Giriş
Milliyetçilik ideolojisinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ernest Gellner, milliyetçiliği, siyasi ve millî birimlerin birbirine uyumlu olmasını gerektiren modern bir olgu olarak tanımlamaktadır (Gellner, 1983, s. 1). Devletin eğitiminden geçen bireyler, aynı milliyete mensup birer vatandaş olmaktadırlar. Bu bağlamda milliyetçilik, suni bir yapı olarak kendini göstermektedir. Farideh Farhi (2011, s. 43) bu suni yapının, siyasi ve millî birimler arasındaki uyumun, toplumun her kesiminin ortak biçimde kabul edebileceği bir tarihe bağlayan anlatı olmadığı müddetçe hayalî bir arzu olarak kalacağını vurgulamaktadır. Bu bağlamda Eric Hobsbawm’ın deyimiyle icat edilmesi gereken ortak kültür ve tarih yapıları, iktidarlar ile toplum arasında ulus yaratmak ve ulus devlet kurmak açısından işlevsel araçlar olarak ortaya çıkmaktadır.
İran’ın ulusal kimliği de diğer ulus devletler gibi yöneticiler ve milliyetçi seçkinler tarafından yapay olarak oluşturulmuştur. İran milliyetçiliği, modern dönemin bir ürünü olmakla birlikte ortaya çıkışı ve yayılması, ulusal ve uluslararası sosyal ve kültürel gelişmelerin bir sonucudur. Ancak Farhi’nin de iddia ettiği üzere modernitenin ürünü olan ulus kavramı, ortak bir anlatı üzerine inşa edilmiştir. Bu ortak anlatı, dil ve toprak anlatısına dayanmaktadır. Modernizmin getirdiği değişimler ile birleşen ortak anlatılar, ulus devletlerin kurulmasının ve ulus inşası süreçlerinin önünü açmıştır.
Bu noktadan hareketle aşırı derecede çeşitlilik gösteren toplumsal yapının bir sonucu olarak İran milliyetçiliği yekpare bir kavram olarak algılanamaz. Milliyetçilik, 20. yüzyılda İran’daki halk hareketlerinin itici gücü olmuştur. Anayasa Devrimi sürecinde doğmuş, petrolün millîleştirilmesi sürecinde etkisini arttırmış ve 1979’daki İslam Devrimi ile belirli bir olgunluğa ulaşmış bir ideoloji hâlini almıştır (Ansari, 2003, s. 16). Her ne kadar modernitenin bir sonucu olarak ve emperyalist güçlerin politikalarına karşı ortaya çıkmış olsa da İran’da milliyetçiliğin ateşleyici unsurları, tarihin derinliklerine uzanmaktadır.
İran ulusal kimliği, üçlü bir sacayağının üzerinde durmaktadır: Pers etnisitesi ve Fars Dili (İraniyat),[1] sınırları değişkenlik gösterse de tarihî Pers İmparatorluğu’ndan bugüne var olan çekirdek bir bölge (İranzemin) ortak anlatısı ve din (İslam öncesi dönemde Zerdüştlük ve İslamîyet). Bunlardan İranzemin kendini büyük oranda günümüze kadar korumuş olup Pers etnisitesi ile İslamîyet ve İslamîyet ile İslam öncesi İran dinleri arasında zaman zaman gerginlikler yaşanmaktadır. Ancak çağdaş İran araştırmalarında yaygın olan kanının aksine İslamîyet, Pers etnisitesi ve İslam öncesi kültür, İran kimliğinin çok önemli tamamlayıcısıdırlar (Ahmedi, 2009, s. 60).
Bu çalışmada, İran’da milliyetçiliğin doğuşu, gelişimi, ulus devletin kuruluş aşamaları ve ulus inşasına giden süreçler söz konusu üç unsur olan İranzemin, İraniyat ve din çerçevesinde ele alınacaktır. Çalışmanın temel iddiası, ulus ve millet kavramlarının modernizmin bir sonucu olarak İranlı entelektüeller tarafından yaratıldığı ancak bu yaratımın ortak kültür olarak değerlendirilen dil ve toprak, İraniyat ve İranzemin üzerinden temellendirildiğidir. Bu şekilde modern dönemin bir yaratımı olarak ortaya çıkan ve dil ve toprak ortak anlatısından beslenen İran milliyetçiliği, belirli zamanlarda devlet ve yönetici elit tarafından araçsallaştırılmış belirli zamanlarda ise bu ikisine karşı muhalefetin sembolü hâline gelmiştir.
Firoozeh Kashani-Sabet (2018, s. 17), Fransız Devrimi’nden çok daha önce henüz 10. yüzyılda, yaşamış ve ismi bilinmeyen bir coğrafyacının dünyanın sınırlarını farklı bölgeleri içerir şekilde resmettiğini ve her bölgeyi birbirinden su, hava, toprak ve ısıya dair farklılıklar, dinî farklar, hukuk ve inanç farkları ve dil farklılıkları çerçevesinde ayırdığını ifade etmektedir. İranlılar tarafından yapılan geçmiş yüzyıllardaki çalışmalar, dünyayı bölgelere ayırma konusuna dair benzer örnekler sunmaktadır. El-İstahri, ortasında İran’ın yer aldığı bir dünya tasarlamıştır (Kashani-Sabet, 2018, s. 18). Hamdullah Mustavfi ise El-İstahri’ye benzer bir şekilde günümüz İran coğrafyasına da denk gelen bölgeyi İranzemin olarak tanımlamıştır. Mustavfi’ye göre İranzemin, doğuda Maveraünnehir ve Kabil’e, batıda Pontus’a oradan da Suriye’ye, kuzeyde Oset, Rus, Macar ve Çerkez topraklarına, güneyde ise Pers Körfezi ve Necid Çölü’ne kadar uzanmaktadır. Bu sınırlar, büyük oranda günümüz İran’ının hâkimiyeti altındaki topraklar ile çok fazla uyumluluk göstermese de İran’ın günümüzdeki sınırlarının bir tesadüf ya da bir hayal ürünü olmadığı sonucuna varılabilecektir (Kashani-Sabet, 2018, s. 19).[2]
Kashani-Sabet’in bu iddiaları, toprak, dil ve kültür gibi mefhumların kökenlerini milliyetçiliğin ortaya çıkışından çok öncesine götürmektedir. Diğer bir ifadeyle bu kavramlar, modern dönemin öncesine dayanmaktadır ve modernitenin bir ürünü olan milliyetçilik ile yeniden keşfedilmiş ve yeni bir bağlama oturmuştur. Öyle ki İran topraklarının işgali, halkın ayaklanmasına neden olmaktadır. İran’ın sınırlarının müdafaa edilmesi, dinî ya da hükümdar tarafından verilen bir vazifeden daha çok bir yurttaşlık görevi olarak algılanmıştır.
İran’da milliyetçilik, Mehrdad Mashayekhi (1993, s. 86) tarafından dört gruba ayrılarak dönemselleştirilmektedir. Mashayekhi’ye göre milliyetçiliğin İran toplumuna başka ideolojiler ile birlikte etki etmesi, İran’da farklı ideolojik ve milliyetçi yaklaşımların oluşmasına sebep olmuştur. Bu yaklaşımlardan ilki, Mirza Malkom Han ve Hasan Takizade gibi siyasilerin çalışmalarından ortaya dökülen ve kendisini 1953 yılında Muhammed Musaddık’ın bir darbe sonucu hükûmetten düşürülmesi ile tekrar gösterecek olan liberal milliyetçiliktir. İkincisi, Mirza Ağa Han Kirmânî, Ahundzade ve Zeynel Abidin Meragi’nin öne sürdükleri ve İran’ı İslam öncesi tarihi ile bütünleştiren, İslam sonrası dönemi ise İran’ın sosyal ve ekonomik başlıca tüm sorunlarının müsebbibi olarak gösteren Pers milliyetçiliğidir. Bu milliyetçilik türü, Pehlevi Hanedanlığı’nın kurulması ile birlikte resmî devlet ideolojisi hâlini alacaktır. Üçüncüsü, Hasan Müderris ve Cemâleddin Esad-Abadi’nin (Efgânî) pratiğe döktükleri ve İslam’ı her sorunun çözümü olarak ele alan milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik türü, Ayetullah Humeyni’nin ve 1979 yılındaki İran Devrimi’nin ortaya koyduğu ideolojinin de önemli bir unsurudur. Sonuncusu ise Talibov ve Ali Ekber Dehhoda gibi aydınların çalışmalarında görülen sosyalist milliyetçiliktir ve 1970’lerde Fedaiyan Hareketi’nin ve üçüncü dünyacı akımların siyasi pratiklerinden birisi olacaktır. Hatta Devrim sonrası İranlılık kimliğinin anti-emperyalist ve üçüncü dünyacı boyutunu de besleyecektir. Bu çalışmada da benzeri bir yaklaşım kullanılacak olup milliyetçiliğin İran’daki serüveni dönemsel şartlar bağlamında periyodik olarak açıklanacaktır. Diğer bir ifade ile İran’da milliyetçilik, Meşrutiyet Devrimi’nden 1979 yılındaki Devrim’e kadar yerel ve uluslararası bağlamlara oturtularak ve kronolojik sıraya göre dönemselleştirilerek ele alınacaktır.
