Giriş
Bu çalışma, İngiliz işgalinden bağımsızlığını kazandığı 1922 yılından günümüze Mısır’da uygulanan iktisadi politikaları ve bunun siyaset ile olan ilişkisini ele almaktadır. Bu bağlamda özellikle günümüz devlet yapısını şekillendiren 1952 askerî darbesi ve sonrasına vurgu yapılmaktadır. Mısır’ın içerisinden geçtiği siyasal ve toplumsal olayların daha iyi anlaşılabilmesi açısından iktisadi politikaların tarihsel serüveninin kısaca özetlenmesi amaçlanmaktadır.
Tarihsel olarak zengin bir kültüre sahip olan Mısır’ın modern bir devlete dönüşmesi Mehmet Ali Paşa’nın başa geçmesiyle başlamaktadır. Ordunun ihtiyaçları bağlamında şekillenen devlet aygıtı, askerin Mısır tarihinde hep merkezde yer almasına sebep olmuştur. Askerî reformlar sivil hayatı ve ekonomik üretim yapısını da belirlemiştir. İngilizlerin işgali sırasında hayata geçirdikleri liberal iktisat politikaları, işgal sonrası dönemde de uygulanmıştır. Dış devletlerle girilen serbest ticaret ilişkileri, milliyetçi akımların güçlenerek yükselmesinin sebepleri arasındadır. 1952 yılında General Muhammed Necip önderliğinde gerçekleştirilen Hür Subaylar Darbesi, ekonomik bağımsızlık söylemini de ortaya çıkarmıştır. Ancak kısa bir sürede gücü ele geçiren Cemal Abdülnasır, ordunun ülkenin yönetiminde ve ekonomik yapısında kontrolü ele geçirmesini sağlamıştır. Bu bağlamda Mısır’ın ekonomi politikaları Nasır’la birlikte ordunun çıkarları ve iktidarı için kullanılan bir araca dönüşmüştür. 1960’larda uygulanan “Arap Sosyalizmi” ya da 1970’lerin iktisadi açılım politikalarını bu bağlamda okumak yanlış olmayacaktır. Hüsnü Mübarek’in IMF ile yaptığı anlaşma ve neoliberal politika uygulamaları veya Abdülfettah Sisi’nin iktisadi yaklaşımı da bu anlayış içerisindedir. Mısır devleti liberal iktisadi politikalardan devletin merkezde olduğu bir anlayışa evrildikten sonra 2000 sonrası devlet merkezli liberalizme doğru geçiş yapmıştır. Ancak her dönemde ordu, ekonominin gizli patronu olmuştur.
Bu makale toplamda altı bölümden oluşmaktadır. İlk iki bölümde kısaca 1952 öncesi dönem ele alınacaktır. Daha sonra sırasıyla Nasır, Sedat ve Mübarek dönemleri tartışılacak son olarak ise Sisi’nin ekonomik uygulamalarına değinilecektir.
Devlet Merkezli Kalkınma: Bağımsızlık Öncesi Mısır
Modern Mısır’ın kurucusu olarak kuşkusuz M. Ali Paşa kabul edilmektedir. M. Ali Paşa hem siyasal alanda hem de ekonomik alanda hayata geçirdiği politikalarla modern kurumların temellerini atmıştır. Napolyon işgali sonrasında Mısır’ın yeniden yapılanması ve gelişmesi için merkezî bir yol tercih eden M. Ali Paşa, sanayileşme yolunda da devleti merkeze almıştır. Modern bir ekonomiye geçişte gerekli olan reformların yürütülmesi için öncelikle merkezî bir bürokrasi oluşturmuş daha sonra ise ordu merkezde olmak üzere sanayi üretiminin yapılandırılmasına geçilmiştir. Ordunun ihtiyaçlarını merkeze alan reformlar, dış pazarlara satılan pamuktan elde edilen gelirlerle finanse edilmiştir (Hatem ve Sherbiny, 2015, ss. 35-36).
Devletçi sanayileşme politikaları ve merkezî bir devlet yapısının oluşturulması üç aşamalı olarak gerçekleştirilmiştir. İlk olarak, vergi reformu gerçekleştirilerek mültezimlerin yetkileri alınmış ve tarım vergileri doğrudan devlet eliyle toplanmaya başlanmıştır. Daha sonra yapılan toprak reformuyla işlenmeyen arazilerin mülkiyeti, Paşa ve ailesinin mülkiyetine alınmıştır. Son olarak pamuk üretimi başta olmak üzere tarımsal üretimi kontrol eden reformlar hayata geçirilmiştir. Bu kapsamda sulama kanalları inşa edilerek üretim artırılmış, devlet çiftçiden sabit fiyatlar üzerinden tarımsal ürünlerin tek alıcısı konumuna getirilmiş ve artı değerin merkezde toplanması sağlanmış ve köylülerin topraklarını terk etmesini engelleyen ve üretimi koruyacak kanunlar çıkarılmıştır (Özkoç, 2015, ss. 22-228). M. Ali Paşa vergi, toprak ve tarım reformlarıyla hükûmet gelirlerini artırmış daha sonra ise elinde topladığı bu güçle ordunun ihtiyaçlarını giderecek tekstil ve silah sanayinin kuruluşuna geçmiştir. Askerî sanayileşme kuşkusuz sivil alana da katkı sağlamış ve üretim alanının gelişmesine katkıda bulunmuştur.
Paşa sonrasında diğer bir kırılma Hidiv İsmail döneminde (1863-1879) gerçekleşmiştir. İngiliz işgaliyle sonuçlanan bu dönem bugünkü anlamda uluslararası finansal ilişkilerin geliştiği bir zaman dilimi olmuştur. Tren yolları, telgraf ve Süveyş Kanalı gibi büyük altyapı projelerinin dış borçlanmayla yapılması, Mısır’ın gelecek yıllardaki siyasal hayatına damga vurmuştur. Hidiv’in sanayi, altyapı ve kentleşme bağlamında hızlı bir şekilde Batılılaşma rüyası büyük bir dış borçlanmayla sonuçlanmıştır. Bu borçların yapılandırılması ve sürdürülebilirliği için Süveyş Kanalı’ndaki hisselerini İngilizlere satması sonucunda İngilizler %40 payla en büyük hissedar haline gelmiştir. İlerleyen süreçte borçların ödenememesi İngiliz işgaliyle sonuçlanmıştır (Hatem ve Sherbiny, 2015, ss. 41-49).
İngiliz İşgalinden Bağımsızlığa:
Serbest Piyasa Yaklaşımı
1919’da başlayan ve toplumun geniş bir kesiminin katılımıyla ülkeye yayılan ayaklanmalar sonucu 1922 yılında Britanya, Mısır’ın bağımsız devlet statüsünde olduğunu kabul etmiştir. Ancak iç işlerinde kendi kararlarını almasına imkân verilse de Mısır’daki İngiliz varlığı ve dış ilişkilerdeki bağımlılık tam manasıyla kaldırılmamıştır (Tignor, 1977, s. 185). Bu bağlamda bağımsızlık elde edilmiş olsa da İngiliz etkisi devam etmiş ve birçok alanda müstakil politika üretme imkânı olamamıştır. Bu durum 1936 yılında Britanya Krallığı ile imzalanan Anglo-Mısır Anlaşması’yla İngiltere’nin askerî varlığını çekmeyi kabul etmesine kadar sürmüştür. Bu Anlaşma ile Süveyş Kanalı’nı korumakla yükümlü askerî birliğin dışında İngiltere tüm güçlerini çekerek yönetim tam manasıyla Mısır’a devredilmiştir. İlerleyen dönemde ise 1930’taki gümrük reformu, 1936’daki vergi reformu ve 1949’daki yargı reformu ile tam bağımsızlık kademeli olarak sağlanmıştır (Hansen, 1991, s. 242) I. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde temel ekonomik yaklaşım, İngilizler tarafından belirlenmiştir. Merkez-çevre yaklaşımı ile Mısır’a tarım ve ham madde sağlama görevi biçilmiş, buna göre pamuk üretimi ve ihracatı, Mısır için öncelikli ekonomik politika hâline getirilmiştir (Tignor, 1977, s. 186). Tarıma dayalı bir ekonomiye sahip olan Mısır için özellikle işlenmemiş pamuk ihracatı temel gelir kaynaklarından bir tanesini oluşturmuştur. Kolonyal geçmiş ve siyasi ilişkilerin etkisiyle II. Dünya Savaşı’na kadar Büyük Britanya, Mısır’ın en önemli ticaret ortağı olarak ihracatının üçte birini ve ithalatının dörtte birini gerçekleştirmekteydi (Mabro, 1975, s. 301).
- Dünya Savaşı sonrası tarımsal gelirin istikrarsızlığı ve İngilizler tarafından gümrük vergilerinden muaf bırakılan tarım sektöründe gelirlerin düşmesi ve tek sektörün hâkim olduğu bir ekonomik yapının varlığı endişeleri artırmıştır (Waterbury, 1983, s. 58).
Ekonomik yapının güçlendirilmesi ihtiyacının yanı sıra ulusçu akımların da etkisiyle[1] 1919 devrimi sonrası artan milliyetçilik etkisiyle ulusal sermayenin geliştirilmesi ve yatırımların artırılması yaklaşımıyla yerli burjuvaziye verilen önem artmıştır (Tignor, 1977, s. 187). 1920’lerde yabancı mallara ve özellikle İngiliz banka ve satıcılarına boykot çağrıları yükselmiştir (Clawson, 1978, s. 19). Artan milliyetçi sesler ve 1919 devriminin etkisiyle önemli üç kurum ortaya çıkmıştır: 1920’de Mısır Bankası (Bank Misr), 1922’de Mısır Sanayi Federasyonu ve 1921’de Mısır Genel Tarım Sendikası. Yerli sanayinin geliştirilmesi, yabancı sermayeye bağımlığın azaltılması ve tarımsal üretimde kârlılığın artırılması gibi ulusal çıkarları korumak üzere kurulan bu kurumlar, ilerleyen yıllarda ortaya çıkan politikalar için temel teşkil etmişlerdir (Tignor, 1976, s. 41).
1919 devrimi toplumsal geniş bir tabana sahip olsa da en çok kazancı büyük toprak sahipleri elde etmiştir. Hem siyasal alanda hem de ekonomik anlamda büyük kazançlar elde eden toprak sahipleri bu dönemde politikaların şekillenmesinde büyük rol oynamışlardır. Devrim sonrası kurulan üç büyük kurum da bu ailelerin öncülüğünde hayata geçirilmiştir. Milliyetçi bir yaklaşımla ortaya çıkan bu kurumlar aynı zamanda toprak sahipleri ve zenginlerin kendi çıkarlarının korunmasına hizmet etmiştir (Tignor, 1976, s. 64). Bu bağlamda I. Dünya Savaşı sonrasında ithal ikameci sanayi politikalarının uygulanması, devlet-özel sektör iş birliği ile yatırımların yapılması hususunda sesler yükselmeye başlamıştır. Mısır Bankası 1929 yılında yayınladığı bir raporda 10 yıllık sanayi kalkınma planı hazırlanması ve devletin öncülük ettiği sanayi kalkınma bankası kurularak ithal ikame politikalarının hayata geçirilmesi çağrısında bulunmuştur (Waterbury, 1983, s. 59). Mısır Bankası finansal aktivitelerinin ötesinde sanayi yatırımlarında önemli roller oynamıştır. Kuruluş felsefesi olarak diğer milliyetçi yaklaşımlardan farklı her türlü yabancı ortaklığına karşı olan banka, 1930’lardaki sanayi atılımı sırasında gelen baskıların da etkisiyle yabancı ülke teknolojilerini ithal etmeye ve yabancı firmalarla ortaklıklar kurmaya başlamıştır. Dokuma, pamuk işleme, matbaa gibi birçok alanda faaliyet gösteren banka, 1960’ta kamulaştırılana kadar piyasanın en önemli aktörü olmuştur (Clawson, 1978, s. 20).
İthal ikame politikalarına geçilmesi ile birlikte yerli burjuvazi güç kazanmış hem ekonomik hem de siyasal anlamda ön plana çıkmıştır (Aoude, 1994). Aslında ithal ikameci politikaların ilk uygulamaları 1860’lara dayanmaktadır. İşlenmiş pamuk ihracatının teşviki ve korunmasına yönelik politikalar geliştirilen bu dönem, 1900’lerde küresel piyasalarda yaşanan fiyat krizi ve İngiltere’nin Mısır’daki tüm gümrük tarifelerini kaldırması ile sekteye uğramıştır (Waterbury, 1983, s. 58).
Devlet yerli iş adamlarının desteklenmesi ve ekonomiye katkılarının artırılması için birçok önlem almıştır. Yabancı firmalara karşın Mısırlı firmaların ürettiği malların tercih edilmesi, Mısır merkezli firmalara ayrıcalıklar tanınması ve hatta bazı durumlarda tekel yetkisi verilmesi yoluyla millî firmalar desteklenmiştir. En büyük koruma, 1930 yılında yapılan gümrük reformu ile sağlanmıştır. Batılı devletlere sağlanan kapitülasyonların kaldırılması ve gümrük vergilerinin artırılması sağlanmıştır (Hansen, 1991, s. 87) Bu korumacı politikalardan faydalanan en çok tekstil şirketleri olmuştur (Tignor, 1977, s. 187).
