Giriş
Bugünün dinî çoğulculuğa sahip toplumlarındaki en önemli konulardan biri, belirli bir din mensuplarının, diğer dinlerle olan farklılıklarının bilincinde olarak ne dereceye kadar bir arada ve uyumlu yaşayabileceği ve iş birliği üretebileceği sorusudur. Bazı yaklaşımlar, farklı din mensuplarının bir arada yaşayabilmeleri için inançlarını değiştirmeleri ve farklılıklarını olabildiğince azaltmaya çalışmaları gerektiğini öne sürmektedir. Bazıları ise tüm dinlerin -açıkça görülebilen farklarına rağmen- temelde aynı öğretilere sahip olduğunu ve tüm insanların bu yaklaşımı kabullenmeleri gerektiğini ifade etmektedir (Örnek olarak bkz. Hick, 1998). Ancak bu iki yaklaşım da pratiklikten uzak ve verimsizdir. Ayrıca birçok din mensubunun bu görüşleri kabul etmemesi ihtimal dâhilindedir. Dinî kimlik, birçok insanın hayatında oldukça içkin bir konumdadır. Bu kimlik, derinden bir inanç, değerler ve dünya görüşleri bütününe dayanmakta ve başkaları ne düşünürse düşünsün, kişilerin kendi kesin doğruları ile şekillenmektedir. Kişilerin inanç sistemlerini bir nevi sulandırarak veya tamamen bir kenara koyarak bu kesinliği değiştirmelerini beklemek, birçok insan için söz konusu bile değildir. Aynı zamanda, dünya üzerinde birçok insanın farklı dinlerden kimselerle bir arada ve uyum içinde var olmak zorunda olduğu toplumlarda yaşadığını düşünürsek, bu uyumlu birlikteliği nasıl başarabileceğimiz sorusu çok daha büyük bir önem kazanmaktadır.
Dinî Çoğulculuk
Dinler arası ilişkilere dair mevcut literatürün büyük bir kısmı, birçok farklı anlamı olmakla beraber oldukça geniş bir çerçevede kullanılan “dinî çoğulculuk” başlığı altında sınıflandırılabilir. Örneğin, Aga Khan Global Çoğulculuk Merkezi’ne göre (2012, s. 1) “çoğulculuk” kavramı “anlaşmazlığı, çeşitliliğin zoraki bir sonucu olarak kabul etmemekte, toplumları bölen değil birleştiren özellikler ve tecrübeleri ortaya çıkarmayı hedeflemektedir.” Danimarka Çoğulculuk Projesi ise dinî çoğulculuğu “farklı dinî gruplar arasındaki ilişkilenme, etkileşim ve bağlantıların ortaya çıktığı bir durum” şeklinde tanımlar (Ahlin vd., 2012, s. 405). Puett’e göre ise çoğulculuk “çoğulluğun tasdiki” ile birlikte gelir ve “dinler arası çeşitlilik, dinî farklılıkların konuşulabilmesi ve toplumsal dayanışmanın” başarılabilmesi için ideal bir hedef oluşturur (2013, s. 319). Dinî çoğulculuğun birçok tanımında ortak bulunan anahtar kavram ise, çoğulculuğun rastgele değil, bilinçli bir süreç olmasıdır. Literatürdeki bazı yazarlara göre ise dinî çoğulculuk “önce tahayyül edilmeli, geliştirilmeli, başkaları ile paylaşılmalı ve uygulamaya dökülmelidir.” (Puett, 2013, s. 319). Çağdaş dönemin önde gelen ve çoğulculuk yanlısı bir yazar olan Diana L. Eck (2007a, s. 266) de benzer şekilde çoğulculuğu “birbirimizle etkileşime geçmemizi sağlayan dinamik bir süreç” olarak tanımlamaktadır.
Modern dönemde çoğulculuğa gitgide daha fazla odaklanılması ise fıkhi gelenekler için birtakım teolojik problemler ortaya çıkardı. Birçok dinin ortak bir şekilde karşılaştığı sorulardan biri, dinî “öteki” olarak da ifade edilen diğer dinlerin mensupları ile ilişkilenmek için teolojik bir altyapı bulunması gerekip gerekmediğiydi. Farklı dinler birbirlerini kabul edebilmek için ortak bir noktada buluşmalı ve toplumun refahı için birlikte çalışmalı mıdır? Farklı dinler, tanrının doğası, insanın kurtuluşa ermesi, ahiret hayatı, yaratılış ve insanın bu dünyadaki amacı gibi birçok hususta birbirinden oldukça farklı anlayışlara sahiptir, aynı zamanda “birbirinden farklı birçok dogma, adet ve ritüelleri” de unutmamak gerekir (Hosseini, 2010, s. 94). Mundra bu ikilemi şöyle ele alır: “Dinlerin çeşitliliği, gerçeklik iddialarına dair derin problemler yaratır. Farklı dinler, temelde birbiri ile çatışan ve hiçbir ortak zemini bulunmayan inanç sistemlerini ortaya çıkarır. (2013, s. 276). O halde, çoğulculuk idealini gerçekleştirebilmek için önce bu çatışmalar muhakkak çözülmeli midir yahut bu farklılıkları kabul ederek de bunu başarmak mümkün müdür? Goodman’a göre:
Kişinin dinî kabullerine sıkı sıkıya bağlı olması ile birlikte farklı dinlerden (ve dinî olmayan) geleneklerden de bir şeyler öğrenmesi bana göre herhangi bir tutarsızlık oluşturmaz. Toplumsal uyum, teklik ve kesin bir mutabakat gerektirmez. Tüm dinî inanışların tek bir hayali ortaklığa indirgenmesi faydasızdır, çoğunlukla da hoş karşılanmayacaktır (2012, s. 458).
Bu makalenin yaklaşımı da bu şekildedir. Müslüman bir bakış açısından, kişinin kendi inançlarını hiç sadeleştirmeden yaşatması ve aynı zamanda farklı dinlerin mensupları ile uyum içerisinde yaşaması gayet mümkündür. Bazı düşünürler bu anlamda “çoğulculuk” kavramını kullanırken, bu makale “kapsayıcılık” kavramını tercih edecektir, çünkü kapsayıcılığın temelinde diğer tüm dinlerin mensuplarına karşı “kucaklayıcı” bir yaklaşım vardır (Oxford English Dictionary, 2018). Bu yaklaşım teolojik değildir (yani farklı dinlerin inançlarını benimsemeyi gerektirmeyen), daha ziyade toplumsal ilişkileri düzenleyen ve toplum içerisinde dinî ötekiye karşı davranışları belirleyen bir yaklaşımdır. Bu makalede anlatılmak istenen temel fikir budur ve kanaatimizce kapsayıcılık kavramı bu fikri daha net bir şekilde açıklayacaktır.
Bu makalenin diğer bir temelini ise “dışlayıcılık” kavramı oluşturmaktadır. Bir Müslümanın aynı zamanda hem kapsayıcı hem de dışlayıcı olması mümkündür. Ayrıca İslam fıkhında Müslümanların diğer dinlere ve mensuplarına karşı kapsayıcı bir yaklaşımı benimsemesini destekleyen kaynaklar da bulunmaktadır. Makalenin geri kalanında “çoğulculuk” kavramını kullanmaktan kaçınacağız, çünkü bilhassa Müslümanlar arasında ortaya çıkan birçok anlaşmazlık, bu kavramın anlamıyla ilişkilendirilmesinden ve Endonezya, Malezya gibi ülkelerin en yüksek dinî otoriteleri tarafından verilen fetvalarda olduğu gibi tüm dinleri birbirine temelde “eşit” kabul edip etmemesi sorusundan ötürü çıkmaktadır. Bu otoriteler, “çoğulculuk” kavramının İslam dininde kesinlikle kabul edilemeyeceğini ileri sürmektedirler (MUI, 2019).
