Toplumsal ve iktisadi hayata dair İslami fikirlerle uyumlu bankacılık uygulamalarını geliştirmekte olan araştırma örgütünüzün çalışmalarını merakla takip edeceğim. Batı’nın iktisadi sistemi, insanlığın başına neredeyse çözülemeyecek sorunlar açmıştır ve aramızdan pek çoğuna göre bugün onu dünyanın karşı karşıya olduğu felaketten ancak bir mucize kurtarabilir gibi görünüyor. Bu sistem, insanlar arasında adaleti tesis etmekte ve uluslararası arenada anlaşmazlıkları ortadan kaldırmakta başarısız olmuştur. Aksine son yüzyılda gerçekleşen iki dünya savaşından büyük oranda kendisi sorumludur. Batı dünyası, sahip olduğu makineleşme ve sanayi verimliliği gibi avantajlara karşın bugün tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük bir keşmekeş içerisindedir. Batılı iktisadi kuramın ve uygulamaların benimsenmesi, bize mutlu ve mutmain bir toplum yaratma hedefinde yardımcı olamaz. Kendi kaderimizi kendi yollarımıza göre şekillendirmeliyiz ve dünyaya, insanların eşitliği ve toplumsal adalet gibi hakiki İslami kavramlara dayanan bir ekonomik sistem sunmalıyız. Bu şekilde Müslümanlar olarak görevimizi yerine getirmiş, insanlığa onu kurtarabilecek tek şey olan barışa dair bir mesaj sunmuş ve insanoğlunun refahını, mutluluğunu ve esenliğini güvenceye almış olacağız.
Muhammed Ali Cinnah[1]
Giriş: Arka Plan
İslami politik düşüncenin, Hint Alt Kıtası’nın bölünüşünden sonra Pakistan’daki gelişiminin kökleri, Alt Kıta’da 19. yüzyılın sonlarına doğru İslami siyasette görülen uyanışta yatmaktadır. Aynı zamanda taleplerini gerekçelendirmek için kapsamlı iki ulus kuramından yararlanan, bir Müslümanın anavatanı adına yürütülen mücadelenin de kalbinde yatmaktadır. Müslümanların kendilerine has bir dine ve göreneklere sahip ayrı bir topluluk olduğu görüşü, İkbal[2] ve Mevdudi[3] gibi siyasal felsefecilerin, ilahiyatçıların ve reformistlerin çalışmalarından doğmuştur. İkbal’in görüşleri her ne kadar eksik bir biçimde olsa da günümüz Pakistan’ında tezahür etmiş olan Müslümanlar için ayrı bir devlet arayışının canlanmasına neden olurken buna paralel olarak Mevdudi’nin yazıları, Pakistan’ın Cemaat-i İslami’nin (Cİ) müstakbel bağımsız devletin öncü birliği hâline gelişine şahit olduğu üzere İslami uyanışa ideolojik bir zemin kazandırmıştır. Ekonominin yanı sıra ülkenin de İslamileştirilmesine yönelik birçok dalga, büyük oranda siyasal İslamcılardan gelen talepler karşısında taviz veren umutsuz çözümler olarak ortaya çıkmış ve dolayısıyla düalizm ve isteksizlikle lekelenmiştir. Devlet tarafından faizi ortadan kaldırmak, ekonomiyi İslamileştirmek adına atılan adımlar hem inişli çıkışlı hem de düzensiz olmuştur ve dolayısıyla uygulamaya geçirilmeleri de henüz gerçekleştirilmekten çok uzaktır. Ancak geçmişte gerçekleştirilen bazı girişimler, alicenap bir şeriat ile uyumlu finans sektörünün çiçeklenmesine olanak sağlamıştır. Bu sektör ise yalnızca ekonominin tamamen İslamileştirilmesine yönelik umutları teşvik etmekle kalmamış aynı zamanda ülkenin İslami uyanış hareketi için de bir müjde teşkil etmiştir.
Politik ekonomi, her ne kadar dinî boyut bu disipline nispeten yakın zamanda eklenmiş olsa da artık belirli bir geçmişi olan kurulu bir disiplindir (Haqqi, 2015). Bu disiplin oldukça yakın bir zamanda doğmuştur ve tam olarak ifade etmek gerekirse 20. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmıştır. İslami politik ekonominin tanımına dair bu disiplinin kendi doğasının bir sonucu olan anlaşılabilir bir ihtilaf söz konusu olmakla birlikte tüm bu tanımlar arasında ortak olan bir nokta, ekonomi ile aynı zamanda politik ekonominin kendisinin kaçınılmaz bir parçası olan devlet arasında etkileşimin mevcut olmasıdır (Choudhury, 1997a, 1997b; Ghosh, 1997; Khan, 1994). Diğer yandan aralarındaki farklılık, bu tanımların temelini teşkil eden epistemolojik dayanaklardan kaynaklanır çünkü köklerini Batılı etnomerkezci epistemolojiden alan ana akım politik ekonominin aksine İslami politik ekonomi, Kur’an epistemolojisi üzerine inşa edilmiştir (Salleh ve Rosdi, 2014). Dolayısıyla İslami politik ekonomi, politik eylemlerin iktisadi etkilerini ve tersine iktisadi eylemlerin politik etkilerini kısa ve öz bir şekilde açıklar. Elbette bunun nedeni, tıpkı iktisadi kalkınmanın politika üzerinde kaçınılmaz bir etkisi olması gibi politikanın da iktisadi kalkınma üzerinde de aynı şekilde etkili olmasıdır. Dünyanın hiçbir yerinde, işlevselliğini destekleyecek ve kolaylaştıracak bir toplumsal ve politik ortam olmadığı sürece ne makro ne de mikro düzeyde bir İslami iktisadi sistem kurmak mümkün değildir. İslami finansal girişimlerin başarı ya da başarısızlığının bu girişimlere yönelik politik desteklerin varlığı ya da yokluğu ile iç içe geçmiş olmasını nedeni de işte budur. Bir toplumda faizin tamamen ortadan kaldırılması, o toplumun başındaki hükûmetinin ne kadar kararlı olduğuna bağlıdır ve İslami iktisadi sistemin iniş ve çıkışları, bir toplumda bu sistemin inşasını destekleyen ya da köstekleyen politik unsurlarla örtüşür. İslami politik ekonominin, Pakistan’da İslamileşme taraftarları ve karşıtları arasındaki mücadele bağlamında incelenmesi, bu konu ile ilgili derinlemesine bir anlayış sağlayacaktır.