Diğer taraftan yerli burjuvazinin zayıf olması nedeniyle hükûmet, yabancı sermaye ve firmalara da ihtiyaç duymuştur. Özellikle bankacılık sektöründe Avrupa sermayesi büyük önem taşımıştır. Ancak iktisadi faaliyetleri sınırlanmasa da yabancı sermayeyi sınırlandıracak önlemler alınmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda Mısırlı sermaye sahiplerinin yabancı şirketlerde pay sahipliğini artırmak için girişimler yapılmış ve kanuni düzenlemeler yoluyla bazı önlemler alınmıştır. 1926’da çıkarılan bir kanun ile limitet şirketlerinin yöneticilerinin ve çalışanlarının dörtte birinin Mısırlı olması ve hisselerinin dörtte birinin kamuya açılması şartı getirilmiştir (Tignor, 1977, s. 188).
Parlamenter monarşinin hâkim olduğu 1923-1952 tarihleri arasında Mısır’da hâkim olan iktisadi yaklaşım genel olarak tarım ve sanayi sektörüne eşit ağırlık verilmesi ve karşılıklı faydalanacak şeklinde iki sektörün de dengeli olarak güçlendirilmesi şeklinde özetlenebilir (Tignor, 1984, s. 6).
Ancak Hansen (1991) uygulanan politikalarda dengenin ne demek olduğu ve nasıl uygulandığı konusunun hâlâ muğlak olduğunu belirtmektedir. Özelikle milliyetçi akımların da etkisiyle yabancı sermayeyle mücadele ve millîleştirme felsefesi ağırlık kazanmıştır. Büyüme ve yoksullukla mücadele gibi temel iktisadi politikalar yerine ulusal sermaye oluşturma çabaları ön plana çıkmıştır (Hansen, 1991, s. 98) Yabancı şirketlerin yerlileştirilmesi gibi politikalar popülarite kazanırken askerî darbenin en önemli meşrulaştırıcısı toprak reformu göz ardı edilmiştir (Hansen, 1991, s. 64) Tarımsal ihracatın teşviki ve ithal ikameci politikaların ilk uygulamalarının ortaya çıktığı bu dönem, sermaye ve ticaret açısından liberal politikalar ile ekonomik gelişmenin hedeflendiği bir dönem olmuştur. İktisat politikaları açısından özel sektöre önem verilen ve devlet sektörünün daha sınırlı kaldığı bu dönem, 1952’deki askerî darbe sonrası 1955 yılına kadar olan geçiş döneminde de devam etmiştir (Hansen, 1991, s. 10)
Hür Subaylar Darbesi ve Arap Sosyalizminin Doğuşu: Devlet Eliyle Sanayileşme Politikaları
23 Temmuz 1952 yılında kendilerine “Hür Subaylar” ismini veren bir grup genç subay, 1923 Anayasası’na göre hareket ettiklerini iddia ederek yönetime el koymuştur. Bunun neticesine Kral, İtalya’ya sürülmüş daha sonra eylül ayında sivil hükûmet yerine General Muhammed Necip Başbakan olarak atanmıştır. Ocak 1953’te ise Anayasa askıya alınarak tüm siyasi partiler yasaklanmış ve üç yıllık bir geçiş dönemi için sıkıyönetim ilan edilmiştir (Gordon, 1992, s. 4). Kral’a karşı bir araya gelen bu subayların, monarşi yönetiminin yolsuzluk ve çarpıklıklarına muhalif olmalarının dışında ortak bir fikirleri ve planları bulunmamaktadır (Vatikiotis, 1961, s. 67). Darbe sonrasında muhalif hareketler, askerî güç kullanarak baskı altına alınmış ancak nasıl bir yönetim sistemi uygulanacağı hususunda bir karara varılamamıştır. Özgür Subaylar tarafından devrim olarak nitelendirilen darbe sonrasında yönetimi ele alan Devrim Komutanlığı Konseyi (DKK), Haziran 1953 yılında Mısır’ın “cumhuriyet sistemi” ile yönetileceğini ve ilk Cumhurbaşkanı’nın General Necip olduğunu ilan etmiş ancak 28 Şubat 1954’e gelindiğinde ise bu defa Necip “tiran” ilan edilip görevden uzaklaştırmıştır (Gordon, 1992, s. 4). Yaşanan süreçte Cemal Abdülnasır hem konsey içerisinde hem de siyasal alanda muhaliflerini dize getirip gücü kendi elinde toplamayı başarmıştır (Gordon, 1992, s. 5).
İktisat Politikası Arayışları ve Ekonomik Yapının Yeniden Düzenlenmesi
Darbe öncesi dönemde özel girişim ve daha çok büyük toprak sahipliğine dayalı bir tarım ekonomisine sahip olan ekonomide devletin payı çok düşüktür. Genel olarak tarım ve sulama gibi altyapı yatırımları ve sosyal hizmetler alanında devlet faaliyet göstermekte, temel üretken sektörlerde ise özel sektörün ağırlığı söz konusudur (Mead, 1967, s. 272). Darbe’nin ilk yıllarında yeni yönetim daha önceki dönemde olduğu gibi özel sektörün ekonomi içerisindeki payını korumaya ve özel teşebbüsü desteklemeye devam etmiştir. Bu dönemde devlet veya özel sektörün rolünden ziyade yabancı yatırımların ekonomi içerisindeki rolü tartışılmaktadır. Devlet, yabancı yatırımları çekmek için vergi afları ve ertelemeleri gibi teşvik önlemleri almış, yabancıların şirket yönetimlerini ellerinde bulundurmalarını sağlayacak düzenlemeler yapmıştır (Ikram, 2006, s. 2). Bu amaçla 1952 yılında özel sektör sanayi projelerini değerlendirmek ve fizibilitesini yapmak üzere “Daimî Ulusal Üretim Konseyi” isminde bir kurum kurulmuştur. Kuruluş; tarım, ulaştırma, sanayi, elektrik ve ticaret sektörlerinde gerçekleştirilecek projelerin değerlendirilmesini, üretim sektörünü ana sektör haline getirecek önlemlerin alınmasını, yerel piyasaları yeniden düzenlemeyi, ihracatın, yerli ve yabancı sermayenin teşvik edilmesini, mali ve gümrük vergilerini gözden geçirmeyi ve kanun teklifi hazırlamayı amaçlamaktadır (Mabro, 1974, s. 110). Bunların yanında sanayi kuruluşlarının %51’inin Mısırlı kişilerin elinde olması şartı kaldırılmış ve yıllık kârların yurt dışına çıkarılabilmesi sağlanmıştır (Farah, 2009, s. 33). Ancak verilen teşvik ve yasal korumaya rağmen istenilen düzeyde yatırım sağlanamamıştır. Özel sektör, askerî yönetimin vermiş olduğu bu teşviklerin kalıcı olmayacağından ve ilerleyen dönemler için yatırımlarının güvence altında olmadığından endişe etmiştir. Bu endişeyi en çok besleyen politika ise darbe sonrası hayata geçirilen ve kişi başı mülkiyeti sınırlayan toprak reformudur. Bu reform en çok elinde sermaye bulunduran ve sanayi yatırımları yapması beklenen büyük toprak sahiplerini etkilemiştir. Ayrıca daha önceki yönetimde söz sahibi olan bu elit kesimin, siyasette dışarda bırakılması da güvensizliğin büyümesinde önemli bir nedendir (Farah, 2009, s. 33). Toprak reformlarıyla hayata geçirilen diğer bir uygulama da kooperatiflerin kurulmasıdır. Kredi almak, tarımsal girdileri elde etmek için çiftçilerin kooperatiflere üye olması şartı getirilmiştir. Ekonomik getirilerin ötesinde kooperatiflerin kurulması, siyasi amaçlar taşımaktadır. Çiftçilerin üzerinde bir kontrol aracı olan kooperatifler, devlet tarafından yönlendirilerek kırsal nüfus üzerinde iktidarın pekiştirilmesi hedeflenmiştir (Ikram, 2006, s. 3).
Yönetimi ele geçiren subaylar, ekonomiye dair ortak uzlaşılmış bir planları bulunmamasına rağmen adil gelir bölüşümü ve refahın artırılması hususunda fikir birliği içerisindeydiler. Mısır’ın tam bağımsızlığı, askerî, siyasi ve ekonomik gelişmesinin önemine inanmaktaydılar. Eski rejimi, yolsuzluk, İngiliz işgalinin sürmesine göz yummak, sınıfsal farklılıkların doğmasına ve yoksulluğun özellikle geniş kırsal nüfusta artması gibi hususlarda suçlamaktaydılar. Büyüme ve kalkınmanın sağlanmasının sanayileşme yoluyla yapılması gerektiğini düşünmekteydiler (Waterbury, 1979, s. 98). Askerî darbenin ilk yıllarında, siyasi çekişmeler ve ekonomik politikalar bakımından belirli bir felsefenin de gelişmemesinin etkisiyle eski rejimin politikalarına paralel bir anlayış ile özel sektör üzerinde herhangi bir kısıtlama yapılmamıştır. Ancak 1954 yılında devlet, yeni kurulan iki sanayi tesisinin yönetimini alarak ekonominin kontrol edilmesine doğru ilk adımları atmıştır. 1957 yılına gelindiğine ise radikal bir politika ile Süveyş Kanalı’nın kamulaştırılmasını da içerecek şekilde devlet ekonominin çoğunluğunu kontrol etmeye başlamıştır (Ikram, 2006, s. 4).
Devletleştirme Politikaları ve Arap Sosyalizmi
Mısır ekonomisinin devletleştirilmesinin başlangıcı olarak sayılabilecek ilk olay, Büyük Aswan Barajı inşaatıdır. Aswan Barajı, yeni rejimin ilk büyük çaplı ve siyasal olarak iktidarın bir göstergesi haline getirdiği ilk projesidir. Uzun yıllardır tartışılan baraj inşaatı, Nasır rejiminin hem tarım ve kırsal alanda hem de sanayileşmede devletin etkisini artıracak bir aracı hâline gelmiştir. Ekonomik beklentilerin yanında Aswan Barajı hem yerelde hem de uluslararası düzeyde fiziki ve iktisadi büyüklüğü ile yeni rejimin egemenlik ve gücünün sembolü hâline dönüşmüştür (Waterbury, 1983, ss. 64-66).
Projenin inşası için ilk planda Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) ile kredi anlaşması gerçekleştirilmiştir. Kredi anlaşmasının sağlanabilmesi için Mısır’a birtakım şartlar sunulmuştur (Waterbury, 1979, s. 105). Ancak hem Mısır tarafından bu şartlara duyulan rahatsızlık hem de ABD ve İngiltere’nin projeye şüpheyle yaklaşması nedeniyle anlaşma yürütülememiştir. Ortaya çıkan karşılıklı güvensizlik ortamında, ABD ve İngiltere finansmanı geri çekmiş bundan dolayı da IBRD kredi anlaşmasını iptal etmiştir. Nasır bu durum karşısında baraj projesini finanse etmek üzere Süveyş Kanal Şirketi’ni kamulaştırmıştır. Rejim tarafından yapılan kamulaştırmaya karşı İngiltere, Fransa ve İsrail, askerî müdahalede bulunsa da ABD’nin devreye girmesiyle operasyon başarısız olmuştur.
Süveyş Kanal krizinden sonra Mısır hızlı bir devletleştirme politikasına geçiş yapmıştır. Serbest piyasa sisteminden devletin daha etkin olduğu Nasır’ın tanımlamasıyla, kontrollü kapitalist ekonomiye doğru evirilmiştir. 1956 yılında çıkarılan anayasaya dayanarak hızlı bir şekilde kurumlar oluşturulup piyasayı kontrol edecek altyapı kurulmuştur. Süveyş Kanalı ve diğer birtakım iktisadi kurumların kontrol edilmesi için 1957 yılında Devlet İktisadi Organizasyonu kurulmuştur (Ikram, 2006, s. 5). Bu ajans, devletin iktisadi politikalarının oluşturulması ve yönetimi için önemli bir araç hâline gelmiştir. 1958 yılında özel bankaların tamamı ve sigorta sektörünü de kontrol eden ticari bankaların çoğunluğu ajans tarafından kontrol edilmeye başlanmıştır. Diğer taraftan tüm yabancı şirketler 5 yıl içerisinde Mısırlı ortak ve yöneticileri bulunan bir yapıya dönüştürülmeye zorlanmıştır (Ikram, 2006, s. 5).
1957 yılında ilk ekonomik kalkınma planın hazırlanacağı ve 1960 yılında hayata geçirileceği duyurulmuştur. Ancak 1958 yılında devletin çoğunlukla ağır sanayi yatırımları olmak üzere beş yıllık sanayi kalkınma planı uygulamaya konmuştur. Bu planda hedeflenenin aksine sanayi yatırımlarında devletin payı giderek artmıştır (Waterbury, 1983, s. 85). Zira özel sektör, istenilen yatırımları yapamamıştır. Sanayi yatırımlarındaki hedeflere ulaşılabilmesi ve planların uygulanmasına hız verilebilmesi için yıllık gelirlerin önemli oranda artırılması ihtiyacı doğmuştur. Bunun yanında yatırımların kısa bir zamanda hayata geçirilmesi amacıyla özel sektör yerine devletin daha etkin olduğu bir iktisadi yapıya geçiş, rejim açısından zorunlu hâle gelmiştir.