Kapsayıcılık ve Dışlayıcılığın Tanımları
Kapsayıcılık ve dışlayıcılık kavramları, İslam düşüncesinin geçtiğimiz son yirmi yılı içerisinde bilhassa Müslüman azınlıklarla ilişkilendirilerek çokça tartışılmıştır. Hükümetler de bu kavramlara büyük oranda ilgi duymuştur, çünkü farklı dinlere mensup insanlar arasında uyumlu bir ilişki sağlayabilmek için üretecekleri politikalarda, bu kavramlar büyük bir önem taşımaktadır. Müslüman düşünürler ve âlimler de kapsayıcılık projesinin teolojik olarak sürdürülebilirliğini aktif bir şekilde düşünüp tartışmaya devam etmiştir.
Kapsayıcılık ve dışlayıcılık, bu tür bir söyleme dâhil olduklarından ötürü alandaki birçok kişi için tanıdık kavramlar olsa da Müslümanlar için gerçekte ne anlama geldiklerine dair tartışmalar hala devam etmektedir. 1983’te Alan Race’in Hristiyanlık bağlamında geliştirdiği tipolojiyi artık çoğumuz biliyoruz: dışlayıcılık, kapsayıcılık ve çoğulculuk. Paul Hedges’a göre (2014, s. 200) bu tipoloji; “diğer dinlerin yanlış, [dışlayıcılık], kısmen doğru, [kapsayıcılık] veya birden fazla dinin doğru, [çoğulculuk] olup olmadığını tartışan teolojik yaklaşımları tanımlamak” için kullanılmıştır. Genel anlamda “dışlayıcılar” yalnızca tek bir “hak din” olduğuna inanır ve diğer tüm dinleri yanlış veya bir yozlaşma ürünü olarak görürler. “Kapsayıcılar” ise diğer dinlerin de “bir şekilde tanrıya yöneldiklerine” inanırlar. Çoğulcular da tanrıya ulaşmanın birden fazla yolu olduğunu, birden fazla hak gerçeklik olabileceğini savunurlar (Hedges, 2014, s. 201). Ancak Hedges’a göre bu tipoloji, “farklı düşünürlerin verdiği birbirinden farklı cevapları öngörmek değil, süreç içinde tanımlamak” amacıyla deneme yanılma yöntemi ile de uygulanabilir. Bu yolla tipoloji, sadece teolojik duruşları değil aynı zamanda “dinî ötekiye karşı eğilimler ve davranışları” da temsil edecektir (2016, s. 80).
Makalenin bu kısmında kapsayıcılık ve dışlayıcılık kavramlarını Müslümanca bir bağlamda ele almaya çalışacağız. Kapsayıcılık ve dışlayıcılık, ya (1) diğer dinlere ya da (2) diğer dinlerin mensuplarına (dinî ötekiye) karşı davranışların birer yansımasıdır. Diğer dinlere veya din mensuplarına karşı düşmanca, küçümseyici veya negatif davranışlar, doğaları gereği dışlayıcı olarak sınıflandırılabilir. Başka dinlere veya dinî “ötekine” karşı olumlu veya en azından nötr olan yaklaşımlar ise kapsayıcı olarak tanımlanabilir.
Kapsayıcılık, başka birinin dinine karşı bilhassa kamusal alanda önyargısız bir şekilde davranabilmek şeklinde özetlenebilir. Buna, toplum içinde başka bir din hakkında incitici sözler söylememek ve her insanın dinî inancının kendisi için çok önemli olduğu bilincine sahip olmak da dâhildir. Kapsayıcılığa göre farklı dinler veya olası din değişikliği, saldırgan bir şekilde hedef haline getirilmemeli, farklı din mensuplarına saygılı davranılmalı ve insan olmalarının getirdiği saygınlık ile toplumsal iyiye yönelik iş birliği potansiyeli akıldan çıkarılmamalıdır. Bu anlamda kapsayıcılık, dinî “ötekini” düşünürken, kendi dininden olmayan kimseleri de büyük bir aile, kardeş, arkadaş ve bir komşu gibi görmekten geçer. Dışlayıcılık ise bunun tam tersidir.
Her iki kavram da teolojik bir düzlemde görülebilir ve ikisi de birer kutuplu süreçtir. Teolojik kapsayıcılık, bu sürecin en aşırı uçlarına gidildiğinde, tüm dinlerin bir şekilde kurtuluşa erdirdiği ve bu kurtuluşa ulaşmanın, her biri eşit derecede geçerli olan birçok farklı yolu olduğu anlamına gelmektedir. Bunun aksine teolojik dışlayıcılık ise, yine kendi sürecinin en ekstrem noktalarında, yalnızca bir “tek” hak inancın olduğunu ifade eder. Örneğin İslam teolojisinde dışlayıcı bir yaklaşım, İslam’ın tek hak din ve kurtuluş yolu olduğunu iddia edecektir. Aynı mantıkla İslam dinine mensup olmayan kişiler ise, İslam dinine inanmadıkları için saygıdeğer olmayan ve daha az kıymetli kişiler olarak görüleceklerdir.
Herhangi bir dinin mensubu, kendi dinini tek hak din veya diğerlerinden üstün olarak görse bile, tüm insanların eşit ve saygıdeğer varlıklar olduğunu kabul etmemesi için hiçbir sebep yoktur. O halde dinî inançların, kendi aşırı dışlayıcı fikirlerini teolojik bir düzlemde sıkı sıkıya yaşatırken, aynı zamanda diğer din mensuplarına saygılı davranmaları oldukça mümkündür. Davranışsal düzlemde ortaya çıkan bu tür bir kapsayıcılık, toplumun refahı için tüm dinleri belirli bir inanç bütününe indirgemeden yaşatmanın imkanını arar. Bu noktada bir insanın dinî ötekisine dair sergileyebileceği davranışlar ile, dinlerin birbirlerine karşı sahip olduğu dışlayıcı teolojik ve dogmatik görüşler arasında net bir ayrım yaptığımızı belirtmek gerekir.
Birçok insan, belirli bir dine inananların bazı dışlayıcı teolojik görüşlere sahip olmasının muhtemelen normal olduğunu kabul edecektir. Kişinin diğerlerine davranışları boyutunda ele alınan bu tür bir kapsayıcılık, tanrının doğası, hayatın anlamı, kurtuluşa ermek veya ahiret hayatı gibi çok temel konularda kendi dinine özgü inançlarını terk etmesi anlamına gelmez. Dışlayıcı inançlar, dogmalar ve kurallar birçok dinin en temel yapıtaşlarından birisidir. Diğer bir deyişle bir dine inananlar, her türlü dışlayıcı düşünceye sahip olabilir, ancak bu düşüncelerini özellikle toplum içerisinde diğerlerini incitecek şekilde ifade etmedikleri ve dinî “ötekilerine” karşı olumlu ve yapıcı bir tavırda bulundukları sürece, aynı anda hem kapsayıcı hem de dışlayıcı bir duruş sergilemiş olurlar. Halihazırda dışlayıcı inanç sistemlerine sahip olmak, uluslararası insan hakları hukukunda bile korunmaktadır.