Bir zamanlar Hint Alt Kıtası’nı oluşturan ülkelerde,[4] yüzyıllar boyunca dinin politikada son derece önemli bir rol oynadığı ve toplumsal dokunun fazlasıyla dinî öğretiler ile şekillendiği coğrafyalar hâkim olagelmiştir. Bu özellikle de İslam’ın Hint Alt Kıtası’na gelişi ve İslami politik ve ekonomik düşüncenin buradaki gelişimi söz konusu olduğunda doğrudur. İslami hükûmet şekli, taleplerini gerekçelendirmek için kapsamlı iki ulus kuramından yararlanan, Müslümanlar için ayrı bir ülke (Pakistan) adına verilen mücadelenin kalbinde yatmaktadır. Doğal olarak mücadele eden, zorluklar karşısında dayanan ve göç eden insanlar, Pakistan’ın kuruluşunun ideal İslam devletinin canlanmasına neden olacağını düşünmüştür. Nihayetinde toplumsal ayaklanmalarda binlerce insan soykırıma uğramış ve Pakistan yalnızca Müslüman milliyetçiliği adına kazanılmıştır. Dolayısıyla kurbanlar için müstakbel Pakistan, İslam’ın temelleri üzerine inşa edilen özel bir devlet olacaktı. Bu duygu yalnızca kitleler arasında yaygın değil Cinnah’ın[5] yakın yol arkadaşları arasında da yaygın bir duyguydu (Ahmed, 2004). İşte bu sebepten dolayı rejimin sağ ile sol arasında salınması ile birlikte İslami bir iktisadi sistem için gösterdiği kararlılık da değişip durmuştur. Rejimin ideolojik sağdan destek almak istediği ya da onlardan gelen muhalefet çok şiddetli bir hâle geldiği zamanlarda hükûmetler, İslami finans için desteklerini arttırmış ve Pakistan Devlet Bankası (State Bank of Pakistan-SBP) da İslami bir ekonominin kurulmasını ve işleyişini desteklemiştir. Diğer yandan ise koridorlarının İslami ülküye sıcak bakmadığı zamanlarda İslami finansa verilen destek iyice zayıflamış ve hükûmetlerin bir İslami ekonomi kurma yönündeki kararlılıkları birdenbire maziye karışmıştır. Pakistan’ın İslami temelleri hakkında kimsenin pek şüphe edemeyeceği Ziya yönetimi döneminde, İslami İdeoloji Konseyi (Council of Islamic Ideology-CII), faizsiz bir ekonomi tasarısı oluşturmaya yönlendirilmiştir (Wilson, 2008). Sonrasında ise Federal Şeriat Mahkemesi (Fedeal Shariat Court-FSC) tarafından verilen, Pakistan ekonomisinden faizin tamamen çıkarılması yönündeki tarihî hüküm gelmiştir. Daha sonra 2002 yılında, Müşerref’in yönetimi esnasında Yüksek Mahkeme, hükûmetin daha önce başlayan İslamileşme politikasını terk etmesinden, faiz temelli bankacılığı ve ülkedeki baskın ana akım piyasa ortamını himayesine almasından kaynaklanan bir şekilde daha önce verilen hükümlerin uygulamadaki etkilerini geçersiz kılacak bir manevra yapmıştır (Khan ve Bhatti, 2008a, s. 159). Dolayısıyla tüm bu manzaraya yukarıdan bakıldığı zaman ülkedeki İslami iktisat, bankacılık ve finansın gelişiminin zirve yaptığı dönemlerin, rejimin bu alanlara sempati beslediği, bu alanları destekleyen yasaların çıkarıldığı dönemlerle çakışırken bu alanlarda görülen düşüşlerin ise hükûmetin tutumlarındaki isteksizlik ve ona destek olan, özenle seçilmiş mahkemelerin politik olarak taktik manevralarla verdikleri hükümler ile örtüştüğü görülmektedir.
