve Ahıshalı, 2020).
Benzer şekilde Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 11 Kasım 2022 yılında Özbekistan’da gerçekleşen Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ülkelerinin Devlet Başkanları 9’uncu Zirvesi’nde yaptığı konuşmada teşkilat üyesi ülkelerin dışında yaşayan Türk soyluların hak, güvenlik ve milli kimliklerinin korunması, asimile olmamaları gibi konulara artık teşkilat bünyesinde önem verilmesinin zamanının geldiğini söyleyerek “Azerbaycan, yurt dışında yaşayan Azerbaycanlıların hak ve özgürlüklerinin, güvenliklerinin sağlanmasına özel önem vermektedir,” diyerek en yüksek mevkiden İran’daki Azerbaycan Türklerinin sorunlarına dikkat çekmiştir (Rehimov, 2022).
Azerbaycan’da Türk Kimliğinin Yükselişinde Türkiye Faktörü
Azerbaycan’da milli kimliğin teşekkülü bağlamında Türkiye faktörü göz ardı edilmeyecek kadar önemli bir yere sahiptir. Etnik, tarihi, maddi-manevi ve sosyal-siyasal temellere dayanan Azerbaycan-Türkiye ilişkileri çok kadim ve zengin bir kültürel birlik üzerine kurulmuştur. Türkiye ile Azerbaycan halkları arasındaki ortak dil ve tarih bağları, kültür ve medeniyet mirasları, din, töre, gelenek ve görenek benzerlikleri bulunmaktadır.
Azerbaycan ve Anadolu Türkleri yüzyıllar boyu birbirlerinin en zor günlerinde yanında yer almış, coğrafi ve kültürel yakınlıklarından dolayı, Anadolu ile bağları güçlü tutmuşlardır. Önce 1918 yılında Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kurulduğu zaman, Osmanlı Devleti Azerbaycan’a kardeş elini uzatarak, Azerbaycan’ı Rus istilasından korumuştur. Daha sonra ise Osmanlı’nın dış güçlerce parçalanarak, yerini Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktığı bir dönemde Türkiye bir Kurtuluş Savaşı mücadelesi vermiştir. Kurtuluş Savaşı’nda Azerbaycan diğer Türk Cumhuriyetleri gibi yardımını Türkiye’den esirgememiştir (Mikayılov, 2010, s. 140).
Azerbaycan’da birçok tarihi şahsiyet Türkiye’de çeşitli dönemlerde faaliyet göstererek iki ülke arasındaki kardeşlik ilişkisinin kurulmasında önemli katkı sunmuşlardır. Öte yandan Azerbaycan Türkleri de 20. yüzyılın başlarından itibaren Türkiye’de vuku bulan olaylarla yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Gerek Çarlık Rusya’sı hâkimiyeti döneminde gerekse Azerbaycan Halk Cumhuriyeti (1918-1920) döneminde Türkiye Türkleri için kampanyalar düzenleyip ellerinden gelen yardımı yaparak Türkiye’ye ulaştırmaya çalışmışlardır. Türkiye’nin müttefiklerce işgale uğraması sonucu Anadolu Türklerinin maruz kaldıkları zorluklar Azerbaycan halkını da derinden etkilemiştir.
Mustafa Kemal’in politikasında kültürel bağların güçlü tutulması, ülkeler arası dayanışmanın büyük boyutlara ulaşmasında stratejik bir husustur. Her dönemde Azerbaycan ve Türkiye arasındaki kardeşliğin, dostluğun numunelerini görmek mümkündür.
Azerbaycan Türklerinde, kültürel alanda başlayan milli uyanış hareketlerinin 19. yüzyılın başlarında siyasi alanda da kendisini hissettirmesiyle, doğal olarak aynı kültürü paylaştığı Anadolu Türklerine karşı ilgi, yakınlaşma ve kardeşlik duygularının ön plana çıktığı görülmektedir. Özellikle, 1905 sonrası siyasi ve kültürel gelişmeler; Azerbaycan’da da “Türkçülük” akımının güçlenmesine ve böylece Anadolu Türklerine karşı büyük bir ilgi ve sevginin oluşmasına yol açmıştır (Aslan, 2008, s. 89). Bundan sonra Türkiye’de meydana gelen hemen her olay Azerbaycan’da da yankı bulmuştur. Nitekim, Azerbaycan Türkleri Balkan Savaşları döneminde de kayıtsız kalmayarak Anadolu Türklerine maddi manevi yardımda bulunurken, bir kısım Azerbaycan Türkü gönüllü olarak Türk ordusuna katılıp Balkan Savaşları’nda savaşmışlardır. Birinci Dünya Savaşı sırasında bu yardım faaliyetleri daha planlı bir şekilde sürdürülmüştür. Milli Mücadele döneminde de dış yardıma ihtiyaç duyulmuş ve başta Mustafa Kemal olmak üzere Milli Mücadele liderlerinin talepleri doğrultusunda yine çok sıkı bir şekilde Anadolu Türklerine yönelik yardım faaliyetleri gerçekleştirilmiştir (Aslan, 2000, ss. 47-48).