O halde sorun, dışlayıcı inançlara sahip olmak değil, bu inançların bilhassa toplum içerisinde ifade ediliş biçimlerinde ortaya çıkmaktadır. Bu inançlar olumsuz ve düşmanca bir şekilde ifade edilirlerse, başka din mensuplarını incitebilir ve dolayısıyla toplumun bölünmesine sebebiyet verebilir. Bütün din mensuplarının kendileri gibi olmaya ve kendi dinî dogma ve inançlarına sıkıca bağlanmaya hakkı vardır; aynı zamanda uyum içinde bir toplum oluşturmak için beraber çalışabilecek, insanın üstünlüğünü ortak bir amaçla tadabileceklerdir. Ancak bazıları bu tür bir kapsayıcılığı basit bir dinî ikiyüzlülük, yani bir şeye inanıp, farklı bir şekilde davranmak olarak görmektedir. Ancak bu her zaman böyle değildir. Birçoğumuz kabul edebiliriz ki farklı dinler çok temel konularda birbirinden ayrışmaktadır. Bu tür birbirine rakip görülen inanç sistemlerini, tek bir ortak anlayışta birleştirmek mümkün olmayabilir. Ancak, nasıl ki bir toplum içinde ortaya çıkabilecek etnik köken, dil, ırk, cinsiyet, IQ ve hatta meslekler gibi farklılıkların tanınması ve onlara saygı duyulması gibi, bu tür dinî farklılıkların var olduğunu da tanımak ve onlara saygı duymak mümkündür.
İslam Geleneğinde Kapsayıcılık ve Dışlayıcılık
Diğer tüm dinler gibi İslam dini de birçok mezhep, düşünce sistemi, hareket ve gelenekler bütününden oluşan oldukça çeşitli bir yapıdır. Bu çeşitlilik, İslam dinine mensup olmanın ne anlama geldiğine dair Müslümanların kendi içerisinde de farklı görüşlere sahip olmasını beraberinde getirir. Bu sebeple neredeyse tüm temel dinî konularda Müslümanlar arasından farklı görüşler ve sesler çıkmaktadır, bu da kapsayıcılık ve dışlayıcılık ilkeleri ile yakından ilişkili bir durumdur. Bazı Müslümanlar dışlayıcı yaklaşımları benimserken, bazıları ise farklı dinler ve dinî “ötekine” dair daha kapsayıcı bir bakış açısına sahiptir.
Hakkında büyük oranda anlaşmazlık bulunan birçok hayati konu gibi, diğer dinler veya dinî “ötekilere” karşı ilişkilerinde kapsayıcılığı savunan Müslümanlar, İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’e bakarlar ve bu yaklaşımlarını destekleyecek yeterlilikte delil olup olmadığını araştırırlar. Birçok âlimin bahsettiği gibi, Kur’an-ı Kerim’de hem teolojik hem de toplumsal/davranışsal düzlemde kapsayıcılık yaklaşımını destekleyen birçok delil bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayeti, dinler arası ilişkilerden bahsetmektedir; bunların bir kısmı dışlayıcı, bir kısmı da kapsayıcı bir bakış açısından tefsir edilebilir. Tarih boyunca Müslümanlar, bu ayetleri her iki yaklaşımdan da açıklamışlardır.
İslam Geleneğinde Dışlayıcılığın Gelişimi
Geçmiş dönemde Müslüman âlimler, İslam’ın dışlayıcı yaklaşımlarını çokça tartışmışlardır. İslam’ın erken dönemlerinde Müslümanlar, diğer dinler ve dinî “ötekilere” dair birçok farklı fikir geliştirmişler, bu fikirler toplumsal ilişkileri bir noktaya kadar sekteye uğratmıştır. Örneğin, tarih boyunca Müslümanlar İslam’ın diğer dinlerden üstün olduğuna (Winkler, 2011, s. 133), Peygamber Hz. Muhammed’in öğrettiği İslam’ın inanmaya değer tek din olduğuna, Müslümanlar ve diğer din mensupları arasında eşitlik olamayacağına (Bahsedilen eşitsizliğin örnekleri için bkz. Parker, 2006, s. 278), bazı Müslümanlık dışı uygulamaların Müslüman kimliğine karşı bir tehdit oluşturduğuna, Müslümanların çok zorunlu haller dışında diğer dinlerden kimselerle etkileşimin olabildiğince sınırlı tutması gerektiğine, gayrimüslimlerin Müslümanları kendi dinlerine döndürme özgürlüğü olmaması gerektiğine (Parker, 2006, s. 278) ve Müslümanların toplum içerisinde gayrimüslimlerle paylaşımda bulunmaması gerektiğine inanmışlardır.
Bu yaklaşımlar, Arap yarımadasında hali hazırda bulunan diğer dinlere ve kültürlere kıyasla belirgin ve güçlü bir Müslüman kimliğinin oluşturulabilmesi için, daha ziyade İslam’ın erken dönemlerinde ortaya çıkmıştır. Ancak bu, o dönemde İslam içerisinde kapsayıcı görüşlerin olmadığı anlamına gelmez. Bu görüşler o zaman da mevcuttu, ancak ana akım değillerdi. Öte yandan, erken İslam’ın benimsediği ve modern döneme kadar devam etmiş olan dışlayıcı yaklaşımların tamamı direkt olarak Kuran’ı Kerim’den gelmemekteydi. Bunların birçoğu, bilhassa İslam’ın ilk iki yüzyılı boyunca Arap yarımadası dışına yayıldığı dönemlerde, belli başlı Kur’an-ı Kerim ayetlerinin tefsirlerinden ve/veya Hz. Muhammed’in hadis ve sünnetlerinden (Haleem, 2012, s. 72-89), Müslümanlar için uygun görülen davranışların geleneğe dönüşmesinden gelmektedir. Bu tür yaklaşımların tefsir ve açıklama süreçlerinde ortaya çıktığını ve Müslümanların bire bir uygulamalarına dayandığını düşünecek olursak, bugünün şartları göz önünde bulundurularak yeni ve farklı tefsirleri gerçekleştirmenin de mümkün olduğunu görebiliriz.
Müslümanların geçmişten gelen uygulamaları, bugünün şartlarında farklı din mensuplarına karşı ayrımcı bir konuma düşebilir. Bunun örnekleri arasında cizye vergisi (Müslümanların hüküm sürdüğü topraklardaki gayrimüslimlerden alınan vergi) (Emon, 2012, s. 323), zimmîlik doktrini (Emon, 2012, s. 323), Müslüman toplumlarda Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki eşitsizlik (Osman, 2014) ve İslam dışındaki dinlerin ibadet yeri inşa etmesine getirilen sınırlandırmalar bulunmaktadır (Parker, 2006, s. 278). Ancak bu tür uygulamalar ve fikirler, dönemin gerekliliklerine uygun bir şekilde geliştirilen devlet politikaları olarak ele alınmalıdır. Bu politikaların çoğu oldukça spesifik ihtiyaçlara cevap vermesi için geliştirilmiş ve Müslüman devletinin kamu yönetimi ile kanun ve nizamlarının sürdürülebilmesi için kullanılmıştır. Örneğin cizye gayrimüslimlerin ödemek zorunda olduğu bir vergi idi, ancak Müslümanlar da zekât vermek zorunda idi. Benzer şekilde Müslümanlar ve Hıristiyanların bir arada yaşadıkları bölgelerde kilise çanlarının çalınmasına yönelik sınırlandırmalar da bir nevi yerel gürültü yönetimi politikası olarak görülebilir. Bu tür uygulamalar, Müslüman devletlerin kamu yönetimi ve denetiminin birer parçasıydı. Elbette bugün içinde bulunduğumuz şartlar, herkes için eşitlik ve eşit vatandaşlık ilkelerinin daha yaygınlaşmasıyla birlikte farklı bir şekle bürünmüştür.