Çalışma bu bağlamda, giriş ve sonuç kısımlarının dışında altı ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, İran’da milliyetçi düşüncenin doğuşu ve gelişimi incelenecek ve milliyetçiliğin ortaya çıkışında 19. yüzyıl ve öncesinde yaşanan gelişmelerin etkileri üzerinde durulacaktır. Bu bağlamda 1906 yılındaki Meşrutiyet Devrimi süreci üzerinde durulacak, sürece etki eden yerel, uluslararası, modern ve tarihsel etkenler irdelenecektir. Bu bölümde, milliyetçiliğin muhalif bir hareket olarak doğduğu ve geliştiği iddia edilecektir. İkinci bölüm, Pehlevi Hanedanlığı’nın iktidara gelişini, Rıza Şah döneminde ulus devletin kurulmasını ve ulus inşası politikalarını ele alacaktır. Bu bölümde, devletin ulus yaratmak amacı ile uyguladığı politikalar üzerinde durulacaktır. Üçüncü bölümde, milliyetçiliğin muhalif bir hareket olarak tekrar ortaya çıkışı üzerinde durulacaktır. Bu bölümde, Millî Cephe’nin kuruluşu ve Muhammed Musaddık’ın Pehlevi rejiminin baskıcı politikalarına ve uluslararası güçler ile ilişkilerine karşı geliştirdiği politikalar tartışılacaktır. Dördüncü bölümde, Muhammed Rıza Şah döneminde milliyetçiliğin monarşi tarafından kullanımı ele alınacaktır. Antik Pers kültürünün ön plana çıktığı bu dönemde, milliyetçiliğin monarşinin ideolojik bir aracı hâline geldiği iddia edilecektir. Beşinci bölümde, 1979 yılındaki İran Devrimi’nin ardından milliyetçiliğin eklektik bir ideoloji olarak tekrar devletin bir aracı hâline dönüşümü ele alınacaktır. Bu bölümde, İranlı kimliğinin oluşumunda İslam öncesi kültür ve motiflerin ve İslam’ın rolü üzerinde durulacak ve bu kimliğin oluşumuna etki eden yerel ve uluslararası dinamikler tartışılacaktır. Bu bölümde, dinî bir temele sahip olarak kurulan yeni rejimin İslam öncesi geleneği ve kültürü dışlamadığı aksine İslam öncesi kültür ile İslamî kültürü birleştirerek ortaya yeni bir İranlı kimliği çıkardığı iddia edilecektir. Söz konusu bu iddia, Devrim sonrası dönemde İran’da kullanılan banknotlar üzerindeki simge ve semboller örnek gösterilerek irdelenecektir. Banknotlarda bulunan sembolik tezahürlerin devrim öncesi ve sonrası dönemlerdeki süreklilikleri ve değişimleri göstermeleri nedeniyle ele alınması önemli görülmüştür. Son bölümde ise milliyetçiliğin İran’ın günümüz iç ve dış politikasındaki rolü tartışılacaktır. Bu bölümde, milliyetçiliğin rolü ve kullanımı hem devleti yönetenler hem de halk nezdinde ele alınacaktır.
Modernite ve Milliyetçiliğin İran’a Girişi
İran, tarihî boyunca dışardan gelen istilalara tanıklık etmesine ve bu istilalar sonucunda harap olmasına rağmen kendisini zamanın şartlarına uyarlamayı başarmış ve geçmiş uygarlığının dilini ve kültürünü günümüze taşımayı başarabilmiştir. Söz konusu istilalar, İran’da dışarıya ve yabancı güçlere şüphe ile yaklaşan toplumsal bir hafızanın oluşmasına neden olmuştur. Yabancıya karşı olumsuz ve şüpheci bir yaklaşımdan modern milliyetçiliğe geçiş sürecini ve İran’da milliyetçiliğin doğuşunu Mashayekhi (1993, s. 85), 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İran toplumunun Avrupalı kolonyal güçler ile ilişki içerisinde bulunmaya başlaması ile ilişkilendirmektedir. İran’ın Avrupalı güçler ile en ciddi askerî karşılaşması, 1804-1813 ve 1826-1828 tarihlerinde Rusya ile yaptığı savaş bağlamında olmuştur.
İran’ın Avrupalı güçler ile etkileşiminin üç ayrı sonuç doğurduğu iddia edilebilir. İlk olarak bu karşılaşmalar, devletin zayıflığını ve otoritesini uygulamada yaşadığı zorlukları gün yüzüne çıkarmıştır. Bunda yönetimin uygulamalarındaki yetersizliklerin yanı sıra İran’ın üzerinde bulunduğu coğrafyanın da etkisi bulunmaktadır. Her ne kadar işgallere uğramış olsa da Rus ve İngiliz çıkarlarının çakışma noktasında bulunması hasebiyle İran hiçbir zaman bir koloni olmamıştır (Cottam, 1964, s. 158). Diğer taraftan İran toprakları üzerindeki rekabet, Kaçar Hanedanı’nı emperyal güçleri dengeleme politikası izlemeye sevk etmiştir. Ancak İran, bu politikasında başarılı olamamış ve büyük toprak kayıpları yaşamıştır. Rusya, 1723 yılında İran’ın Azerbaycan ve Gilan bölgelerini işgal etmiştir. İngiltere ise Hindistan ile olan stratejik yakınlığı sebebi ile İran’ın güney ve doğu bölgelerini tehdit etmiştir. Bu yenilgilerin bir sonucu olarak devletin içerisinde bulunduğu zayıflığın farkında olan Kaçar yöneticileri, modernizasyon politikalarına girişmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin de yaptığı şekilde orduda yeni düzenlemeler yapılmış, Avrupa’dan askerî uzmanlar getirilmiş ve ordunun Avrupai tarzda dönüşümü amaçlanmıştır. Modernizasyon politikaları ordu ile sınırlı kalmamış ve eğitim, kültürel hayat, devlet kurumlarını da kapsamıştır. Ancak bu politikalar, feodal beyler ve ulema tarafından benimsenmemiş ve karşı çıkılmıştır. İleride tartışılacağı üzere yaşanan toprak kayıpları ile ekonomik ve politik gerilemeler, çeşitli grupların tek kurtuluş yolu olarak gördükleri Meşrutiyet etrafında toplanmalarını sağlamıştır.
İkinci olarak, İran ekonomisinin uluslararası kapitalist ekonomiler ile bütünleşmesi sonucunda Avrupalıların İran’a müdahalesine en fazla karşı çıkan gruplardan olan tüccarlar ve din adamlarının ekonomik çıkarları tehdit edilmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere, İran’ın tüm demiryollarını işletme, tütün ve sigara üretimi ve satımı ve altın ve gümüş hariç tüm madenlerini çıkarma ve kullanma hakkını elde etmiştir (Foran, 1993, ss. 109-110). Böylelikle Meşrutiyet Devrimi’ne giden süreç hızlanmıştır. Bilindiği üzere tüccarlar ve din adamları, aydınlar ile birlikte bu sürecin taşıyıcılarından biri olmuşlardır. Öyle ki ulemanın tütün haklarının satılması sonucu tütünü boykot etme çağrılarının etkileri, Kaçar Sarayı’na da yansımıştır ve sarayda da tütün kullanımı durmuştur (Karimi, 2013, s. 163).
Üçüncü sonuç ise Avrupalılar ile etkileşimin sonucunda İranlı münevverlerin (ruşenfikren) milliyetçiliğin de aralarında bulunduğu liberalizm ve sosyalizm gibi modern ideolojiler ile tanışmalarıdır. Modern ideolojilerin İran’a girmesi, İran’da siyasetin diline de etki etmiştir. Eski sözcükler yeni anlamlar kazanmıştır:
…meşru mutlakıyet demek olan istibdat teriminin anlamı değişerek gayrimeşru diktatörlük olmuştu; babadan kalma saray anlamına gelen teriminin anlamı değişerek gayrimeşru diktatörlük olmuştu; babadan kalma saray anlamına gelen devlet ulusal hükûmet; dinî cemaat demek olan millet ulus; yerelliği karşılayan vatan anayurt; toplantı demek olan meclis parlamento; Orta Çağ’daki arazi anlamına gelen tabaka sosyal sınıf; terakki fiziksel yükseliş demekken tarihsel ilerleme; merdom insanlar anlamına gelirken halk; adalet de artık herkese eşit hakkaniyet anlamına geliyordu… en tartışmalı olanı meşruti (anayasal) sözcüğüydü (Abrahamian, 2008, s. 49).
Böylelikle 19. yüzyılın başlarında İranlı entelektüeller, yaklaşık bir yüzyıl boyunca Kaçar despotizmi altında yaşamış topluma yeni bir pencere açmışlardır. Bunlar genellikle Batı’dan ilham almış, Batı eğitimli entelektüellerdir ve hızla değişen bir dünyanın zorluklarıyla yüzleşebilecek güçlü bir devlet ve bütünleşmiş bir toplumla modern bir İran’ı formüle etmeye çalıştıkları bir milliyetçilik dili geliştirmişlerdir.
Meşrutiyet Devrimi ve Sonrası
Rusya ve İngiltere’nin İran karşısında askerî ve politik üstünlüğü ve devletin bu yabancı güçlere verdiği çeşitli imtiyazlar, İran toplumunun farklı kesimleri arasında tepkilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır (Keddie, 1981). Kaçar yöneticilerinin dış tehditlere karşı pasif kalmaları, muhalif hareketlerin gelişmesini sağlamıştır. Muhalif hareketler, Kaçarların keyfî yönetimlerini sınırlandırmak ve anayasal bir rejim kurmak taleplerinde bulunmuşlardır ve bu amaçla ayaklanmışlardır. Farklı taban ve sınıflardan grupların dâhil olduğu Anayasal Hareket, tüccarlar, şehirliler ve din adamlarından destek almıştır. Anayasal Hareket, 1906 ve 1911 yıllarında anayasal monarşinin kurulmasıyla sonuçlanmıştır ve İran’a Batı’ya meydan okuyabilecek modern bir toplum olma vizyonunu katmıştır (Yeganeh, 1993, s. 7). 1906 yılında başlayan Meşrutiyet Devrimi, modern İran tarihinde devlet otoritesine karşı yapılan ilk meydan okuma ve ilk milliyetçi muhalefet hareketidir. Bu hareket, devlet otoritesinin sınırlandırılması, anayasal bir düzenin kurulması ve İran üzerindeki İngiliz ve Rus müdahalesine son verilmesi amacında ortaklaşan din adamları, aydınlar ve tüccarlar tarafından yönlendirilmiştir.
Arıkan Sinkaya’ya (2015, s. 102) göre geleneksel otorite tarafından yönetilen ulus dışı bir devlette milliyetçi muhalefet, devlet-toplum ilişkilerinin doğasını değiştiren bir aksama olduğunda ortaya çıkmaktadır ve bu, Meşrutiyet Devrimi’nin etkisi ile İran’ın yaşadığı gelişmelere denk gelmektedir. Bu gelişmeler, askerî yenilgiler ve toprak kayıpları, dış ekonomik müdahale ve devletin modernleşme ve merkezîleşme doğrultusunda yaptığı reformlar sonucu ortaya çıkmıştır. Bunların sonucu olarak aydınlar, ulema ve tüccarlardan oluşan grupların ortak paydada buluşmaları, milliyetçiliğin ortaya çıkarak güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
- Dünya Savaşı sürecinde İran’ın işgal edilmesi ve ülkedeki siyasi ayrışma, aydın sınıfı ve ulemanın bir kısmını ülkenin birliğini ve egemenliğini yeniden sağlayarak koruyacak, büyüyen ekonomik ve siyasi sorunları çözebilecek, merkezî, güçlü bir hükûmet kuracak bir “kurtarıcı” aramaya itmiştir (Atabaki, 2008, s. 47). Bu süreçte milliyetçilik, meşruti hareketler altında gizlenen bir akım olarak zaman içerisinde baskın hâle gelmiştir. Diğer bir ifadeyle İran’ın kurtuluş yolu olarak öne sürülen çağrılar içerisinde milliyetçi fikirler de bulunmuş ve ilerleyen zamanlarda açığa çıkmıştır.
