Giriş
Sosyal kimliklerin oluşumu sosyal bilimcilerin de tartıştığı gibi, sosyal kimliğin oluşumunun uzun süren karmaşıklığı dolayısıyladır. Bu farklı eş-güdüm süreçleriyle işbirliği ve ortak değerlerin kurulması süreci boyunca ve aidiyet duygusunun inşa ettiği erdemlerle, kimliğin oluşumu nesiller boyu sürer. Bu kimlikler, diğer meselelerin de arasında olduğu, belirli yerlerin (mekan ve kültür) değerleri tarafından şekillendirilir. Reisenleutner, kimliklerin özel bir alana konumlanmış somut ve gömülü anlatımlar tarafından şekillendirildiğini tartışır; “bir mekan, kimlik üreten bir sosyal anlam yatırım yapılarak ve bir nüfusun sembolik ve hayali yatırımlarını somutlaştırarak, isimlendirerek mekan olur” diye açıklar (Reisenleutner, 2001, s. 9).
Reisenleutner’in ifadesinden “belirli yerler sosyal merkezlerin önemli anlamlarının taşıyıcısıdır” sonucuna varmak mümkündür. Bu yerler ve bunlar aracılığıyla değerler ve erdemler kimlik kavramını yerine getirmekte, sosyal bağları güçlendirmekte ve bir anlatı kaynağı olarak durmaktadırlar. Marandas, zaten şekillenmiş olan sosyal kimliğin toplumun içinden geçtiği tarihi gelişme süreçlerine dayandığını ifade eder, buna ilaveten bu süreçler sırasında, belirli bir dönüşüm grubu altında değişmez kalan bir sistemin özellikleri, o toplumun özelliklerine dönüşmüştür, bu ise kulağa oldukça kesin ve değerli bir açıklayıcı model gibi gelmektedir.
Boşnaklık bağlamında, sadece modern anlamda değil aynı zamanda Boşnaklığın uzun süreli anlamıyla, saldırı altında olan yerler, kimliği üreten ve bunu savunan son kaleler gibi bir yapı ortaya koyar. Toplu kayıp ve derin romantizmin sindiği şanlı geçmişten dolayı kolektif hafızada bununla ilgi anlatılar çok güçlüdür. Tabi ki bu anlatılar destansı öneme sahip bir yerdedir ve benlik ve ötekilik anlamında, özelikle Müslümanlık ve Hristiyanlık arasındaki çatışma alanında temsil edilir.
Boşnaklar kendi içlerinde derinlere gömüldüklerinden dolayı (nedenleri metinde daha sonra açıklanacaktır) bu kimliksel dönüm noktaları ve kolektif değerlerle ilgili ikilem onların 20. yüzyıl tarihini resmetmiştir. 22 Ocak 1994’te Bosna Müslüman Aydınlar Meclisi’nde[1] verilen bir seminerde bu kimliğin varlığı hakkındaki farkındalık meselesi, bir önceki Bosna-Hersek[2] İslam Reîsü’l-ulemâsı Mustafa Cerić tarafından “Bosnalı Müslümanların kimliğe” sahip olmadıklarını, çünkü Bosnalıların hatıralarının süreklilik arzetmediğini ileri sürmüştür (Cerić, 1997, s. 15). Bir önceki dinî lider olan Cerić burada hatıraların yapısını tartışmıyordu, bunun yerine genel bir yorumda bulunuyordu. Hafızanın devamlılığı Cerić’in örneğine göre kolektif kimliğin şekillenmesinde ve ulus inşası sürecinde oldukça önemlidir. Hafıza hakkındaki bu değerli açıklama John Gills’in ifadesiyle örtüşmektedir:
Bu iki terimin (hafıza ve kimlik) başabaş yaşamları, kimlik kavramının bellek fikrine bağlı olduğu ve bunun tersi olduğu meselesinde bizi uyandırır. Herhangi bir birey ve grup kimliğinin özü, yani zaman ve mekanda aynilik duygusu, hatırlayarak devam ettirilir ve ne hatırlandığı, öngörülen kimlik tarafından belirlenir (Gillis, 1997, s. 3.).
Cerić ve Gills’in tutumları arasındaki benzerlik kısmen Boşnaklık meselesini ifade etmektedir. Boşnakların, nihayet onları ulusal olmayan bir kolektiflik konumuna getiren ve 70’li yıllara kadar Sosyalist Yugoslavya’da kalan bir hafıza eksikliğine (unutulmuş yerler/mekanlar) sahip olmaları tarihi bir gerçektir. Cerić, 1992-1995 Savaşı süresince Bosna-Hersek’in bazı bölgelerinden kaçan ve zulüm gören Boşnak örnekleri üzerinden Çağdaş Boşnak Devleti’ni tanımlamayı denerken şunu ifade etmiştir:
Ben sana Zagreb’de bizim mültecilerle yaptığımız toplantı hakkında bir şeyler anlatmalıyım. Bu muhacirler Bijeljina’dan başlayarak Cumhuriyetin dışından geldiler. Sevgili kız ve erkek kardeşlerim bu insanlar ne şekilde zulüm gördüklerini bilmiyorlar. Bu insanlar Müslüman olup omadıklarını bilmiyorlar. Onlar hiçbir kimliği olmayan, tamamıyla tanımsız topluluklardır (Cerić: 1997, s. 14-15).
Boşnak Reîsü’l-ulemâsı Cerić’in bu net ve açık ifadesi Boşnakların ulusal kimliğinin neden belirsiz, tanımsız ve bir problem olarak ortaya çıktığını gösteriyor. Birçok Boşnak düşünüre göre; ulusal kültüre değer vermesi ve ulusal kimliği inşa etmesi gereken ulusal kurumların eksikliğine yol açan modernleşme ve modernleşme süreçlerinden kaynaklanan gecikme anlamında sebepler açıktır ve oldukça fazladır. Bu bir yandan doğru olabilir, ancak diğer yandan Boşnak ulusal sürecinin olumlanması ve bu sürecin sosyalist dönemde olmasından dolayı tartışmalıdır. Yine de bu duygu gecikmesi ve ulusal bilinç eksikliği Boşnak ulusal kimliğinin inşasının açıklanmasında baskın anlatı olarak yer almıştır.
Komünizm Altında İslamî Düşünce
Osmanlı Devleti’nin 1878’de Bosna bölgesinden ayrılması Boşnak tarihinde bir köşe taşı olarak, Boşnakları travmatik şekillerde etkiledi. Bütün yüzyıllar boyunca sorunlar altında olan sosyal hayat görünümü gelişti ve yeni Avrupai alışkanlıklar, ilişkiler ve moda yavaş yavaş bütüm ezilmişlik ve gelişmemişlik duygularıyla bağlamsallaştırılan Bosna toplumunu kapladı. Dünün Müslüman düşmanlarının yönetimleri altında kıvranan Müslümanlar, kendilerini Osmanlı yönetiminde bulunan bölgelere göç dalgası ile sonuçlanan ciddi bir boşlukta buldu. Fakat diğer göçmenlerin durumu (göçmenlerin göç sırasındaki şartları), muhtemelen daha ciddi ve bilinçliydi. Şaşkın durumdaki Müslüman nüfus, yeni koşullar altında yaşam kavramını bulmak zorunda kaldı.