Pakistan’ın İktisadi Profili
Pakistan’ın bağımsız bir ülke olarak bu dünya üzerinde ortaya çıkışı, 14 Ağustos 1947 tarihinde gerçekleşmiştir. Ülkenin eşsiz tarihi, her zaman iktisadi yolculuğu ve gerçekleştirdiği ilerleme üzerinde son derece güçlü bir etkiye sahip olagelmiştir. Britanya’dan bağımsızlığını kazandıktan hemen sonra çiçeği burnunda bu ülke, bir yandan muazzam boyutta bir göç dalgasının yükünü sırtlanırken diğer yandan çelimsiz bir ekonominin sorunlarıyla başa çıkmaya çalışmıştır. Mevcut sorunlar yeterince yıpratıcı değilmiş gibi bağımsızlığını yeni kazanmış taze bir ülke olan Hindistan, Pakistan’ın yeni doğan ekonomisini baltalamak için iki ülke ayrılmadan önce ortak bir şekilde sahip oldukları varlıklarından Pakistan’ın payına düşen kısmını devretmeyi reddetmiştir (Sherani, 2017). İşte Pakistan’ın kaçıp kurtulduğu ve 70 yıl sonra dünyanın en büyük 24. ekonomisi hâline geldiği çukur budur. Bu yolculuk oldukça uzun ve zahmetli olmakla birlikte bu yıllar boyunca sergilenen gelişme yolu keyifli bir hâle gelmiştir.
Bu on yıllarca süren yolculuğun kapsamlı bir şekilde incelenmesi için ayrıyeten bir kitap yazılması gerekebilir ancak burada bu yolculuğu bir başarı hikâyesi hâline getiren iniş çıkışlar üzerinde tefekkür edebiliriz. Büyüme tecrübesi hem etkileyici hem de hayal kırıklığı olmuştur (Hussain, 2010).
Pakistan ilk kurulduğu zamandan beri hep tarımsal bir ekonomiye sahip olagelmiştir ancak bu sektörün ekonominin tümüne olan katkısı zaman içerisinde düzenli olarak azalmıştır. Tarım sektörünün GSYH içerisindeki payı 1947 yılında %53 olmuştur. 30 milyonluk halk tabakasının çoğunluğu kırsal kesimlerde yaşamış ve bu nüfusun neredeyse %65’lik bir kısmı, tarım sektöründe çalışmıştır. İhraç edilen ürünlerin çoğu da tarımsal ürünler olmuş ve Pakistan’ın döviz girdilerinin büyük bir kısmını teşkil etmiştir (Anjum ve Sagro, 2017). Bağımsızlığını kazandıktan sonraki ilk 20 yıl içerisinde Pakistan, Güney Asya ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranını yakalamıştır (Hussain, 2010).
1960’lı yıllar, kökleri temel olarak büyük çaplı dış yardım akışından ve politik istikrarda yatan bu etkileyici ekonomik büyümenin altın çağı olmuştur. İmalat sanayisinin dallanıp budaklanması ve ihracatçılar için devlet desteklerinin sunulması da yerli sanayiyi koruma politikalarının takip edildiği bu dönemde gerçekleşmiştir. Ekonomi hızlı bir şekilde büyürken servet de belirli ellerde toplanmış ve bu durum toplumda ciddi gelir eşitsizliklerinin görülmesine neden olmuştur (Anjum ve Sagro, 2017). 1970’li yıllarda siyasi cephede yaşanan değişiklikler, devletin politikasını bırakınız yapsınlarcı modelden sosyalizme doğru kaydırmıştır. Bunun sonucunda da ülkenin ithalat faturası artarak dış ticaret açığının kötüye gitmesine neden olmuş, enflasyon artmış ve tüm ana sanayi dalları kamulaştırılmıştır. Ancak kamulaştırma politikalarının 1980’li yıllarda geriye döndürülmesi ile ekonomi tekrar rayına girmiştir. Özel sektörün sanayi yatırımları artmış ve yüksek büyüme oranları görülmüştür. Yoksullukta hızlı bir düşüş yaşanmış ve 1990 yılında işsizlik oranı %2,6’ya düşmüştür (Fasih-Uddin ve Sawati, 2009). Ancak bir yandan iç borçlanma hızla tırmanmış ve ortalama olarak vergi gelirleri azalmıştır. Yine de ihracatta bir patlama yaşanmış ve yüksek endüstriyel ve tarımsal büyüme oranlarına şahit olunmuştur.
Pakistan’ın ekonomisi, en kötü günlerini, 1990 yılını takip eden on yılda tecrübe etmiştir. GSYH artışı dibe vurmuş, enflasyon artmış ve işsizlik oranları ağırlaşmıştır. Dış borç da ciddi bir şekilde artmış ve borcun GSYH’ye oranı, bir borç krizine işaret edecek şekilde ciddileşmiştir. 1990’lı yılların ikinci yarısına doğru nükleer savaş başlıklarını test ettiği için Pakistan’a ekonomik yaptırımlar uygulanmıştır. Kendisini hemen önünde duran ekonomik gerilimden kurtarmak için Pakistan, IMF’nin ve Dünya Bankası’nın kapılarını çalmıştır. Bütçe açığı artmış ve sıklıkla uygulamaya konulan IMF uyum programları, ülkenin ekonomik egemenliğini kaybetmesine neden olmuştur. Bu programların bir parçası olarak vergiler arttırılmış, yerel para biriminin değeri düşürüşmüş dolayısıyla enflasyon artmış ve istihdam oranı düşmüştür. Düşünmeden gerçekleştirilen bir beynelmilelcilik ve açıklık politikaları, yerel sanayiyi dış baskılara maruz bırakmış ve dolayısıyla onun rekabet gücünün kaybolmasına neden olmuştur (Anwar, Abbas ve Ashfaq, 2017). Bu çalkantılı 90’lı yıllardan sonra ekonomide soluklanma fırsatı yakalamış ve canlanmıştır ancak bu da tekrar ülkenin aldığı dış borçlar ve yardımlardan kaynaklanan bir gelişme olmuştur. Dolayısıyla bu iyileşme dönemi de kısa sürmüş ve büyüme balonu bundan kısa bir süre sonra patlamıştır.