Pehleviler Dönemi: İran Ulus Devleti ve Pers Milliyetçiliği
- Dünya Savaşı’nın sonunda, 1921 yılında, Kazak Tugayları’nın komutanı Rıza Han,[3] uluslararası güçlerin de desteğini alarak yaptığı darbe ile İran’da yönetimi ele geçirmiştir. İktidara gelmesi ile birlikte ilk olarak rakiplerini yok etme girişiminde bulunmuştur. Rıza Han ne İran siyasal sahnesine milliyetçi bir kahraman olarak girmiş ne de ülke genelini kapsayabilecek bir hareket başlatmıştır. Ancak hızlı değişen uluslararası durum bağlamında İngiltere’nin desteğiyle doğrudan darbe yoluyla merkeze gelmiştir. İran siyasetinin merkezine yerleşerek siyasal iktidarı elde etmesi ve buna meşruiyet kazandırması, dünyanın savaş sonrası durumu ve uluslararası siyaset ile doğrudan ilişkilidir. Atabaki ve Zurcher’in (2004, s. 20) de belirttiği üzere “İngilizler, Rıza Han’ı kaosa son verecek vazgeçilmez bir kişi ve Sovyetler, emperyalizmin İran’daki ajanları olarak gördükleri feodal yapıları bastıracak milliyetçi bir lider olarak görmektedirler.”
Rıza Han’ın iktidara gelmesinde ve gücünü konsolide etmesinde yerel ve uluslararası dinamiklerin büyük payı bulunmaktadır. Rıza Han özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonra siyasi seçkinler arasında hâkim hâle gelen devletin ayrışması ve yıkılması korkusundan/söyleminden faydalanmıştır. Merkezî otoritenin yerel ve merkezî olmayan hareketler karşısında zayıflığını bir kargaşa hâli olarak sunmuş ve savaş sonrası Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarının yaşadıkları dağılma süreçlerini örnek göstererek bu korkuyu/söylemi beslemiştir. Ağır bir biçimde uluslararası ve yerel gelişmelerin ürünü olan bu söylemsel dönüşüm bağlamında, modern ve merkezîleşmiş bir devlet inşası fikri, sosyal eşitlikçilik ve liberalizm gibi Anayasa Devrimi sürecinin ideallerinin yerini almıştır. Bu söylemsel dönüşümde, Anayasa Devrimi deneyimi, iyi niyetli ancak başarısız ve İran’ı zor duruma sokan bir reform hareketi olarak ele alınmıştır. Buna göre Anayasa Devrimi sürecinde iç kargaşa artmış ve ülkenin yabancı bir güç tarafından işgal edilme riski yükselmiştir (Amanat, 2009, s. 25). Bu sürecin Rıza Han’ın iktidara gelmesi ile son bulduğuna inanılmıştır.
Bazılarına göre ise çağdaş ve modern olmanın yolu, gücünü koruyarak ve siyasi otoritesini basını yasaklayarak, parlamentoyu görevden alarak ve din adamlarının gücünü sınırlayarak sağlamlaştıran ve ülkede sosyal bir devrim gerçekleştirecek olan ideal bir diktatörlükten geçmektedir (Atabaki, 2008, s. 47). Bu tartışma özellikle 1924 yılında cumhuriyetin ilanı tartışmaları ile sekülerleşmenin başlaması ve bu süreçte ulema gibi geleneksel güç odaklarının saf dışı bırakılmaları ile zirve noktasına ulaşmıştır. Cumhuriyetin ilanı söz konusu olduğunda toplumun çoğu kesiminden tepki gelmiştir. Ulema ve bazariler,[4] cumhuriyetin dine aykırı olduğu gerekçesiyle karşı çıkmışlardır. Bunda Türkiye örneğini görmüş olmalarının da payı şüphesiz ki vardır. Geleneksel kurumların toplumdaki gücünü bu vesile ile gören Rıza Han, süreç içerisinde onlarla iş birliğine gitmiştir. Alkol satışlarına kısıtlama getirilmiş, kamuya açık alanlarda kadınların giyim ve kuşamlarına dikkat etmeleri gereği salık verilmiş ve kumar yasadışı ilan edilmiştir. Bu şekilde muhafazakârların ve ulemanın desteğinin alınması ile 1925 yılında bu grupların da yardımı ile Meclis, Kaçar Hanedanı’nın sonlandığını ilan eden yasayı çıkarmış, Rıza Han’ı “Şah” olarak ilan etmiş ve Pehlevi Hanedanlığı’nın başladığını kabul etmiştir. İranlıların cumhuriyete karşı çıkarken monarşiyi kabul etmelerinin cevabını, Pehlevi döneminin tarihçilerinden biri olan İbrahim Safa’i şu şekilde vermektedir: “İnsanların cumhuriyete itirazlarının en derin nedeni, İranlıların kendilerini 2500 yıllık bir monarşi uygulama geleneği ile tanımlamış ve bulmuş olmalarıydı. Monarşi onların hayatta kalmalarının anahtarıdır” (Atabaki, 2009, s. 89).
Bu süreçte söz konusu geleneksel ve dinî aktörlerin gücünü gören Rıza Şah, onların bu gücünü azaltma girişiminde bulunmuştur. 1927 yılında Adalet Bakanlığı revize edilerek dinî personel yerine Avrupa’da eğitim görmüş personele görev verilmiştir. 1929 yılında çıkarılan bir yasa ile şeriat mahkemelerinin gücü ve görev alanı sınırlandırılmıştır ve 1932 yılındaki bir düzenleme ile evlilik, boşanma ve miras konularında hazırlanan belgelerin düzenlenme görevi seküler devlet mahkemelerine verilmiştir (Zirinsky, 2003, ss. 86-87). Böylelikle dinî kurumlar hem güçlerini hem de gelir kaynaklarının önemli bir kısmını kaybetmişlerdir (Banani, 1961, s. 73). Ayrıca devlet, kendi otoritesi dışındaki güç odaklarını zayıflatmayı başarmıştır.
Rıza Şah aynı zamanda İranlıların ekonomik sorunlarının temeli olarak gördükleri dış müdahale ve kapitülasyonlar konusuna da eğilmiştir ve İngiltere ile 1919 yılında yapılan ve İngiltere’ye imtiyazlar sağlayan anlaşmayı feshetmiş, Sovyetler ile Çarlık döneminde Rusya’ya imtiyaz sağlamak amacı ile yapılmış tüm anlaşmaların iptal edildiğine ilişkin bir anlaşma yapmıştır. İngiltere ve Sovyetler’i dengelemek için ise ABD’ye başvurmuştur (Keddie, 2003, s. 84). Öyle ki bazariler, Rıza Şah’a hitaben “Siz bizi kurtarmadan önce, İran İslam İmparatorluğu hızla dağılıyordu. Ordu çökmüştü, kabileler yağma peşindeydi ve ülke, dünyanın soytarısı hâline gelmişti. Sizin sayenizde şimdi korkusuzca seyahat ediyoruz, ülkemize seviyoruz ve hukukun ve düzenin meyvelerinin tadını çıkarıyoruz” diyebilmişlerdir (Ansari, 2003, s. 34).
Millet Yaratma Çabaları
- Dünya Savaşı’nın bitmesi ile birlikte bölgede yeni kurulan ulus devletler, merkeziyetçi ve sert bir yaklaşımla Batılılaşma politikalarına başlamışlardır. Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk ve Efgânîstan’da Emanullah Han tarafından da uygulanan bu politikalar, devlet eli ile ekonominin güçlendirilmesi, millî bir endüstri ve güçlü bir ordunun kurulması ve Batı’dakilere benzer devlet kurumlarının oluşturulmasını içermektedir. İran’da da Rıza Şah’ın yönetimi altında Batılılaşma süreci başlatılmıştır. Ancak bu politikaların uygulanabilmesi ve sonuç alınabilmesi için bir de ulusa ihtiyaç bulunmaktadır. Modernleşme, modern yollar, fabrikalar veya devlet kurumları kadar birleşik bir İran ulusunun kurulmasını da gerektirmektedir. Ancak iktidara geldiğinde Şah’ın zihninde tam teşekküllü ve değişmeyen bir İranlılık tanımı bulunmamaktadır. Aksine İranlılık, Şahlık döneminde iç ve dış politikanın karşılıklı etkileşimi sonucunda kademeli olarak inşa edilmiştir.
İran kimliğinin tanımlanmasına öncelikle İranlılığın sorunları saptanarak başlanmıştır. Buna göre İranlılar, ihtişamlı ve gelişmiş bir uygarlığa sahiptir. Ancak Arapların ve Türklerin işgalleri, beceriksiz yönetimler ve İslam’ın olumsuz etkisi sonucunda geri kalmış ve dış müdahaleye açık hâle gelmişlerdir. İran ancak eski günlerine dönerek dış etkilerden ve geri kalmışlıktan kurtulabilecektir. Böylelikle ülkenin geride kalmasına neden olanlar ve ilerlemesini sağlayanlar belirlenmiş olmaktadır. Gerilemenin sebepleri, Kaçar Hanedanlığı, gelenekçilik, dincilik, aşiretçilik, Türkler ve Araplar iken ilerlemeyi sağlayanlar; Rıza Şah ve çevresi, devletin ideologları ve rejimin uyguladığı modernleşme programına itiraz etmeyenlerdir.
Modernleşme çatısı altında uluslaşma sürecinde eğitim önemli bir dayanak noktası hâlini almıştır. Eğitimin görevi, İran’ı tek bir kumaş hâline getirmektir ve İran Devleti, İranlıların kültürel yetersizliğini eğitim ve askerlik yoluyla düzeltecek bir pedagog olarak düşünülmüştür (Marashi, 2008, ss. 91-93). Ders kitapları, devlet kurumları tarafından standart hâle getirilmiştir. Türk, Arap ve Beluç nüfusun ağırlıklı olduğu yerlere devlet okulları açılmıştır. Dönemin basılan ilk ders kitabı olan İran-ı Kadim, İran tarihini antik, orta ve modern dönem olmak üzere üçe ayırmaktadır. Antik dönem, ulusun en parlak dönemi ve altın çağı olarak tasvir edilmiş; Orta Çağ, karanlık dönem olarak tanımlanmış; modern dönem ise Rönesans dönemi olarak tanımlanmış ve İran’ın eski ihtişamına bu dönemde ulaşacağı iddia edilmiştir (Marashi, 2009, s. 101). Bunlara ek olarak devlet, millî kütüphaneler, müzeler ve dil akademileri (Ferhengistan) kurarak hem İranlılara geçmişlerini öğretmek hem de Farsça üzerindeki yabancı dillerin etkilerini azaltmayı amaçlamıştır (Perry, 1985, s. 308; Abdi, 2001, ss. 58-59).