Avusturya Macaristan yönetimi (1878-1918) Boşnaklar için Bosna-Hersek’teki yönetici sınıftan (1919-1992) Yugoslavya sürecindeki ulusal, kültürel ve dinî azınlıkların statüsüne geçiş demekti. Bu dönem değer ve hatıraların unutulduğu periyodu ifade etmektedir. Bu yüzden birçok şey unutuldu, birçok şey olumsuz olarak işaretlendi. Yugoslavya’daki eğitim sistemi Osmanlının geçmişini tiksintiyle resmediyordu ve onun değerlerini ortadan kaldırarak aslında Müslüman kimliğin özüne saldırıyordu. Boşnaklar önceki davetsiz misafirlerin kalıntısı olarak görülüyordu ve onların kültür ve değerlerine sahip çıkması komploculuk ve hainlik olarak değerlendiriliyordu.
Müslümanların kimlik ve kültürlerini baskın şekilde etkileyen sosyalist süreç boyunca halkın yaşam alanında bulunan büyük Sırp ideolojisiydi. Sırplar arasında İslamı benimseyenlere ihanet fikri dogmatik hale geldi ve bir diğerlerine zalimlik yapma ve insanlık dışı davranmaya izin verdi (Mulaosmanoviç, 2019). İhanet insan doğasında ince bir karakter olarak ayırıcı bir nokta oldu: Biz ve onlar, iyi ve kötü, değerli ve kafir, yaşam ve ölüm, inanç ve inançsızlık. Başka insanlar engel olarak algılandıklarında akıllıca olan onlardan kurtulmaktır. Sırp yazar Bošković, “İnsanlıkları soyutlandığında veya hatta sorgulandığında (Onlar bizden çok farklılar!), demekte ve ekleyerek Boşnaklar için “Hayatları harcanabilir hale geliyor.” diye bir ifade kullanmaktadır (Boskoviç, 2005).
Yugoslavya’nın güçlü olduğu ve kendi kurallarını uygulama imkânı bulduğu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki periyot Boşnak ulusal meselesinin anlaşılması için en önemli noktadır. Daha önce de vurgulandığı gibi neden bu dönem bize Boşnak ulusal kimliğinin neden hala belirsiz olduğunu ve gelişmediğini göstermiştir. Yugoslavya ve Boşnaklık hakkındaki ilk fikir bizi ulusal kimlik prizmasıyla 1974 anayasasına götürür. Kim Müslümanları (Boşnakları) ulus olarak tanımlamıştır? Fakat önce Müslüman ulusun resmi tanımlamasında, Boşnakların gelişiminin ne olacağı ile ilgili başrole komünistler sahipti ve bu sürecin finali Boşnaklar arasında olan paradigma ayrışması ile sonuçlandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız araştırmacı ve tarihçi Havier Bougarel’in tanımını verdiği oldukça otantik ve hoş olan komünist strateji ve bunun pratik alana uygulaması ile ilgili:
Komünist Parti önce Ulusal Kurtuluş Cephesi içinde bulunan Müslüman Komitesi’ni (Müslümanski Odbor) bastırdı ve ardından İslamî Din Komitesi’ne karşı kampanya yürüttü. 1947’de İslamî mahkemelerin lağvı, dinî-hayır kurumlarının ve medreselerin kapatılması, Boşnak Müslüman topluluğunun omurgasını oluşturan birçok vakıf ve medreselerin ortadan kaldırılmasına izin verdi. Sonunda 1949’da kuruluşundan sadece üç yıl sonra Müslüman Kültürel Topluluğu feshedildi. Bosna Müslümanlarını kendi isteklerine göre araçsallaştıran Komünist Yugoslavya hükümeti onları parçalamaya başladı. (Bougarel, 2003, s. 106.)
Bougarel’e göre Boşnaklar moderniteye tek muhtemel ve başarılı giriş olarak sosyalist fikre adapte olmayı benimsediler. Bosna toplumunun birçok fenomenin etrafında döndüğü sosyo-ekonomik ve kültürel modernizasyon, “geleneksel cemaatçiliğin kısmen ortadan kalkmasıyla” sonuçlandı (Bougarel, 2003, s. 107). Hala modernizasyonun pratik olarak uygulanmadığını söylemek mümkündür. Bu yüzden modernizasyon ve onun ulusal kimlik üzerinde etkileri hakkında tartışmalar vardır. Bu tartışmalar, ifrat-tefrit düzeyinde (uç noktalarda) olumlu ve olumsuz süreçlerin yaşanmasına sebep olmaktadır.
Sosyalist süreç ve onun etkisi Boşnak kimliğinin yeniden düzenlenmesine yardım etti. Bu, yeniden şekillendirme veya temel kimliğin değiştirilmesi değildi, fakat yatay ve dikey seviyede kimliğin varoluşu ve anlamının yeniden oluşturulmasıydı. Bu düzenleme elbette bütün Yugoslavya topluluklarını etkiledi. Fakat sonuçta Boşnaklara sert şekilde dokunuldu. Bu elverişli çerçevenin ortaya çıkmasıyla açıklanabilmektedir. Boşnaklardan ve Yugoslavya’daki kaderlerinden bahseden Bougarel şunları vurgulamıştır:
Yugoslav federalizmi sadece Sırp ve Hırvat miletçiliğine karşı korumayı değil aynı zamanda genç Müslüman ulus olan Boşnakların çıkar ve belirli kimliklerinin onaylanması için uygun çerçeveyi temsil etti. Bu nedenle, Komünistler Cemiyeti içindeki Müslüman siyasi liderlere ve “ulusal onaylama” süreciyle bağlantılı Marksist entelektüellere ek olarak (Atif Purivatra veya Muhamed Filipović gibi) Müslüman nüfusun ve hatta Müslüman nüfusun büyük kısmının ve hatta Tito’nun Yugoslavyasına güçlü şekilde bağlı kalan IVZ’nin ulemaları için de bu şaşırtıcı değildir.