1960 yılında, Mısır Bankası ve merkez bankası işlevi gören Ulusal Banka millîleştirilerek devlet kontrolüne geçmiştir. Bundan önceki kamulaştırılmalar genelde yabancıların sahip olduğu firmalara yapılmasına rağmen devlet kontrolüne geçen bu bankaların sahipleri Mısırlılardır. Mısır Bankası ticari bir banka olmakla birlikte sahip olduğu 29 şirket ile üretimin %20’sini kontrol etmektedir. Millîleştirmenin nedeni tam olarak bilinmemekte ve resmî açıklamalar da birbiri ile çelişmektedir (Wahbah, 1994, ss. 80-81). Ancak kalkınma planlarında devletin hedeflediği yatırımlar ile şirketin farklı yatırım kararları alması, devletleştirmede etkin olduğuna dair iddialar bulunmaktadır. Devletin şirketlerin kontrolünü eline alarak hedeflerine ulaşmayı garanti altına almayı hedeflediği iddia edilmektedir (Hansen ve Marzouk, 1965, ss. 170-171). 1961 yılına kadar yapılan kamulaştırma ve devletin piyasanın kontrolünü ele geçirmesi, sosyalist bir politikanın uygulanması gibi gözükse de aslında rejim açısından ideolojik bir temeli bulunmamakta, uygulamalar ideolojik çerçevenin dışında sorunlara yönelik geçici çözüm arayışlarından kaynaklanmaktadır (Galal, 1968, s. 41).
En önemli millîleştirme politikası, 1961 yılında hayata geçirilmiştir. Sosyalist Devrim olarak adlandırılan bu politikalar ile İskenderiye Pamuk Borsası kapatılmış ve pamuk alım-satım hakları devlete verilmiştir. Diğer taraftan kalan tüm bankalar, temel sanayi kollarında faaliyet gösteren 44 şirketin tamamı ve 86 şirketin yarı sermayesi devlete geçirilmiştir. Aynı zamanda şirketlerde sermaye sahipliği 10.000 pound ile sınırlandırılmış bunun üzerindeki hisselere devlet tarafından el konmuştur (Ikram, 2006, s. 7). 1961 devleştirme politikalarından sonra özel sektörün piyasa içerisinde rolü azınlık hâline dönüşmüştür. Özel mülkiyet hakkı kaldırılmasa da ekonomik faaliyet ciddi manada sınırlandırılmıştır. Uygulanan bu politikalar daha sonra Arap Sosyalizmi bağlamında haklılaştırılmış ve bu ideoloji, 1962 yılında Nasır tarafından Ulusal Kongre’ye sunulan Ulusal Sözleşme’nin (National Charter) temel unsuru hâline getirilmiştir. Kamulaştırma politikaları Arap Sosyalizmi bağlamında ele alınsa da ilk uygulamaları ani bir şekilde yapılmış ve fikrî altyapısı ise sonradan inşa edilmiştir (Ikram, 2006, s. 8). Nasır’ın sosyalizmini ideolojik bir yaklaşımdan daha çok üç ana motivasyon ile değerlendirmek doğru olacaktır: (i) Devlet, kendisinin büyümesine muhalif olabilecek “karşı-devrimci” grubun ekonomik ve sosyal tabanını ortadan kaldırmayı, (ii) beş yıllık kalkınma planlarını finansa edecek kaynakları yaratmayı ve (iii) Nasır’ın Arap milliyetçiliği ideali bağlamında Arap dünyasındaki rolünü güçlendirmek için sanayi altyapısı ve finansal kurumlarda tam kontrolü sağlamayı amaçlamıştır (Waterbury, 1979, s. 157).
Nasır’ın oluşturmuş olduğu bu devletçi sistemde daha adil bir gelir bölüşümü, büyüme ve kalkınma hedeflenmiş ancak yeni bir orta sınıf ortaya çıkmıştır. Devlet yatırımlarının ihale ile alt müteahhitlere verildiği bu dönemde, bu projeleri gerçekleştiren yeni bir grup oluşmuştur. Ayrıca hem iç piyasadan hem de ithal malların alımında aracılık yapan, resmî veya yasal olmayan yollardan komisyon alan bu iş adamları hızlı bir zenginleşme yaşamıştır (Waterbury, 1979, ss. 158-159). Devlet, özel mülkiyeti yasaklamamıştı ancak feodal ve sömürgeci sermaye ve millî sermaye gibi bir sınıflamaya gitmişti. Millî çıkarlara hizmet eden, işçi haklarını koruyan iyi sermaye ve işçileri ezen, devlet karşıtı kötü sermaye tanımı, siyaset eliyle belirlenmekteydi. Bu tanımlamalar, yeni burjuvazi sınıfının yükselmesine neden olmuştur (Waterbury, 1979, s. 157).
1952-1970 arasında hükûmet harcamaları çok hızlı bir şekilde artmıştır. Beş yıllık kalkınma planları ortaya konan yatırımlar, ilk yıllarda yükselen iç tasarruflar ve ithal ikameci yaklaşımla desteklenen ürünlere olan taleple bir miktar finanse edilmiştir. Ayrıca Sovyetler Birliği’nden ve diğer ülkelerden alınan borçlar ve ABD tarafından yapılan Barış için Gıda (Food for Peace) programından gelen tahıl yardımlarıyla yatırımların sağlanması ve ödemeler açığının kapatılmasına çalışılmıştır. Benzer şekilde tarım sektöründen özellikle pamuk üretimi ve ihracatından elde edilen gelir sanayi yatırımlarına ve ithal malların satın alınmasına harcanmıştır (Waterbury, 1983, s. 86). Ancak harcamaların büyüklüğü ve ihracata yönelik üretim ve politikaların geliştirilmemesi, döviz açığının artmasına yol açmıştır. Ayrıca üretimdeki verimsiz uygulamalar, istihdamın kapasite üzerinde artması, özel tüketimin azalması gibi faktörlerle ekonomik sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır. 1962 ve 1965’te yaşanan dış borçları ödeyememe krizi, sorunları daha da derinleştirmiştir (Waterbury, 1983, s. 93).
1967’de İsrail ile yapılan savaşla birlikte askerî harcamaların da önemli bir şekilde arttığı görülmektedir. Askerî harcamaların artmasına paralel olarak özellikle 1960’ların sonunda döviz krizi yaşanmaya başlanmış ve yerel kaynaklar, politikaların amacına ulaşabilmesi açısından yetersiz kalmaya başlamıştır. İhracat gelirlerinin azalması, döviz rezervlerinin hızla düşmesine neden olmuştur (Waterbury, 1979, s. 161). Kamu harcamalarının karşılanması, hedeflenen yatırımların yapılabilmesi için gerekli kaynakların üretilmesi güçleşmiştir. Yerel tasarrufların istenilen düzeyde olmaması, sermaye açığını ortaya çıkarmıştır. Mısır’ın hem İsrail ile girdiği mücadele hem Batı ile olan gergin ilişkileri, Yemen’de yaşanan siyasal gelişmeler ve kalkınma planlarındaki hedeflere ulaşma isteği gibi çok yönlü siyasal gündem, ekonomik olarak da darboğaza girilmesine yol açmıştır. Döviz krizi, dış borç imkânlarının azalması ve Yemen problemi nedeniyle Amerikan yardımlarının askıya alınması, 1966 yılında finansman sorununu doğurmuştur. Ortaya çıkan ekonomik darboğaz nedeniyle ikinci kalkınma planı askıya alınmıştır (Said, Chang ve Sakr, 1997, s. 231). Nasır, bu sıkıntıları aşmak amacıyla IMF ile müzakerelere başlamış, istikrar ve sıkı mali politikalar hususunda anlaşmaya varmıştır (Waterbury, 1983, s. 97). IMF ile yapılan anlaşmanın yanında Mısır yönetimi rakip olarak gördüğü Kuveyt, Suudi Arabistan ve Libya’dan ekonomik yardım almayı kabul etmiştir. Haziran 1967 savaşının verdiği zararların tazmini olarak gösterilen yardımla bu üç ülke, Mısır’a her yıl 110 milyon pound ödemeyi kabul etmiştir (Waterbury, 1979, s. 163). 1965 yılından itibaren Mısır’ın yaşamış olduğu ekonomik kriz, savaş ve çatışmalarla derinleşse de aslen kamu sektörünün yanlış yönetilmesi nedeniyle ortaya çıkmıştır. Malların maliyetine ya da zararına satılması, aşırı istihdam, tarım sektörünün en büyük vergi ödeyen kesim olmasına rağmen ihmal edilmesi gibi uygulamalar, kamu sektörünün büyük miktarda açık vermesine ve ekonomik krize neden olmuştur (Waterbury, 1983, s. 100). Ekonominin kamulaştırıldığı ve Arap Sosyalizmi başlığı altında devletin piyasayı kontrol ettiği bu yapıda, bürokrasi ve ekonomiyi yönetmedeki sorunları temel kriz kaynağı olmuştur. Bürokrasi, devletin kaynaklarından faydalanan yeni burjuvazi ve askerî elitlerin oluşturduğu ilişkiler ağında ekonomi yürütülmeye çalışılmıştır. Bu ilişkiler ağının ortaya çıkardığı yolsuzluk ve kamu kaynaklarının kötü kullanımı, üretimde verimsizliğe ve ekonomik sorunların doğmasına neden olmuştur (El-Ghonemy, 1968, ss. 160-161).
Planlı Ekonominden Sınırlı Açılmaya:
Pragmatik Liberalizmin Doğuşu
1970 yılında Cemal Abdülnasır’ın ölümüyle göreve gelen Enver Sedat, 1980 yılında suikast sonucu hayatını kaybedene kadar 10 yıl süreyle Mısır Cumhurbaşkanlığı’nı yürütmüştür. Sedat, göreve geldiği ilk günden itibaren birçok radikal karara imza atmıştır. Nasır döneminin önde gelen parti yöneticilerini ve eski bakanlarını tutuklatmış ve Cumhurbaşkanı yardımcısı olduğu dönemde oluşturduğu bürokratik yapıyla gücü kendi elinde toplamıştır (Aoude, 1994, s. 11) 1971 yılında “Islah Devrimi” adını verdiği hareketle ülkenin adaletsizlik, terörizm ve aşağılanma ile mücadele edeceğini ilan etmiş, 1972 yılında Sovyetler Birliği’nden gelen 17.000 uzmanı sınır dışı etmiş, 1973 yılında halkın da büyük desteği ile İsrail’e karşı Ekim Savaşı’nı başlatmıştır. Ayrıca 1974 yılında açılım politikaları hayata geçirilmiş, 1975 yılında Süveyş Kanalı yeniden açılmış, 1976 yılında Sovyetlerle olan anlaşma iptal edilmiş, 1977’de ilk Arap lideri olarak Kudüs’ü ziyaret etmiş, 1978’de Camp David görüşmelerini yürütmüş ve 1979 yılında İsrail ile barış anlaşmasını imzalamıştır (Baker, 1981, s. 378) Nasır sonrasında başa geçen Sedat hem iç hem de dış politikada elde ettiği başarılarla siyasa meşruiyetini sağlamaya çalışmıştır.
Hem iç siyasette hem de dış politikada birçok önemli adım atılan Sedat döneminde kuşkusuz iktisat politikaları açısından kilit noktası 1974 yılında ilan edilen “Açılım” (İnfitah[2]) politikalarıdır. Özel sektörün piyasa içerisindeki payını artırmayı ve yatırımlarının önünü açmayı vadeden bu politikalar, Sedat döneminin ve sonrasının ekonomik ilişkilerini şekillendirmiştir. Piyasayı liberalleştirme yönünde atılan bu adımları anlamak için ekonominin içerisinde bulunduğu problemleri ve açılım politikalarının ilan edilmesini zorlayan iktisadi yapıyı ele almak gerekmektedir.
Ekonomik açılım politikalarının temeli, Nasır döneminde uygulanan politikalar ve 1967 savaşında yaşanan ağır yenilgi ve getirdiği yük sonucunda ekonominin içerisinde bulunduğu sorunlara dayanmaktadır. Açılım politikaları ve piyasanın özel sektöre açılması yaklaşımı aslında 1967 sonrasında gündeme gelmiş ve bazı uygulamalarla başlamıştır (Ikram, 1980, s. 45). Ancak ekonomik sistemde yapılabilecek değişimler hakkında önlemler içeren raporlar hazırlanmış olsa da daha çok siyasi nedenler ve Nasır’ın popülist politika tercihi ile hayata geçirilememiştir (Ikram, 2006, s. 19). Nasır’ın son dönemi ve Sedat yönetiminin ilk yıllarında Mısır, makroekonomik olarak bir tür kriz içerisinde girmiştir. Enflasyon yükselmiş, kamu borçları artmış ve dış borç imkânları tükenmiştir.
Açılım politikalarının ilan edildiği 1974 yılının hemen öncesinde rejim, ciddi ekonomik problemlerle karşı karşıya kalmıştır. 1973 savaşının hemen öncesinde İkram’ın (2006, s. 13) aktardığı Enver Sedat’ın konuşmasından bir parça, ekonomik durum karşısında yönetimin içerisinde bulunduğu durumu açıklamaktadır:
Ulusal Güvenlik Konseyi’ne her açıdan ekonomik olarak “sıfır seviyesine” ulaştığımızı söyledim… Ne 1 Ocak 1974 itibarıyla ödememiz gereken borçlarımız için bir kuruşumuz ne de 1974 boyunca bir buğday tanesi alacak durumumuz kaldı. İnsanlar ekmek dahi bulamayacak.