Bu yıllar boyunca bu ani ekonomik yükselişler ve düşüşler serüveninden geçen Pakistan, bugün tüm dünya ekonomileri arasında boyut olarak 24. en büyük ekonomi[6] olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişi başına GSYH, 1980 yılında 294 ABD Doları iken 2018 yılında 1.473 ABD Doları’na[7]7 yükselmiştir. Pakistan, makroekonomik kırılganlığını azaltma yolunda büyük aşamalar kaydetmiş ve 2018 yılında GSYH büyüme oranı takdire şayan bir şekilde %5,79’a ulaşmıştır. Bu oran söz konusu yıldan önceki 13 yılın en yüksek oranıdır. Enflasyon düşmüş ve özel sektöre kredi akışları artmıştır, dış para havaleleri de bununla artış göstermiştir. Devasa altyapı projeleri gerçekleştirilmiş ve ülke, 2018 yılında özel altyapı yatırımları açısından Güney Asya sıralamasında ilk sıraya oturmuştur (Pakistan, 2018). Yine de ülkenin kırılgan ekonomisi hâlâ pek çok zorlukla karşı karşıyadır. Cari işlemler açığı büyük bir hızla ciddi boyutlara ulaşmış ve dış borç kendi tarihinin zirvesine ulaşmıştır. Pakistan rupisinin değerinin ABD Doları karşısında erimesi durdurulamamış ve kamu kuruluşları iflasın eşiğine gelmiştir.
Her ne kadar yol bozuk ve yolculuk inişli çıkışlı olsa da gösterilen ilerleme etkileyici bir boyutta olmuştur. Ülkenin bağımsızlığını kazandığı günden beri süren 70 yıllık yolculuğunda, 1960’lı yıllar Pakistan ekonomisinin altın yılları olarak anılırken 1990’lı yıllar ekonomik düşüş yılları olarak bilinmektedir. Ancak sıklıkla yaşanan düşüş dönemlerinin nedenleri için hiçbir ikna edici açıklama da getirilmiş değildir. Kimileri bu sık tekrarlanan sıkıntılı dönemleri, siyasi elitin hatalı ekonomi yönetimine, yozlaşmasına ve rant peşinde koşmasına bağlarken diğerleri bunun temel nedenleri olarak siyasi istikrarsızlığı, kısa bir ömür süren demokrasiyi ve sıklıkla yaşanan askerî darbeleri görmektedir. Ancak kesin olan bir şey varsa o da ülkenin bir potansiyele sahip olduğudur. Topraklar, pek çok doğal kaynak açısından bereketlidir ve halkın demografik profili, zengin bir insan sermayesine yönelik yüksek beklentilere işaret etmektedir. Bazı anahtar yapısal reformlar ve daha iyi bir ekonomik yönetim, ekonomiyi tekrar yoluna koyabilir ve yoksulluğun azaltılmasına, istihdam olanaklarının yaratılmasına, enflasyonun dizginlenmesine ve büyümenin gerçekleştirilmesine yardımcı olabilir.
Bir İslami İktisadi Sistem için Yasal Reformlar
İslam, dünyevi ile manevi, sivil ile din görevlisi ya da dindar ve seküler kategorileri arasında bir ayrım yapılmasına olanak sağlamadığı gibi Batı politik düşüncesinin temel ilkelerinden biri olan yetkinin ikiliği gibi bir kavramı da tasavvur etmez (Bowering, 2015). İslami yönetim biçimi alanındaki öncülerin özellikle de İkbal ve Mevdudi’nin, Hint Alt Kıtası bağlamındaki yazılarında ve düşüncelerinde derinlemesine işlenen mesaj da tam olarak budur. İslam’da devlet ve dinin yetki alanları öylesine iç içe geçmiştir ki bireysel ya da toplumsal yaşamın hiçbir alanı, Allah (c.c.) tarafından çizilen sınırların dışında bırakılmamıştır. İslam yalnızca bir ibadet etme şeklinden ibaret değildir aynı zamanda bir yaşam tarzıdır ve bu yaşam tarzı da statik değil dinamiktir. Dolayısıyla İslam hem bireylerin hem de toplumların iktisadi yaşamlarını yönetmek için gerekli ilkeleri de içerir.
Kendi iki ulus kuramı için bir yerlerden destek almak için çaresizce çabalayan Müslüman Birliği, dindar kesimden destek elde edebilmek için Mevdudi’nin repertuarından bazı terimleri ödünç almıştır. Mevdudi’nin ayrı bir vatan fikrine yaptığı katkı o kadar derindir ki İkbal[8] ve Hasret Muhani gibi dava insanları, ona sıklıkla atıfta bulunmuştur ve yazıları, Birlik tarafından düzenledikleri toplantılarda dağıtılmıştır. Onların bıraktıkları yerden devam eden Cemaat-i İslami, Pakistan’ın ayrılmasından sonra daha ileri düzeyde bir İslamileşme talebinde bulunmuştur çünkü Mevdudi, Pakistan’ın yalnızca İslami yaşam tarzının etkililiğini göstermek üzere kurulmuş olduğuna inanmıştır. Yer yer görülen bu ani çıkışlar, daha sonra örgütlü bir kampanyaya dönüştürülmüştür ve Mevdudi, Pakistan Radyosu’nda yayınlanan ve ekonominin İslamileştirilmesi taleplerini de içeren bütünlüklü bir İslamileşme planını sunduğu çok sayıda konuşma yapmıştır.