Sovyetler Birliği döneminde, demir perde, Azerbaycan ve Türkiye arasına aşılmaz bir set çekse tarihi bağlarla birbirine bağlanan iki kardeş ülke arasında ilişkiler kültürel alanda devam ettirilmeye çalışılmıştır. Özellikle bu dönemde edebiyatçılar, bilim insanları ve sanatçılar üzerinden kültür diplomasisi kanalları devreye girmiştir (Akbulut, 2021, s. 65). Bütün bu süreçler Sovyet yönetiminin Türk kimliğini yok etme çabalarına rağmen Türklük bilincinin toplumsal bellekte canlı tutulmasına neden olmuştur.
Azerbaycan 1991’de yeniden bağımsızlığını kazandıktan sonra bağımsızlığı tanıyan ilk ülke Türkiye Cumhuriyeti olmuş, 14 Ocak 1992’de Türkiye ile diplomatik ilişkiler kurulmuştur. Bu tarihten itibaren aradan geçen 30 yıllık süre zarfında iki ülke arasında siyasi, ekonomik, askerî ve kültürel ilişkiler “Tek Millet İki Devlet” anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir. 2020 yılında 44 günlük İkinci Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan topraklarının işgalden kurtarılmasından sonra 15 Haziran 2021’de Azerbaycan ile Türkiye arasında imzalanan Şuşa Beyannamesi ile stratejik müttefiklik düzeyine taşınmıştır. Karabağ’ın işgalden kurtarılışında Türkiye’nin maddi ve manevi desteği toplum nezdinde çok büyük coşku ile karşılanmıştır. Ülkenin şehir ve kasabaları Karabağ’ı işgalden kurtaran şehitlerin fotoğrafları ile Türk ve Azerbaycan bayraklarıyla donatılmıştır.
Sovyet sonrası dönemde Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin temelinde ortak siyasi-düşünsel kültür, iki ülkenin kamuoylarının tutumu, liderler arası ilişkiler ve ortak çıkarların iki ülke ilişkilerinin temel çerçevesini oluşturmuştur (Veliev, 2022).
Azerbaycan-Türkiye arasında toplumsal düzeyde büyük bir yakınlık bulunmaktadır. 2021’de Kadir Has Üniversitesi tarafından yapılan “Türkiye eğilimleri 2021” araştırmasında Türk toplumunun yüzde 57,4’ü Azerbaycan’ı müttefik olarak görmektedir. Azerbaycan’ı KKTC, Özbekistan ve Gürcistan takip etmektedir. Dolayısıyla iki ülke ilişkileri devletler veya iktidarlar düzeyinde değil, toplumlar düzeyinde de stratejik müttefiklik özelliğine sahiptir. Bu nedenden dolayı iki ülke ilişkileri “doğal müttefiklik” olarak da tanımlanabilir. İki ülke yönetimlerinin yakınlaşması toplumlar tarafından desteklenmekte ve hatta daha da cesaretlendirilmektedir. Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinin gelişmesine hizmet eden iktidarlar milli iktidar kabul edilmekte, bunun aksi olan politikalar eleştirilmektedir. Her iki ülke yöneticileri yakın ilişkilerin halkları tarafından destekleneceğini bilmektedir. Bu ortak bakış açısı iki ülke arasında evlilikler ve seyahatleri de etkilemiştir. İki ülkenin toplumsal düzeyde yakınlaşmasının sonucunda vizeler kaldırılmış ve taraflar kimlikle seyahat etmeye başlamıştır (Veliev, 2022).