1967 savaşı sonrasında yaşanan ekonomik darboğazlar ve azalan dış borç imkânları ile birlikte Mısır siyasi olarak yüzünü Sovyetlerden Batı’ya dönmeye başlamıştır. Ancak talep edilen kaynaklara karşın IMF, ABD ve Dünya Bankası, kapsamlı reformların yapılması ve piyasanın özel sektöre açılması konusunda ısrarcı olmuştur. Uluslararası kuruluş ve kreditör devletlerden gelen beklentiler karşısında birtakım yasal düzenlemelerle özel yatırımlar teşvik edilmeye çalışılmış, dış ticaret özel şirketlere açılmış, işçi göçü üzerindeki kamu kontrolü kaldırılmış, tarımdan ve kısmen sanayiden devlet kontrolü azaltılmıştır (Lofgren, 1993, s. 408). 1971 yılında Mısır Merkez Bankası Arap Ligi kontrolünde kurulan Arap Yatırım Garanti Fonu’na 500.000 Kuveyt dinarı katkıda bulunmaya karar vermiş ve Arap yatırımlarına “ticari olmayan” risklere karşı garanti vermiştir. Çıkarılan bir kanunla özel mülkiyete el koyma yetkisi kaldırılmış, özel mülkiyete sadece mahkeme kararıyla el konulabileceği kurala bağlanmıştır. Ayrıca çıkarılan başkanlık kararnamesiyle Arap Fonu ve Serbest Bölgeler ilan edilmiş, yabancı yatırımlara kamulaştırmaya karşı güvence verilmiş ve beş yıl boyunca gelir vergisinden muaf tutulmuş, şirket sermayelerinin ve elde edilen kârların yurt dışına çıkarılabilmesinin yolu açılmıştır (Dessouki, 1981, s. 411). Bunun yanında turistler için resmî döviz kurundan %50 daha düşük olan bir döviz kuru sistemi kurulmuştur. 21 Nisan 1973’te yapılan hükûmet açıklamasında konut ve inşaat sektöründe yabancı sermayenin rolünden bahsedilirken ilk defa “Açılım Politikası” kavramı kullanılmıştır. Bu yıl içerisinde alınan birtakım hükûmet kararlarıyla yabancı sermayenin faaliyetleri kolaylaştırılmış ve güvence altına alınmıştır. Döviz piyasasında ticari bankalara işlem yapabilme imkânı verilmiştir (Dessouki, 1981, s. 412).
Mart 1974’te ise Sedat, “Ekim Dokümanı” ismini verdiği açılım politikalarını içeren taslağı halk oylamasına sunmuş ve büyük bir destek almıştır. Doküman, Haziran 1974’te Meclis’te yasalaşarak hayata geçmiştir (Waterbury, 1983, s. 131). Ekim Dokümanı’nda, askerî harcamalar, ekonomik hastalıkların temel kaynağı olarak gösterilmiştir. Yerli kaynakların harekete geçirilmesi gerektiği ifade edilse de yabancı sermayeye olan ihtiyaca büyük vurgu yapılmıştır. Yeni politikalar, Mısır ekonomisinin ihtiyaçları ve artan dış sermaye imkânlarının kullanılması üzerine inşa edileceği ifade edilmiştir (Abdel-Khalek, 1981, s. 395). 1974 yılında çıkarılan 43 Nolu Kanun’la ekonomik yapıyı ve uluslararası ekonomik ilişkileri değiştirecek kararların temel prensiplerini şu şekilde özetlemek mümkündür (Abdel-Khalek, 1981, ss. 397-398):
Ulusal ekonomi ile Arap ve yabancı yatırımcıların ortak çıkarlarının güvence altına alınması,
Kamu ve özel yerli sermayenin Arap ve yabancı yatırımcılar ile ortak yatırımlar yapmasının teşvik edilmesi,
Arap sermayesinin ülke içerisine çekmek için uygun şartların oluşturulması,
Finansal ve parasal merkezî yapıların kurulması için gerekli ortamın yaratılması,
Yatırımlar için ticari olmayan risklere karşı güvencenin sağlanması ve teşviklerin oluşturulması,
Yatırımların genişlemesine engel bürokratik ve idari engellerin aşılması,
Kalkınma için gerekli yüksek teknolojilerin ülkeye kazandırılması ve döviz gelirlerinin artırılmasına öncelik verilmesi.
Açılım Politikaları Sonrası İktisadi Gelişmeler
Açılım politikaları, ekonomi politikalarının istikametini liberalleşmeye doğru çevirmiş ve yerel ve uluslararası yatırımcıların ilgisini çekmiştir. Yeni uygulamaların piyasa üzerindeki ilk etkisi, tüketimin hızlı bir şekilde artması şeklinde olmuştur. Tüketim trendine de bağlı olarak ithalat oranı neredeyse üç katına çıkmış ve GSYİH’ye göre %10 oranından %30 oranına yükselmiştir (Ikram, 2006, s. 22). 1975-1976 yılında gıda dışı tüketim mallarının ithalatı, sermaye malları ithalatından daha fazla olmuştur (Cooper, 1982, s. 115).
Tüketimde ve ithalatta yaşanan artışa paralel 1974-1981 arasında Mısır ekonomisi neredeyse tüm sektörlerde yüksek oranlı büyüme yaşamıştır. GSYİH yıllık ortalama %9 oranında büyümüştür. Ancak ekonominin göstermiş olduğu performansa dair birçok soru işareti ve eleştiriler bulunmaktadır. Açılım politikalarının hemen ardından yaşanan bu gelişmeler, uygulamalarının başarılı olduğuna dair bir resim çizse de ortaya çıkan sonuçların ekonomideki yapısal dönüşümler ve faktör verimliliğinin artması gibi içsel nedenlerle değil yükselen dış sermaye ve Arap petrodolarlarından kaynaklandığı iddia edilmektedir (World Bank, 1983, s. 1). İkram (2006, s. 24) yaşanan artışların şans eseri ortaya çıkan olaylar sonucunda Mısır’ın daha fazla kaynağa ulaşabilmesi nedeniyle olduğunu ifade etmektedir.
Ekonominin büyük oranda büyüme kaydetmesini sağlayan birincil dış kaynak, Arap sermayesidir. Bunun yanında döviz gelirlerindeki artış da cari açığın azaltılması ve harcamaların finansmanında büyük önem taşımıştır. 19741983 yılları arasında özellikle petrol ihracatından elde edilen gelirler dikkat çekmektedir. 1970’lerin başında 7 milyon tona yakın olan petrol üretimi, 1981 yılında 32 milyon tona ulaşmıştır. Petrol fiyatlarında yaşanan ani artış ile birlikte Mısır önemli bir döviz kaynağına ulaşmıştır (World Bank, 1983, s. 1).
Diğer taraftan kısmi liberalleşme ile birlikte turizm sektöründe ve işçi hareketlerinde artış yaşanmıştır. Turizm gelirleri ve yurt dışında çalışan Mısırlı işçilerin döviz gelirlerinde önemli yükseliş olmuştur. Ayrıca 1975 sonrası tekrar taşımacılığa açılan Süveyş Kanalı da döviz gelirlerine katkı sağlamıştır. 1974-1981 yılları arasında dış gelirlerde yıllık %40 artış yaşanmış, GSYİH’ye olan pay, 1974’te %6 oranından, 1981 yılında %45 oranına tırmanmıştır (World Bank, 1983, s. 2).
Kamu sektörünün küçültülerek özel sektörün daha etkin olduğu bir piyasaya geçişin yapılacağı ve yüksek teknolojiye sahip yabancı sermaye yatırımlarının beklenildiğine dair politikalar ilan edilse de yapısal anlamda gerçekleşen etkiler çok sınırlı kalmıştır. İmalattan ithalat-ihracata kadar birçok sektörde kamu tekeli devam etmiş ve rekabete açılmasına dair düzenlemelere gidilmemiştir. Yatırımların büyük kısmı, kamu kesimi eliyle yapılmaya devam edilmiştir. Bankacılık sektörü 90’larda dahi dört büyük kamu bankası tarafından kontrol edilmiştir (Ikram, 2006, s. 18). Mısırlı yetkililer, açılım politikaları ile büyük miktarda sermayenin piyasaya girmesini ve kalıcı yatırımlar yapmasını beklemişlerdir. Ancak yabancı sermayenin ülkeye çekilmesi ve kamu yatırımlarının azaltılması beklentisi hayata geçirilememiştir. 1975 yılında gerçekleştirilen yatırımların %90’ı kamu kaynakları ile yapılmıştır (Hamed, 1981, ss. 3-5).
Yatırımların teşviki ilgili kararlar hakkında yapılan bir diğer eleştiri ise serbest bölge yatırımları ve iç yatırımlar olarak iki tanımlama yapılıp asıl teşviklerin serbest bölgelere verilmesidir. Direkt olarak iç piyasada yapılacak olan yatırımlar, ekonomiyi doğrudan ve yapısal olarak dönüştürme potansiyeline sahipken serbest bölgelerle bu fırsat kullanılamamıştır. Rejimin kamu sektörü ile çatışmadan kaçınmak, yabancıların Mısır topraklarındaki görünür varlığını minimize etmek ve yapısal dönüşümlere yol açacak anayasal değişikliklere gitmemek için böyle bir uygulama yaptığı iddia edilmektedir. Diğer taraftan yatırımcıların serbest bölgelere çok fazla ilgi göstermemesi de politikaların istenilen hedeflere ulaşamamasının nedenleri arasında sayılmaktadır (Roy ve Irelan, 1989, ss. 172-173). Açılım politikaları sonrası artan sıcak para imkânı, rejimin üzerindeki reform baskısını kaldırmıştır. Ancak istenilen yatırımları çekemese de Sedat yönetimi 1977 yılında çıkarılan bir yasa ile yabancı sermaye ile yapılan yatırımlarında teşviklerden yaralanabilmesinin yolunu açmış ve döviz kuru işlemlerinde daha fazla kolaylık getirilmiştir (Roy ve Irelan, 1989, s. 174).
Kreditörler ile İlişkiler ve 1977 Ayaklanması
1960’lı yılların sonunda artan kaynak ihtiyacı ile birlikte başlayan dış borç arayışı ile birlikte IMF gibi kuruluşlar ve yabancı ülkelerle müzakereler artmıştır. 1975-1976 yılları arasında uluslararası finans kurumları, Arap ve Batılı kreditörler, ekonominin daha fazla dışa açılması, ekonominin kapitalist sistemle uyumlu hale getirilmesi, desteklerin azaltılması ve poundun devalüe edilmesi konusunda baskıları artırmıştı. 1976 sonbaharında petrol üreticisi Arap ülkeleri, ABD ve IMF ile birlikte daha fazla reform yapılması hususunda rejime daha fazla sıkıştırmaya başlamış, IMF tarafından önerilen reformlar hayata geçirilmeden sınırlı krediler dışında kaynak aktarımı yapılmayacağı ilan edilmişti. Borçlar nedeniyle 1,25 milyar dolar açık nedeniyle sıkıntı yaşayan Mısır’ın kredi talebi askıya alınmıştı. Körfez Kalkınma Örgütü 250 milyon dolarlık kalkınma projeleri için ayrılan kaynak dışındaki kredi taleplerini geri çevirmişti (Dessouki, 1981, s. 414). IMF’nin 1972 yılından itibaren hükümete sunduğu anlaşma şartları, toplumsal tepkilerden çekinildiği için sürekli olarak reddedilse de baskılar sonucu, Ocak 1977’de hükûmet temel bazı ürünlerde -pirinç, şeker, gaz, sigara ve mutfak gazı uygulanan fiyatları artırma kararı almıştır. Ani olarak alınan bu karar, geniş bir tabana yayılan toplumsal tepki ile karşılaşmıştır. Çıkan olaylar 79 kişinin ölmesi, 1000 kişinin yaralanması ve 1250 kişinin hapse atılması ile sonuçlanmıştır. Uluslararası kuruluşların baskısıyla kaldırılan ve mali disiplin altında azaltılan bu destekler, sosyoekonomik açıdan Mısır’ı derinden etkilemiştir (Lofgren, 1993, s. 381). Çıkan ayaklanmalar sonucunda alınan ekonomik kararlar dondurulmuş, ülke çapında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş ve ordu, kamu düzenini sağlamak üzere müdahalede bulunmuştur. Ayaklanmalar sonrası ABD ve petrol üreticisi Arap ülkeleri rejime ekonomik yardım kararı almıştır. Ancak siyasi baskılar devam etmiştir. Mayıs 1977’de Paris’te toplanan Mısır’a yardım edenler grubu (13 devlet ve 12 kuruluş) resmî döviz kurunun kaldırılmasının, desteklerin kademeli olarak azaltılmasının ve faizlerin yukarı yönlü artırılmasının gerektiğine dair tavsiye kararı almıştır (Dessouki, 1981, s. 415). Fakat Mısır yönetimi ileriki yıllarda açılım politikalarının sonuçlarından siyasi olarak faydalanmaya çalışsa da sosyoekonomik maliyeti olacak önemli reformları özellikle sübvansiyon sistemi ile ilgili düzenlemeleri yapmaktan kaçınmıştır (Roy ve Irelan, 1989, s. 173).