İranlılar, sınırları Hindistan’dan Mısır’a kadar uzanan tarihî Pers İmparatorluğu’nun doğal mensubu ve Aryan olarak tanımlanmışlardır. İslam öncesi İran’ın kültürel, edebî ve dinî yaşamı yüceltilirken İslam sonrası dönem ve Arap dili eleştirilmiştir. Bir dönem İran’a hâkim olan Türkler ve Araplar, ihtişamlı Pers İmparatorluğu’nun, onun kültürünün ve kazanımlarının günümüze taşınmasının önündeki ana engeller olarak tanımlanmışlardır. Pehlevilerin bu ayrımcı politikaları her türlü millî, dinî ve kültürel farklılığı tehdit olarak görmüş ve bu farklılıkları baskı altında tutmuştur. 1925 ve 1979 arasında hüküm süren Pehlevi Monarşisi, İran’da tek bir dil konuşan, merkezî ve seküler bir millet yaratma amacında olmuştur. 1925 ve 1941 arasında Rıza Şah Dönemi’nde Kürtçe konuşanlar tutuklanmış ve cezalandırılmış; devlet, kontrolü altındaki medya, eğitim kurumları ve hükûmet organları aracılığı ile şovenist ve ırkçı söylem ve politikalarını yayma gayretinde olmuştur (Mojab ve Hassanpour, 1995, s. 231). Hatta devlet, Pers olmayanları, Persleştirme girişiminde bulunmuş, Pers olmayan halkların yaşam şekilleri, müzikleri ve yemek kültürleri, Pers kültürünün yerel türevleri olarak tanımlanmıştır. Nüfusun yaklaşık olarak yarısını Perslerin oluşturduğunun farkında olan Pehlevi Hanedanı, Pers olmayanlara yönelik Persleştirme politikalarında Persleşmiş ve Farsça konuşan bir ulus devlet kurmayı amaçlamıştır. Mojab ve Hassanpour’un (1995, s. 232) iddia ettiği üzere Pehlevi Devleti özellikle Rıza Şah Dönemi’nde bu amaçla ırki, etnik ve dilsel bir kırım yapmıştır. Pehlevi Hanedanlığı dönemindeki bu uygulamaların sosyal ve ekonomik alanlarda da yansımaları bulunmaktadır. Döneme dair yapılan incelemeler, Pers olmayan gruplar arasında yoksulluk, okuma yazma bilmeme gibi oranların çok yüksek olduğunu ve bunun modernleşme politikalarının doğrudan bir sonucu olduğunu göstermektedir (Mojab ve Hassanpour, 1995, s. 234).
Batılılaşma ve modernleşme adımları bu şekilde atılırken bu politikalara meşruiyet kazandırmak amacı ile İranlılar ile Batılıların aynı ırktan geldikleri tezi de işlenmiştir. Bu çerçevede 19. yüzyılın antropolojik teorilerine başvurulmuş ve İranlıların İran platosuna göç etmiş Aryanlar olduğu iddia edilmiştir. Hatta İran’ın o dönemki resmî adı olan “Persia”, 1935 yılında Aryanların ülkesi anlamına gelen “İran” ile değiştirilmiştir (Yarshater, 1989, s. 1; Mojab ve Hassanpour, 1995, s. 232). Bu bağlamda sıklıkla Batılılaşmanın üçüncü dünya ülkelerinde bir yabancılaşma yarattığı tezinin aksine İran’da “gerçek
benliğe” geri dönüşün bir aracı olduğu iddia edilebilir. Devlet, Aryan tezi ile kendisini yalnızca komşularından değil aynı zamanda Kaçarlar, Safeviler gibi halefi olduğu hanedanlıklardan da farklılaştırmıştır. Bu noktada, İran’ın Aryan kökenini vurgulamasının o dönemde Avrupa’da yaygın olan ırkçı akımlardan bağlantısız olduğunu düşünmemek gerekir. Bu dönemde İran’ın İtalya ve Almanya ile yakın ilişkileri olmuştur.
Muhalif Dönüş: Liberal Milliyetçilik
- Dünya Savaşı’na giden süreçte Almanya yanlısı politikalar izleyen ve müttefik güçler ile ortak paydada buluşamayan Rıza Şah, 1941 yılında tahttan indirilmiştir. Yerine ise oğlu Muhammed Rıza Şah geçmiştir. Aynı yıl, Hitler Almanya’sının artan gücüyle beraber uluslararası alanda artan gerilimin ve petrolün önemli bir ham madde olarak devletler için öneminin zirveye çıkması, İran’ı uluslararası politikanın sahnesine taşımıştır. İran, kuzeyde Sovyetler ve güneyde İngilizler tarafından işgal edilmiştir ve iki ülke bu bölgelerde etki alanları kurmuşlardır. İşgal sonrasında İran’da artan enflasyon, işsizlik, yüksek fiyatlar ve yiyecek sıkıntısı, İran halkının meseleye daha politik bir pencereden bakmasına neden olmuştur. Rıza Şah’ın tahttan çekilmesinin ardından ortaya çıkan görece rahat siyasi atmosfer de bu durumu etkilemiştir. Bunların sonucunda halk, siyasal alanı daha fazla kullanmaya başlamış, meclis Şah dönemindeki pasif durumundan çıkmış, daha önce Şah tarafından bastırılan çeşitli siyasal ve sosyal gruplar yeniden ortaya çıkmaya başlamış ve gazetelerin, sendikaların sayısı artmıştır.
Diğer taraftan ise uluslararası alanda ABD, İngiltere ve Sovyetler arasında artan rekabet, İran’da sahnelenmiştir. İran’ın ABD ile petrol konusunda yaptığı anlaşmalardan rahatsız olan Sovyetler, İran’ın kuzeyindeki etki alanında faaliyetlerini arttırmıştır. Yerelde Şah’ın yokluğundaki siyasi boşluktan faydalanarak güçlenen ve uluslararası alanda ise yabancı güçlerin desteğini alan etnik hareketler artarak merkeze baskı yapmaya başlamışlardır. Merkezden özerklik, kendi dillerinde eğitim ve kendi bölgelerinde toplanan vergilerden pay isteyen Azerbaycan ve Kürdistan Özerk Cumhuriyetleri bu şartlar altında 1945 ve 1946 yıllarında kurulmuşlardır. 1945 yılında II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte değişen dengeler, Sovyetler’in İran’dan çıkmasına neden olmuştur ve özerk cumhuriyetler desteksiz kalmışlardır. İran, 1946 yılında bölgeye müdahale ederek bu cumhuriyetleri ortadan kaldırmıştır.
- Dünya Savaşı’nın acı deneyimi ve iki özerk cumhuriyetin oluşması, İran’ın Sovyet ve İngiliz etkisine karşı zayıf ve savunmasız olduğunu göstermiştir.
Bununla birlikte ülkedeki ekonomik sıkıntı, İranlıları konsolide edip siyasallaştırmıştır. Ülke, Rıza Şah öncesi dönemin İran’ı değildir. Bir modernizasyon süreci geçirmiştir. Rıza Şah’ın dönemi her ne kadar halkı ve siyasal hareketleri baskı altında tutsa da onlara siyaset yapmak için modern araçlar da sağlamıştır.
Pehlevi rejiminin modernist, seküler, Batı özentisi ve Pers odaklı milliyetçiliğiyle otokratik yönetimi, kendi entelektüel ve politik meydan okuyucularını üretmiştir (Siavoshi, 2014, s. 256). Muhammed Musaddık öncülüğünde kurulan Millî Cephe’nin söylemleri ve 1953’te onun başbakanlığındaki hükûmete karşı yapılan Batı destekli darbe, İranlıların önemli bir kısmını Batı, modernizm ve İranlılık kimliği hususundaki görüşlerini yeniden değerlendirmeye zorlayan önemli bir etken olmuştur. Bu dönemde ortaya çıkan milliyetçilik, halkın Aryan milliyetçiliğinin açıklama getiremediği İran’ın müttefik kuvvetler tarafından işgali, petrolün kamulaştırılması gibi olayların etki ve neticeleri sonucunda neşet etmiştir. İran’ın toprak bütünlüğü vurgusunun dışında bu dönemin milliyetçiliği ile Rıza Şah dönemi milliyetçiliği arasında ortak nokta bulmak çok zordur. Bu dönemde Muhammed Musaddık’ın öncülük ettiği milliyetçilik akımı, 20. yüzyıl İran’ında milliyetçiliğin muhalif siyasetin temel referans noktası olarak ortaya çıkmasının ve 1979’da devrimci sürecin başarısının açıklamasının bir parçası olarak kilit bir öneme sahiptir. Bu dönem, İran’ın dünyadaki yeri ve İranlı olmanın anlamı gibi basit ama çok verimli tartışmalara sahne olmuş bir dönemdir.
İran’da petrolün varlığı, İran toplumu için farklı bir öneme sahiptir. Petrol, bir taraftan devletin refahının bir aracı olarak görülürken diğer taraftan İran’ın egemenliğini kullanmasını ve hem ekonomik hem de siyasi alanlarda bağımsız bir politika izlemesini engelleyen ve onu her türlü dış müdahaleye açık hâle getiren bir sorun olarak da görülmüştür. İranlılar için petrol, halk için harcanmayan ve yalnızca İran, Sovyet, İngiliz ve Amerikan hükûmetlerini ilgilendiren bir mesele değildir. Petrolün varlığının yarattığı sorunlar, İranlıların günlük yaşamının merkezinde bulunmaktadır. Petrolden İran’ın aldığı az pay ve bunun çok az bir kısmının halka yansıması İranlıları rahatsız etmiştir ve gösterilere neden olmuştur. Halkın artan hoşnutsuzluğu nedeniyle İngiltere ile yeni bir anlaşma yapılmak istense de karşılık alınamamıştır. Bu bağlamda Musaddık öncülüğünde ülkedeki yabancı etkisine ve monarşinin baskısına karşı Millî Cephe kurulmuştur. Musaddık, milliyetçilik söylemini bağımsızlık, anti-emperyalizm ve monarşi karşıtlığı olmak üzere üç unsur üzerine inşa etmiştir. Monarşi ve emperyalizm birbirlerinin destekçisi olarak görülmüştür ve anayasanın üstünlüğü savunulmuştur. Pehlevi yönetiminin politikalarına ve Şah’ın despotizmine karşı mücadele etmek amacıyla bir siyasi güçler koalisyonu olarak kurulan Millî Cephe, petrol endüstrisi yoluyla ülkedeki devlet otoritesine ve yabancı egemenliğe meydan okumuştur. Millî Cephe’nin milliyetçilik ideolojisi, literatürde Liberal Milliyetçilik olarak anılmaktadır ve 1949-1953 arasındaki dönem, İran’ın modern tarihindeki tek liberal milliyetçilik dönemi olarak bilinmektedir.