Bugün Azerbaycan’da toplumun önemli bir kesimi Türkiye siyasetiyle kendi ülkesinin iç siyaseti kadar ilgilenmekte, Türk televizyonları en çok izlenen kanallar listesinde ilk sırada bulunmaktadır. Türkiye’yle ilgili herhangi bir konu Azerbaycan sosyal medya mecralarında gündemin ilk sıralarında yer almakta, Türkiye bayrağı ve sembolleri ile “Acınız acımız, sevinciniz sevincimizdir” tarzında paylaşımlar yapılmaktadır. Öte yandan Azerbaycanlı çocukların ve gençlerin çoğunlukla popüler kültür kanalları üzerinden edindikleri bilgilerle Anadolu Türkçesine yüksek seviyede hâkimiyetleri bulunmaktadır. Yine tarafımızdan yapılan anket çalışması sonucunda Azerbaycan’da üniversite öğrencilerinin birçok alanda literatürü Türkçe basılan kitaplardan takip ettikleri görülmüştür (Süleymanlı, 2020). Tüm bu unsurlar Azerbaycan’da Türklük bilincinin canlı tutulduğunun birer göstergesidir.
Sonuç
Azerbaycan 18 Ekim 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan ederek siyasi sınırları içerisinde egemenliğini tayin etmiştir. Bu dönemde Sovyetlerden kopuşu ve toplumsal birlikteliği sağlayabilmek için ülkenin tarihi, sembolleri, kahramanları, yaşadığı önemli olayları tarih yazıcılığı ile birleştirilerek milli kimlik inşa çalışmaları başlatılmıştır. Bu bağlamda Azerbaycan’ın yer aldığı coğrafi ve stratejik konumu, sosyo-kültürel yapısı ve bağımsızlık sürecinin Ermenilerin Dağlık Karabağ’ı işgalleriyle eş zamanlı olarak gelişmesi gibi özellikler belirleyici etkenler olmuştur. Azerbaycan’da tarihî mirasın getirdiği etkilerin yanı sıra toplumsal dinamikleri etkileyen siyasi krizler ve Ermeni saldırganlığı, Azerbaycan sınırları içerisinde yaşayan vatandaşların milli kimliklerini Rus-Sovyet ve Ermeni karşıtlığı temelinde konumlandırmalarına ve milliyetçiliğin güçlenmesine yol açmış, bağımsızlık süreciyle ilgili tutumlarını, dil tercihlerini, kendilerini tanımlama özelliklerini, vatanseverlik duygularını, dış politik yönelimlerini etkilemiştir.
Bu bağlamda, milli kimlik inşası için, milli kimliğin göstericileri olduğunu düşündükleri alfabe ve resmî dilin adı üzerine odaklanmıştır. “Türklük mü?” “Azerbaycanlılık/cılık mı” üzerinde yapılan tartışmalar milli kimliğin teşekkül sürecine damgasını vurmuştur. Resmî düzlemde ülkenin içerisindeki farklı etnik gruplar dikkate alınarak milli kimliğin inşasında bir devlet refleksi olarak Azerbaycancılık hem de bir milli ideoloji olarak benimsenmiş olsa da hem halk nezdinde hem de resmî söylemde Türklük bilinci ve kimliği canlı tutulmaktadır. Bu olgunun meydana gelmesinde Türkiye ile ilişkiler ve İran Devleti sınırları içinde yaşayan Azerbaycan Türkleri faktörü de etkili olmaktadır.
Toplumların tarihsel süreç içerisinde yaşadıkları temel kırılma dönemleri, kimlik konusunda da değişikliklere neden olmaktadır. Bu bağlamda Azerbaycan toplumu da çağdaşı olan diğer modern etnik terkipler gibi kendi mili kimliğini inşa sürecinde bir dizi sosyal parametrelerden etkilenmekte, bünyesinde çok sayıda sosyolojik ve siyasal olguyu barındıran bir kimlik şekillenme süreci gerçekleşmektedir.
Öte yandan küreselleşme süreci, dijitalleşmenin de etkisiyle yeni melez kültürler yaratarak milli kimlikler üzerinde baskı oluşturmaktadır. Azerbaycan gibi bağımsızlıklarını yeni kazanarak ulus devlet ve milli kimlik inşa sürecinin başlangıcında olan toplumlar için bu tehdit daha belirgindir. Önemli olan bu süreçte devletlerin yapacakları düzenlemeler sayesinde ulusal kimliklerini tüm istikametlerden gelen tehditlere karşı korumak ve güçlendirmesini sağlamaktır.
Kaynakça
Abbaslı, N. (2001). Azerbaycan özgürlük mücadelesi, İstanbul: Beyaz Balina Yayınları.