Yani Pakistan’ın İslamileştirilmesine yönelik tüm talepler, mantıksal olarak ekonominin İslamileştirilmesine yönelik örtük çağrıları da ihtiva etmiş ve bu çağrılar, arada sırada yüksek sesle de ifade edilmiştir. Kendisi profesyonel bir iktisatçı olmamasına karşın Mevdudi, bir devleti İslami ilkelere göre yeniden şekillendirirken iktisadi sistemin ne kadar önemli olduğunun farkındadır. 2 Mart 1948 tarihinde Pakistan Radyosu’nda yaptığı ‘İslam’da İktisadi Sistem’[9] hakkındaki bir konuşmada, Müslümanların yeni inşa ettikleri vatanlarında, Pakistan’da, İslami bir iktisadi sistemin kurulması için hazırladığı bir mimari planı açıklamıştır (Mevdudi, 1958). Bu talep, doğal olarak devletten bir onay almıştır çünkü Cinnah’ın kendisi, ülkenin merkez bankasının açılışı münasebeti ile iktisadi ve toplumsal yaşamı kapsayan İslami ideallerle uyumlu uygulamaların geliştirilmesine yönelik arzusunu ima etmiştir.
Cinnah’ın Eylül 1948’deki vefatının ardından hükûmet, Cemaat-i İslami’ye göz açtırmamaya başlamıştır. İsyana teşvik eden bir parti olarak etiketlenip ilan edilmiş, yayınları kapatılmış ve Mevdudi de dâhil olmak üzere liderleri tutuklanmıştır. Mevdudi, mücadelesine kapatıldığı parmaklıkların ardından devlet üzerinde ciddi bir etki gücü olanlar da dâhil olmak üzere âlimlerle irtibata geçerek devam etmiştir. Cemaat-i İslami, Liaquat Ali Khan tarafından sunulan bir toprak reformu önerisine, İslam’ın özel mülkiyet hakkını koruduğu savını temel olarak karşı çıkmıştır (Nasır, 2004). Mevdudi, âlimlerle ittifakının da yardımı ile Hedeflere Yönelik Önerge’nin içeriğini etkileyecek taleplerini seslendirmekte başarılı olmuştur. Önerge, 7 Mart 1949 tarihinde meclisten geçmiş ve önergede Pakistan, İslam ile uyumlu bir demokrasi olarak anılmıştır. Önergede, egemenliğin Allah’a ait olduğu ifade edilmiş ve Pakistan’da demokrasinin ifa edileceği ancak bunun İslam’ın sınırları dâhilinde yapılacağı belirtilmiştir. Mevdudi ve Cemaat-i İslami’nin yanı sıra onlara benzer bir görüşe sahip olan diğer partilerin, faizin ekonomiden tamamen çıkarılması ve çiçeği burnundaki devletin bir bütün olarak İslamileştirilmesi doğrultusundaki mücadelesi, bir an bile ara vermeden devam etmiştir. Pakistan’ın 1956 yılında meclisten geçirilen ilk anayasasının 29(f) numaralı maddesi, hükûmete tartışma götürmez bir şekilde faizi mümkün olan en kısa sürede ülkeden çıkarma sorumluluğunu yüklemiştir (Khan, 2015, s. 40).
Bu anayasanın ömrü nispeten kısa sürmüş ve ülkenin tarihindeki ilk sıkıyönetim kanunu, Ekim 1938 tarihinde getirilmiştir. Devlet Başkanı İskender Mirza, o dönemde Kara Kuvvetleri Komutanı olan ve sıkıyönetim kanunu idarecisi olarak görev icra eden Eyüb Khan tarafından üç hafta içerisinde görevden alınmıştır. Eyüb, “İslami” sıfatını ülkenin isminden çıkarmış ancak hükûmetin, faizi, ülke ekonomisinden tamamen çıkarmasını zorunlu kılan maddeyi çıkarmak noktasında tereddüt etmiştir ki bu maddenin bir kopyası da 1962 Anayasası’na dâhil edilmiştir. Bu askerî yönetici, bu şekilde İslamileşme politikasından geri çekilme sinyalleri vermiş ancak İslamcı muhalefetten gördüğü şiddetli tepki ile karşı karşıya kalınca anında geri adım atmak zorunda kalmıştır ve niteleyici “İslami” ibaresi kısa bir süre sonra ülkenin ismine tekrar eklenmiştir (Khan, 2015, s. 41). Ancak uygulamada atılan adımlara bakıldığında, Pakistan’ın ekonomisini İslami bir ekonomi kılmamak için her yolun denenmiş olduğu görülmektedir. Ekonomik büyümeyi sağlama amacıyla gerçekleştirilen sanayileşme, vergi tatilleri, düşük faiz oranları ve düşük gümrük vergileri, zenginler ile yoksullar arasında zaten kötüleşmiş olan eşitsizlik uçurumunu daha da genişletmiştir. Diğer yandan işçi sendikalarının gücü, kaba kuvvet ile zapt edilmiştir ve bu nedenle ülke yalnızca belirli bir gelir grubunun çıkarına hizmet ederek işçi sınıfını eskiden olduğu kadar mahrumiyet içerisinde bırakan bir büyümeyi tecrübe etmiştir (Falcon ve Stern, 1971). Hükûmet, İslamcılık lehine çağrılara açık bir şekilde karşı çıkmadığı için ilk olarak 1956 Anayasası’nda önerilmiş olan İslami İdeoloji Konseyi (CII) başlangıçta İslami İdeoloji İstişare Konseyi adı altında 1 Ağustos 1962 tarihinde kurulmuştur. Konsey, kendisine verilen diğer görevler bir yana İslami bir iktisadi sistem için detaylı bir tasarı planı oluşturmakla görevlendirilmiştir. 1960’lı yıllar boyunca konsey çok sayıda önerilerde bulunmuş ve şeriatta yasaklandığı için faizin ortadan kaldırılması çağrısında bulunmuştur.