İslam dininin en önemli metinsel kaynaklarına dönecek olursak, Müslümanların erken dönemde benimsediği dışlayıcı yaklaşımların büyük çoğunluğunun İslam’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim tarafından her durumda desteklenmediğini görürüz. Aksine birçok ayette ılımlı toplumsal ilişkiler, dinî “öteki” ile ilişkilenmede dürüstlük ve adalet, dinî “ötekine” karşı merhametli bir yaklaşım ve toplumsal refah için diğerleri ile iş birliği yapmak desteklenmektedir. Bu durum, bugünün İslam âlimlerine dinler arası ilişkiler bağlamında olumsuz görülebilecek uygulama ve yaklaşımları değiştirebilme esnekliği sağlamaktadır. Geçmişte Müslüman ve gayrimüslim ilişkilerini düzenleyen kural ve uygulamalar, bugün yeniden düşünülebilir, çünkü bunlar çoğunlukla tarihsel uygulamalardan neşet etmişlerdir.
Geçmiş ve günümüz bağlamları arasındaki ciddi değişikliklerden ötürü, İslam’ın tek tanrı, ahiret hayatı gibi tüm dünya Müslümanlarının inandığı ve önemsediği en temel kurallarını sulandırmak zorunda kalmadan kapsayıcı metinler ile tefsirler ve teolojik yaklaşımların yeniden öne çıkarılması gerektiği ve bunun da gayet mümkün olduğu kanaatindeyiz. Bu sayede İslam ve diğer dinler gibi tüm dinlerin arasında bulunan temel farklılıklar esasen korunmalı ve bunlara saygı duyulmalıdır, ancak aynı zamanda dinî “ötekiye” karşı kapsayıcı yaklaşımlara odaklanılmalıdır.
Kur’an-ı Kerim’de Kapsayıcılık Lehindeki Deliller
Kapsayıcı bir yaklaşım için Kur’an-ı Kerim temelli ilkeler ve yaklaşımlardan yola çıkmak elzemdir. Örneğin Kur’an-ı Kerim, Mekke’deki bazı inançlar, dinler ve uygulamaları çokça eleştirmiştir. Ancak aynı zamanda Müslümanların farklı dinler hakkında ve hatta Mekkeli müşriklerin putları hakkında dahi kötü konuşmamasını da öğütlemiştir (En’âm, 6:108). Kur’an-ı Kerim aynı zamanda Müslümanlardan farklı dinlerden kimselerle hoşgörülü ve nazik bir şekilde iletişim kurmalarını istemiştir. Müslümanlara, “Ehl-i kitapla mücadelenizi sadece en güzel yolla sürdürün” (Ankebût, 29:46) ve “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et, onlarla en güzel yöntemle tartış” (Nahl, 16:125) diye emretmiştir. Kur’âni bir bakış açısına göre toplumsal ilişkilerin düzenli bir şekilde yürüyebilmesi için Müslümanlar, diğer kimselerle ilişkilerinde adaletli, kibar, hoşgörülü ve iyi kalpli olmalıdırlar (Bakara, 2:178, Âl-i İmrân, 3:159, Nahl, 16:91; Rahmân, 55:60).
Müslümanlara verilen bu tür genel öğütlerin yanı sıra, Kur’an-ı Kerim’de İslam dininde kapsayıcılık ilkesinin temellerini oluşturabilecek birçok başka ayet de vardır. Kur’an-ı Kerim’e göre Allah, tüm kâinatın, tüm yaratılmışların ve bütün insanlığın tanrısıdır. Dinleri ve kökenlerine bakılmaksızın bütün insanlar Allah’ın şefkati ve merhametiyle donatılmıştır. Ayrıca Kur’an-ı Kerim, ırk, dil, etnik köken veya din ayırt etmeksizin bütün insanlığın tek bir ailenin bireyleri gibi olduğunu ifade etmektedir (Hucurât, 49:13). Bu aile, Kur’an-ı Kerim’de “Ademoğulları” diye adlandırılmaktadır (İsrâ, 17:70). Bu anlamda tüm insanlık, büyük bir ailenin fertleri ve birbirleriyle kardeştir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim, Allah’ın dinini, tüm tarih boyunca var olan temel bir fikre dayandırmıştır: bu da tüm insanların tek olan Allah’ı tanımaları ve ona itaat etmeleridir (Bakara, 2:136). Bu fikir birçok dinde vardır, ancak ifade ediliş biçimleri farklıdır. Kur’an-ı Kerim, çok temel bir düzlemde bütün dinlerde “hak” olduğunu tanımaktadır. Örneğin, Bakara sûresi 162. ayet şöyle der; “Şüphesiz, iman edenler; Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden de Allah’a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler.” (Bakara, 2:162).
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’e göre farklı dinler ve inanışların var olması, Allah’ın iradesindendir. Dinî farklılıklar her zaman vardır ve her zaman Allah’ın insanoğlu için öngördüğü planların bir parçasıdır. Maide suresi 48. ayette şöyle ifade edilir; “Her birinize, [toplumlara] bir şeriat ve yol yöntem verdik. Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı…” (Mâide, 5:48).
Yani Kur’an-ı Kerim, yine Maide sûresi 69.ayette belirtildiği gibi tek bir tanrıya teslim olan, iman eden, ahiret gününe inanan ve iyi ameller işleyen tüm insanların kurtuluşa ereceğini ifade etmektedir (Mâide, 5:69). Bu ayet, Mahmoud Ayoub’un (2000, s. 9) da bahsettiği gibi yukarıda alıntılanan Bakara sûresi 62’nin neredeyse aynıdır ve önemi vurgulanmalıdır. Kur’an-ı Kerim’deki en kapsayıcı ayetlerden biri olduğu da söylenebilir.
Kur’an-ı Kerim’e göre, tüm insanlar diledikleri dini seçmekte kesinkes özgürdür, ancak bu seçimin sonuçlarını da göreceklerdir. Dinî konularda zorlama olmadığı da açık bir şekilde ifade edilmektedir. Kâfirûn sûresi 6.ayette denildiği gibi, “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” (Kâfirûn, 109:6).
Kapsayıcılığı Destekleyen İlmî Kaynaklar
Diğer dinlerde olduğu gibi Müslüman âlimler, düşünürler ve Dinî kurumların ortaklaşa tartıştığı bir soru vardır: bugün dinî anlamda çeşitlilik olan bir dünyada yaşamak ne anlama gelir? Elbette bu söylemler oldukça eskiye dayanmaktadır. İslam dini de çok dinli bir toplum ve atmosferin içine indirilmiştir. Fazlurrahman’a göre,
Kaynaklarındaki tekliğe, birliğe rağmen dinlerin bu denli çeşitli olması, Hz. Muhammed’i çok temel bir teolojik sorunla karşı karşıya bırakmıştır. Bu soru, hayatının başından sonuna kadar zihninde o kadar büyük bir yer edindi ve peşini bırakmadı ki, Kur’an-ı Kerim’de bu soruya birçok farklı açıdan yaklaşmaktadır.