Akbulut, E. T. (2021). Maestro Niyazi Türkiye Azerbaycan arasında bir kültür elçisi, Ankara: Net Kitaplık.
Akıncı, A. ve Yavuzyılmaz, O. (2018). Milli kimlik inşasında resmî tarih yazımının rolü, Journal of Turkish Studies, 13, 15-24.
Akpınar, Y. (1994). Azeri edebiyatı araştırmaları, İstanbul: Dergah Yayınları.
Aslan, B. (2000). I. Dünya Savaşı esnasında Azerbaycan Türkleri’nin Anadolu Türklerine kardaş kömeği (Yardımı) ve Bakü Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.
Aslan, M. (2008). Atatürk’ün Azerbaycan politikası. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trakya.
Aslanova, L. (2020). Geşmişten bugüne Azerbaycan’da yer adları. (Yüksek Lisans Tezi). Karabük Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Karabük.
Ayan, S. F. (2019). Sovyet sonrası Türk dilli alanda ulus inşasının yapıcı unsuru olarak tarih: Azerbaycan ve Kazakistan, (Yüksek Lisans Tezi). T.C. Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilimdalı, Ordu.
Aydın, S. (1998), Kimlik sorunu ulusalcılık Türk kimliği, Ankara: Öteki matbaası.
Azadlıq Gazetesi, 21. 09. 1993.
Azadlıq Gazetesi, 21. 09. 1999.
Azerbaycan diaspora tarihi. (2019). 20 Kasım 2022 tarihinde https://www.azerbaijans.com/content_494_tr.html adresinden erişildi.
Azerbaycan Gazetesi, 07, 08, 09, 10, 11, Kasım 1995.
Azerbaycan Gazetesi, 15. 05. 2001.
Azerbaycan Gazetesi, 23. 12. 1992.
Azerbaycan Gazetesi, 30. 03. 1990
Balayev, H., (2002). Azerbaycan dilinin devlet dili kimi teşekkül tarihinden, Bakı: Elm ve Hayat Neşriyatı.
Ceferov, N. (1996). Bahtiyar Vahabzade, Bakı: Azerbaycan.
Ceylan, T. (2012). Azerbaycan. İçinde İ. Aydıngün. ve Ç. Balım (Haz.). Bağımsızlıklarının yirminci yılında Azerbaycan, Gürcistan ve Ukrayna: Türk Dilli halklar - Türkiye ile ilişkiler (ss. 15-115). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.
Domanıç, N. N. (1997). Milliyetçilikler. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Durgun, Ş. (2014). Demokratikleşme bağlamında milliyetçilik, vatandaşlık ve çok-kültürlülük tartışmaları. İçinde İ. Vurucu (Ed.). Türk Milliyetçiliği: Yeni yaklaşımlar yeni tartışmalar (1. cilt). Denizli Türk Ocakları Yayını, Denizli.
Dursun, A. ve Ahıshalı, M. M. (2020, 1 Ekim). İran’da Azerbaycan’a destek gösterisinde gözaltına alınan 12 aktivistin tutuklandığı iddia edildi. 20 Kasım 2022 tarihinde AA: https://www.aa.com.tr/tr/azerbaycan-cephe-hatti/iranda-azerbaycana-destek-gosterisinde-gozaltina-alinan-12-aktivistin-tutuklandigi-iddia-edildi/1992462 adresinden erişildi.
Edebiyat ve İncesenet Gazetesi, 14. 04. 1989.
Efendizade, E. (24 Ağustos 1993). Konstitusiyamız, yoksa milli meclisin kararını esas tutmalıyık, Azerbaycan Gazetesi.
Elekberov, F. (2013). Milli dil meselesi: Türk dili, yoxsa Azerbaycan dili? Güneyin Səsi Elmi, İctimai, Sosioloji, Edebi Dərgi. 6.
Elekberov, F. (2012, 28 Nisan). Azərbaycanın türksüzləşdirilməsi kimlərin marağındadır? 10 Kasım 2022 tarihinde https://modern.az/articles/23600/1/ adresinden erişildi.
Erdal, Ş. (2002). Türk cumhuriyetlerinde Latin alfabesine geçiş çalışmaları ve sonuçları. Haarleın: Sota Yayınları.