Küreselleşme ve Neoliberal Politikalar:
Yeni İş Adamı Zümresinin Doğuşu
1981 yılında cumhurbaşkanı seçilen Hüsnü Mübarek, başlangıçta Sedat’ın aksine daha istikrarlı bir hükûmet yapısı oluşturmaya ve daha tarafsız, dikkatli davranmaya çalışmıştır (Nagarajan, 2013, s. 28). Daralan petrol dışı ihracat ve hızlı ekonomik büyüme literatüründe “Hollanda Hastalığı” olarak ifade edilen ve petrol ihracatçısı ülkelerin karşılaştığı sorunlar, Mısır’da da kendine has özellikleriyle ortaya çıkmıştır (Handoussa, 1991, s. 212). Artan petrol gelirleri iç talebin artmasına yol açmış, tüketim talepleri artan ithalat ve ihraç mallarının iç piyasaya yönelmesi ile karşılanmıştır (Handoussa, 1991, s. 212). Özetle, ithalata bağlı üretim, dış ticaret yapısını bozmuş, artan işçi ücretleri, kamu bütçesine ek yükler getirmiş, döviz kurundaki bozulma, ödemeler dengesi sorunlarına yol açmış ve dış borç stoku giderek artmıştır. Dış borç ve buna ait faiz ödemeleri 1982-1987 yılları arasında üç katına çıkmış, hükûmet yükümlülüklerini karşılayamamıştır (Ikram, 2006, s. 56).
1987 yılında Paris Kulübü[3], vadesi geçmiş borçla faizleri 10 yıllık süreye yayılacak şekilde yeniden yapılandırmış, 9 milyara yaklaşan borcun 6.9 milyarı silinmiştir (Soliman, 2011, s. 103) Buna paralel olarak Nisan 1987’de IMF ile döviz kuru, sermaye piyasası, fiyat düzenlemeleri, hükûmet gelirleri ve harcamaları konularında reform müzakerelerine başlanmıştır (Holt ve Roe, 1993, s. 204). Ancak hükûmetin anlaşma maddelerine uymaması ve gerekli reform adımlarını atmaması nedeniyle anlaşma IMF tarafından iptal edilmiştir (Ikram, 2006, s. 58). Hükûmet tarafından halkın tepkisinden çekinildiği ifade edilse de bürokrasi ve yerleşik çıkar ilişkileri, reformların yapılmasının önüne geçmiştir (Richards, 1991, s. 1726). Reformlardan -özellikle sübvansiyonların kaldırılması konusunda bir yandan ayaklanmaya yol açabilme korkusuyla geri durulması diğer taraftan kamu sektörünün kontrolü üzerinden kendi güçlerini birleştiren merkezî veya yerel hükûmet yetkilileri de direnç göstermişlerdir. IMF ile yapılan görüşmelerde hükûmetin yaklaşımı ve zaman kazanma stratejisini Richards (1991, s. 1727) “rakam oyunları”, “sis perdesi” ve “müzikal bakanlıklar” şeklinde ifade etmektedir. 1988-1991 arası müzakerelerle geçilmiş ve sürekli imza aşamasında olduğu iddia edilmiştir. Anlaşma gerçekleşmediği gibi hükûmet istatistiklerle farklılaştırma, yetki karmaşası çıkarma gibi oyalama stratejisi izlemiştir (Richards, 1991, s. 1728). Mısır hükûmeti, içerisinde bulunduğu politik ve coğrafi pozisyonunu kreditörleriyle en iyi kullanan ülkelerden birisidir. 1973 İsrail savaşı sonrası Arap ülkelerinden yıllık 2-3 milyar dolar yardım alınmıştır. IMF ile olan pazarlıklarında, ABD ile stratejik ilişkilerini kullanarak reformları geciktirmeye çalışmıştır (Richards, 1991, s. 1727).
Eski politikaların devam etmesi sonucu ekonomi, 1990 yılında yine iflasın eşiğine gelmiş ve borçlar yeniden 11,4 milyar dolara yükselmiştir (Soliman, 2011, s. 103) IMF ve Dünya Bankası, önceki tecrübelere dayanarak reform anlaşmalarının uygulanmaya başlamasını öncelik olarak belirlemiştir. Mısır ekonomisinin imdadına Körfez Savaşı yetişmiş ve müttefikler yaklaşık 13 milyar dolar borcun silinmesine ikna edilmiştir. Mayıs 1991’de, Paris Kulübü üyeleri de 20 milyar dolarlık borcu yarıya indirmiştir. Borç sorununu bu şekilde aşan rejim, reformlar hususunda daha ciddi girişimler yapılması hususunda ikna olmuş ve aynı yıl IMF ile Stand-By ve Dünya Bankası ile yapısal uyum anlaşması imzalanmıştır (Bromley ve Bush, 1994, s. 202).
Ekonomik Reform, Yapısal Uyum ve İstikrar
Politikaları 1992-1997
1980’lerin son yıllarında ortaya çıkan makroekonomik problemler ve uluslararası kurumların baskısı karşısında Mısır hükûmeti, reformlar hususunda adımlar atmak zorunda kalmıştır. Mart 1990 tarihinde “Ekonomik Reform ve Yapısal Uyum Programı” (Economic Reform and Structural Adjustment Program-ERSAP) başlıklı bir eylem planı hazırlanmıştır. Serbest piyasa prensiplerine uygun bir şekilde ekonomik faaliyetlerin yeniden yapılandırılacağı iddiasıyla hazırlanan programın üç temel amacı şudur:
Alınacak çeşitli istikrar önlemleri ile sürdürülebilir makroekonomik dengenin sağlanması,
Ekonominin yeniden yapılandırılması ile orta ve uzun vadede ekonomik büyümenin sağlanacağı temellerin oluşturulması,
Ekonomik reformların yoksullar üzerindeki negatif etkilerinin minimize edilmesi için sosyal politikaların geliştirilmesi (The World Bank, 1991, s. Annex II-3)
ERSAP ile rejim ekonominin yeniden yapılandırılıp serbest piyasa ekonomisine geçileceği iddia edilmektedir. Ayrıca programın nihai amacı olarak; “orta vadede, Mısır’ın güvenilirliğini onaracak ve enflasyonsuz ekonomik büyüme sağlayacak, merkezsizleştirilmiş, piyasa temelli ve dış odaklı bir ekonominin yaratılması” şeklinde ifade edilmiştir (The World Bank, 1991, s. Annex II-4). Program; kamu sektörü, yatırım, dış ticaret, fiyat kontrolü, para, maliye ve sosyal politikalar gibi geniş bir yelpazede reformlar içermektedir (Korayem, 1997, s. 2). IMF ve Dünya Bankası açısından temel olarak, özelleştirmelerin yapılması ve rekabeti bozucu düzenlemelerin kaldırılması, yatırımların finansmanı için tasarrufların artırılması, döviz rezervlerinin çoğaltılması ve sağlık, eğitim gibi temel devlet hizmetlerinin bütçe dengesi içerisinde sürdürülmesi ve bütçe açığının azaltılması için ek vergilerin konması öncelik taşımaktadır (Bromley ve Bush, 1994, s. 204).
1990-1993 dönemini kapsayan birinci dönemde, fiyat kontrolleri, yatırımın ve ticaretin önündeki temel engellerin kaldırılması üzerine odaklanılmış ve bu dönem IMF Stand-By Anlaşması, Dünya Bankası Yapısal Uyum Kredisi (Structural Adjustment Loan-SAL) ve Paris Kulübü’nün borç affı ile desteklenmiştir. Temmuz 1993 sonrası ikinci dönemde ise makroekonomik istikrar ve finansal sektör reformlarına öncelik verilirken IMF tarafından anlaşmanın üç yıl uzatılması, Dünya Bankası Yapısal Uyum İzleme Programı ve Paris Kulübü tarafından desteklenmiştir (Al-Mashat ve Grigorian, 1998, s. 3). ERSAP kapsamında hedeflenen reformları şu şekilde özetlemek mümkündür (Korayem, 1997, ss. 2-3):
Kamu şirketlerinde verimlilik ve üretkenliğin artırılması için özelleştirmeler yapılması ve şirketlerin kolay kredi ve otomatik devlet desteği almasını sağlayan kanuni çerçevenin düzenlenmesi,
Özellikle enerji sektöründe olmak üzere fiyat kontrollerinin kaldırılması. 1995 yılına kadar yıllık artışlarla petrol fiyatlarının küresel seviyesine ve elektrik fiyatlarının uzun dönem marjinal maliyetlerine eşitlenmesi. Tarım arazilerinden alınan kiraların artırılması ve otomatik yenilenen eski sözleşmelerin iptali, taşımacılık sektöründe uygulanan tarifelerinin yükseltilmesi,
Yatırım ortamının kamu ve özel şirketlerin eşit şartlarda rekabet etmesine el verecek şekilde yeniden düzenlenmesi,
Çoklu döviz kurunun tekli bir sisteme kavuşturulması ve dış ticaretin liberalleştirilmesi,
Bankacılık sektörünün düzenlenmesi ve mevduat-kredi faiz oranlarının belirlenmesi hususunda bankalara izin verilmesi,
Bütçe açığının kapatılması için gelirleri artırmak amacıyla küresel gelir vergisi ve satış vergisinin konulması, yatırımların sınırlanması, kamu maaşlarındaki yüksek artışların engellenmesi ve sübvansiyonların düşürülmesi yoluyla harcamaların azaltılması,
Dünya Bankası desteği ile reformlardan etkilenen fakirlerin desteklenmesi amacıyla 400-500 milyon dolar büyüklüğünde Sosyal Kalkınma Fonu’nun oluşturulması.
Finans sektöründe yapılan düzenlemeler ile sermaye piyasasını bozan uygulamalar kaldırılmış, bankacılık sektörü yeniden yapılandırılarak tasarrufları ve rekabeti artırılmaya çalışılmış, bankaların sermaye yapısı güçlendirilmiştir. Ayrıca para politikaları alanında da reformlar yapılarak merkez bankasının kamu açıklarını finanse etmesi minimize edilmiştir. Hazine bonosu piyasası geliştirilmiş, bono faiz oranları merkez bankası tarafından belirlense de bu oranlar diğer faiz oranları için temel oluşturmuştur. Hazine bonolarının oluşturulması, merkez bankasına yeni para politikası aracı doğurmuştur (Zaki, 2001, s. 1876). Bu politikalar, kısa sürede etkisini göstermiştir. Enflasyon tek rakamlı düzeylere gerilemiş, döviz kurunun düzenlenmesi ve mali tedbirlerle cari hesapta iyileşmeler göstermiştir (Subramanian, 1997, s. 3). Ödemeler dengesi hesabının düzelmesinde Paris Kulübü ve Körfez ülkelerinin borçlarda yeniden yapılandırmaya gitmesi ve bir kısım borçların silinmesinin de büyük etkisi olmuştur[4]. ERSAP, ekonominin birçok alanında önemli gelişmeler yaşanmasını sağlamıştır. Bütçe açığı ve cari açığın azaltılması, enflasyonun düşürülmesi öne çıkan iyileşmelerdir. Ancak programın hedeflenen çıktılara ulaşamadığı alanlar da bulunmaktadır. Bu alanlardan bir tanesi de yatırımların yapısal dönüşüme uğraması ve kamu yatırımlarının azaltılarak özel sektör yatırımlarının payının artırılmasıdır. Kamu yatırımları plan doğrultusunda azaltılırken özel yatırımlarda düşüş eğilimine girmiş, programın son yıllarında bir miktar artış göstermiştir.
İkram (2006, s. 74), programın kaynak sıkıntısı çeken ve borç yükü artan özel sektörün kamunun yerini alacağını varsayımının, hem kamunun boşluğunu doldurabileceği hem de yatırımlarda istekli olacağı kabulünün yanlış olduğunu ifade etmektedir. Diğer taraftan reel faizlerin getirisinin %8-10 seviyesine çıkması, yatırımcıları, sermaye piyasasına yönlendirdiğini belirtmektedir (Ikram, 2006, ss. 74-75). Ayrıca World Bank (2001) tarafından yapılan değerlendirmelerde Mısır’ın 90’lı yıllarda ihracatının azaldığı ve küresel piyasalardan aldığı payın düştüğü, ortaya çıkan büyümenin faktör verimliliğinin artmasından değil faktör birikiminden kaynaklandığı ifade edilmektedir. Doğrudan yabancı yatırımlar, finansal sektöre ya da inşaat gibi yerel talebi karşılayacak teknoloji düşük sektörlere yöneldiği belirtilmektedir. Bu durumun da sürdürülebilir büyüme ve rekabetçiliğe zarar vereceği iddia edilmiştir (World Bank, 2001, s. 3).
2000 Sonrası Ekonomik Görünüm ve Neoliberal Politika Uygulamaları
Mısır ekonomisi 1990’ların sonlarından itibaren küresel ekonomik gelişmelerin etkisiyle sıkıntılı bir dönem yaşamıştır. 1997 Asya krizinin ardından 2001 yılında ABD’de yaşanan terör saldırısı ve Irak savaşının da etkisiyle yabancı sermaye girişlerinde ve turizmde düşüşler yaşamıştır. Ayrıca 1997’de istikrar politikalarının sona ermesi ve hükûmet üzerindeki borç ve cari açık baskısının azalmasıyla reformlara olan ilgi azalmış ve gerekli politikalar hayata geçirilmemiştir. Özel sektörün bu dönemde kamu tarafından azaltılan istihdamı kapayamamasıyla birlikte işsizlik oranları da yükseliş göstermiştir (El-Saharty, Richardson ve Chase, 2005, ss. 3-4).