Fred Donner’a göre, Hz. Muhammed’e inanıp onu takip eden ilk topluluk da kapsayıcı bir topluluktu. Donner bu topluluğu “iman edenler topluluğu” olarak tanımlar ve bu topluluğun zamanın teslis prensibine inanmayan Hıristiyan ve Yahudileri de kapsayacağını, oldukça ikna edici bir biçimde açıklar. Kur’an-ı Kerim’de kullanıldıkları şekliyle “İslam” ve “Müslüman” kavramlarına dair analizler de bu yaklaşımı desteklemektedir (Donner, 2010). Eğer ki Donner’ın analizleri doğruysa, ilk Müslüman toplumunun ve Kur’an-ı Kerim’in teolojik kapsayıcılığı, bugünkü kapsayıcılık yanlısı tartışmaların odağında yer almalıdır.
Müslümanların dinî “ötekiler” ile nasıl ilişki kurması ve ne tür bir tavır takınması gerektiğine dair uzun asırlardır devam eden tartışmalara Asma Uddin de şu şekilde değinmektedir: “Bazıları için bu tartışmanın temeli, Kur’anî bir terim olan ve Müslümanların kendilerine dinî tolerans göstermeleri gerektiği buyurulan “Ehl-i Kitap” kavramının tanımında yatmaktadır.” (2009).
Günümüz Müslümanları arasında dinî “ötekine” dair birçok farklı yaklaşım bulunmaktadır. Bunların bazıları negatif ve düşmanca bir tavırda olup, diğer bütün dinleri “düşman” gibi görürken (Uddin, 2009); diğerleri daha kapsayıcı, insanların birbirine karşı hoşgörülü ve ötekini olduğu gibi kabullenen, ayrıca Müslümanlar arasında ve diğer dinlerle ilişkilerde ortak iyi ve amaçlara saygı gösteren yaklaşımlardır.
Dinî “ötekine” karşı kapsayıcı bir yaklaşımı savunan Müslüman ilim insanlarından biri de Tarık Ramazan’dır. Bu duruşunu, Kur’an-ı Kerim’de de geçtiği üzere, Allah’ın dinî çeşitliliği bilerek yarattığı ve bunun O’nun iradesinin bir tecellisi olduğuna dayandırır: “İnsanların çeşitliliğine saygı duymalısınız çünkü bu Allah’ın iradesidir. Bu yüzden sadece hoşgörü yeterli değildir.” (2010). Ramazan’a göre, “Allah çeşitliliği bir amaç için yarattı; bu da ötekinin bilinmesi ve tanınmasıdır. Çeşitlilik beraberinde çatışma tehlikesini getirse de aynı zamanda ötekini daha çok öğrenebilmek için bir fırsattır.” (2010). Dinî “ötekiyle” aktif bir şekilde iletişim kurmanın genel anlamda toplum yararı ve “insanlık onuruna karşı işlenen tüm suçlara karşı hep birlikte çözüm üretebilecek yeni bir ‘Biz’ kavramının ortaya çıkması” gibi çok açık bazı faydaları vardır (Eck, 2007b, s. 766, alıntılanmıştır; Ramazan, 2006).
İranlı düşünür Abdulkerim Suruş’un kapsayıcılık düşüncesi, Ramazan’ın yaklaşımına benzer bir biçimde dinî çeşitlilik kavramını yorumlamasından neşet etmektedir. Ona göre dinî çeşitlilik Allah tarafından yaratılmakla beraber, iki farklı kaynaktan daha beslenmektedir: “metinsel tefsirlerin çeşitliliği” ve insanların birbirinden farklı “dinî tecrübeleri” (1999). Bu birbirinden farklı dinî duruş ve düşünceler denizinde, nasıl ortak bir nokta bulunabilir? Bu denli bir çeşitliliğin, bir toplumda barış ve huzur içinde yaşaması mümkün müdür? Suruş şu şekilde yaklaşır:
Aynı anda birbiriyle tutarsız birçok gerçeklik var olabilir mi? Evet, bu kesinlikle mümkündür; çünkü bizim mantıksal gerçek gibi bir problemimiz yoktur. Eğer bir kimse bir dinin doğru, geçerli olduğunu düşünüyorsa, iddia edebiliriz ki bu dine iman etmek bu kişinin görevidir. Bir başka kimse de, farklı bir dinin geçerli olduğunu düşünüyor olabilir, bu dine inanmak da bu kişinin boynunun borcudur. En önemlisi, bu farklı görevler birlikte yaşayabilir: farklı dinlere karşı tutarsız bir takım görev ve borçların bir arada yaşaması olacaktır bu (1999).
Gitgide daha fazla sayıda önemli Müslüman âlim ve otorite kabul edilen İslami kurum, teolojik anlamda dışlayıcı düşüncelerine sıkı sıkıya bağlanıp; aynı zamanda dinî “ötekiye” karşı kapsayıcı bir tutumda olmanın mümkün olduğunu desteklemeye başlamıştır, tıpkı Kur’an-ı Kerim’in kapsayıcılık yaklaşımında olduğu gibi. Örneğin Mısır müftüsü Sheikh Shawki Allam, 2015 yılında Majlis Ugama Islam Singapura’da yaptığı konuşmada modern dünyada dinler arası ilişkilere dair yaklaşımını şöyle zikretmiştir:
İman edenler yaşadıkları toplum içinde iyi ve ahlaklı bir birey olmak zorundadırlar, bu sebeple bizler iyi birer vatandaş olmalıyız. Bu, Müslüman kimliğimizden tamamen taviz vermek ve azınlık olarak yaşadığımız toplumun içerisinde yok olmak anlamına gelmez. Ben bunu savunmuyorum. Bizi bir topluluk olarak diğerlerinden ayırt eden özelliklerimize sıkı sıkıya bağlanmalıyız, aynı zamanda tüm insanlığın paylaştığı ve göz ardı edemeyeceğimiz diğer hususların varlığını kabul etmeliyiz. Köklerimize sıkıca bağlanmak bizlerin üzerine farzdır, çünkü biz Müslümanlar güçlü bir iman üzereyiz. Ancak bu ruhumuzu başkalarıyla da paylaşmalı, farklı kimselere kendimizi kapatmamalıyız (2015).
Yani Sheikh Shawki Allam’a göre (2015), farklı dinlerden insanları bölüyormuş gibi görünen birçok hususa rağmen, “ne kadar zorlu görünürse görünsün, tüm insanlığı birbirine bağlayan ve gayrimüslimlere de Müslümanlara nasıl davranıyorsak öyle davranmamızı zorunlu tutan bağlarımız vardır.” Benzer şekilde El-Ezher Diyalog Merkezi ve Vatikan Dinler Arası Diyalog Konseyi’nin ortak yayınladığı bildiride (2017), “farklılık, bir arada barış içinde yaşamaya bir zıtlık oluşturmaz,” diye ifade edilmiştir. Aksine, dinî çeşitliliğe saygı duymak ve “merhamet, sevgi ve ahlaki değerleri” uygulamaya geçirmek elzemdir (Joint Statement of Al-Azhar Center for Dialogue and the Pontifical Council for Inter-Religious Dialogue, 2017).