Dikey eksen, her ulusun omurgası olarak, ilkel anlamda yeniden şekillendi. İslam, komünistler ve onların ideolojik bakışları açısından, Boşnaklar ve onların kültürleri için geçmişte bir öneme sahipti. Fakat modernizm, modern zamanda daha uygun ve daha ideolojik çerçevede, sosyalizm ve onun paradigmaları ile kardeşlik ve birlik üretebilirdi. İkinci Dünya Savaşı tarihi özlü bir hikayedir. Ondan bir kültür üretilmiştir ve o kültür yeni değerlere kapı açtı. Tuhaf bir şekilde ataların değerleri buhar oldu. Geriye ulusal özgürlük savaşını başarıyla kazanan Osmanlılar, Yugoslavyalılar, Almanlar ve halkın düşmanlarına karşı temel mücadeleleri hakkında başlıca anlatılar kaldı.[3]
Benedict Anderson Yugoslav ideolojisinde neyin rol aldığını: “Ulus… Sınırları belirlenmiş topraklarda yaşayan insanlar arasında yatay ilişkiler kuran yeni cumhuriyetçi modellere dayanmaktadır.” diye anlatır (Todorova, 2005, s. 141). Bu yatay ilişkiler Yugoslavizmi, kardeşliği, birliği ve sosyalizmi kabul edilebilir yapan bir şeydi. Nüfusun yaşam şartları, geçmişi, fakirlik, yoksulluk gelişmeyle yer değiştirdi, eşitlik, en azından ulaşılması istenen koşulların bir örneği olarak başarıldı. Psikolojik olarak, öngörülen tarihi şartların sonuçları beklenenin üstünde etkileyici görünebilir ve o kısmen ekonomik gelişmeyle hayata geçirildiği zaman Yugoslavya daha alıcı bir görünüm kazanacaktır.
Bu yeni gelişen uluslarüstü duygular Yugoslavya’daki Müslüman entellektüelleri zor durumda bıraktı. Onların topluma ve politikaya yaklaşımı, muhafazakârlık ve anakronist görüşler tarafından yüklenmişti ve rejimin kabul edemeyeceği görüşlerdi. Bundan dolayı hükümet baskın ideolojik çerçeveye muhalefet eden aydınlara olumsuz ve ciddi etkilerle harekette bulundu. En önemli aydınlardan bazıları öldürüldü (örnek olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra) bazıları hapislere atıldı. Buna rağmen, onlardan üçü -Mustafa Busuladzic, Ahmet Smajlovic ve Aliya İzzetbegoviç, İslamî düşünceyi hem kimlik ve hem de İslamî farkındalık olarak hem kurumsal hem de akademik açıdan etkiledi.
Mustafa Busuladzic: Batının Radikal İdeolojilerine Karşı Kültürel Direniş
Mustafa Busuladzic, İkinci Dünya Savaşı boyunca Boşnak Müslümanların en önde gelen entelektüellerinden biridir ve komünist rejim tarafından öldürülene kadar (1945) bir çok önemli yazı, makale üretmiştir. O Müslümanların dünyadaki yeri üzerine odaklandı, özellikle de Doğu’daki Müslümanlar üzerine kurulan sert komünist yönetimler ilgi alanıydı. Busuladzic Avrupa’nın iki radikal ideolojisi komünizm ve faşizm hakkında fazlasıyla netti. O İslam’ın komünizmin doğal karşıtı olduğunu ifade etti. İslam bilimi, komünizmin ruhuyla uyumsuzdur. Bu yüzden onlar ebedi rakiptir, birinin hâkim olduğu yerde diğerine yer yoktur ifadesine ek olarak İslam’ın sosyal uygulamasının olduğu yerde komünizme kapıların kapalı olduğunu vurguladı (Busuladžić, 1997, s. 231).
Busuladzic’in tavrı 1917’de kurulan rejimden sonra SSCB’nin Müslümanlara karşı korkunç tutumunun bilgisine dayanıyordu. O duruşlarında ve fikirlerinde geri adım atmazdı. İslam gençliği arasında eksen olarak düşünülen Busuladzic’in bu düşüncesi Müslüman Gençlik Teşkilatı’nı (Mladi Müslümani) ciddi bir biçimde etkiledi. Diğer yandan zamanın her köşesinde gizlenmiş ideolojiler üzerine Busuladzic:
“Bu ideolojiler savaşında bizim yöntemimiz İslam’dır. Bizim ülkemizin has çocukları olarak bize ait olan hakların gerektirdiği gibi biz kendi kendimizle sürekli mücadele halindeyiz. (…) Bu sebeple biz, bizim kültür ve ahlâkımız, psikolojik yapımız ve zihni kişisel özelliklerimiz üzerinde yeni ve yabancı ideolojilere ihtiyacımız yok ve onları istemiyoruz”.
Bu cümlelerden tanık olabileceğimiz şey, Busuladzic’in geleneksel İslamî değerlere mutlak bağlılığıdır ve Boşnaklar için geleneklerine güvenmeleri ve Batılı ideolojik tartışmaları bir kenara bırakmaları için kayıtsız şartsız tek bir olası yolu desteklemeleri gerektiğidir. Bu nedenle Busuladzic herhangi bir Avrupa ideolojisiyle uyumlu değildi, sadece tanıdığı ve tanıtmaya hazır olduğu ideoloji İslam’dı.
Ahmed Smajloviç: Boşnak Müslüman Kimliğinde Rönesans
Odaklanılan diğer etkili bilim adamı Dr. Ahmed Smajloviç’ti. Smajloviç 1950’de Saraybosna’da Gazi Hüsrev Bey Medresesine kaydoldu ve zorunlu askerlik hizmetinden sonra Mısır’a gitmeye karar verdi ve 1962’de ünlü El-Ezher Üniversitesine kaydoldu. El-Ezher’de Arap dilini ve edebiyat çalışmalarını başarıyla tamamladı. Aynı üniversitede lisansüstü çalışmalara hemen başladı. Dört yıl sonra, 1974’te oryantalizm felsefesi ve çağdaş Arap edebiyatı üzerindeki etkisi hakkında doktora tezini başarıyla tamamladı (Redakcija, 2018).
Smajloviç, Yugoslavya’daki İslam Cemaati tarihindeki en önemli isimlerden biri olarak kabul edilir. Reîs’ül-ulemâ’nın ofisinin başında iken birçok olumlu süreç başladı. Bunlar, “Preporod” (Rönesans) dergisinin sürekli olarak yayımlandığı zaman, “Boşnak ulusunun tasdik edilme zamanı, aynı zamanda uykuda olan Müslüman bilincinin uyanması ve komplekslerden kademeli olarak özgürleşmesi, dayatılan âdetler ve Boşnak geçmişine dair kabul edilemez anlayışlarla kaybolan İslamî kimlik arayışıydılar”.
Dinî kurumları bile yeniden şekillendiren tüm bu ayrımlarda, Dr. Ahmed Smajloviç’in büyük bir payı vardı. 1936’da kaldırılan müftülük bürolarının yeniden faaliyete geçirilmesindeki rolü çok önemlidir, ancak en büyük başarı 1977’de Saraybosna’da İslamî İlimler Fakültesi’nin açılmasıdır. Fakülte (FIN) eğitime başladıktan sonra Dr. Smajloviç, akaid (İslam inancı) ve İslam felsefesi konusunda doçent olarak atandı ve ölümüne kadar bu alanlarda öğretim görevlisi olarak kaldı.