Mısır bu dönemde büyüme oranları açısından kendisine benzer gelişmekte olan ülkelerin gerisinde kalmıştır (Klaus, 2007, s. 3). Büyümenin yavaşlamasında özel tüketimin ve yatırımların yavaşlamasının etkisi olmuştur. Özel sektörün bu dönemde göstermiş olduğu zayıf performansta, kredi imkânlarının azalması gösterilmektedir. 1998-2005 yılları arasında özel sektöre sağlanan krediler, 29,7 milyar pounddan 5 milyara düşmüştür. Aynı dönemde hükûmetin kullandığı krediler, 10 milyardan 33,5 milyara çıkmıştır (Abdel-Kader, 2006, s. 5). Bütçe açığının artması ile birlikte kredi kaynaklarının kamu tarafından kullanımı artmış ve özel sektöre dışlama etkisi yapmıştır.
2004 yılında yeni bir hükûmetin göreve gelmesiyle çözüm arayışları başlamıştır. İş adamı olan Ahmed Nazif’in Başbakanlığında kurulan hükûmet, özel sektörün geliştirilmesi ve ön plana çıkarılması amacıyla 1990’ların sonunda sekteye uğrayan reform çalışmalarını tekrardan başlatmıştır. O dönemde özellikle Arap sermayesinin çekilmesi ve Paris Kulübü’nün borç affı için ön plana alınan reformlar, bu dönemde daha çok neoliberal politika anlayışı çerçevesinde ele alınmıştır (OECD, 2010, s. 28). Nazif hükûmeti daha önce görülmemiş bir şekilde iş adamlarının kritik bakanlıklara getirilmesiyle kurulmuştur. Altı önemli bakanlığa (ticaret ve sanayi, iskân, ulaşım, sağlık, tarım ve sosyal güvenlik) iş adamlarının getirilmesi, yaşanan sorunların çözülmesinde neoliberal politikaların, hükûmetin temel bakış açısı olduğunun göstergesidir (Farah, 2009, s. 49). Yeni hükûmet yatırımların teşvik edilmesi, işsizliğin azaltılması, enflasyonun kontrol altına alınması ve finansal sistemin ve idari yapının geliştirilmesi için önemli adımlar atmıştır. Özel sektörün geliştirilmesi amacıyla ticaret politikalarında liberalleşme yapılmış ve finansal sektörde ve ticaret yasalarında düzenlemelere gidilmiştir. Ayrıca özelleştirmeler ve kamu-özel ortaklıklarına hız verilerek özel sektör payının artırılması hedeflenmiştir. Diğer taraftan kamu sektöründe verimliliğin artırılması amacıyla altyapı düzenlemeleri ve vergi reformu yapılmıştır (World Bank, 2005, s. 4).
1990’lardan farklı olarak 2004 yılından itibaren özelleştirmelere hız verilmiştir. Daha önce kanun dışında bırakılan hassas sektörlerden iki önemli şirketin tasfiye programı hayata geçirilmiştir. Ancak özelleştirmelere hız verilmesi ve kamu iktisadi teşekküllerinin yeniden yapılandırılmasına rağmen 150’ye yakın firma, Yatırım Bakanlığı altında faaliyetlerine devam etmektedir (OECD, 2010, s. 29). Bu özelleştirmeler sonucunda Temmuz 2004-Mart 2006 tarihleri arasında 80 şirket, 20 milyar pound karşılığında özelleştirilmiştir (Farah, 2009, s. 50). Önceki döneme göre hızlı bir şekilde özelleştirmeler yapılmış olsa da gerçekleştirilen satışların şirketlerin değerinin altında olduğu, Nazif hükûmetinin, yatırımcıları teşvik etmek için şirketlere yapılacak gelecek yatırımlar karşılığında değerlerinin altında satışa imkân sağladığı iddia edilmektedir (Farah, 2009, s. 50).
Özelleştirmeler yoluyla şirketlerin verimliliğini ve kârlılığını artırmaya çalışan Nazif hükûmeti, dış ticaret rejiminde de liberal adımlar atarak ihracatın artırılmasını amaçlamıştır. Bu anlamda gümrük vergileri düzenlenmiş ve yapısı makul bir hâle getirilmiş, ücretler ve ilave vergiler kaldırılmış ve gümrük muafiyetleri azaltılmıştır (Egyptian National Competitiveness Council, 2006, s. 55). 2009 yılında küresel krizden doğan ortamda, yerli sanayinin rekabet edebilirliğinin korunması amacıyla ek düzenlemeler yapılmış özellikle girdi ithalatı kolaylaştırılmış, gümrük vergileri %5,5’a indirilmiştir (OECD, 2010, s. 29). Gümrük vergilerinde yapılan indirimlerin yanında karmaşık gümrük süreçleri sadeleştirilmiş, daha önce gümrüklerde gerekli olan 26 onay sayısı 5’e indirilmiştir. Düzenlemelere paralel olarak 2004 yılından itibaren uluslararası ortaklıklar geliştirilmiş, Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olunmuş, çift taraflı serbest ticaret anlaşmaları imzalanmış ve Avrupa Birliği ile 12 yıl süreyle gümrük ortaklığına gidilmiştir (OECD, 2010, s. 30).
Bu dönemde hayata geçirilen reformlar arasında vergi reformu öne çıkmaktadır. Haziran 2005’te çıkarılan yasa ile gerçek kişi ve kurum gelir vergi oranları %50 düşürülmüş ve eşitlenerek %20 olarak belirlenmiştir. Ancak devlete ait şirketlere uygulanan %40 oranı sabit tutulmuştur. Farah (2009, s. 49), kamu şirketlerine uygulanan yüksek vergilerle özelleştirmelerin zorunlu hâle getirilmeye çalışıldığını, yüksek vergi oranları ile bu şirketlerin iflasa sürüklendiğini ifade etmektedir. Ayrıca düşük gelirlilerden alınan vergilerin artırılmasının, yoksullar üzerindeki yükün artırılmasına yol açtığını ifade etmektedir. Vergi oranları dışında, yapılan düzenlemeler ile beyanname ve denetim süreçleri basitleştirilmiş, kayıt dışılık azaltılmaya çalışılmıştır. 2006 döneminde bir önceki yıldaki 1,1 milyon mükellefe karşın 2 milyondan fazla kişi vergi beyanını doldurmuş, vergi gelirleri %15,7 oranında artış göstermiştir. 2007 yılında hazırlanan ancak 2009 yılında hayata geçirilebilen özel mülkiyete getirilen vergilendirme reformu, oranları %60’tan %10’a indirmeyi amaçlamış ancak süreç içerisinde eklenen muafiyetler ile yasa amacından uzaklaşmıştır (OECD, 2010, s. 31).
Bankacılık ve finans sektöründe yapılan yasal düzenleme ile minimum sermaye gereklilikleri artırılmış, bilanço içerisindeki takipteki alacakların oranı için üst tavan düşürülmüştür. Yapılan düzenleme ve sıkılaştırmalarla devralma ve birleşmeler yoluyla sistem güçlendirilmeye çalışılmıştır. Nazif hükûmetinin özelleştirme programı çerçevesinde kamuya ait, Mısır’ın dört büyük bankasından biri olan İskenderiye Bankası rekabeti teşvik etmek amacıyla yabancılara satılmış, ortak girişimle kurulan bankalardaki devlet hisseleri tasfiye edilmiştir. Ayrıca kalan diğer kamu bankaları yeniden yapılandırılarak yönetimleri güçlendirilmiş, verimliliklerinin artırılması hedeflenmiştir. Takipteki kamudan alacakların %60’ı, özel sektörden alacakların ise %90’ı üzerine anlaşma yapılmış, ana sermaye dışındaki varlıkların ve yatırımların satılması yoluyla sermaye yapısı yeniden düzenlenmiştir. Bunların yanında risk yönetimi, teknoloji kullanımı ve insan kaynaklarının geliştirilmesi gibi alanlarda altyapıları güçlendirecek çalışmalar yapılmıştır (Herrera ve Youssef, 2013, ss. 4-5).
Ordu ve Yeni İş Adamları Zümresi
Ekonominin daha fazla özel sektöre açılması ve uluslararası kurum ve şirketlerle artan ortaklıklardan kuşkusuz ordu da yararlanmıştır. Mübarek’in ordu ile kurmuş olduğu ilişki, selefleri Nasır ve Sedat’tan farklıdır. Nasır’ın ordu ile ideolojik temelli ancak temkinli ilişkisinden ve Sedat’ın üst kademe subayların rekabetinden yararlanan ve sürekli görev değişikliklerine dayanan stratejisi yerine Mübarek, subaylarından ayrıcalıklılar sınıfı oluşturarak kendisine sadakati sağlama yoluna gitmiştir (Nassif, 2013, s. 511). Mübarek’in başa geçtiği 1980’lerin başında ordunun Nasır veya Sedat’ın dönemindeki misyonu sona ermiş durumdaydı. Sosyalist ideoloji ile yoksulların koruyucusu ordudan, Arap devletlerinin savunucusu ve ülkenin koruyucusuna dönüşürken hem sosyalist düşüncenin miadını doldurması hem de İsrail’le yapılan barış anlaşmasıyla ordunun bu rolleri sona ermiştir. Mübarek, ordunun biten bu misyonları karşısında ekonomik role ağırlık vererek rejimin devamını sağlamıştır (Nassif, 2013, s. 515). Sedat döneminde uygulanan açılım politikaları sonucu ortaya çıkan yüksek enflasyon, ordu mensuplarının ekonomik durumlarını kötüleştirmiştir. Mübarek’in elini kolaylaştıran bu durum, kendi rejimine olan sadakat karşılığında ordunun ekonomik olarak geliştirilmesi projesini ortaya çıkarmıştır (Springborg, 1987, s. 5). Alt kademe yer alan subayların maaşlarının görece düşük olması ve hayat şartlarındaki zorluklara rağmen üst kademelere çıktıkça elde edilen ayrıcalıklar, Mübarek için rejime sadık kalmanın bir ödüllendirme mekanizması hâline gelmiştir (Nassif, 2013, s. 516).
Mübarek rejiminin ilk on yılında ordu, hızlı bir kalkınma ve iktisadi ayrıcalık yaşamıştır. Maaş artışları, araç gereç alımları ve ordu tarafından inşa edilen Nasır şehri çevresindeki lojmanlarda subaylara sağlanan evler vb. imkânlarla fiziksel olarak gelişme sağlanmıştır. Hatta bu evlerden rütbeye göre alınan ve ihtiyaç fazlası olanlar kira olarak ek gelir kaynağına dönüşmüştür. Ordu, 1980’lerin ikinci yarısında yapılan inşaat işlerinin finansmanı için arazi satışına ya da yeni yapılan projelerde sivillere ev satışına başlamıştır. Askerî kooperatiflerin yaygınlaşması, piyasada pahalı ya da hiç bulunmayan malların ordu personeline satılması, toplum içerisinde ayrışmalarını sağlamıştır. Hastane ve eğitim kurumlarının kurulmasıyla ordu mensupları giderek kendine yeterli ve bağımsız bir elit sınıf hâline gelmiştir. Ayrıca bu kooperatiflerden alışveriş yapmak isteyen sivillerin subaylarla girdiği ilişki, sivil-asker ilişkisinin farklı bir boyuta taşınmasına neden olmuştur (Springborg, 1987, ss. 8-10).
Mübarek’in kurmuş olduğu ödüllendirme sisteminin bir diğer aracı da askerleri, bürokrasi ve şirket yönetimlerinde farklı kademelerde görevlendirmektir. Bu bağlamda görevde kaldığı sürece görevlendirdiği 156 valinin 63 tanesi general kökenli 34 tanesi ise polis kuvvetlerindendir. Özelikle rant elde edebilme potansiyeli ve stratejik önemleri olan Güney Sina ve Kızıl Deniz bölgesi olmak üzere turizm ve sanayi bölgelerinde ise tüm valiler, asker kökenli olmuştur. Emekli askerlerin ayrıca yerel yönetimlerin farklı birçok yerinde görev aldığı görülmektedir (Nassif, 2013, ss. 517-525).
Nasır döneminde savunma sektörü ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulan, Sedat döneminde üç kuruluş etrafında organize edilerek sivil ihtiyaçlar için de üretime başlayan askerî şirketler, Mübarek rejimi altında sahip oldukları fabrika, şirket ve oteller yelpazesini genişletmişlerdir (Abul-Magd, 2012, s. 155). Mısır ordusu kelimenin tam manasıyla iğneden askerî mühimmata, salça ve makarnadan petrol ürünlerine kadar çok geniş bir alanda ekonomik faaliyetler yürütmektedir. Ordunun sahip olduğu iktisadi büyüklüğe dair net bir fikir edinmek mümkün değildir. Askerî harcamaların denetim dışında olması, birçok verinin askerî sır olarak gizli tutulması nedeniyle sağlıklı bilgi edinilememektedir. Springborg’un ifadesi ile Mısır ordusunun generalleri “Ordu A.Ş.” (Military Inc.) yöneticileri olarak bu şirketin çıkarlarına uygun kararlar alırken şeffaflıktan ve denetimden uzak tutarak ellerinde bulunan yapıyı da korumaya çalışmaktadırlar (Marroushi, t.y.). Ordunun ekonomi içerisindeki rolüne dair diğer önemli bir nokta ise kanunda millî güvenlik amacıyla kamu arazilerinin kontrollerinin orduya verilmiş olmasıdır. Özellikle yerleşime açılmamış tüm çöl arazileri ve kamu toprakları üzerinde ordunun tam bir otoritesi bulunmaktadır. Yeni yerleşim yerlerinin inşası veya sanayi yatırımlarında ordunun izninin alınması, askeriye için önemli bir rant kaynağına dönüşmüştür (Barayez, t.y.).