Bosna Hersek Müftüsü Husein Kavazovic, Allah’ın insanlara dinlerini seçme özgürlüğü verdiğini hatırlatarak, dinî farklılıklara rağmen bütün insanların “toplum refahı” için bir arada çalışabileceği ve birbirlerini kabul edebileceklerini ifade etmektedir:
Rahman olan Allah bizlere birbirimizi bilmemizi, tanımamızı emretmiş ve toplumun ortak iyiliği için bir arada çaba göstermemizi istemiştir. Bu gerçekler ve ilkelerden yola çıkarak kendimizi farklı insanlarla birlikte iş yapmaya, anlayış köprüleri kurmaya ve bir arada yaşamaya yöneltebiliriz. Kendini toplumdan izole etmek ve kendi kendine yeteceğini düşünmek, ancak bizi birbirimizden ayıran pratiklerdir ve biz bunlara karşı duruyoruz (Kavazovic ve Locher, 2017).
Mısır’daki Dâr al-Iftâ da Müslümanları daha çok “iyilik hareketine” teşvik etmektedir. Bu hareketler “gayrimüslimlerle bağları korumak, onları ziyaret ve tebrik etmek” gibi çok küçük şeyler dahi olabilir (Dar al-Iftā’ Al-Misriyya, n.d.). Nitekim Dâr al-Iftâ’nın öğretilerine göre “Müslümanlar ve gayrimüslimler arasındaki ilişki, yüzleşme ve düşmanlıktan ziyade bir arada yaşama üzerine kuruludur.” (Albawaba, 2016).
Başka birçok önemli Müslüman âlim ve otorite de dinî “ötekine” karşı kapsayıcı bir yaklaşımda olmamanın tehlikelerinden bahsetmektedir. Örneğin 100’den fazla Müslüman âlim ve entelektüelin kaleme aldığı “Ortak Bir Dil” adındaki mektup Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki barışçıl ilişkilerin önemine değinmektedir:
Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında ortak bir dil bulmak, sadece belli başlı seçilmiş dinî liderler arasında kibar bir iletişim kurmak için gerekli değildir. Bugün Hristiyanlar bütün insanlığın üçte birini, Müslümanlar ise tüm insanlığın beşte birini oluşturmaktadır. Hepsini topladığımızda ise dünya nüfusunun yüzde 55’ini oluşturuyorlar, tam da bu yüzden dünyada barışın sağlanabilmesi için bu iki dinî topluluk arasındaki ilişkiler çok ciddi bir öneme sahiptir (A Common Word, 2007).
Mısır’daki dinler arası ilişkilerden bahsetmişken eski Mısır Müftüsü Ali Gomaa’yı da hatırlamak gerekir: “Bilhassa günümüzde yaşananların ardından, insanlar arasındaki anlaşmazlıklar ve düşmanlıkları yok etmek için, kardeşlik duygusunu, dayanışmayı ve ulusal birliği yüceltmek bizim görevimizdir.” (Al-Masry Al-Youm, 2012) Ayrıca, “Mısır’ın geleceği tüm vatandaşlarının iş birliği ve refahına bağlıdır.” (Gomaa, 2011).
İslam Geleneğindeki Dışlayıcı Metinler, Yaklaşımlar ve Uygulamalara Yakından Bir Bakış
Bilindiği üzere Kur’an-ı Kerim’de, dışlayıcı yaklaşımlara temel oluşturmak için kullanılan bazı ayetler bulunmaktadır. Bunun bazı örnekleri, “Kuşkusuz Allah katında din, İslam’dır” (Âl-i İmrân, 3:19); “Kim İslam’dan başka bir din seçerse, bilsin ki o din ondan asla kabul edilmeyecektir…” (Âl-i İmrân, 3: 85); “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslamiyet’i beğendim” (Mâide, 5: 3) gibi ayetlerdir (Khalil, 2011, s. 514). Kur’an-ı Kerim müfessirleri ve din adamları bu ayetlerde bahsedilen İslam’ı Hz. Muhammed tarafından öğretilen din olarak anlamışlar, İslam’ın tanrıya sorgusuz sualsiz teslim olmak şeklindeki daha kapsayıcı anlamını ise arka planda bırakmışlardır.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de, Müslümanların dinî “ötekiler” ile iş birliği yapmaması, onlara karşı düşmanca ve nefretle yaklaşmaları hatta yeri geldiğinde onlara şiddet göstermeleri gerektiğini buyuruyor gibi görünen ayetler de vardır. Eğer bu metinler bağlamından koparılarak, teker teker veya sadece zahirî anlamları üzerinden değerlendirilirse, Müslümanların gayrimüslimlerle iyi ilişkiler içinde olmaması, farklı dinlerden kimselere karşı içten içe sevgisizlik duymaları, kendilerini farklı topluluklardan her zaman ayrı tutmaları ve farklı dinlerin mensupları ile hiç bitmeyen bir çatışma halinde olmaları gerektiği gibi anlamlara gelebilirler. O halde bu metinlere/ayetlere kapsayıcı bir bakış açısından nasıl yaklaşılabilir?
Bu tür ayetleri Kur’an-ı Kerim’de yer alan -ve sayıları nispeten daha fazla olan- kapsayıcı ayetleri destekleyecek şekilde açıklamak mümkündür. Nitekim dışlayıcı özellikteki ayetler, kendi bulundukları bağlam içerisinde okunup anlaşılmalıdırlar, bu sayede geçmişte nasıl anlaşıldıkları, uygulandıkları ve her bir ayetin arkasındaki asıl amacın ne olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Günümüz bağlamında bu tür ayetler, önceki zamandan farklı anlaşılmalı ve uygulanmalıdır. Bu da büyük oranda tefsir ilmiyle ilgilidir.
Birçok farklı tefsir yaklaşımı ve anlayışı vardır, ancak dinî “ötekine” karşı kapsayıcı bir bakış açısı geliştirebilmek için muhtemelen en uygun yöntem bağlam odaklı yaklaşımdır. Bağlam odaklı yaklaşıma göre Kur’an-ı Kerim’in bazı ayet ve öğretileri doğaları gereği bağlamsaldır, yani bu ayetlerin aslen nazil olduğu zamanla (erken yedinci yüzyıl) aralarında çok yakın bir ilişki vardır. Bağlam odaklı yaklaşım, erken yedinci yüzyıl Arap yarımadasının, bilhassa Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu Mekke ve Medine şehirlerinin toplumsal, siyasi, ekonomik, kültürel ve entelektüel bağlamını göz önünde bulundurmaktadır. Bunun yanı sıra bugünün bağlamını da göz önünde bulundurur. Bu yaklaşıma göre büyük İslam âlimleri, din adamları ve fakihler de oldukça spesifik sosyo-tarihi bağlamlarda yaşamış, bu bağlamlar, fıkıh ve dine dair anlayışlarını etkilemiştir. Farklı bir deyişle, içinde yaşadıkları çevreden büyük oranda ve her anlamda etkilenmişlerdir (Saeed, 2014). Bu çizgide düşünürsek, Kur’an-ı Kerim’in bağlam odaklı bir yaklaşımla tefsir edilmesi gerektiğini savunanlara göre erken yedinci yüzyıl (hatta sonrasında bir süre daha) bağlamına uygun görünen bazı öğretiler, günümüzde problemli ve çelişkili olabilir. Örneğin, farklı dinlere mensup kişiler de dâhil olmak üzere birçok insan “herkes için eşitlik” kavramını bugün çok daha farklı bir şekilde anlamaktadır.