Muhammed Rıza Şah Dönemi: Hanedanın Pers Milliyetçiliği
Musaddık, petrolün kamulaştırılması sürecini bir bağımsızlık savaşı olarak nitelendirirken Muhammed Rıza Şah o dönemi, İran’ın dış müdahaleye maruz bırakılması olarak tanımlamıştır ve 1953 yılında Musaddık’ın düşürülmesi ile sonuçlanan darbeyi, gerçek kurtuluş mücadelesi olarak görmüştür. Hatta darbenin yapıldığı gün millî bayram ilan edilmiştir (Pahlavi, 1961, s. 110). Muhammed Rıza Şah’a göre iki çeşit milliyetçilik vardır. Bunlardan ilki, habis ve zararlı olan milliyetçiliktir ve Musaddık’ın öncülük ettiği akım bu grup altında sayılmıştır. Diğeri ise faydalı milliyetçiliktir ve Şah’ın yürüttüğü politikaların bizzat kendisidir.
Musaddık, amacını, bağımsız ve tarafsız bir dış politika yürütmek olarak belirtmiş olsa da Şah’a göre İran’ın ihtiyacı olan bu değildir. İran’ın ihtiyacı, hızlı bir teknolojik ve endüstriyel gelişim ile güçlü bir devletin ve ordunun kurulmasıdır. Halkın ihtiyaç duyduğu politikanın da bu olduğu iddia edilmiştir. Musaddık’ın tanımladığı milliyetçiliğe yönelik bu eleştirilerden sonra Muhammed Rıza Şah, monarşiyi, modern dünyanın sorunlarına çözüm getirebilecek modern bir kurum olarak yeniden inşa etmeye çalışmıştır. Muhammed Rıza Şah, babası döneminde devlet eliyle üretilen Aryan milliyetçiliğini bir hanedanlık milliyetçiliğine dönüştürmüştür. İran’ın İslam öncesi tarihini ön plana çıkarmıştır ve Şah’ın rolünden hareket ederek Ahameniş İmparatorluğu[5] geçmişini yeniden yazmıştır. Bu dönemde, Rıza Şah Dönemi’nin bir devamı niteliğinde İslam öncesi İran kültürü yeniden keşfedilmeyi sürdürmüştür. Monarşi ve Şahlık geçmişin günümüze mirası olarak yeniden icat edilmiştir. Monarşinin İran kültürünün ve halkının ayrılmaz bir parçası olduğu ve monarşinin ulusal kimlikle eş anlamlı olduğu bizzat Şah tarafından defalarca dile getirilmiştir (Ansari, 2012, ss. 173-175).
Muhammed Rıza Şah, milliyetçiliği, Batılılaşma ve meşruiyet kazanma amacıyla iki yönlü olarak kullanmıştır (Litvak, 2017, s. 14). 11 Ekim 1971 tarihinde tarihî Pers İmparatorluğu’nun Şiraz yakınlarındaki Persepolis kentinde Muhammed Rıza Şah, dünyanın dört bir yanından gelen konukların katılımı ile Pers İmparatorluğu’nun 2500. yılını kutlamıştır. Bu, Pers milliyetçiliğinin en ünlü gösterilerinden ve icat edilen geleneklerinden biri olmuştur. Yapılan gösterilerde askerlere, Pers ordusu kıyafetleri giydirilmiş, askerî geçit törenleri yapılmıştır. Muhammed Rıza Şah yaptığı konuşmada, Perslerin ilk devleti Ahameniş İmparatorluğu’nun kurucusu Kiros’a seslenerek kendisini onun halefi ve İran’ın koruyucusu olarak ilan etmiştir (Bill, 1988, s. 184). Monarşi, İran’ın kolektif kimliğinin bir parçası olarak anılmış, Pers kimliğinin sürekliliği vurgulanırken hoşgörü, hümanizm ve barış gibi kavramlar, İran kültürünün ve milliyetçiliğinin diğer kültürlere ilham veren evrensel ögeleri olarak gösterilmiştir.
Muhammed Rıza Şah, İran’ın İslamîyet öncesi geçmişini yücelten bir seküler milliyetçiliğe girişmiştir ve İranlılık kimliğinin etnik-dilsel boyutlarına vurgu yapmıştır. Bu milliyetçilik biçimi, rejimin dinî meşruiyet kaybını telafi etmek ve radikal ideolojilerin gelişmekte olan kentsel kitle toplumuna cazibesini azaltmak için bir meşrulaştırma aracı olarak kullanılmıştır. Şah’ın sekülerleşme ve Batılılaşma girişimi, devlet eliyle yapılan reformlar ve merkezî yapının güçlendirilmesine dayanmaktadır. Böylelikle İran bir taraftan modern bir devlet hâline gelirken diğer yandan ihtişamlı geçmişine ve tarihindeki büyük uygarlığa (temeddün-i bozorg) yeniden ulaşabilecektir. Bu politikaların amacı bir yandan monarşiyi modernizm ve sekülerizm ile özdeşleştirirken diğer yandan İslamî geçmişe ve geleneksel yapılara karşı özel bir devlet-millet birlikteliği yaratmaktır (Litvak, 2017, s. 15). Bir yandan ise bu geçmişe dayanan İranlılık kimliğinin Batı’nın bugünkü değerleriyle tam bir uyum içerisinde sunulduğu gözden kaçmamalıdır. Zira demokrasi, hoşgörü gibi kavramlar, Batı’da demokrasinin ortaya çıkmasından önce İran’da bulunan değerlerdir (Pahlavi, 1961, s. 164).
1979 İran Devrimi ve Sonrası
2500 yıllık bir monarşinin yıkılarak yerine Şii-İslamî temellere dayalı teokratik bir rejimin kurulması ile sonuçlanan 1979 yılındaki İran Devrimi, çoğu araştırmacı için “beklenmedik” bir sonuç olmuştur. Devrimler konusunda uzman olarak anılan Theda Skocpol, İran Devrimi’nin kendisi için bir sürpriz olduğunu söylemiştir (Coyne ve Mathers, 2011, s. 197). ABD’nin eski başkanlarından Jimmy Carter ise Devrim’in ayak seslerini duymaksızın 1978 yılında İran’ı bir “istikrar adası” olarak nitelendirmiştir (Thiessen, 2009, s. 43).
Devrim ile beraber önemli oranda petrol geliri ve büyük bir ordusu olan ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiki Şah rejimi, güçlü bir halk hareketi sonunda yıkılmıştır. Yerine kurulan rejim ise eski rejimin politikalarının büyük oranda karşıtı olmuştur. Musaddık döneminde görülen milliyetçi muhalefet, kendini takip eden yıllarda Celal Ali Ahmed ve Ali Şeriati gibi aydınların ve Ayetullah Humeyni gibi din adamlarının din ile harmanlanmış söylemlerinde kendini göstermeye devam etmiştir. Devrim öncesinde dış güçlerin İran’a müdahalelerine/baskılarına ve Şah’ın baskıcı politikalarına karşı direniş çerçevesinde gelişen popülist ve muhalif İran milliyetçiliği, Devrim sonrası dönemde anti-Amerikancılık ve otoriteryenizm karşıtlığı üzerinden tasarlanmaya devam etmiştir.
İran İslam Cumhuriyeti 1979’da kurulduğunda, İranlılık kimliğini İslamîleştirmek için hızlı bir girişimde bulunmuştur. Devrim öncesi döneme benzer bir şekilde yeni kurulan İslam Cumhuriyeti de ideolojik ve finansal araçlarını, amaçlarına uygun bir kimlik oluşturmak için kullanmıştır. Pehleviler gibi İslam Cumhuriyeti liderleri de eğitimi, halkı İslamî bir topluluğun üyeleri ve makbul vatandaşlar olarak yetiştirmek amacı ile en önemli araçlardan biri olarak benimsemişlerdir (Siavoshi, 2014, s. 269). Devrim’in ilk yıllarında Humeyni liderliğindeki devrimciler, İslam’ı İranlılar için millî kimliğin tek bileşeni olarak tanımlayarak Şah’ın politikalarının merkezinde yer alan seküler Pers milliyetçiliğine saldırmışlardır. Saleh ve Worrall’ın (2015, s. 86) iddia ettiği üzere Devrim’den sonra İslamcılar, dinî ve eğitim kurumlarını ideolojilerinin etkisini genişletmek için kullanmışlardır. Hatta Batılı olduğunu ve İslamî olmadığını düşündükleri eğitim sistemini İslamî olan ile değiştirmek amacıyla üniversiteleri kapalı tutmuşlardır. Abrahamian’ın (2008, s. 178) belirttiği üzere bu politikaların genel amacı, İran’ı İslamîleştirmektir.
Rogers Brubaker’a (2012, s. 9) göre din sadece ulusun ve millî kimliğin sınırlarını belirlememektedir. Aksine ulusun ve milliyetçiliğin gelişimi için gerekli olan mitleri ve sembolleri sağlamaktadır. Ulus devlet çerçevesinde milliyetçilikle başarılı bir şekilde birleştiğinde ise siyaset bir din hâline gelmekte, din siyasallaşmakta ve ulus devlet bir “ilahi araca” dönüşmektedir (Friedland, 2002, s. 381). Bu bağlamda Devrim’den sonra inşa edilen İran millî kimliği, güç mücadeleleri ve siyasi dönüşümler ile siyaseti dinîleştiren dinî-milliyetçi bir dinamiğe sahiptir. Siyasi, ekonomik ve toplumsal alanları kapsayan dünyevi olayların kutsal ve dinsel bir bağlam içerisinde tanımlanması, milliyetçiliğin dinîleşmesini sağlamıştır.
İran’da 1979 Devrimi’nden sonra İslam öncesi ile İslam sonrası milliyetçilik açıklamaları arasındaki tartışmalar kısmen ortadan kaybolmuştur ve dinî-milliyetçilik biçiminde bir sentez ortaya çıkmıştır. Bu noktada tartışmaların diyalektik bir süreç izlemediğini, Devrim sonrası süreçte Şahlık dönemi söylemlerinden bazılarının sürekliliğinin olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Başka bir ifade ile Devrim sonrasında İslam ve Şiilik, İran ulusal kimliğinin tanımlanmasında temel unsur olmuşlardır (Siavoshi, 2014, s. 257). Ancak İslam öncesi İran kültürü ve tarihi, Pehleviler Dönemi’ndeki kadar vurgulanmasa da etkisini sürdürmüş ve İranlılık kimliğinin tamamlayıcılarından birisi olarak varlığını korumuştur.