Yugoslavya/Bosna-Hersek’teki Müslümanlar için eğitim çok önemli görülüyordu. İslam Cemaati içinde eğitim alanında, Smajloviç sadece İslam İlahiyat Fakültesinin kurulmasına katkıda bulunmakla kalmadı, aynı zamanda İslamî Düşünce Dergisi’ni de çıkardı (Ramić, 2007). Ahmed Smajloviç’i Bosnalı Müslümanların son birkaç yüzyıldaki tipik bir din eğitimcisi örneği olarak görebiliriz. Boşnaklar; Avrupai, aydınlanmış, özgürleştirici, devrimci ve bütünleştirici süreçlerin dramatik bir çıkmazında yaşamış ve hala yaşıyor olsalar da varoluşsal ıstıraplarını çözmeye zorlanmışlardır. Ulusal mirasa yabancılaşanlar bu mirasın savunucularını cahil olarak yaftaladılar.
İslamî Düşünce Dergisi, dünya düzenindeki krizin bir nedeni olarak, ruh krizinden tüketim toplumu sorununa, dine ve dinî uygulamaya meydan okumasına, insan sorumluluğu temasına ve ilahî kökenine kadar çağdaş dinî, felsefi ve sosyopolitik düşüncenin en önemli konularını vurguladı. Böylece Smajloviç, 20. yüzyılın seksenli yıllarında Bosna ve Hersek’te İslam’ın modern dünyada daha kapsamlı ve dinamik bir şekilde ifade edilmesinin gerekliliği ile karşı karşıya kaldı.
Yayıncılık alanında da Dr. Smajloviç benzer işler yaptı. Bugün bile önemli kitapları çevirip yayınladı; Nadim Al-Jisra’nın Felsefe, Bilim ve Kuran Işığına İnanmak, Maurice Bucaille’den İncil, Kuran ve Bilim, Roger Garaudy’den İslam ve Sosyalizm vb. Bu eserler ve fikirlerin temelinde, eserlerinde modern dünyadaki teolojik perspektifi eleştirel olarak nasıl değerlendireceğini ve modern sivil toplumlarda dinin rolünün eleştirel düşüncesini nasıl besleyeceğini bilecek öğrencilerinden nesiller yetişti. Smajloviç’in yürüttüğü tüm faaliyetler, İslamî düşünceyi yeniden tesis etmeyi ve Bosna-Hersek ve Balkanlar’daki Müslümanların statüsünü iyileştirmeyi amaçlıyordu. Smajloviç, 1988’de aniden vefat etti (Ramić, 2007).
Aliya İzzetbegoviç: İslamî Yenilenme İhtiyacı
En bilinen ve en etkili üç kişiden biridir Aliya İzzetbegoviç. O klasik İslamî ruhla yetişmesine rağmen ergenlik döneminde farklı filozof ve felsefelerden etkilenen bir gençti. Fakat bu sadece geçici bir etkilenmeydi. İkinci Dünya Savaşı boyunca felsefe literatüründeki obsesif-takıntılı okumalar ve insanın varlığının, sonunun anlamı hakkında hararetle cevaplar aranması süreci (bu dönem varoluş sıkıntılarının baş gösterdiği bunalım dönemi) İzzetbegoviç’in İslam’ın geçerliliğine olan inancıyla sona erdi. İslam’ın geçerliliğine dair inanç İzzetbegoviç’in inancının temeli olmaya devam etti, çünkü izin verilmeyen dünyanın varoluşu için bir anlama ulaşamadı. Sosyal düzenin çöküşü ve bir yenisinin ortaya çıkışı üzerine düşünen Aliya, bir insanın anlaşılması aracılığıyla sosyal ilişkilerin anlamının bulunacağını düşündü.
Temel kitabı Doğu ve Batı Arasında İslam’ın temellerini ilk defa hapse girmeden önce 1946 yılında oluşturdu. Bir toplum teorisyeni olarak İzzetbegoviç 1970’te İslam Deklarasyonu ile zirveye ulaştı. Doğu ve Batı Arasında İslam ile İslam Deklarasyonu arasındaki kavramsal tasarımla, din, politik sistemler ve diğer meseleler hakkındaki düşünce ve fikirleri ile topluma ulaşmayı deneyen İzzetbegoviç’in bir çok yazı ve konuşması vardır. En önemli yazıları “Müslümanlar Neden Geri Kaldı?”, “Kur’an’ın İndirilişinin 14. Yüzyılı Hakkında Düşünceler”, “İslam ve Çağdaşlık”, “Müslümanları mı Yoksa Vasalları mı Yetiştiriyoruz?”, “İslam Devrimi İçin”, “İslam ve Müslüman Halkların Ulusal ve Sosyal Kurtuluş İçin Mücadelesi” ve diğerleridir.
İzzetbegoviç için İslam’ın sosyal boyutu çok önemlidir. İnanmak bireyin kendisine aittir, onun temelinde samimiyet vardır. Bu yaratıcı ve yaratılan arasındaki bireysel ilişki ile ilgilidir. İslamî gazetelerde (Preporod) basılan makalelerde İzzetbegoviç, Tanrı’nın insan varlığını sürekli çalışan ve kalıcı işler yapan bir karınca topluluğu olarak var ettiğini vurgulamaya çalıştı. O makalelerinin birinde “Ben uzun zaman önce bir genç adam olarak Kur’an okuduğum zaman adalet, mücadele ve çalışma hakkındaki ayetlerde takılıp kalmıştım.” demektedir.[4] (İzzetbegoviç, 2005, ss. 99-102).
Onun anladığına göre; Müslüman aydınlar topluluğu bazı şeyleri İslam’a yansıtıyorlar, İslam bir dinden fazlasıdır ve bu formül onun bütün bakış açısını yansıtmaktadır. Bu formülün savaşan bir ruhu var ve Müslümanların sadece manevi ve kişisel değil, aynı zamanda sosyal ve politik tüm sorunlarına İslam’da (ve yabancı ideolojilerde değil) çözüm aramaları için Müslümanlarda bir talep oluşturmak istemektedir. Bundan dolayı İzzetbegoviç’in İslam anlayışı sosyal aktivitedeki durum ve tarihi seyrin değişmi ile ilişkilidir. İslam’ın öne çıkması ve İslamî değerler asla İzzetbegoviç’i terketmedi, fakat daha önemlisi bu onun Müslümanlara karşı eleştirel yaklaşımının ifadesidir. Tarihi bir faktör olarak onlar (genelde Müslümanlar özelde Boşnak Müslümanlar) kendi kendilerine çalışmalı, kendi yaklaşımlarını, sistemlerini yönetim şekillerini kurmalıdırlar.