1970 yılında gerçekleştirilen seçimlerin sonucunda patlak veren olaylar ve iç savaş, Doğu Pakistan’ın[10] düşmesiyle nihayete ermiştir. 1971 yılında gerçekleşen savaş sonrasında gelişen olaylar, Zülfikar Ali Butto’nun[11] iktidara gelmesine neden olmuştur. Butto da kendi seleflerinin yolundan giderek İslami partilerin faaliyetlerini kontrol altına almaya çalışmış ancak nihayetinde yine onlar gibi bu partilerle uzlaşmak zorunda kalmış ve bu şekilde İslam’ın popülerliği de giderek artmıştır. Politikada İslami boyutta yaşanan bu canlanmayı göz önünde bulunduran Butto, politik sloganlarında İslam’dan sık sık bahseder olmuştur.[12] Eyüb’ün iktisadi politikalarına karşı hissedilen kızgınlık üzerine oynayan Butto, İslami sosyalizm sloganı altında dağıtımda adalet ve eşitlik ilkelerini, Pakistan’ın kalkınma stratejisindeki eski yerine getirerek tekrar ön plana alma sözünü vermiştir (Hussain, 2009). Cemaat-i İslami’nin ve onunla benzer bir yaklaşıma sahip olan diğer muhalefet partilerinin anayasa üzerinde verdikleri mücadele nihayetinde meyvelerini vermeye başlamış ve Pakistan’ın, çerçevesi seçimle iş başına gelen temsilcileri tarafından çizilen ilk anayasası olan 1973 Anayasası, 14 Ağustos 1973 tarihinde yürürlüğe konmuştur. Bu Anayasa, “İslami” ibaresini, devletin resmî isminin bir parçası olarak tekrar eski yerine koyarak bir yönetici meclis formu yaratmıştır. İktisadi sistemin İslamileştirilmesine yönelik daha önce var olan ifadelerin çoğu yeni anayasada da korunmuştur. 1973 Anayasası’nın 38(f) numaralı maddesi, devletin faizi mümkün olan en kısa süre içerisinde ortadan kaldırması ile ilgili yükümlülüğünü de yinelemiştir (Khan, 2015).
Butto, İslami sosyalizm sloganı altında, görünürde eşitliği arttırmak için alınan önlemleri gerekçelendirmek amacıyla İslam’dan faydalanmıştır. İslam’ın eşitlik ilkesi ile ilişkili olan süslü retorik konuşmalar, 1972-1974 yılları arasındaki dönemde gerçekleştirilen sanayi ve bankacılık varlıklarının kamulaştırılması uygulamalarını tasdik etmek için kullanılmış ve benzer hükümler de toprak reformlarını temellendirmek için kullanılmıştır (Nasr, 2004). 1962 yılında bir danışma konseyi olarak kurulan CII, Pakistan’ın bankacılık sistemini, İslam’ın öğretileri ile uyumlu bir hâle getirmek için zaten 1960’lı yılların ikinci yarısında sayısız kez faizin bankacılık sisteminden bir bütün olarak çıkarılmasını tavsiye etmiştir. CII’nın 3 Aralık 1969 tarihinde gerçekleştirdiği bir toplantı nihayetinde Pakistan’ın bankacılık sisteminin ciddi düzeyde faiz üzerine inşa edildiği sonucuna ulaşılması açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. CII bundan sonraki toplantılarında faizin feshedilmesini bir rapor tasarısı (CII, 1980) olarak sunmuş ve bunu Butto’nun hükûmetine bildirmiştir ancak hükûmet bu tasarıya pek de kulak asmamıştır (Kennedy, 2004).
Yeni Anayasa’nın 228. maddesi, hükûmetin 90 gün içerisinde İslami İdeoloji Konseyi’ni kurmasını ve ona, kurucu meclise; “Pakistan’ın Müslümanlarını… yaşamlarını İslam’ın ilkeleri ve kavramları ile aynı çizgide olacak şekilde… düzenlemeleri için gerekli desteği ve teşviki sağlayacak yollar ve araçlar ile ilişkili olarak…” tavsiyelerde bulunma görevini vermeyi zorunlu kılmıştır. Bu şekilde İslami İdeoloji İstişare Konseyi, yeni anayasanın ilgili maddelerinin ışığı altında İslami İdeoloji Konseyi olarak yeniden adlandırılmıştır. 1976 yılında CII, Pakistan Devlet Bankası ve diğer Müslüman ülkelerdeki çeşitli iktisadi örgütlerde yer alan tanınmış İslam âlimleriyle, ödül almış itibarlı kişilerle, iktisatçılar ve araştırmacılarla, faizin sistemden tamamen çıkarılması için tavsiyeler oluşturma çabalarında kendilerine yardımcı olmaları için irtibata geçmiştir. Konsey’in tavsiyeleri Butto’nun hükûmetine sunulmuş ve onlar da açık bir şekilde bu tavsiyelere aldırmamış dolayısıyla resmî bir tartışmaya açılmak üzere meclise sunulmamıştır.