İslam Öncesi ve Sonrası Sentezi: “Kiros’un Torunları, Muhammed’in Çocukları”
Şii-İslamî temellere dayalı yeni rejim ile birlikte İran’ın uluslaşma sürecinde ve hem içeriye hem de dışarıya yönelik politikalarında geçmişten büyük oranda kopuşların yanı sıra sürekliliklerin de devam ettiği görülmektedir. Devrim sonrasında yeni yönetim, Şahlık rejimi tarafından sosyal ve kamusal hayattan dışlanmış olan İslam’ı yeniden ön plana çıkarmıştır. Şah Dönemi’nde sıklıkla vurgulanan Pers kimliği ve onun İslam öncesi kökleri, yerini Ayetullah Humeyni’nin İslam referanslı ümmet anlayışına bırakmıştır. İslam, İranlılık kimliğinin en önemli tamamlayıcısı hâline gelmiştir. Ancak milliyetçilik de tamamen göz ardı edilmemiştir. Kurulan yeni rejim, Pers milliyetçiliğini, İranlılık kimliği oluşturmada önemli bir unsur olarak görmüştür ve böylelikle Pers milliyetçiliğini İslam’a eklemleyerek bir millî kimlik yaratma çabasında olmuştur.
Devrim sonrası İran ulusal kimliği, birbirleri ile etkileşime giren yerel ve uluslararası faktörlerin sebep olduğu iki katmandan hareketle inşa edilmiştir. Bunlardan ilki, Fars dili, kültürü ve geleneği ile birlikte İran’ın İslam öncesi geçmişidir. İkincisi ise Şiiliğin esaslarını ve mitlerini barındıran İslamî dönemdir. Bu dönemde İranlılık kimliği hem ilk Pers İmparatorluğu’nun kurucusu Kiros’u hem de Muhammed Peygamber’i işaret edecek biçimde iki boyutu olan ulusal bir kimlik şeklinde ortaya çıkmıştır (Farhi, 2011, s. 42). Tıpkı Çarlık Rusya’sında ve İsrail’de olduğu gibi İran’da da dinî ve millî kimlik birbirlerini tamamlayan ve aralarında bir ayrımın olup olmadığı çok keskin olmayan unsurlardır. 19. yüzyıl İran’ında Pers ve Şii kelimeleri benzer anlamlara gelmekte ve benzer özneleri işaret etmektedirler (Ansari, 2003, s. 15). Seküler olsun ya da olmasın çoğu İranlı için din, millî kimliğin ayrılmaz unsurlarından birisidir.
Pehlevi Dönemi’nde İran’ın İslam öncesi tarihinden ilham alan ve İran’ı ahlakın ve medeniyetin Batı’dan çok daha önce var olan beşiği sayan Pers milliyetçiliğinin Devrim sonrasında İslamî-Şii motifler ile birleşmesinin en önemli sonucu, devrimci kadroların ürettiği anti-emperyalist ve üçüncü dünyacı söylem olmuştur. Bu söylem, İranlılık kimliğinin de yapı taşlarından birisi hâline gelmiştir. Devrim’den sonra İran, dünyaya iki boyutlu diyalektik bir çerçeveden bakmaya başlamıştır. Buna göre dünya ezilenler (mustazaflar) ve zorbalar (müstekbirler) arasındaki bir mücadeleden oluşmaktadır. İran bu mücadelede müstekbirler karşısında mustazafların koruyuculuğunu ve bayraktarlığını yapmaktadır. Devrim sonrasında hazırlanan İran Anayasası, İran’a bu hakkı tanımaktadır. Anayasa’nın 152. Maddesi’ne göre: “İran’ın dış siyaseti; her türlü egemenlik kurmak ve egemenlik altına girmeyi reddetmek, ülkenin her alanda bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak, bütün Müslümanların haklarını savunmak, egemenlik peşindeki güçlere karşı hiçbir taahhütte bulunmamak ve savaş açmayan devletlerle barışçı ilişkiler kurmak esaslarına dayanır” (Iran Chamber, 2019). 154. Madde ise: “İran, toplumların tümünde insan saadetini, kendi gayesi bilir ve bağımsızlık, hürriyet, hak ve adalet yönetimini dünya insanlarının tümünün hakkı olarak tanır. Diğer milletlerin iç işlerine her tür müdahaleden tam olarak çekinmekle beraber mazlumların zalimlere karşı haklı mücadelelerini dünyanın neresinde olursa olsun himaye eder” demektedir (Iran Chamber, 2019). Böylelikle İranlılık kimliği, dünyadaki tüm ezilen insanlardan sorumluluk duymak ve tüm kurtuluş hareketlerini desteklemek çerçevesinde tanımlanmakta, yeni rejim İran topraklarına, Fars diline, antik Pers mitlerine, geleneğe ve Şiiliğe dayalı bir ulusal kimliği oluşturmakta ve siyasallaştırmaktadır. Aynı zamanda onu anti-emperyalizm ve ezilenlerin yanında durmak gibi kavramlarla da ilişkilendirmektedir.
İslam Cumhuriyeti’nin politikaları, uygulamaları ve liderlerinin söylemleri, Devrim’den sonra yaşanan değişim ve sürekliliklerin canlı vesikaları olmuşlardır. Yaşanan bu süreklilik ve değişimlerin izi, İran’ın banknotları üzerindeki sembollerden ve liderlerin söylemlerinden hareketle sürülecektir.
Bu bağlamda söz konusu araçlar üzerindeki semboller aracılığı ile Devrim’den sonraki yıllarda İran’ın politikalarında Pehleviler Dönemi’ni takip eden ve/veya o dönemden farklı olan uygulamalar, İranlılık kimliği etrafında incelenecektir.
Değişim ve Süreklilik: Sembolik Tezahürler
Din ağırlıklı millî kimliğin görsel olarak kamuoyuna yansıması zamanla olmuştur. Devrimin ilk yıllarında kullanılan banknotlarda Muhammed Rıza Şah Dönemi’nden kalma banknotlar da kullanılırken ilerleyen yıllarda sembollerin İslamîleştiği görülmektedir. Chelkowski ve Dabashi bu değişimi üç aşamada açıklamaktadırlar: Önce Şah’ın fotoğrafları kaldırılmış daha sonra banknotların filigranları değiştirilmiş ve son olarak İmam Rıza Türbesi’nden portreler banknotlar üzerine eklenmiştir (Chelkowski ve Dabashi, 1999, ss. 196-197). 1980-1981 yıllarında basılan serilerde banknotların ön yüzlerine İmam Rıza Türbesi’nin yerleştirilmesi, 1981, 1985 ve 1992 yıllarına ait serilerde ise banknotlara Kâbe, Fatıma-i Masume Türbesi ve Kubbet’üs Sahra’nın yerleştirilmesi İslamîleşmeye örnek olarak verilebilir (Görsel 1). Ayrıca üzerinde İran Merkez Bankası (Bank Markazi Iran) yazan banknotlar zamanla İran İslam Cumhuriyeti Merkez Bankası (Central Bank of the Islamic Republic of Iran) şeklini almıştır.
Görsel 1: İmam Rıza Türbesi (sol üst), Kubbet’üs Sahra (sağ üst), Kâbe (sol alt), Fatıma-i Masume Türbesi (sağ alt)
Pers milliyetçiliğinin tamamen bırakılmamasının bir örneği olarak Pehleviler Dönemi banknotlarında kullanılan Pers kültürü ve tarihine ilişkin sembollerin Devrim’den sonra da kullanıldığı görülmektedir. Örneğin; Pehleviler Dönemi’nde basılan banknotlarda Ahameniş İmparatorluğu’nun ilk başkenti olan Pasargad’a ait bir fotoğraf ve Fars dilinin ve İran kültürünün önemli isimlerinden Hafız’ın türbesine ait bir görsel yer almaktadır ve bunlar, Devrim sonrasına ait banknotlarda da kullanılmaya devam etmiştir (Görsel 2). Devrim sonrasında basılan banknotlarda, İslam öncesi Pers mitolojisinde önemli sayılan Demavend Dağı’ndan bir görselin yer alması devamlılığı göstermesi açısından önemlidir (Görsel 3).[6]
Görsel 2: Pasargad (solda), Hafız’ın Türbesi (sağda)
Görsel 3: Demavend Dağı
Bunlara ek olarak İranzemin’in yeni rejimin gündeminde de var olmaya devam ettiği de görülmektedir. Yakın dönemde basılan banknotlarda, İran’ın haritanın merkezinde yer aldığı görseller bulunmaktadır (Görsel 4). Böylelikle yeni rejim, Devrim öncesi millî kimliğinde göz önünde olmayan İslam’a olan vurguyu artırarak İslam öncesi ve sonrası İran kültüründen ve Şiiliğin dinî söylemi ve anlatısından hareketle bir İranlılık kimliği inşa etmiştir.
Bu çabanın banknotlarda uygulanmasında belirtilmesi gereken önemli bir fark, Devrim öncesi ile karşılaştırıldığında Devrim sonrasında kullanılan banknotlar üzerindeki sembol ve portrelerin daha çok İslamîleşmiş oldukları gerçeğidir.
Görsel 4: İran’ı Merkez Ülke Olarak Gösteren Banknotlar
Sonuç olarak, Devrim’den sonra İran, İslam’ın Şii öğretisinden ilham alan bir şeriat yönetimi uygulamıştır. İslam, İran’ın başlıca önceliği olmasına rağmen milliyetçilik de göz ardı edilmemiştir. Nitekim Şii motifleri ve İslam öncesi Pers tarihini içeren kültürel değerler ile üçüncü dünyacılık ve anti-emperyalizmden esinlenen değerlerle tanımlanan iki katmanlı bir İranlılık kimliği üzerine kurulu yeni bir ulusal kimlik oluşturulmuştur. Kısmen Pehleviler Dönemi ile süreklilik taşıyan kısmen de yeni bir içerik barındıran bu ulusal kimlik, İran’ın banknotlarında ve İranlı siyasilerin uygulamalarında kendini göstermektedir. Bu tezahürler, Şiilik ve İranlılık çerçevesinde okunabilir ancak verdikleri mesajların anlam aralığı düşünüldüğünde evrensel bir içeriğe sahip oldukları görülecektir (Elhan, 2016a, ss. 133-134; 2016b, s. 95). İnşa edilen bu kimlik, bir yandan monarşi döneminden kalıntılar taşırken bir yandan da İslamî bir niteliğe bürünmüştür.