Aliya İzzetbegoviç’in sosyal ve politik düşüncesi, yeterince konuşulmayan bir madeni para gibi görünüyor, çünkü Aliya’nın düşüncesi iki âlemin, iki dünyanın, farklı kökene sahip, doğası gereği farklı ve zaman bakımından farklı olan iki sıra şeyin kavşağındadır. Söylediği gibi, bu iki şey “birbirini izleyen” dünyalardır (şimdiki ve gelecek). Ahlâkî zorunluluk ve sosyal duyarlılık İzzetbegoviç’in devlet ve toplum inşasının etrafındaki iki öğedir. Çağdaş dünya keskin ideolojilerin yıllar süren ve İzzetbegoviç’in sonlandığını göremeyeceği çatışmalar içindedir. İzzetbegoviç kitabının girişinde Müslümanların dünyadaki pozisyonları hakkında Müslüman eleştirel düşüncenin temelini oluşturmaya çalıştığını belirtmektedir.
O dünyadaki Müslüman aydınları düşünmeye başlamaları için kışkırtmak istedi: Misyonumuzun, değerlerimizin, kültürümüzün ve sonumuzun, dünyadaki İslam’ın rolünün farkında mıyız? Tarih ve şimdi arasında karşılaştırma yaptığımızda Müslüman kültürel ve sosyal olarak daha önce hiç olmadığı kadar aşağıya düştü. Müslüman insanların durgunluğunun ve düşüşünün suçu, onun bakış açısından ahlâkî kilitlenme, Müslüman elitlerin öncelikliği, doğal ve tek ihtimal olan İslam yerine diğer, farklı sosyal ve politik kalıpları empoze etme girişimidir (İzzetbegoviç, 2005, ss. 21-35).
İzzetbegoviç’in Müslüman entelektüel çevrelerde de yaydığı şey, özcü İslam felsefesi ve buna dayalı yasal normların açıklamasıydı. Bir kişi Doğu ve Batı Arasında İslam ve İslam Deklarasyonu incelemesinde onun toplumun gelişim ve ilerlemesinde hukukun rolüne bakışı ve düşüncesine çok rahatlıkla ve netlikle girebilir. Ayrıca, İzzetbegoviç’in düşüncesinin akışlarını ve onu şekillendiren unsurları tespit etmek ve çok tutarlı bir felsefi yaklaşımı fark etmek mümkündür. Hemen fark edilen şey, İzzetbegoviç’in “insanlık” üzerine düşündüğü ve tartıştığı büyük ve çok yönlü genişliktir. Bu genişlik düşünceyi (tarihsel, felsefi, sosyolojik, politik, antropolojik) ve aynı zamanda bilimi (fizik, kimya, biyoloji) insanlaştıran alanlardaki yerlerini arar ve bulur.
İzzetbegoviç’in belirttiği hukuk incelemesinden, görüşünü toplumun ortaya çıkışının başlangıcından itibaren insanın dünya anlayışına dâhil ettiği iki evrensel özellik temelinde kurduğu açıktır. Bunlar bir yandan yasaklama (haram) sorunu, diğer yandan kirli veya lanetli sorunudur. İzzetbegoviç için, bu evrensel bir fikirdir, insanlığın şafağında doğan, özünde etik bir ivme vardır ve Darwin’in insanın hayvan kökenine ilişkin farkındalığına tamamen zıttır (İzzetbegoviç, 1995).
İzzetbegoviç’e göre ahlâkî ve politik doğa Batı aydınlanmasından etkilenmiş ilericilik bilinciyle empoze edilir. “İnsan kolektifi, medeni bir formdaki tekrar olmuş pakettir ve medeniyet, insanın itidalidir, doğanın fethi, biyolojik yaşam için duyguların üstünlüğü, ruh yerine duyularla yaşamaktır. (İzetbegoviç, 1995). Bu örnek aracılığıyla İzzetbegoviç, katıksız ve Tanrı tarafından verilen insan bilincini oluşturmaya çalıştı ve onun “ötesine” bir yasak ve kirli tanıkların -bu dünyaya ait olmayan/onun için olmayan doğasının- olduğunu hissetmeye çalıştı. Sonuçta “eğer daha yüksek bir amaç yoksa haram ve ahlâk; engelleme veya ahlâkî kurallara niçin uyulsun?” Bu şekilde düşünülürse hazcılık en akıllıca yol olarak görülür.
Diğer önemli nokta insanların kardeşliği/eşitliği/müsavilik meselesidir. Aliya İzzetbegoviç’e göre bu ancak, insanı Tanrı yarattıysa mümkündür, çünkü insanların eşitliği fiziksel değil manevi ve doğal bir hakikattir (İzetbegoviç, 1995). İnsanın ahlâkî değeri insan haysiyeti gibi eşit olarak var olur, bu eşitlik insan şahsiyetinin devredilemez değeridir. Bunun aksine fiziksel, zihinsel ve sosyal varlık bir grup üyesi gibi, insan, sınıf, politik sistem, her çeşit insan birliği her zaman eşitliksizdir. İzzetbegoviç kategoriktir ve bundan dolayı politik muhafazarlık (İslamî yöntem olarak) düşüncelerinden birini takip eder (Pafford, 2010).
İzzetbegoviç, her şeyi daha net hale getirmek amacıyla, topluluk ve toplum arasında bir ayrım yaptı. Bunun en iyi örneğini İzzetbegoviç’in habitusu ve oldukça net idealizmi gösterir. Bu ayrım, tartışılmaz ve teorik çerçeveli sosyo-antropolojik düşünce alanında olduğu kadar, dünya görüşüne ve dünyadaki benzer düşünen insanların rolüne en açık şekilde tanıklık eder. Bu nedenle, bir topluluğun ne olduğunun niteliksel olarak somut bir tanımına ilaveten, rolünü ve geçilmesi gereken yolu ve daha yüksek bir amaç uğruna çekilmesi gereken acı ve cazibeleri verir ve sınırlar. Yukarıdakilerin tümü nedeniyle, İzzetbegoviç’in, topluluğun ruhsal ihtiyaca, özlemlere dayandığı görüşü netleşti. Yukarıda ifade edilen görüşlerden bazılarına bakıldığında, topluluğun yolunun “Mahayana’nın Yolu” olduğu açıktır (Aliya, birey ve topluluk arasındaki ilişki hakkındaki açıklamasında bu Hinde ait engelleme kavramını kullandı): Çileli yol.
Güncel Tartışmalar
21. yüzyıl, Siyasal İslam’ın (İslamcılık) kamusal alanda ciddi küresel etkisi ve tüm dünyadaki[5] Müslümanlar için önemi ile başladı. Bosna-Hersek’te İslam inancının mesajlarının özünün yorumlanması çeşitli seviyelerde tartışıldı. Bu yorumlar bir yandan Komünizm ve Kapitalizm ideolojilerinin çatışmasındaki baskınlığa ve dünyanın zengin bölgelerini kontrol etmek için boğuşmalarına karşı var etmeye kalkıştığı ideolojik muadili ile İslamî hareketlere aitti. Öte yandan, İslamî grupların geri kalmışlıkla, başarısızlıkla mücadele etmesine ve Müslüman coğrafyasının her yerine yabancı değerler empoze etmesine yol açan Batı’nın teknolojik ve bilimsel avantajları konusundaki hayal kırıklığına uğramış tepkiydi.