CII hâlâ bağnaz bir seküler olarak gördüğü Butto’yu ve hükûmetini iktidardan indirmek ve İslami bir yönetim biçimini tesis etmek amacı ile 1977 yılında bir hareket başlatmış, bu hareket ise daha sonraları giderek büyüyerek Pakistan Nizam-ı Mustafa (Peygamberin Düzeni) Hareketi adını alan, birlikte hareket eden dokuz muhalefet partisini kapsayan popüler bir harekete dönüşmüştür. Bu karışıklıklar, Butto’nun görevden alınması için gerekli ortamı hazırlamış ve 5 Temmuz 1977 tarihinde General Ziyaülhak yönetimindeki Pakistan ordusu, askerî bir darbe gerçekleştirmiştir.
Ziya, CII’ya Pakistan ekonomisini, faizsiz bir ekonomi hâline getirmek için ayrıntılı bir plan hazırlama görevini yüklemiştir (Hassan, 2007). Artık yeni devlet başkanından aldıkları emirler doğrultusunda CII, iktisatçılardan ve bankacılardan oluşan bir heyeti, faizi finansal kurumlardan tamamen çıkarmak gibi nazik bir hedefe doğru giden yolları belirlemek konusunda konseye yardımcı olmaları için görevlendirmiştir. Gelinen bu noktada Anayasa, ekonominin İslamileştirilmesi ile ilgili asli unsurlara sahip olsa da Ziyaülhak’ın iktidara gelişine kadarki yönetimlerin tamamı, bu hedefi gerçekleştirmek adına gerçekten çok az çaba göstermiştir (Ahmad, 2004).
Ekonominin İslamileştirilmesinde Devlet Himayesi
Ziya’nın iktidarına kadarki tüm hükûmetler, Pakistan ekonomisinin İslamileştirilmesi doğrulusunda bir sürekliliği olmayan gayrimuntazam hareketlerde bulunmuştur. Onun dönemi, Pakistan ekonomisini İslamileştirmek adına planlı ve bütünlüklü çabaların gösterildiği ilk dönem olmuştur. Her ne kadar açık İslami anayasa hükümleri 1973 Anayasası’nda da yer alsa da bu hükümleri şekillendirenler de dâhil olmak üzere hiç kimse onları uygulamaya dökmek gibi bir niyete sahipmiş gibi görünmemiştir (Khan, 2015, s. 43). Başkan, CII’ya bir yandan faizin yer almadığı bir ekonomi için ayrıntılı planlar oluşturma görevini verirken diğer yandan da konseyi, “faiz lanetinin kökünü kurutmak” için en iyi yolun ne olduğunu düşünmeye yönlendirmiştir (Kennedy, 2004). Bu şekilde faizin ortadan kaldırılması, konseyin en önemli hedefi hâline gelmiştir. Kasım 1977 tarihinde CII, iktisatçılardan ve bankacılardan oluşan bir heyeti, faizin sistemden tamamen çıkarılmasının yollarının araştırılmasında konseye yardımcı olmak üzere göreve getirmiştir. Konsey, kendilerine verilen görevi yerine getirmek için titiz bir şekilde çalışmış ve sayısız rapor hazırlamanın yanı sıra iktisadi sistemi, şeriat ilkeleri ile uyumlu hâle getirmek için çok sayıda tavsiyede de bulunmuştur. Kendinden önce gelen hükûmetlerin aksine Ziya yönetimi de bu raporların ve tavsiyelerin ışığı altında çeşitli adımlar atmıştır. 1979 yılında faiz, devletin sahip olduğu iki menkul kıymetler yatırım fonu olan NIT ve ICP’nin her türlü işlemlerinden çıkarılmıştır. Bu fonlardan yapılan yatırımlar, faiz getiren menkul kıymetlerden uzak tutulmuş ve ICP’nin yatırımcı programının yerine kâr ve zarar ortaklığına dayanan yeni bir program geliştirilmiştir. Temmuz 1979’dan itibaren devlete ait olan Konut İnşası Finans Şirketi (House Building Finance Corporation-HBFC) de işlemlerinden faizi tamamen çıkarmıştır. Faizsiz yatırımlara yönelik olan Katılım Vade Sertifikası (Participation Term Certificate-PTC) isimli yeni bir yatırım sertifikası ortaya çıkarılmıştır. İslami yasada mecburi olarak tanımlandığı üzere kişisel servetin ihtiyaç fazlası olan kısmından alınacak zorunlu yıllık servet vergilerinin toplanması için Zekât Kararnamesi devreye sokulmuş ve bu vergi, Müslümanların banka hesaplarından yıllık olarak %2,5 oranında olmak üzere kesilmiştir. Ki bu yasa, şeriat ile uyumlu bir şekilde ticari işlemler için iki kademeli bir fonlama yapısını uygulamak için yürürlüğe konan Mudabara Kararnamesi ile bağlantılıdır. Tarımsal arazilerden elde edilen kazançlardan %10 oranında bir öşür[13] vergisi alınmış ve 1984 yılında ilan edilen Bankacılık Mahkemesi Kararnamesi kapsamındaki çeşitli yasalar yeniden düzenlenmiştir. Faizin bankacılık sisteminden çıkarılması çağrısında bulunan Pakistan Devlet Bankası’nın talimatları doğrultusunda tüm kamusal ve özel anonim ortaklık şirketleri yalnızca faiz içermeyen şekillerde iş yapmaya yönlendirilmiştir. 1 Temmuz 1985 tarihinden itibaren Pakistan rupisi ile yürütülen tüm ticari bankacılık işlemlerinin faizsiz olduğu ilan edilmiş ve banka mevduatları, bir kâr ve zarar ortaklığı (KZO) temelinde işletilmeye başlamıştır (Hassan, 2007). Belirli bir alanda uzmanlaşmış olan finansal kurumlara ve ticari bankalara, faizi kendi işlemlerinden çıkarmaları için belirli bir geçiş dönemi süresi[14] tanınmıştır. 1981 yılında, 7000 yerel şubede, KZO temelinde banka mevduatlarını kabul etmek için özel gişeler açılmıştır (Zaidi, 1988).