Erdal, Ş. (2002). Türk cumhuriyetlerinde Latin alfabesine geçiş çalışmaları ve sonuçlar. İçinde E.G. Naskali ve E. Şahin (Ed.). Bağımsızlıklarının 10. Yılında Türk Cumhuriyetleri (ss. 63-70). Haarlem: Sota Yayınları.
Erenalp, O. (2017, 27 Haziran). “Azerbaycan Türkü” mü? Azeri” mi? 10 Kasım 2022 tarihinde https://millidusunce.com/azerbaycan-turku-mu-azeri-mi/ adresinden erişildi.
Ergun, A. (2010). Azerbaycanda bir ulusal kimlik meselesi olarak kimlik değişiklikleri, Bilig: Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 54, 139-160.
Ersanlı, B. (1996). Türkçülük Türkiye’de ve Azerbaycan’da (1990’lı yıllar). Avrasya Etüdleri, III(3).
Ersanlı-Behar, B. (1994). Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan’da eğitim ve kültür politikaları. İçinde B. Ersanlı Behar ve G.G. Özdoğan (Ed.). Bağımsızlığın ilk yılları: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan (ss. 143-219). Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Fierman, W. (1991). Language planning and national development: The Uzbek experience. The Hague, Berlin, New York: Mouton Press.
Ghanbarlou, R. M. (2022). İkinci Karabağ Savaşı’nın Azerbaycan Türk milliyetçiliğine etkileri, SDE Akademi Dergisi. 2. s. 12-39.
Giddens, A. (2008). Ulus devlet ve şiddet, (C. Atay, Çev.). İstanbul: Kalkedon Yayınları.
Guliyev, A. (1975). Azerbaycan tarihi (7-8 sınıflar için derslik). Bakı: Maarif Neşriyatı.
Günaydın, M. (2019). Bağımsızlık sonrası Azerbaycan’da kimlik politikaları. Avrasya İncelemeleri Dergisi, VIII(I), 54-9.
Hacısalıhoğlu, F. (2022). Sovyet Sonrası Alanda Tarihyazımının Sınırları: Kazakistan, Özbekistan ve Tacikistan. ODÜSOBİAD, 12(2), 753-776.
Hacısalıoğlu, F. (2012). Azerbaycanda tarihçilik. (Doktora Tezi). T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ernstitüsü Tarih (Genel Türk Tarihi) Anabilim Dalı, Ankara.
Halilov, H. (1992, 7 Ocak). Tarihşunaslık, yoksa tahribatçılık? Azadlık Gazetesi.
Halilov, S. (2002). Haydar Aliyev ve Azerbaycancılık mefküresi. Bakı: Azerbaycan Üniversitesi Neşr.
Kazenferoğlu, F. (1998). Türk kimliği ve Azerbaycan vatanı. Ankara: YİSAV Yay.
Kerimov, A. (Kasım-Aralık 1996). Bir millet gibi formalaşmamızda meydan harekatının büyük önemi vardır. Büyük Gelecek, S. 2, Yıl.1, s. 6.
Kommunist Gazetesi, 25. 08. 1988.
Kösoğlu, N. (1997). Milli kültür ve kimlik. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Memmedov, H. (1989, 8 Kasım). Azerbaycan’da alfabe tartışmalarında ideolojik eğilimler. Dış Türkler Sempoziyumu Bildirileri (s. 167-174). Ankara.
Memmedov, S. (2007). Azerbaycan tarihi (En kadimden 2006-cı yıla kadar). Bakı: Çaşıoğlu.
Memmedov, V. (2010). Bahtiyar Vahapzade yaratıcılığında tarih. Erdem: İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Bahtiyar Vahapzade Özel Sayısı, 57, 157-164.
Mikayılov, E. (2010). Atatürk dönemi Türkiye Azerbaycan ilişkileri (1919-1938) (Doktora Tezi). Selçuk Üniversitesi, Konya.
Milli ideologiya heyatın telebidir. Azerbaycan Gazetesi. 21. 02. 1995.
Mövsümlü, C. (2021). 19.yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Azerbaycanda milli fikiryatın gelişimi, (Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Nassibli, L. N. (1999, 23 Kasım). Azerbaijan-Iran relations: Challenges and prospects (Event Summary), Unpublished Event Report
Nerimanoğlu, K. V. (2002). Azerbaycan Türklerinin istiklâl mücadelesi önderi Ebulfez Elçibey. İçinde Türkler (Cilt 19, s. 157-161). Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.