Bunun anlaşılmasının temel anahtarı İslam görüşünün çoğulculuk kavramının gerekliliği ile ilgilidir. Yugoslavya’daki Bosna-Hersek’teki Müslümanlar, daha önce açıklandığı üzere sosyalist rejimin odağına girmemek için her türlü sosyal hayat profilinde düşük seviyede yaşadı. Hatta dinî öğretiler, daha fazla sufi yaklaşım temelinde; izolasyon ve dikkat çekmeme, bireysel veya grup törenler vs. şeklinde yapılıyordu.
Osmanlı yönetiminin sona ermesinden sonra kurulan zihniyet, dinî söylemlerin kültürel formuna müdahale ettiği zaman bu söylemlerin şekil ve içeriğinde çok önemli rol oynadı. Yeni kurulan düşünce okullarının kurulmasının bir problematik olarak görülmesinin ana sebebi budur. Bu açıkça selefi hareket rolüne veya şia dairesine dönüşüyor ve onun varlığı (eğer İslamî toplum kuruluşu ise) resmi ve gayri resmi (toplum) alanda olup olmadığıydı olarak nitelediriliyordu. Tabi ki İslamî pratiklerin saklanmasından sonra, demokrasi çabaları (ve savaş boyunca acı) Boşnaklar arasında uyanışı cesaretlendirdi. İslamî toplum daha görünür hale geldi. Özgürlük için politik temel, SDA (Demokratik Eylem Partisi) tarafından ve onun Müslüman kültürel tarihi dairesine ait bildirilerle kuruldu. Bu siyasi eylemler, demokratik süreç yoluyla nihai kurtuluş fikrine batırılırken, Batı’da İslamofobi yazarlar tarafından bir radikalleşme olarak görüldü. Bu gerçek, diğerleri gibi, Müslümanların kendini gerçekleştirme çığlıklarını anlayamayan kamuoyu oluşturucularının muazzam manipülatif rolüne tanık oluyordu.
Yugoslavya dönemi bir çok yönden yoğundu. Yüzyıllar süren İstanbul’un üstünlüğünden sonra egemen İslamî eğitim merkezi Kahire oldu. Savaş öncesi dönemde düşünce ve faaliyetlerde ana akım oluşturan Mehmed Hanciç ve Hüseyin Cozo başta olmak üzere birçok etkili bilim adamı burada çalışmalarını bitirdi. Yetmişli ve seksenli yıllarda, Müslümanlar bir millet olarak tanındıktan sonra, Mısır merkezli ihvanın ümmetçilik fikri, zaten ana figürlerden biri olarak ortaya çıkan Cozo ile birlikte, Ahmed Smajloviç ve Mustafa Cerić Müslüman entelektüel yayını Preporod Gazetesi ve İslamî Düşünce (İslamska Misao) etrafında toplandı ve ilk sayısı 1979’da yayınlandı. Preporod için Aliya İzzetebegoviç de L.B.S. takma adıyla yazdı.
Boşnak El-Ezher Uleması, Gazi Hüsrev Bey Medresesi ve Yugoslavya’da resmi İslamî öğretimi kuran âlim nesiller yetiştiren FIN aracılığıyla bir yaklaşımı kökleştirdi. Bosna-Hersek’in demokratikleşmesi ve bağımsızlığı, daha önce uzaktaki Müslüman ulusların kültürel bir özelliği olarak görülen farklı İslamî yaklaşım ve gelenekler için de bir kapı açtı.
Ancak şimdi kendi tahkimatı için açık bir kamusal alana sahip olan bu yaklaşımlar oradaydı ve İslam inancının temel öğretileri olarak konumlandırılmıştı. Sosyalizm döneminde, açıklandığı üzere, Bosna-Hersek’te İslam izole bir hayat yaşadı. İslam dünyasında yaşananlar, kayıp akrabalar hakkında bir hikâye olarak ortaya çıktı, fakat sosyalizmin çöküşünden sonra İslam dünyası ile sayısız bağlar kuruldu ve bir özgürlük fikri var oldu. Saldırı sırasında, Bosna Savaşı (1992-1995), mücahit olarak da bilinen yabancı savaşçılar, onlarca yıldır İslamî yaşama sahip geleneksel yerel halkla ve Müslüman olarak yaşayan insanlarla çok az anlaşmazlık yaşadı (Azinović, 2007). Aslında iki grup Müslüman arasında, yani yeni gelenler ve yerliler arasındaki en görünür olan dinî tartışmalardı (Selefiler ve şianın Osmanlı’dan kalan yerleşik İslamî değerlerle çatışması).
Bosnalı geleneksel Müslümanlar arasında yayılan fikir şuydu: Onların dünyanın herhangi bir yerinden gelip bir Müslüman olmanın ne demek olduğunu onlara öğretecek herhangi birine ihtiyaçları yoktu. Gazeteci Hećimović bu görüşün altını çizdi ve Norveçli araştırmacı Tone Bringa’dan (Boşnak Tarzı Müslüman Olmak: “Bir Orta Boşnak Köyünde Kimlik ve Toplum” adlı ünlü kitabı) alıntı yaptı: “Bu insanlar Boşnak tarzında Müslümanlardı ve bazı farklı yayılmacı İslam yorumlarına direndiler.” (Azinović, 2007). Dinî pratiklerin formunun belirlenmesi olarak Boşnak tarzı Müslüman olmak bazen yanlış veya eksik anlaşılmaya müsaittir. Alçakgönüllülük ve yabancılaşma genellikle inançlara dayalı derin duyular değildi. Daha çok düşmanca bir çevre ile ilgiliydi ve sosyal olarak görünmez olmanın bir yoluydu. Bosnalı tarzıyla İslam’ı farklı bir perspektifte bağlamsallaştıran bir tür taklitti.
Bu yeni değişim ve yaklaşımlar çoğunlukla Suudi Arabistan’da, Medine’de ve Riyad’da eğitim gören ulemâ ile ilişkiliydi. Onların selefi yaklaşımları Bosnalı Müslümanları yayılan geleneksel sorunlar aracılığıyla birçok açıdan etkiliyordu. Ama aynı zamanda son yüzyılda uzun bir süredir İslam’ın ve Müslümanların tarihsel konumuna daha az duyarlıydı. Bu entelektüeller ezici bir çoğunlukla saf inançlılığı bağlamsallaştırırken, geleneksel ulemâ küresel fenomenlerin Boşnaklar üzerindeki siyasi etkileri konusunda endişeliydi.
Suudi Arabistan ve İran savaşı sırasında daha çok dinî örgütlenmeleri üzerinden yaptıkları insani yardım aracılığıyla Bosna-Hersek’te halka açık alanlara girdiler. Bu anlamda başta selefiler olmak üzere bu kuruluşlar Boşnaklar arasında dinî canlanmada önemli roller oynamaya başladı. Suudi kuruluşlar yerel STK’lar dâhil olmak üzere bir çok aktiviteyi maddi olarak destekledi ve finanse etti. Yeni çocuk parkları, anaokulları ve dinî okullar Suudilerin desteklediği içeriklerdi. Ayrıca bu çalışmalar Selefi literatürünün yayılmasını sağladı ve burslu öğrencilerin Suudi Arabistan’da eğitim görmesi için olanaklar yarattı. 1995 sonrasında bu anlamda en başta gelen İslamî örgüt, Aktif İslamî Gençlik (AIO) idi (Azinović, 2007).