Bağlam odaklı yaklaşımı savunanlar, Kur’an-ı Kerim’in dinî “öteki” ile ilişkilere dair ayetlerini bağlamlarından çıkarıp tek tek incelemek yerine daha bütüncül bir yaklaşımla tefsir etmek gerektiğini söylerler. Mesela Asma Afsaruddin, Bakara sûresi 143. ayet ve Maide sûresi 66. ayeti bu tür bir yaklaşımla tefsir etmektedir. Bunlardan ilk ayet Müslümanlardan “vasat” ve “örnek” bir ümmet olarak bahsederken, ikinci ayet bazı Yahudi ve Hristiyanları “aşırılığa kaçmayan” bir zümre olarak tanımlamaktadır. Afsaruddin, bu iki ayette kullanılan terminolojiden yola çıkarak şu sonuca varır: “bu iki ayet bir arada incelendiğinde, Kur’an’a göre bir dinî topluluğun kurtuluşa erip ermeyeceğini belirleyen yegâne standardın ortak bir ahlak ve iyi davranışlar bütününe uymak olduğu söylenebilir.” (2007, s. 3). O halde bazı Yahudi ve Hıristiyanların, Müslüman olmamalarına rağmen İslami anlamda bir kurtuluşa ermesi mümkündür.
Bu tür ayetler (Bakara sûresi 143, Maide sûresi 66 gibi), tüm insanların şerefli birer mahluk olduğu, çeşit çeşit yaratılsalar da büyük bir aile oldukları ve farklılıklara saygı duymanın önemi gibi Kur’an-ı Kerim’in en temel değerleri ışığında okunursa, esasen oldukça cömert ayetler oldukları görülecektir. Bu yüzden günümüz Müslümanlarının bu tür ilkeleri uygulayabilmek için yeni tefsir stratejileri benimsemeleri gerekebilir. Daha kapsayıcı ayetleri öne çıkarmak, erken İslam döneminde ortaya çıkan çok katı dışlayıcı dinî yaklaşımların en azından bazılarını yapı söküme uğratmamıza yardımcı olacaktır. Örneğin Khalil’e göre (daha önce bu makalede alıntılanan) Âl-i İmrân sûresi 19. ve 85. ayetler, “İslam” ve “Müslümanlar” kavramlarının nasıl kullanıldığına odaklanarak kapsayıcı bir şekilde açıklanabilir. Geleneksel tefsirler, bu ayetlerde geçen “İslam” kelimesini “Hz. Muhammed’in dini” olarak yorumlamış olsa da bu kavram aynı zamanda “birçok farklı dinî inancın ortak noktası olan tanrıya tam bir teslimiyet” düşüncesi olarak da anlaşılabilir (Khalil, 2011, s. 5014). Bu sayede bu ayetler daha kapsayıcı bir biçimde anlaşılabilir, bu da Müslümanların farklı dinlere karşı daha ılımlı bir yaklaşım kazanmasına vesile olacaktır.
Kur’an-ı Kerim’de farklı dinler ve dinî “ötekilere” dair birçok ayet ve emir olduğunu düşünürsek, tefsirde bu tür bir esneklik yakalamak oldukça mühimdir. Kur’an-ı Kerim’in bu tür meselelere yaklaşımı neredeyse hiçbir zaman siyah-beyaz değildir; tam da bu yüzden asırlardır din âlimleri bu tür zorlu teolojik sorulara birbirinden farklı cevaplar üretmiştir. Kur’an-ı Kerim’de hem kapsayıcı hem de dışlayıcı bir şekilde anlaşılabilecek birçok ayet bulunmaktadır. Örneğin Kur’an-ı Kerim Allah’tan başka ilah olmadığını emreder, ancak Allah’ın farklı şekillerde anlaşılabilmesi için bir alan açılması gereklidir. Bazı âlimler Allah’ın aşkınlığına odaklanırken, bazıları ise Allah’ın zuhuruna odaklanır. Bazıları Allah’a belirli özellikler atfederken, diğerleri farklı özelliklerine odaklanır. Burada asıl mesele, Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların inançları hakkında kapsayıcı veya dışlayıcı bir biçimde okunabilecek birçok metin bulunması gerçeğidir. Bu yüzden bu tür ayetler tefsir süreçlerinden geçtikten sonra yalnızca bir mana veya tek bir tefsirin mümkün olduğunu söylemek kategorik olarak imkansızdır.
Ne var ki bu eksenin çevresinde kalan konular tartışmaya açık iken, merkezdeki temel inançlar değildir: Tanrının (iki değil) tek olması, ölümden sonra ahiret hayatının olması, Hz. Muhammed’in (s.a.v) Allah’ın son elçisi olması ve (tanrıya itaat ve teslimiyet anlamındaki) İslam’ın dinin temeli olması gibi. Bunlar, bir Müslüman için tartışmaya açık olmayan konulardır. Bu yüzden Müslümanlar, ikisini birbirinden ayırmak oldukça zor olsa da dinin hangi konusunda farklılaşmanın mümkün olduğu ve olmadığı arasında net bir ayrım yapmalıdırlar.
Sonuç
Birçok büyük dinde, farklı dinlere veya mensuplarına karşı hem kapsayıcı hem de dışlayıcı yaklaşımları desteklemek için kullanılabilecek öğretiler, fikirler, tefsirler ve birçok farklı kaynaklar vardır. İslam da bunlardan biridir. Ancak günümüz bağlamında farklı dinlerden insanlara karşı ayrımcılık yapmak hem uygun değildir hem de faydasızdır. Bu tür uygulamalar ancak toplumlar arasında daha çok sıkıntı ve çatışmaya yol açacak, bunların hepsi toplumların iyiliğine ciddi darbeler vuracaktır. O halde dinî “ötekine” karşı daha kapsayıcı bir yaklaşıma doğru yönelmek, toplumsal uyum ve refah içinde ilerleme göstermek isteyen tüm topluluklar için gereklidir denilebilir. Dinî liderler ve politika yapıcılar, dinî ayrımcılık ve baskının modern dünyada artık yeri olmadığını ve toplumsal uyum için dinî “ötekilere” karşı anlayışsız yaklaşımların artık geride kalması gerektiğini vurgulamalı, ayrıca dinî ötekileri büyük bir ailenin parçası olarak görmek ve onlara hak ettikleri dinî özgürlük ve saygıyı göstermek gerektiğini ifade etmelidirler. “Dinî ötekine” dair bu tür hoşgörülü ve kapsayıcı bir yaklaşım, dinler arası farklılıkları toptan ortadan kaldırmak demek değildir; benzer şekilde dinlerin temelinde bulunan dışlayıcı yaklaşımlar da hiçbir şekilde iptal edilmeyecektir. “Dinî ötekine” karşı kapsayıcı bir tavırda olmak, iman edenlerin inanç temellerini sulandırmaları ve değiştirmeleri demek de değildir. Aksine, dinler arası etkileşim ve ilişkilere yönelik kapsayıcı bir etik sistemin oluşturulması demektir. İslam geleneğinin erken dönemlerinde ortaya çıkan ve oldukça yaygın dışlayıcı yaklaşımlara rağmen bugün Müslümanlar için bu tür bir yöntem edinmek mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de, bu tür bir yönteme temel oluşturacak nitelikte birçok ayet vardır ve gitgide daha çok ilmî kaynak bu tür bir kapsayıcı yaklaşımı desteklemektedir.
Kaynakça
Abdel Haleem, M.A.S. (2012). “The Jizya Verse (Q. 9:29): Tax Enforcement on Non-Muslims in the First Muslim State,” Journal of Qur’anic Studies 14 (2), 72–89.