İran’ın İç ve Dış Politikasında Milliyetçilik
Milliyetçilik, İran’ın günümüz siyasetinde yer tutmaya devam etmektedir. Özellikle dış politika alanında önemli bir araç olan milliyetçilik, bir taraftan rejimin gücünü konsolide etmesini sağlarken diğer taraftan rejim politikalarına karşıtlığın çatı ideolojisi hâlini almaktadır. Milliyetçiliğe olan vurgunun artışında ülkede yaşanan ekonomik sorunların yanı sıra İran’ın ulus aşırı politikalarının da etkisi bulunmaktadır.
Mevcut yönetimin özellikle seküler ve şehirli kesimleri etkilemekte zorlandığını işaret eden Uygur’a (2017) göre rejim, İslamcı ve mezhepçi söylemden uzaklaşarak İslam öncesi Pers kültürünü yücelten eğilimlere yönelmiştir. Mevcut anlayışın ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel sorunlarına cevap vermediğini düşünen İranlıların sayısı gittikçe artmaktadır. Bu kitleler çareyi, İslam vurgusu olmayan ve İran’ın İslam öncesi geçmişinden ilham alan Pers milliyetçiliğinde aramaktadırlar. Bu kapsamda rejim de kitlelerin Pers milliyetçiliği etrafındaki mobilizasyonunu kullanmaya gayret etmektedir. Bu bağlamda İslam öncesi İran’ın sembolik mekânları ziyaret edilmekte, etkinlikler yapılmakta ve Pers dönemi sembollerinin kullanımı artmaktadır. Son yıllarda Mahmud Ahmedinejad gibi Devrim’in ilk yıllarındaki ideallere dönmekten söz eden muhafazakâr isimlerin bile siyasi kampanyalarını, dinî mekânları değil Persepolis gibi İslam öncesi İran’ı simgeleyen yerleri ziyaret ederek yürütmeleri, Suriye’deki askerî operasyonları komuta eden Kudüs Ordusu komutanı Kasım Süleymani’nin antik İranlı savaşçı figürlere benzetilmesi gibi olaylar, milliyetçiliğin İran siyasetinde oynadığı başat rolü somutlaştırmaktadır (Uygur, 2017). Diğer taraftan ise bu söylemler ve politikalar, Fars olmayan Şiileri rahatsız etmekte ve rejime ve politikalarına karşı yeni karşıtlıklar ortaya çıkarmaktadır. İslam öncesi Pers milliyetçiliğinin teşvik edilmesi, İran’da yaşayan diğer halklar arasında mikro milliyetçiliğin artmasına sebep olmaktadır.
Son dönemlerde yaşanan nükleer anlaşma ve Suriye İç Savaşı gibi gelişmeler de İran’da milliyetçiliğin yükselmesinde etkili olmuştur. 2015 yılında nihai bir sonuca varan ancak ABD’de Donald Trump’ın başkanlığa seçilmesinin ardından tekrar tartışmaya açılan nükleer anlaşma, İran halkının yıllardır “alerjisi” olan dış güçlerin iç işlerine karışması sendromunu yeniden gündeme getirmiştir. Bu anlaşma çerçevesinde uluslararası ambargolara maruz kalan İran’da milliyetçilik yükselmektedir. Rejim ise bu durumu lehine çevirmeyi amaçlamakta ve rejim karşıtlığını söz konusu milliyetçi potansiyel içerisinde eriterek gücünü konsolide etmeye çalışmaktadır.
Suriye İç Savaşı konusunda ise bunun tersi bir durumun yaşandığı söylenebilir. İran’ın Suriye İç Savaşı’na dâhil olması ve burada birlikte savaştığı gruplara ve rejim güçlerine askerî, lojistik ve ekonomik yardımda bulunması, iç kamuoyunda eleştirilere maruz kalmıştır. Ülke içerisinde artan ekonomik sorunlara rağmen İran’ın bölgedeki örgütlere sağladığı yardımlar ve İran dışındaki operasyonlarda çok sayıda askerin hayatını kaybetmesi rejimi zor durumda bırakmaktadır. Halkın tepkisi “Ne Gazze Ne Lübnan Canım Feda İran” ve “Suriye’yi bırak, bize bak” gibi sloganlarda somutlaşmaktadır (Najad, 2018a). Rejim daha evvel toplumsal gösteri hâline getirdiği ve kamuya açık olarak düzenlediği asker cenazelerini, Suriye’deki iç savaş sonrasında yapmamaya başlamıştır (Najad, 2018b). Rejim, İran içerisinden gelecek milliyetçi tepkiden çekinmekte ve Suriye’de hayatını kaybeden askerleri kamusal alanın dışında defnederek ölümleri gizlemeye çalışmaktadır.
İran, iç savaşa dahlini ulusal çıkarlar ve anayasa bağlamında meşru kılmaya çalışmaktadır. Buna göre Suriye, İran’ın bölgedeki müttefiki ve İsrail ile Batı’nın bölgesel politikalarına karşı oluşan direniş cephesinin bir üyesidir. Suriye’de rejimin olası yıkılışı, İran’ın da bölgede zayıflaması anlamına gelecektir. Diğer yandan Devrim’den sonra kabul edilen Anayasa, İran’ın dış politikasında ulusal çıkarlar bağlamında evrensel bir vizyon geliştirmektedir. Daha önce de belirtilen Anayasa’nın 152. ve 154. Maddeleri buna örnek gösterilebilir.
Devrim sonrasında İran’ın en önemli politikası, İran topraklarının ve ulusal çıkarının savunulması olmuş, milliyetçilik de bu amaçla araçsallaştırılmıştır. Devrim ile birlikte dini ve milliyetçiliği bir potada eriten dış politika söylemi, İran’ın dış politikasını anti-emperyalist, bağımsızlıkçı ve direniş hareketlerini destekleyen bir söyleme itmiştir (Akbarzadeh ve Barry, 2016, ss. 618-619). Kurulan yeni rejim, bir taraftan İran egemenliğindeki topraklara, İslam öncesi İran efsanelerine ve geleneğine ve Şiiliğe dayanan bir İranlılık kimliğini inşa ederken diğer taraftan bu kimliği anti-emperyalizm ve ezilenlerin dünya çapında savunulması gibi kavramlarla ilişkilendirmektedir. Devrim’in dile getirdiği enternasyonalist söylem ile bu politikaya farklı bir boyut katılmış olsa da bu, popülist bir söylem olarak yer almış ve revizyonist bir politika aracı hâline evrilmemiştir.[7] Irak’a karşı yapılan savaşta vurgulanan “zafere kadar savaş” ve “Kudüs’e giden yolun Bağdat’tan geçtiği” söylemleri, toprak genişletmeye yönelik herhangi bir somut atıfta bulunmamaktadır (Farhi, 2011, s. 46). Bunlar daha çok İslam’ın yükselişi hasebiyle kullanılan söylemsel ifadelerdir. Bugün bile İran’ın güç kazanmasından ve yükselen etkisinden endişe duyanlar, İran’ın toprak hırsından endişe duymamaktadırlar (Farhi, 2011, s. 46).
Sonuç
Sonuç olarak İran’da milliyetçiliğin ortaya çıkışı, modern dönemin bir ürünü olup İraniyat ve İranzemin gibi ortak tarihî anlatıların ve dinî değerlerin bir araya gelmesinden neşet etmiştir. Ulusal ve uluslararası etkileşimlerin bir sonucu olarak zaman zaman popüler muhalif bir hareket zaman zaman ise devlet aygıtının toplumu dizayn etme politikalarında bir araç olarak varlığını korumuştur. Bu noktadan hareketle bu çalışma, İran’da milliyetçiliğin farklı veçhelerini Meşrutiyet Devrimi’nden başlayarak Pehleviler Dönemi, Millî Cephe Hükûmeti Dönemi ve İran Devrimi olmak üzere farklı başlıklarda ele almıştır. Çalışmada belirtildiği üzere İran milliyetçilikleri, İraniyat, İranzemin ve İslam öncesi ve sonrası din gibi üçlü bir sacayağı üzerine bina edilmiştir. İraniyat ve İranzemin genel manada her dönemde varlıklarını korumuş olsalar da dinin rolü dönem dönem farklılıklar göstermektedir. Buna rağmen söz edilen tüm dönemlerin birbirleri ile farklı motif ve vurgulara sahip olsalar da sürekliliklerinin de olduğu iddia edilebilir.
Son olarak günümüz İran milliyetçiliklerinin genel bir değerlendirmesinin yapılması faydalı olacaktır. 2009 yılındaki seçimlerin sonucunun da etkisi ile İran’da ortaya çıkan Mir Hüseyin Musavi liderliğindeki Yeşil Hareket’in milliyetçilik konusundaki görüşlerinin önemli olduğu düşünülmektedir. Yeşil Hareket, farklı bir tür ulusal kimliğin oluşumuna öncülük etmiş olup İran’ın etnik ve dinî çeşitliliğine saygı duyan bir milliyetçi söylem üretmiştir. Yeşil Hareket’e ek olarak İran’da azınlıkların etnik milliyetçilikleri de önemli bir unsurdur. Milliyetçi fikirler, İran nüfusunun yaklaşık olarak %30’unu oluşturan Azeri Türkleri ve İran’ın Türkiye ve Irak ile olan sınırları boyunca yoğunlaşan Kürt nüfus arasında oldukça yaygındır. Çalışmanın kapsamını aşacağı düşüncesiyle söz konusu bu konular çalışma içerisine dâhil edilmemiştir. Ancak ilerideki çalışmalarda ele alınmaları, İran milliyetçiliklerinin süreklilikleri ve süreç içerisinde ulusal ve uluslararası bağlamların bu milliyetçilikler üzerindeki etkilerini göstermesi açısından literatüre önemli katkılar sunabilecektir.
Kaynakça
Abdi, K. (2001). Nationalism, politics, and the development of archaeology in Iran. American Journal of Archeology, 105(1), 51-76.
Abrahamian, E. (2008). A history of modern Iran. Cambridge ve New York: Cambridge University Press.
Ahmedi, H. (2009). İran’da din ve milliyet: dayanışma mı, çekişme mi? H. Ahmedi (Der.). İran: ulusal kimlik inşası içinde (ss. 25-72). İstanbul: Küre Yayınları.
Akbarzadeh, S. ve Barry, J. (2016). State identity in Iranian foreign policy. British Journal of Middle Eastern Studies, 43(4), 613-629.