Boşnaklar ve Suudiler arasındaki arkadaşlık bağları, tüm bu süre boyunca ciddi bir boşluk olmaksızın devam etti. Hanefi dışındaki diğer hukuk okullarının uygulanmasıyla dinî uygulama ve fıkıh (hukuk) yenilikleri söz konusu olduğunda toplumsal düzeyde sorunlar ortaya çıktı.
Selefi doktrinine dayanan yeni yaklaşımlar, eski uygulamaları bir yenilik (bidaa) olarak görürken, daha yaşlı nesiller, gençler arasında Avrupalı Müslümanlar için halihazırda işlevsel olan düzen ve modele yönelik tehdit olarak kabul edildi.
Bosna’ya Türk etkisi de girdi. 21. yüzyılın başında AK Parti’nin hâkimiyetiyle yükselen Türk gücü, tarihi mirasa ve kültürel bağlara dayalı olarak daha geniş bir bölgesel bağlama girdi. Boşnaklar geçmiş, bugün ve gelecek hakkında paylaşılan görüşler bağlamında odak milletlerdi. Daha önce, eski Başbakan Tansu Çiller 1995 sonunda Bosna-Hersek’e yaptığı ziyarette radikal İslam’ın yerine örnek olarak Türk İslam anlayışı modelini vurguladı ve Bosna ve Balkanlar’ın Türk modelini benimsemesi ve Türkleri kucaklaması gerektiğini ekledi (TPR, 1995). Bu Çiller tarafından Bosna-Hersek’e yapılan ikinci ziyaretti (ilki 1994’te gerçekleşti). Her ikisi de Türkiye’deki seçimlerle alakalıydı. Ama bu anlamda asıl önemli olan Necmettin Erbakan’ın 1996’da başbakanlığa aday gösterilmesiydi. Erbakan’ın liderliğini yaptığı Refah Partisinin programı ve ideolojisi Balkanlardaki Müslüman topluluklar içinde yeni heyecanlı dalgalanmalar başlattı (Gangloff, 2001).
Saldırganlık ve savaş sonrası dönem boyunca bölgede ve Bosna-Hersek’te uluslararası İslamî ağlar etkili olurken, Türk İslamî örgütler bu dönemde ortalarda görünmüyordu. Sebep, seksenlerde değişen Türk iç ideolojik mücadelesi ve Turgut Özal’ın laik milliyetçilikten “Türk-İslam sentezi”ne doğru evrilen bir reform yapmasıydı. Yeni Osmanlıcılık, Türkleri birleştirme potansiyeline sahip olduğu kadar Orta Asya’dan Balkanlar’a Müslüman milletler için eksen haline gelen bir fikir olarak ortaya çıktı (Soldeberg, 2007).
2009 yılında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu göreve geldiğinde, Bosna-Hersek ile Türkiye arasında daha güçlü ilişkilerin temelleri atılmıştı. Türkiye’nin dış politika perspektifi Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” yaklaşımı çerçevesinde şekillendi. Bu perspektifle Türkiye’nin komşularıyla ilişkisi tarihsel ve jeopolitik boyutlara göre şekillenen yeni bir çerçeve önerdi. Davutoğlu, Bosna’yı “Türkiye’nin Orta Avrupa’ya uzanan siyasi, ekonomik ve kültürel ileri karakolu” olarak nitelendirerek Bosna’ya özel önem verdi (Vračić, 2014).
Bu yeni yaklaşım Diyanet İşleri Başkanlığının da bölgedeki kritik rolünü oluşturdu. Devlet kontrolündeki din işleri kurumu, yurtdışında önemli bir aktör olarak tanınmaya başladığı zaman ülke içinde merkezi bir örgüt olarak görülüyordu. 1996’da yapılan İkinci Avrasya İslam Konseyi (ABM) sırasında, Sırbistan Meclisi Başkan Yardımcısı, Sancak Eski Müftüsü Muamer Zukorlić, Türklerin geri dönmesi gerektiğini vurguladı: “Sadece duygusal bir itirazla değil, bir çocuğun annesine olan haklarıyla Türkiye’ye dönüyoruz. Türkiye’nin çocuklarına bakma zamanının geldiğini ifade etmek istiyoruz” (Soldeberg, 2007).
Sonuç
20. yüzyıl Bosna-Hersek’teki İslamî düşünce, Müslüman nüfusun politik ve sosyal ihtiyaçları temelinde gelişti. Bunun yanında yüzyılın ilk yarısında otonom dinî yapıların, direk olarak ulemâ ve onların davranışları ve muhafazakâr ekonomik kuruluşlarla mücadele ettikleri periyottur, ikinci yarısı ise devlet ve toplumda Müslüman ve İslam’ın durumu hakkında farklı teorik yaklaşımlara doğum fırsatı verilen politik büyüme ve kültürel tanıklık sürecidir.
Son olarak Boşnaklar (Müslümanlar) için, diğer herhangi bir ulusta olduğu gibi, tüm sosyal süreçler küreselleşti ve bu minvalde din, artan bir etkiye sahip olmaya başladı. Toplumun demokratikleşmesi, özgürlükçü düzen fikrinin özü ve devletteki özgürlüğün pratik içeriği olarak çoğulculuğu getirdi. Bosna-Hersek’teki savaştan beri çatışma sonrası bütün bu demokratik süreçlerdeki devletin dönüşümü bu mirasın yüküydü. Ayrıca, bu küresel İslam’a dönüş eğilimi için birçok nokta atışı neden tespit edilebilir ve bu nedenlerin tamamının küresel olarak Müslümanların kalpleri ve zihinleri üzerinde kümülatif bir etkiye sahip olduğu söylenebilir. Bu olaylar 1967 yılında Arap devletlerinin İsrail tarafından yenilmesinin aşağılayıcığını, 1975’ten 1990’a kadar süren uzun Lübnan iç savaşını da İran devrimini de İsrail ve Filistin’deki sınırların kuşatılmasındaki ilk intifadayı da kapsıyordu (Karčić, 2010).