Özdoğan, G.G. (1994). Sovyetler Birliği›nden Bağımsız Cumhuriyetlere Uluslaşmanın Dinamikleri. İçinde B. Ersanlı Behar ve G.G. Özdoğan (Ed.). Bağımsızlığın ilk yılları: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Özlü, U. S. (2015, 04 Nisan). Azerbaycan’da kimlik ve etnonim: Azerilik, Azerbaycanlılık, Türklük. Uluslararası Politika Akademisi. 15 Kasım 2022 tarihinde http://politikaakademisi.org/2015/04/04/azerbaycanda-kimlik-ve-etnonim-azerilik-azerbaycanlilik-turkluk/ adresinden erişildi.
Qasımova, Z. F. (2019). Bağımsızlık sonrası Azerbaycanda dil meselelerinin tartışmaları (Türk dili, Azerbaycan dili vb.). Homeros, 2(2), 39-54.
Rahımov, K. (2000, 27 Mayıs) Bir daha Azerbaycancılık hakkında, 525-ci qəzet
Rehimov, R. (2022, 11 Kasım). Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev: Soydaşlarımızın ana dillerinde eğitim almaları teşkilatımızın gündeminde olmalı. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/azerbaycan-cumhurbaskani-aliyev-soydaslarimizin-ana-dillerinde-egitim-almalari-teskilatimizin-gundeminde-olmali/2735178
Rustamov, R. (2008). Azerbaycan dış politikasında kimlik, tehdit algılaması ve güvenlik yaklaşımları. (Doktora Tezi). Ankara Üniversitesi, Ankara.
Rüstemhanlı, S. (1995). Bu, senin halkındır. Bakı: Şark-Garp Neşriyatı.
Sadık, R. (2022, 31 Ekim). İran’ın Azerbaycan tutumu: Yakın Komşu’nun uzak dost siyaseti. https://fikirturu.com/jeo-strateji/iranin-azerbaycan-tutumu-yakin-komsunun-uzak-dost-siyaseti/ adresinden erişildi.
Sarıahmetoğlu, N. (2016). Karabağ sorununun çözüm sürecinde Türkiye ve Rusya. Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi, III(2), 93-119.
Smith, A. D. (1994). Milli kimlik. (B. S. Şener, Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Subaşı, T. ve Abbaslı, S. (2018). Sovyetler Birliği’nin Rusçayı Azerbaycan’da hâkim kılma politikaları. VAKANÜVİS- Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, 3(1), 256-271.
Süleymanlı, E. (2006). Azerbaycan Türkleri milletleşme sürecinde. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Süleymanlı, E. (2020, 21 Ağustos). Azerbaycanlı gençler Türkiye Türkçesinde okumayı tercih ediyor. Üsküdar Haber Ajansı, 21.08.2022 tarihinde https://uskudar.edu.tr/tr/icerik/5634/azerbaycanli-gencler-turkiye-turkcesinde-okumayi-tercih-ediyor adresinden erişildi.
Süleymanov, A. (2003). Müstakillik illerinde Azerbaycan’da milli şuur. Azerbaycan Müstakillikden Sonra Uluslararası Konferansı. Bakı.
Şahin, E. ve Başarslan, Z. (2004). Bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin milli marşları. Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, 214, 36-41.
Şemsizade, N. (1994, 14 Ocak), Milli ideologiyamız-Azerbaycancılık. Azerbaycan Gazetesi.
Tosun, İ. (2016). Ermenistan ve Azerbaycan diaspora politikalarının karşılaştırılması. The Journal of Europe-Middle East Social Science Studies, 2(2), 217-251.
Turan, A. (2010). Azərbaycan Respublikasının dövlət rəmzləri, onların mahiyyət və tərbiyəvi əhəmiyyəti. Dövlət və Din, 4, 44-50.
Vahabzade, B. (1988), Gelin açıg danışag. Bakı: Azerbaycan Devlet Neşriyatı.
Veliev, C. (2022, 14 Ocak). Türkiye-Azerbaycan diplomatik ilişkilerinin 30 yılının özeti. Kriter Dergisi, 6(64).
Vurucu, İ. (2015). Arafta bir kimlik: Türklük kimlik, tarih, yurttaşlık. Konya: Kitapmatik.
[1] 1977’de kabul edilen Azerbaycan SSC Anayasası’na göre Cumhuriyetin resmî dili Azerbaycan dilidir.
[2] Bu geliş daha ziyade Sovyet tarih kaynaklarında “baskın” olarak değerlendiriliyor.