Alvandi, R. (2010). Mohammad Reza Pahlavi and Bahrain question. British Journal of Middle Eastern Studies, 37(2), 159-177.
Amanat, A. (2009). Memory and amnesia in the historiography of the constitutional revolution. T. Atabaki (Der.). Iran in the 20th century: Historiography and political culture içinde (ss. 23-54). Londra: I.B. Tauris.
Ansari, A. (2003). Modern Iran since 1921: The Pahlavis and after. Londra: Pearson.
Ansari, A. (2012). The politics of nationalism in Iran. Cambridge: Cambridge University Press.
Arıkan Sinkaya, P. (2015). Discursive continuity of political nationalism as a form of opposition politics in modern Iran. Yayımlanmamış doktora tezi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Atabaki, T. & Zurcher, E. J. (2004). Men of order: Authoritarian modernization under Atatürk and Reza Shah. Londra: I.B. Tauris.
Atabaki, T. (2008). From multilingual empire to contested modern state. H. Katouzian ve H. Shahidi (Ed.). Iran in the 21st century: Politics, economics and conflict içinde (ss. 41-62). Londra ve New York: Routledge.
Atabaki, T. (2009). Agency and subjectivity in Iranian national historiography. T. Atabaki (Ed.). Iran in the 20th century: Historiography and political culture içinde (ss. 69- 92). Londra: I.B. Tauris.
Banani, A. (1961). The modernization of Iran. Stanford: Stanford University Press.
Belfer, A. M. (2014). Iranian claims to Bahrain: From rhetoric to interference. RIPS, 13(2), 31-51.
Bill, J. A. (1988). The eagle and the lion: The tragedy of American-Iranian relations. New Heaven: Yale University Press.
Brubaker, R. (2012). Religion and nationalism: four approaches. Nations and Nationalism, 18(1), 2-20.
Chelkowski, P. ve Dabashi H. (1999). Staging a revolution: The art of persuasion in the Islamic Republic of Iran. New York: New York University Press.
Cottam, R. (1964). Nationalism in Iran. Pittsburgh: University of Pittsburgh Press.
Coyne, C. ve Mathers, R. (2011). The handbook of the political economy of war. Northampton: Edward Elgar Publishing.
Elhan, N. (2016a). Banal Nationalism in Iran: daily re-production of national and religious identity. İnsan & Toplum, 6(1), 119-136.
Elhan, N. (2016b). İran’ın uluslaşma sürecinde süreklilik ve değişim: Banknotlar ve posta pulları üzerine bir inceleme. Akademik Orta Doğu, 11(2), 85-97.
Farhi, F. (2011). Çağdaş İran’da tartışmalı siyaset ortasında ulusal kimliğin ustalıkla işlenmesi. H. Katouzian ve H. Şahidi (Ed.). 21. yüzyılda İran içinde (ss. 41-58). Ankara: Sitare Yayınları.
Foran, J. (1993). Fragile resistance: Social transformation in Iran from 1500 to the revolution. Boulder: Westview Press.
Friedland, R. (2002). Money, sex, and god: the erotic logic of religious nationalism. Sociological Theory, 20(3), 381-425.
Gellner, E. (1983). Nations and nationalism. Oxford: Blackwell.
Iran Chamber. (18 Haziran 2019). Iran chamber society: The constitution of Islamic Republic of Iran. http://www.iranchamber.com/government/laws/constitution_ch10.php adresinden erişilmiştir.
Karimi, P. (2013). Domesticity and consumer culture in Iran: Interior revolutions of the modern era. Londra: Routledge.
Kashani-Sabet, F. (2018). Sınır kurguları: İran ulusunun şekillenmesi (1804-1946). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Keddie, N. (1981). Roots of revolution: An interpretive history of modern Iran. Londra: Yale University Press.
Keddie, N. (2003). Modern Iran: Roots and results of revolution. Londra: Yale University Press.
Kinzer, S. (2003). All the shah’s men. New York: Wiley.
Litvak, M. (2017). The construction of Iranian National Identity. M. Litvak (Ed.). Constructing nationalism in Iran: From the Qajars to the Islamic Republic içinde (ss. 10-31). Londra ve New York: Routledge.
Mabon, S. (2012). The battle for Bahrain: Iranian-Saudi rivalry, Middle East Policy, 19(2), 84-97
Marashi, A. (2008). Nationalizing Iran: Culture, power and the state: 1870-1941. Londra: University of Washington Press.
Mashayekhi, M. (1993). The politics of nationalism and political culture. S. Farsoun ve M. Mashayekhi (Ed.). Iran: Political culture in the Islamic Republic içinde (ss. 82-115). Londra: Routledge.
Mojab, S. ve Hassanpour, A. (1995). The politics of nationality and ethnic diversity. S. Rahnema ve S. Behdad (Ed.). Iran after the revolution: Crisis of an Islamic state içinde (ss. 229-250). Londra: I.B. Tauris.
Najad, A. F. (2018a). Iranians respond to the regime: ‘Leave Syria alone!’ https://www.aljazeera.com/indepth/opinion/iranians-respond-regime-leave-syria-180501081025309.html adresinden erişilmiştir.
Najad, A. F. (2018b). Iran: Fighting ‘terror’ publicly, mourning the dead secretly. https://www.aljazeera.com/indepth/opinion/iran-fighting-terror-publicly-mourningdead-secretly-180430140249437.html adresinden erişilmiştir.
Pahlavi, M. R. (1961). Mission for my country. New York: McGrew-Hill.
Perry, J. (1985). Language Reform in Turkey and Iran. International Journal of Middle East Studies, 17, 295-311.
Saleh, A. ve Worrall, J. (2015). Between Darius and Khomeini: Exploring Iran’s National Identity Problematique. National Identities, 17(1), 73-97.
Siavoshi, S. (2014). Construction of Iran’s national identity: Three Discourses. K. S. Aghaie ve A. Marashi (Ed.). Rethinking Iranian nationalism and modernity içinde (ss. 253-274). Austin: University of Texas Press.
Thiessen, M. (2009). An island of stability: The Islamic Republic of Iran and the Dutch opinion. Leiden: Sidestone Press.
Uygur, H. (12 Nisan 2017). Fars milliyetçiliği ve meşruiyet krizi. http://aa.com.tr/tr/analiz-aber/fars-milliyetciligi-ve-mesruiyet-krizi/795019 adresinden erişilmiştir.
Yarshater, E. (1989). Communication: Persia or Iran. Iranian Studies, 22(1), 62-65.
Yeganeh, N. (1993). Women, nationalism and Islam in contemporary political discourse in Iran. Feminist Review, 44, 3-18.
Zirinsky, M. (2003). Reza Shah’s abrogation of capitulations. S. Cronin (Ed.). The making of modern Iran: State and society under Reza Shah, 1921-1941 içinde (ss. 81-98). New York: Routledge.
[1] Fars kelimesi etimolojik olarak Pers kelimesinden gelmektedir. Arapçada “p” sesi olmaması nedeniyle yerine “f” sesi kullanılmıştır. Türkçede bu kavramlar, terminolojik olarak karmaşaya yol açacak kadar birbirlerinin yerine kullanılabilmektedir. Bu çalışmada Pers kelimesi antik İran kültürünü, tarihini ve etnisitesini tanımlamak ve o konuya referanslarda bulunmak için kullanılacaktır. Fars/i/ça ifadesi ise İran’ın resmî dilinin geçtiği yerlerde kullanılacaktır. Bu bağlamda, Pers milliyetçiliği ifadesi, İran’ın İslam öncesi tarihini ön plana çıkarırken ve İslamî olmayan bir çerçevede kullanılırken İran milliyetçiliği ifadesi, eski Pers kültürü ile İslamî ve Şii motifler üzerine bina edilerek kullanılmaktadır.
[2] Benzer bir durum İran’ın ulusal kimliğinin tarihsel bir parçası olan Firdevsi’nin Şahname’sinde de görülebilecektir. Şahname, İran ulusal kimliğinin en önemli kültürel faktörlerindendir. Firdevsi bu eserinde, dünyayı üç ayrı bölgeye ayırmakta ve İran’ı bunlardan birisi olarak saymaktadır.
[3] Bu çalışmada 1921 yılında iktidara ulaşan Rıza Pehlevi, 1925 yılında Pehlevi Hanedanı’nı ilan edene kadar “Han” olarak anılacaktır. 1925 yılında hanedanını ilan etmesi ile birlikte “Şah” unvanını kazanmıştır.
[4] Bazariler, İran’ın geleneksel tüccar sınıfının Farsça karşılığıdır.
[5] Ahameniş İmparatorluğu M.Ö. 6. yüzyılda Kiros tarafından kurulmuş ilk Pers imparatorluğudur.
[6] İran’ın en yüksek dağı olan Demavend, Pers mitolojisinde önemli bir yere sahiptir. Şiirde ve edebiyatta İran’ın baskıya mücadelesini sembolize etmektedir. Zerdüşt metinlerinde ve mitolojide üç başlı bir ejderhanın bu dağa hapsedildiği ve dünyanın sonuna kadar burada kalacağı söylenmektedir. Firdevsi’nin Şahname’sinde de zalim hükümdar Zahhak’ın bu dağda hapsedildiği yazılmaktadır.
[7] Ancak Şah Dönemi’ndeki İran dış politikasının irredantist özellikler taşıdığı iddia edilebilir. 1979 yılındaki Devrim’e kadar Pers milliyetçiliği, stratejik ve tarihsel iddialar ile Şah Dönemi’nin önemli bir aracı olmuştur. Şah’ın Bahreyn ve Basra Körfezi’nde bulunan Ebu Musa, Büyük ve Küçük Tunb Adalarına yönelik irredantist politikaları buna örnektir (Alvandi, 2010; Mabon, 2012; Belfer, 2011). 1783’e kadar İran’ın bir parçası olan Bahreyn, bu tarihten itibaren İngiltere’nin desteklediği yerel ailelerin yönetimine geçmiştir. İran ise 1970’li yıllara kadar Bahreyn üzerinde hâkimiyet iddia etmiş ancak 1971 yılında yapılan halkoylamasının sonucunda Bahreyn’in bağımsızlığını kabul etmek durumunda kalmıştır. Günümüzde hâlen Bahreyn’in anavatan İran’a bağlı olduğunu iddia edenler bulunmaktadır (Mabon, 2012). Körfez’in taşımacılık ve güvenlik açısından stratejik bir yerinde bulunan Büyük ve Küçük Tunb Adaları da 1971 yılında İran tarafından işgal edilmiş olup günümüzde hâlâ Birleşik Arap Emirlikleri ve İran arasında egemenlik tartışmalarına neden olmaktadır.