Mübarek’in vermiş olduğu tüm bu taviz ve imkânlara rağmen 2004 sonrası hızlandırılan özelleştirme politikaları ve IMF anlaşması bağlamında hayata geçirilmeye çalışan neoliberal politikalar, ordu açısından tehdit olarak algılanmıştır. Ordu şirketleri hariç kamu şirketlerinin özelleştirilmesi, orduya karşı rakip ve yeni bir sınıfın, iş adamı sınıfının giderek güçlenmesini sağlamıştır.
İş adamlarının Mısır sahnesinde etkin bir rol oynamaya başlamaları 1990’lar sonrasıdır. IMF ile yapılan ERSAP anlaşması ile piyasa ekonomisine doğru geçiş ve özelleştirme çalışmaları iş adamları sınıfının doğmasını sağlamıştır. İlk başlarda yavaş ilerleyen özelleştirmeler, 2004 yıllında Nazif hükûmetiyle hız kazanmıştır. Hüsnü Mübarek’in oğlu Cemal Mübarek’in etkisiyle birlikte özelleştirmeler hızlanmış, rejime bağlı iş adamlarının ekonomik yapıdaki payı ve siyasetteki gücü giderek artmıştır (Diwan, Keefer ve Schiffbauer, 2016, s. 6). Mısırda yükselen bu iş adamları sınıfını “ahbab-çavuş (crony)” olarak tanımlayan Diwan ve Chekir (2015), iş adamlarının piyasa içerisinde hangi düzeyde yerleştiklerini ve ilişkilerini incelemektedir. Bu iş adamları, ticari ilişkileri ve kişisel bağlantıları ile faaliyette bulunmanın ötesinde siyaset kurumlarının içerisinde yer alarak özelleştirmeler gibi yapısal kararların alınmasında rol oynamışlardır. İktidar partisi NDP’nin yönetim kademelerinde, parlamentonun çeşitli komisyonlarında ve bakanlık görevlerinde bulunarak özellikle 2004 sonrası Mısır politikalarına şekil vermişlerdir (Demmelhuber ve Roll, 2007 akt. Diwan vd., 2016). Özellikle Ahmed Nazif hükûmetinde yer alan altı iş adamı kökenli bakanın da etkisiyle bahsedilen süreç hızlanmıştır (Fouad, 2016). Diwan ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada, borsaya kayıtlı 385 şirketin üçte ikisi rejimle ilişkili şirket olarak tanımlanmaktadır. Bu şirketlerin sahipleri veya yöneticilerinin 2001 sonrasında görev yapmış eski bakanlardan veya NDP’nin yönetim kademelerinden oldukları tespit edilmiştir. Örneğin; ulaştırma ve emlak sektöründe yer alan firma sahiplerinin Ulaştırma ve Bayındırlık Bakanlığı ve Kamu Hizmetleri ve Kentsel Kalkınma Bakanlığı yaptıkları belirlenmiştir. Ayaklanmalar sırasında figür hâline gelen ve tepkilerin çekim noktasına dönüşen çelik sektörünün çoğunluğunu elinde bulunduran Ahmet Ezz, parlamentoda bütçe komisyon başkanlığı, NDP genel sekreterliği ve NDP’nin karar alıcı komitesi olan Politika Komitesi üyeliği yapmıştır (Diwan vd., 2016, s. 10).
Özellikle 2004 sonrasında yükselen iş adamları, iktisat politikaları üzerinden kendi ekonomik rantlarını artırmaya çalışırken diğer taraftan da Hüsnü Mübarek sonrasında oğul Mübarek’e siyasi güç sağlama çabasına girişmişlerdir (Roll, 2010). Karşılıklı kazanç ilkesine dayanan bu ilişki, 2011 yılında yaşanan halk ayaklanmaları ile akamete uğramış ve bahsedilen iş adamlarının çoğu ve Cemal Mübarek, SKYK tarafından tutuklanarak, yolsuzluk ve diğer suçlamalarla hapse gönderilmişlerdir.
Sisi Darbesi ve Asker Merkezli Ekonomi Politikalar: Eski Düzene Dönüş
Ordu, Mübarek sonrası geçici olarak altı aylığına yönetimi devraldığını ilan etmesine rağmen on yedi ay süreyle yönetimde kalarak kaybettiği güç ve rolü tahkim etmiştir. Ordunun politika ve ekonomide zemin kaybettiğini düşünen bu üst düzey subaylar, ele aldıkları anayasal ve cumhurbaşkanlığı yetkileri ile eski pozisyonlarını koruma ve gelecekte de ellerinde tutmak üzere düzenlemelere girişmişlerdir. Ordunun kendisini sistemin koruyucusu olarak gördüğünü belirten Sayigh (2012, ss. 23-24), Subaylar Cumhuriyeti olarak isimlendirdiği sistemin devamı için gerekli şartların SKYK tarafından tekrar oluşturulduğunu ifade etmektedir. Mübarek’in istifası ve Abdülfettah Sisi öncülüğünde gerçekleştirilen askerî darbeyle sonuçlanan süreçte Muhammed Mursi’nin bir yıllık sivil iktidarında da kısmen de olsa ordunun ekonomik gelişimi hızlanmıştır. Özellikle Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’dan alından büyük mali desteklerle birlikte Ordu A.Ş., altyapı yatırımları ve büyük inşaat projelerine hız vermiştir. Mursi döneminde de gündemde olan ancak Sisi tarafından rejimin birinci önceliğine hâline gelen büyük bir proje ise Süveyş Kanal Projesi’dir. Yeni limanlar, sanayi bölgeleri, yollar ve kanalın dar bölgesinde geçişi kolaylaştıracak paralel yeni bir kanal inşaatını içeren proje için tahvil satışı yoluyla iç borçlanmaya gidilmiş ve 9 milyar dolar toplanmıştır. Proje, askerî şirketin yükleniciliğinde başlamış ve yeni kanal açılmıştır (Marshall, t.y.). Orduya verilen bu projelerin dışında SKYK, Mursi ve Sisi hükûmetleri tarafından subayların maaş ve emekli maaşlarına sırasıyla %50 ve %10 oranında zam yapılmıştır (Sasa Post, 2014).
Sisi döneminde öne çıkan bir diğer proje ise Kahire’nin doğusuna inşa edilmeye başlanan yeni başkent projesidir. Yaklaşık 45 milyar dolara mal olacağı tahmin edilen projede de Körfez sermayesi ve ordu şirketleri öne çıkmaktadır. Benzer birçok projede Sisi, 400 milyar dolarlık yatırım öngörmüş ve bunların birçoğunda yüklenici ordu olarak orduya görev vermiştir (Rutherford, 2018, s. 191).
Ekonomi politikaları açısından darbe sonrası dönemi kısaca eski rejimin yeniden inşası olarak tanımlayabiliriz. Askerin, Mübarek’in ilk dönemlerinde kaybettiği iktisadi ve siyasi gücü halk ayaklanması sırasında önce SKYK aracılığıyla daha sonra ise darbe yoluyla doğrudan tekrar kazandığını görüyoruz. Sisi’nin cumhurbaşkanı olduktan sonra emekli askerî personeli valiliklere ve kilit noktalara ataması, kapatılan NDP’nin yeniden açılmaması ve bunun da ötesinde güçlü bir partinin oluşturulmayarak meclisin büyük çoğunluğunun bağımsız olarak seçilmesi, siyasi alanda askerî otoriteyi tekrardan sivil otoritenin üzerine yerleştirmiştir. Daha önce bahsedildiği gibi Süveyş Kanal Projesi, Yeni Kahire Projesi ve diğer altyapı yatırımlarıyla kalkınma politikaları açısından bir başarı hikâyesi yazılmaya çalışılsa da aslında orduya iktisadi kaynak aktarımı ve ordunun iş bitiriciliğinin halk nezdinde sergilenmesiyle bir meşruiyet ve eski otoritenin inşa edilme çabasından bahsedilebilir.
Bu bağlamda Sisi döneminde Mübarek döneminin devamı olarak yabancı sermayeyle özellikle Körfez sermayesiyle olan ilişkileri yakın tutarak dışa açık bir resim sergilense de ordunun diğer bir ifadeyle devlet şirketlerinin öne çıktığı görülmektedir. Darbenin ilk yıllarında devlet sübvansiyonları genişletilmiş ve halk desteği bu yolla sağlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca gelir ve kurumlar vergisi artırılarak büyük sermayeden daha fazla vergi alınacağı halka gösterilmiştir. Ancak kısa bir süre sonra kurumlar vergisi tekrardan düşürülmüştür. Bu bağlamda Sisi ve yönetiminin iktisadi alanda istikrarlı bir yaklaşım sergilediğini söylemek zordur. Bir taraftan halka yönelik eski politika araçları kullanıma sokulurken diğer taraftan yabancı sermayeyle olan ilişkilerin sürdürülmeye çalışıldığı görülmektedir. Dört yıllık Sisi döneminin büyük projelerle halkı etkileme ve ordunun konumunu inşa edici popülist politikalardan oluştuğu ve belirli bir iktisadi yaklaşım sergilemediğini söylemek mümkündür.
Sonuç
2010 yılında Tunus’ta başlayan halk hareketleri, Mısır’a da sirayet etmiş, “Ekmek, Özgürlük, Sosyal Adalet” sloganının etrafında birçok şehre sıçramıştır. Ekonomik ve siyasal alana dair yükseltilen bu muhalif sesler, Mübarek’in istifasıyla başlayıp Sisi’nin darbesiyle sonuçlanan süreci başlatmıştır. Ordu’nun merkezde yer aldığı bu olaylar, Mısır siyasal tarihi için çok da yabancı değildir. M. Ali Paşa tarafından temelleri atılan modern Mısır’da ordu hem askerî alanın hem de sivil alanın dönüştürülmesinde büyük rol almıştır. 19. yüzyılda askerî ihtiyaçlar bağlamında başlayan reformlar, sivil hayata geçirilmiştir. Ordunun merkezde olan bu rolü, İngiliz işgali sırasında kesintiye uğramış olsa da 1952 askerî darbesiyle yeniden sahneye çıkmış ve hâlen gücünü korumaktadır.
Kavala ve haleflerinin, devlet ve askerî ihtiyaçları merkeze alan uygulamaları ve kalkınma politikaları, Mısır altyapısı için önem arz etmektedir. Devletçi kalkınma politikaları olarak adlandırabileceğimiz bu dönemde altyapıda önemli gelişmeler sağlamıştır. İngiliz işgali ve sonrasında Mısır, küresel piyasalarla ilişkilerini artırmış ve artan bu etkileşim sonucunda da liberal iktisadi politikaların etkinliği artmıştır. I. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde temel ekonomik yaklaşım, İngilizler tarafından belirlenmiştir. Merkez-çevre yaklaşımı ile Mısır’a tarım ve ham madde sağlama görevi biçilmiş, buna göre pamuk üretimi ve ihracatı Mısır için öncelikli ekonomik politika hâline getirilmiştir. 1923-1952 dönemi kapsayan parlamenter monarşi dönemi ise bu yaklaşımın uzantısı şeklinde devam etmiştir.
1952 darbesiyle hayata geçirilen yeni siyasal sistem ise kendine özgü ekonomik yapıyı da beraberinde getirmiştir. Arap sosyalizmi olarak isimlendirdiği bu sistem, tüm iktisadi yapıların ve kaynakların devletleştirilmesini içermiştir. Batı karşıtlığı ve ekonomik krizlere duyulan rahatsızlık, sosyalizm gibi bir ideolojik araçla askerî rejimin kendi gücünü temellendirmesini sağlamıştır. Eski dönemin toprağa dayalı iş adamlarının etkin olduğu ekonomik yapısı, toprak reformları ile dağıtılarak hem toplumsal taban elde edilmiş hem de rejimin karşısındaki kritik bir güç merkezi ortadan kaldırılmıştır. Ekonomik kaynakların devlet eline geçmesi özellikle yüksek rütbeli askerler için bir fırsat alanı oluşturmuştur. Rejimin devamı ve ekonomik çıkarlar giderek iç içe geçen bir duruma dönüşmüştür.
Nasır sonrası iktidarı devralan Sedat döneminde ise sosyalist politikalar, “açılım” ismi verilen, sınırlı serbestleşme politikaları ile terk edilmiş, ortaya çıkan yeni imkânlar da özel sektör kadar askerin ekonomik imkânlarını genişletmesine fırsat vermiştir. Sedat suikastı sonrası başa geçen Mübarek ise ordu mensuplarına sağladığı imkânlarla orduyu bir nevi anonim şirkete dönüştürerek ekonominin önemli bir gücü hâline gelmesini sağlamıştır. Artan bu iktisadi gücün sürekliliğinin sağlanması ve iktidarın elde tutulması ise askerler için önemli bir motivasyon kaynağı olmuştur. Mübarek istifası sonrasında 60 yıldan uzun bir süredir devam eden askerî yönetim 11 aylık sivil bir iktidar ile kesintiye uğrasa da Sisi’nin askerî darbesiyle yeniden başa geçmiştir.