Tüm bu gelişmeler Bosna-Hersek’te canlı bir İslamî ortam meydana getirdi. Yeni yaklaşımlar, kökleri İslamî kimliğe, onun değerlerine ve tahminlerine dayanan takipçiler buldu. Tecritçilik bir seçenek değildi ama ümmete ait olmaktan gurur duyma fikri, hemen her fırsatta onu tezahür ettirmek için bir çağrı olarak üzerine düşeni yaptı. Bir asırdan fazla ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamak, soykırım deneyimi ve özellikle Avrupa’nın savaş döneminde Boşnakları korumadaki başarısızlığı, Boşnak ahlâkî üstünlüğünün sağlam duruşunu oluşturdu. İslamî uygulamanın karmaşıklığı kamuya açık olarak ve medyada tartışılırken Cuma namazı için boş saatler, helal diyet vs. gibi önemli konular da tartışılan konulardandı. Bunlar sadece İslam Cemaati ile devlet arasındaki anlaşma ile ilgili olmayıp, aynı zamanda toplumu bir bütün olarak etkileyen faktörler olarak görülmektedir. Boşnaklar arasında İslamî normların daha fazla kabul görmesi, birçok toplumsal ilişkiyi İslamî değerlere yaklaştırdı.
Genç Boşnakların İslam’la kendi bağlarını kurmalarının temeli, 1970’lerin ve 1980’lerin ilerici neslinin öğretilerinde yatmaktadır. Hem İslam’a hem de Batı’ya ait olmanın özgürlükçü ruhu ve berraklığı, Bosnalı Müslümanları farklı yorumlara ve etkilere açık hale getirdi. Bütün bunlar Müslümanlar arasında, bir yandan tamamen İslamî olmayan içeriğe eş zamanlı olarak maruz kalmalarının anlaşılmasına, diğer yandan saf dinî öğretime dayanan çok liberal bir ilişkiye yol açtı. Bireysel düzeydeki mücadeleye gerçek bir yaşam mücadelesi olarak saygı gösterilir. Olası tüm kavşakların ortasında yürümek, kendisini mükemmel bir yaşam dengesi olarak dayattı.
Elbette tarih de üzerine düşeni yaptı. Hafıza canlanır ve topluma özel anlamlar taşıyan yerler kolektif bilince yeniden dokunur. Böylelikle Boşnak ulusal inşa süreci son aşamaya geldi ve İslam ve İslam’a ait olmak geçmişi, bugünü ve geleceği anlamak için aksiyomatik bir faktör olarak kaldı.
Kaynakça
Azinović, V. (2007). Al Kai’da u Bosni i Hercegovini. Mit ili stvarna opasnost? Retrieved from https://docs.rferl.org/sh-SH/specials/al_kaida/14_bosanski_islam.htm.
Bošković, A. (2005). The Image of the Other–Friend, Foreigner, Patriot?, In Filozofija i društvo (3). pp. 95–115.
Bringa, T. (1996). Being Muslim the Bosnian Way: Identity and Community in a Central Bosnian Village. Princeton-New York: Princeton University Press
Busuladžić, M. (1997). Muslimani u Evropi. Sarajevo: Sejtarija.
Dialogos (n.d.) Dr. Ahmed Smajlović 1938-1988 (In memoriam). Retrieved August 10, 2018 from https://dialogos.ba/2018/08/10/in-memoriam-dr-ahmed-smajlovic-1938-1988/.
Gangloff, S. (2001). The Weight of İslam in the Turkish Foreign Policy in the Balkans. Turkish Review of Balkan Studies, pp. 91-102.
Gillis, R. J. 1997: “Memory and Identity”. In Gillis, R. J. (ed.) Commemorations: The Politics of National Identity. Princeton: Princeton University Press, pp. 3-27.
Hirschkind, Ch. (1997). What is Political İslam. Middle East Report, 205.
İzetbegović, A. (1995): İslam između istoka i zapada. Sarajevo: Svjetlost-El Kalem
İzetbegović, A. (2005). Problemi islamskog preporoda – İslamska deklaracija. Sarajevo: GIK OKO
Jusić, M. (2011). İslamistički pokreti u 20. stoljeću i njihovo prisustvo u Bosni i Hercegovini. In: Sabina Wölkner-Mensur Pašalić (eds.) İslamska scena u Bosni i Hercegovini. Udruženje Ilmijje İslamske zajednice u BiH-Fondacija Konrad Adenauer. pp. 29-41.
Karčić, H. (2010). İslamic Revival in Post-Socialist Bosnia and Herzegovina: International Actors and Activities. Journal of Muslim Minority Affairs, 30 (4), pp. 519-534.
Maranda, P. (1972). Structuralism in Cultural Anthropology. Annual Review of Anthroplogy 1: pp. 329-348.
Mulaosmanović A. (2019). İslam and Muslims in Greater Serbian Ideology. The Origins of an Antagonism and the Misuse of the Past. Journal of Muslim Minority Affairs, 39(3), pp. 300-316.
Mulaosmanović, A. (2013). Iskušenje opstanka. Sarajevo: Dobra knjiga.
Pafford, J., (2010). Kirk Russell. Major conservative and libertarian thinkers 12. New York: Continuum.
Ramić J. (2007). Život i djelo prof. dr. Ahmeda Smajlovića (1938.–1988.). Znakovi vremena (10/35-36) pp. 10-18.
Redakcija (2018, August, 11) Ahmed Smajlović: Trideset godina od preseljenja na Ahiret Retrieved from, ht Ridžal, H. (2018, August, 26) Neprocjenjiva važnost misije dr Ahmeda-ef. Smajlovića. STAV. Retrieved from http://www.stav.ba/ tps://www.preporod.com/.
Reisenleitner, M. (2001). Tradition, Cultural Boundaries and the Construction of Spaces of Identity. Spaces of Identity, 1: pp. 7-13.
Solberg, A. R. (2007). The Role of Turkish İslamic Networks in the Western Balkans. Südosteuropa, 55(4), pp. 429-462.
Turkish Press Review (1995, 29 Novembe) Retrieved from http://www.hri.org/news/turkey/trkpr/1995/95-11-29.trkpr.html.
Vračić, A. (2014). A Political Romance: The Relationship Between Bosnia and Turkey. Turkish Policy Quaterly 13(1), pp. 183-190. Retrived from http://www.turkishpolicy.com/issue/49/historical-legacies-in-the-region-whats-past-is-prologue.
[1] Bosna Müslüman Entellektüeller Meclisi (günümüzde Boşnak Entellektüeller Meclisi) savaşta ve savaş sonrasında Boşnaklar arasında en önemli kültürel kurumlardan biridir.
[2] Müslümanların en üst yetkili uleması: Bu kurum Avusturya Macaristan yönetimi zamanında Bosna Hersek’te kuruldu ve Mustafa Cerić 1993’ten 2012’ye kadar bu kurumun başkanlığını yürüttü.
[3] Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen devletlerin yeniden ayağa kalkması ve savaş sırasında yaşananların destansılığı kastediliyor.
[4] Kur’an’da uzun zaman bu kavramları inceledi.
[5] Siyasi İslam terimi, İslam dininin bu görünüşte eşi görülmemiş biçimde siyaset alanına girmesini tespit etmek ve böylece bu uygulamaları kişisel dindarlık, inanç ve geleneksel olarak işaretlenmemiş kategorik İslam adı altında Batı bilimine bağlı olan ritüel biçimlerinden ayırmak için birçok bilim adamı tarafından benimsenmiştir.