A Common Word. (2007). A Common Word Between Us and You. accessed 25 July 2018. https://www.acommonword.com/the-acw-document
Afsaruddin, A. (2007). “Exegesis of ‘Moderation’: Negotiating the Boundaries of Pluralism and Exclusion.” The Good Society 16.2, 1–9.
Aga Khan Global Centre for Pluralism. (2012). “Defining Pluralism.” Pluralism Papers 1.
Ahlin, L., Borup, J., Fibiger, Q., Kühle, L., Mortensen, V., and Pedersen, R. D., (2012). “Religious Diversity and Pluralism: Empirical Data and Theoretical Reflections from the Danish Pluralism Project,” Journal of Contemporary Religion. 27.3, 403–418.
Albawaba. (2016). Egyptians Bemused by Fatwa Allowing Muslim-Christian Friendships, accessed 25 July 2018, https://www.albawaba.com/loop/egyptians-bemused-fatwa-allowing-muslim-christian-friendships-
Allam, s. (2015). “Speech by Grand Mufti of Egypt Sheikh Dr Shawki Allam (English translation),” Majlis Ugama Islam Singapura Fourth Distinguished Visitor Programme, accessed 25 July 2018. https://www.muis.gov.sg/Media/Speeches/Speech-by-Grand-Mufti-of-Egypt-Sheikh-English.
Al-Youm, A.M. (2012). “Grand Mufti Encourages ‘Brotherly Warmth’ on Christmas,” Egypt Independent, https://www.egyptindependent.com/grand-mufti-encourages-brotherly-warmth-christmas.
Ayoub, M.M. (2000). “Islam and the Challenge of Religious Pluralism,” Global Dialogue. 2.1, 53‒64.
Dar al-Iftā’ al-Misriyya, (n.d.). Fatwa: Muslims Greeting Non-Muslims in Holidays and Exchanging Gifts: Is It Permissible?. accessed 25 July 2018, http://www.dar-alifta.org/Foreign/ViewFatwa.aspx?ID=5952.
Donner, F.M. (2010). Muhammad and the Believers: At the Origins of Islam. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Eck, D.L. (2007a). “American Religious Pluralism: Civic and Theological Discourse.” T. Banchoff (Ed.), Democracy and the New Religious Pluralism, Oxford: Oxford University Press, 244-270.
Eck, D.L. (2007b). “Prospects for Pluralism: Voice and Vision in the Study of Religion.” Journal of the American Academy of Religion 75.4, 743–776.
Emon, A.M. (2012). “Religious Minorities and Islamic Law: Accommodation and the Limits of Tolerance,” A. M. Emon, M. Ellis, and B. Glahn, (Ed.), Islamic Law and International Human Rights Law, Oxford: Oxford University Press, 323-343.
Gomaa, A. (2011), Christian-Muslim Clash: We Must Build a Sectarian-Free Egypt, accessed 25 July 2018, https://www.onfaith.co/onfaith/2011/03/12/christian-muslim-clash-we-must-build-a-sectarian-free-egypt/651.
Goodman, L.E. (2012). “Religious Pluralism,” Political Theology 13.4, 458–485.
Hedges, P. (2014). “Interreligious Engagement and Identity Theory: Assessing the Theology of Religions Typology as a Model for Dialogue and Encounter.” Journal for the Academic Study of Religion 27, 198-221.
Hedges, P. (2016). “The Theology of Religions Typology Redefined: Openness and Tendencies.” Edited by E. Harris, P. Hedges, and, s. Hettiarachchi, Twenty- First Century Theologies of Religions: Retrospection and Future Prospects, Leiden: Brill, 76-92.
Hick, J. (1995) The Rainbow of Faiths: Critical Dialogues on Religious Pluralism, London: SCM Press.
Hosseini, S.H. (2010). “Religious Pluralism and Pluralistic Religion: John Hick’s Epistemological Foundation of Religious Pluralism and an Explanation of Islamic Epistemology Toward Diversity of Unique Religion,” The Pluralist 5.1, 94–109.
Islamonline.net, n.d., Jizyah and Non-Muslim Minorities, accessed 23 July 2018, https://archive.islamonline.net/?p=1009.
Joint Statement of Al-Azhar Center for Dialogue and the Pontifical Council for Inter-Religious Dialogue. (2017). The Role of Al-Azhar Al-Sharif and Vatican in Confronting the Phenomena of Fanaticism, Extremism and Violence, accessed 25 July 2018, https://www.lpj.org/post-vatican-and-al-azhar-symposium-what-is-the-role- of-the-faithful-in-interreligious-dialogue.
Kavazović, H. and Locher, G. (2017). A Common Word about Our Common Good (Sarajevo Message), accessed 25 July 2018, https://www.kirchenbund.ch/sites/default/files/media/pdf/pm_2017_16_-_sarajevo_message.pdf.
Khalil, M.H. (2011). “Salvation and the ‘Other’ in Islamic Thought: The Contemporary Pluralism Debate (in English).” Religion Compass 5.9, 511–519.
Majelis Ulama Indonesia, MUI., n.d., Index Fatwa. accessed 12 February 2019, https://mui.or.id/fatwa.
Mundra, A. (2013). “From Plurality to Pluralism: A Philosophical Defence of Religious Relationship against Relativism.” Journal of Ecumenical Studies 48.3, 276–88.
Osman, A. (2014). “Equality.” E. Shahin (Ed.), The Oxford Encyclopedia of Islam and Politics, Oxford Islamic Studies Online, accessed 28 March 2018, http://www.oxfordİslamicstudies.com/article/opr/t342/e0157?_hi=0&_pos=2225.
Oxford English Dictionary (2018). “Synonyms of Inclusive in English,” Oxford University Press, https://en.oxforddictionaries.com/thesaurus/inclusive.
Parker, C.H. (2006). “Paying for the Privilege: The Management of Public Order and Religious Pluralism in Two Early Modern Societies.” Journal of World History, 17.3, 267–296.
Puett, T. (2013). “Managing Religion: Religious Pluralism, Liberalism, and Governmentality.” Journal of Ecumenical Studies 48.3, 317–327.
Rahman, F. (2009). “Appendix II: People of the Book and Diversity of Religion,” Major Themes of the Qur’an, Chicago, IL: University of Chicago Press.
Ramadan, T. (2010). Beyond Tolerance Islam and Pluralism, lecture given at Boston University, accessed 26 July 2018, https://www.youtube.com/watch?v=Igxdcl2dDm0.
Saeed, A. (2014). Reading the Qur’ān in the Twenty-First Century: A Contextualist Approach, London and New York, NY: Routledge.
Soroush, A. (1999). Islam and Pluralism. lecture given at the University of London, accessed 26 July 2018, http://www.drsoroush.com/Lectures-English.htm.
Uddin, A.T. (2009). Religious Pluralism in Today’s Muslim World. accessed 26 July 2018, https://www.sailanmuslim.com/muslim-issues/religious-pluralism-in-todays-muslim-world-by-asma-t-uddin.
UN General Assembly, 1948, Universal Declaration of Human Rights, 217 A (III), accessed 12 February 2009, https://www.refworld.org/docid/3ae6b3712c.html.
Winkler, L.E. (2012). Contemporary Muslim and Christian Responses to Religious Plurality: Wolfhart Pannenberg in Dialogue with Abdulaziz Sachedina, Cambridge: James Clarke and Co.