Uygulanan iktisadi politikaların şekli ve ideolojik yaklaşımı, dönemsel olarak değişmekle birlikte hizmet ettikleri amaç hep aynı olmuştur. Mısır’ın genel olarak üç siyasal dönem içerisinde değerlendirmek gerekirse M. Ali Paşa ve hanedanı ordu merkezli bir modernleşme ile modern devlet kurumlarını kurmuş ve devletçi iktisat politikaları uygulamış, İngiliz işgali ve sonrasındaki parlamenter monarşi döneminde küresel sistemle entegrasyon bağlamında liberal politikalar hayata geçirilmiş ve 1952 Hür Subaylar Darbesi’nden sonra ise ordu merkezli iktisadi gelişmeler yaşanmıştır. Özellikle bugünkü yapı, bu politikalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Ordu mensuplarının iktisadi sistemi kendi çıkarları ve iktidarın meşruiyeti bağlamında araçsal olarak kullanmışlardır. Arap sosyalizminden neoliberal politikalara geçiş ve sonrasında yaşanan uygulamalar, Mısır’da yer alan askerî elitlerin ekonomik ihtiyaç ve yönelimleri bağlamında yürütülmüştür.
Kaynakça
Abdel-Kader, K. (2006). Private sector access to credit ın Egypt: Evidence from survey data. Working Paper. Egyptian Center for Economic Studies. http://www.eces.org.eg/MediaFiles/Uploaded_Files/%7B7533AF5C-D50E-401F-A5C0-C9805817DE11%7D_ECESWP111e. pdf adresinden erişilmiştir.
Abdel-Khalek, G. (1981). Looking outside, or turning northwest? On the meaning and external dimension of Egypt’s infitah 1971-1980. Social Problems, 28(4), 394-409.
AfDB ve OECD. (2008). African economic outlook 2008. http://www.oecd-ilibrary.org/content/book/aeo-2008-en adresinden erişilmiştir.
Alissa, S. (2007). The political economy of reform in Egypt: Understanding the role of institutions. Carnegie Endowment for International Peace. http://carnegieendowment.org/files/cmec5_alissa_egypt_final.pdf adresinden erişilmiştir.
Aoude, I. (1994). From national bourgeois development to infitah: Egypt 1952-1992. Arab Studies Quarterly, 16(1), 1-23.
Baker, R. W. (1981). Sadat’s open door: Opposition from within. Social Problems, 28(4), 378-384.
Bromley, S. ve Bush, R. (1994). Adjustment in Egypt? The political economy of reform. Review of African Political Economy, 21(60), 201-213.
Central Bank of Egypt. (t.y.). Time series. 20 Aralık 2015. http://www.cbe.org.eg/English/ Economic+Research/Time+Series/ adresinden erişilmiştir.
Clawson, P. (1978). Egypt’s industrialization: A critique of dependency theory. MERIP Reports,72, 17-23.
Cooper, M. N. (1982). The transformation of Egypt. Baltimore, MD: The Johns Hopkins University Press.
Dessouki, A. E. H. (1981). Policy making in Egypt: A case study of the open door economic policy. Social Problems, 28(4), 410-416.
Egyptian National Competitiveness Council. (2006). Egyptian national competitiveness council the Egyptian competitiveness report 2004-2005. Egyptian National Competitiveness
Council. http://www.encc.org.eg/inside.php?p=temp_text&pid=102&id=68 adresinden erişilmiştir.
El-Ghonemy, M. R. (1968). Economic and institutional organization of Egyptian agriculture since 1952. P. J. Vatikiotis (Ed.). Egypt since the revolution içinde. New York: Frederick A. Praeger, Inc.
El-Megharbel, N. (2008). The impact of recent macro and labor market policies on job creation in Egypt. H. Kheir-El-Din (Ed.). Egyptian economy: Current challenges and future prospects içinde (ss. 179-200). Cairo: The American University in Cairo Press.
El-Saharty, S., Richardson, G. ve Chase, S. (2005). Egypt And The millennium development goals challenges and opportunities. http://www-wds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/2005/03/14/000011823_20050314152400/Rendered/PDF/317050HNP0ElSahartyEgyptMDGsFinal.pdf adresinden erişilmiştir.
Farah, N. R. (2009). Egypt’s political economy: Power relations in development. American University in Cairo Press.
Galal, A. (1968). The Egyptian economy and the revolution. P. J. Vatikiotis (Ed.). Egypt since the revolution içinde (ss. 40-49). New York: Frederick A. Praeger, Inc.
Gordon, J. (1992). Nasser’s blessed movement. New York: Oxford University Press.
Hamed, O. (1981). Egypt’s open door economic policy: An attempt at economic integration in the Middle East. International Journal of Middle East Studies, 13(1), 1-9.
Handoussa, H. (1991). The impact of foreign aid on Egypt’s economic development, 1952-1986. U. J. Lele ve I. Nabi (Ed.). Transitions in development: The role of aid and commercial flows içinde (ss. 195-224). San Francisco, Calif: ICS Press.
Hansen, B. (1991). The political economy of poverty, equity, and growth in Egypt and Turkey. http://documents.worldbank.org/curated/en/1991/12/440580/political-economy-poverty-equity-growth-egypt-turkey adresinden erişilmiştir.
Hansen, B. ve Marzouk, G. A. (1965). Development and economic policy in the UAR (Egypt). Amsterdam: North-Holland Pub. Co.
Herrera, S. ve Youssef, H. (2013). Macroeconomic shocks and banking sector developments in Egypt. Policy Research Working Paper. http://www-wds.worldbank.org/servlet/WDSContentServer/WDSP/IB/2013/01/15/000158349_20130115091848/Rendered/PDF/wps6314.pdf adresinden erişilmiştir.
Holt, R. ve Roe, T. (1993). The political economy of reform: Egypt in the 1980s. R. H. Bates ve A. O. Krueger (Ed.). Political and economic interactions in economic policy reform: Evidence from eight countries içinde (ss. 179-224). Oxford, UK: Cambridge, Mass.
Ikram, K. (1980). Egypt: Economic management in a period of transition. http://www-wds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/2000/04/13/000178830_98101911094659/Rendered/PDF/multi_page.pdf adresinden erişilmiştir.
Ikram, K. (2006). The Egyptian economy, 1952-2000: Performance, policies, and issues. London: New York: Routledge.
IMF. (t.y.). IMF world economic outlook database. http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2015/02/weodata/index.aspx adresinden erişilmiştir.
Klaus, E. (2007). Egypt: Searching for binding constraints on growth. Working Paper. https://www.imf.org/external/pubs/ft/wp/2007/wp0757.pdf adresinden erişilmiştir.
Korayem, K. (1997). Egypt’s economic reform and structural adjusment (ERSAP). Working
Paper. Egyptian Center for Economic Studies. http://www.eces.org.eg/MediaFiles/Uploaded_Files/%7BD83916F9-6CEF-4E7C-8F354A8CDC7AD78A%7D_ECESWP19e.pdf adresinden erişilmiştir.
Lofgren, H. (1993). Economic policy in Egypt: A breakdown in reform resistance? International Journal of Middle East Studies, 25(3), 407-421.
Mabro, R. (1974). The Egyptian economy, 1952-1972. Economies of the world içinde. Oxford: Clarendon Press.
Mabro, R. (1975). Egypt’s economic relations with the socialist countries. World Development, 3(5), 299-313.
Mead, D. C. (1967). Growth structural change Egyptian economy. http://www.abebooks.com/book-search/title/growth-structural-change-egyptian-economy/ adresinden erişilmiştir.
Nagarajan, K. V. (2013). Egypt’s political economy and the downfall of the Mubarak regime. International Journal of Humanities and Social Science, 3(10), 22-39.
OECD. (2010). Competitiveness and private sector development: Egypt 2010. http://www.oecd-ilibrary.org/content/book/9789264087408-en adresinden erişilmiştir.
Özkoç, Ö. (2014). Mısır modernleşmesinin tarihsel kökenleri: Mehmet Ali Paşa dönemi üzerine bir inceleme. Memleket Siyaset Yönetim, 21, 219-250.
Al-Mashat, R. A. ve Grigorian, D. A. (1998). Economic reforms in Egypt: Emerging patterns and theri possible implications. Policy Research Working Paper. http://documents.worldbank.org/curated/en/1998/09/442682/economic-reforms-egypt-emerging-patterns-possible-implications adresinden erişilmiştir.
Richards, A. (1991). The political economy of dilatory reform: Egypt in the 1980s. World Development, 19(12), 1721-1730.
Roll, S. (2010). Gamal Mubarak and the discord in Egypt’s ruling elite. Carnegie Endowment for International Peace, September 2010. http://carnegieendowment.org/sada/?fa=41490, 12/04/2016 adresinden erişilmiştir.
Roy, D. A. ve Irelan, W. T. (1989). Law and economics in the evolution of contemporary Egypt. Middle Eastern Studies, 25(2), 163-185.
Said, M., Chang, H. J. ve Sakr, K. (1997). Industrial policy and the role of the state in Egypt: The relevance of the East Asian experience. H. Handoussa (Ed.). Economic transition in the Middle East: Global challenges and adjustment strategies içinde (ss. 219-262). Cairo: The American University in Cairo Press.
Soliman, S. (2011). The autumn of dictatorship: Fiscal crisis and political change in Egypt under Mubarak. Stanford studies in Middle Eastern and Islamic societies and cultures içinde. Stanford, California: Stanford University Press.
Subramanian, A. (1997). The Egyptian stabilization experience: An analytical retrospective. Egyptian Center for Economic Studies. http://www.eces.org.eg/Publication.aspx?Id=210 adresinden erişilmiştir.
Tignor, R. L. (1976). The Egyptian revolution of 1919: New directions in the Egyptian economy. Middle Eastern Studies, 12(3), 41-67.
Tignor, R. L. (1977). Nationalism, economic planning, and development projects in interwar Egypt. The International Journal of African Historical Studies, 10(2), 185-208.
Tignor, R. L. (1984). State, private enterprise, and economic change in Egypt, 1918-1952. Princeton studies on the Near East içinde. Princeton, NJ: Princeton University Press.
Vatikiotis, P. J. (1961). The Egyptian army in politics: Pattern for new nations? Bloomington: Indiana University Press.
Wahbah, M. (1994). The role of the state in the Egyptian economy, 1945-1981 (1. Baskı). Reading, UK: Ithaca Press.
Waterbury, J. (1979). Hydropolitics of the Nile Valley. Syracuse, New York: Syracuse University Press.
Waterbury, J. (1983). The Egypt of Nasser and Sadat: The political economy of two regimes. Princeton, NJ: Princeton University Press.
World Bank. (1983). Arab Republic of egypt current economic situation and growth prospects. http://www-wds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/1999/09/10/000178830_98101901031747/Rendered/PDF/multi_page.pdf adresinden erişilmiştir.
World Bank. (1990). Egypt-country economic memorandum: Economic readjustment with growth (2. Cilt). Main Report, 7447, 1-81. http://documents.worldbank.org/curated/en/1990/02/738755/egypt-country-economic-memorandum-economic-readjustment-growth-vol-2-3-main-report adresinden erişilmiştir.
World Bank. (1991). Egypt-structural adjustment loan project. http://documents.worldbank.org/curated/en/1991/06/735632/egypt-structural-adjustment-loan-project adresinden erişilmiştir.
World Bank. (2001). Memorandum of the president of the ınternational bank for reconstruction and development and the ınternational finance corporation to the executive directors on a country assistance strategy for the Arab Republic of Egypt. http://www-wds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/2001/06/29/000094946_01061404112783/Rendered/PDF/multi0page.pdf adresinden erişilmiştir.
World Bank. (2005). Country assistance strategy for the Arab Republic of Egypt for the period FY06-FY09. http://www.mof.gov.eg/MOFGallerySource/English/PDF/Egypt-CAS%202006-09.pdf adresinden erişilmiştir.
Zaki, M. Y. (2001). IMF-supported stabilization programs and their critics: Evidence from the recent experience of Egypt. World Development, 29(11), 1867-1883.
[1] Osmanlı Devleti’nin son döneminde İttihat ve Terakki Partisi’ne mensup siyasilerin ve entelektüellerin de benzer bir tartışma içerisinde oldukları görülmektedir. Sanayileşmenin ve iktisadi bağımsızlığın millî burjuvazinin yaratılması yoluyla sağlanacağı düşüncesi bu dönemde öne çıkmaktadır.
[2] Açılım politikaları olarak Arapça “infitah” teriminden çevrilen bu politikalar, İngilizce literatürde “open door policy”, “açık kapı politikaları” olarak da isimlendirilmektedir.
[3] Paris Kulübü, 1956 yılında Arjantin’in dış borçları ile ilgili uluslararası yardım talep etmesi üzerine Fransa’nın teklifi ile Paris’te düzenlenen toplantı sonucu ortaya çıkmıştır. Günümüzde 20 daimî üyesi bulunan Kulüp zaman içerisinde gelişerek borçlu ülkelere yeniden yapılandırma ve af için standartlar geliştirmiştir (Daha detaylı bilgi için bkz. http://www.clubdeparis.org/en/communications/page/historical-development).
[4] Subramanian (1997, ss. 32-33) tarafından yapılan bir hesaplamayla, 1990-1997 dönemi için dış borç affının 15,5 milyar dolarlık etkisi olduğu iddia edilmektedir. Yıllık 2,2 milyarlık bu etkinin sağlanabilmesi için yerel paranın yaklaşık %17’lik bir değer kaybına uğramasının gerektiği belirtilmektedir.