Değişmekte olan jeopolitik ortam ve uluslararası arenada gelişen olaylar, Ziya’nın önemini daha da arttırmıştır. Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgalinin önlenmesinde ABD’nin ön cephedeki müttefiklerinden biri olmuştur. İşte bu zaman diliminde pek çok yeni medrese (dinî okul) inşa edilmiş ve diğerlerinin de birçoğu hem devlet himayesine alınmış hem de özellikle de Orta Doğu’dan olmak üzere uluslararası fonlarla[15] desteklenmiştir. Bu on yılda olayların bir araya geliş şekli, Pakistan’ın Afganistan ve Keşmir sahnelerinde izlediği dış politikada ciddi bir değişiklik yaşanmasına neden olmuş ve bu değişikliğin damgası sonraki yıllar boyunca da devam etmiştir. Afganistan’da Sovyetler ile savaşmak için hızlı bir şekilde mücahit yetiştirmek amacıyla finansal destek sağlanmıştır. Ziya’nın çabaları sayesinde finansal sermayenin ve desteğin ülkeye girişi, İslami partilerin oluşmasını sağlamış ve bu gelişme de Afgan Cihadı’nı destekleyerek Sovyetler’in 1988 yılında Afganistan’dan çekilmesi ile sonuçlanmıştır.
Ziya, 17 Ağustos 1988 tarihinde bir uçak kazasında ölmüştür. Ancak onun yönetiminde geçen 11 yıl, İslam’ı yeniden Pakistan yönetiminin içine yerleştirerek tarihin akışını değiştirmiş ve ondan sonra gelen halefleri üzerinde de derin bir etki bırakmıştır. İslami dünya görüşü, toplumsal dokuya o kadar yerleşmiştir ki Navaz Şerif[16] bile devletin İslam kanunlarını uygulamasını gerektiren 15. Yasa düzenlemesi yürürlüğe konduğu zaman kendisini bir İslamileşme politikasına adamıştır.
Devlet Bankası’nın Rolü ve İslami Finansın Yükselişi
Pakistan Devlet Bankası da İslami bir ekonomi için uygun bir altyapının geliştirilmesinde hayati bir rol oynamıştır. Çalışmalarında CII’ya yardım etmek amacı ile Devlet Bankası 1963 yılında, ribâ ile ilişkili konuları ayrıntılı bir şekilde ele alan kapsamlı bir rapor hazırlamıştır. Konsey, kararını 1969 yılında vermiş ve modern faizin de “ribâ” tanımına dâhil olduğu hükmünü temel alarak hükûmete tüm bankacılık kurumlarında ve finansal kurumlarda modern faiz uygulamalarının terk edilmesi için baskı yapmaya başlamıştır. Daha sonra 1978 yılında Devlet Bankası, İslami finansal sistemin bileşenlerini (yani mudârebe, müşâreke, selem, murâbaha, zekât, öşür ve diğer ilişkili meseleler) listeleyen kapsamlı bir çalışma gerçekleştirmiştir. Bu çalışma, Pakistan Devlet Bankası’nın daha sonra şeriat ile uyumlu kapsayıcı bir finansal sistemin taslağının çizilmesinde bir merkez işlevi görecek olan İslam İktisadı Birimi tarafından gerçekleştirilmiştir. Ayrıca birbirinden bağımsız altı çalışma grubu oluşturulmuş[17] ve bu gruplara, finans sisteminin dönüşümü için incelikli tartışmalarla şekillendirilmesi gereken ayrıntılar üzerinde çalışma görevi verilmiştir. Nihayet Şubat 1980’e gelindiğinde Devlet Bankası’nın himayesi altında bir araya gelen iktisatçılar ve bankacılar heyeti, faizin ortadan kaldırılması için bir zaman çizelgesi öngören rapor hazırlamış ve raporda, 1982 yılının Temmuz ayı, faizin sistemden tamamen çıkarılması için kesin olmayan bir son tarih olarak önerilmiştir. Devlet Bankası da Haziran 1984 tarihinde uygulamada İslami bankacılık işlemlerini gerçekleştirmek için on iki[18] finansman türüne onay vermiştir. 1 Nisan 1985 tarihinden itibaren bireyler de dâhil olmak üzere tüm iktisadi birimlere verilecek tüm finansmanlar, daha önce belirlenmiş olan ve faiz içermeyen finansman türlerinde sunulmaya başlamıştır. Aynı yılın Temmuz ayından sonra Pakistan rupisi ile yürütülen tüm ticari bankacılık işlemleri de faizsiz kılınmış ve böylece bankalar bu noktadan sonra faiz getiren mevduatları kabul edemez duruma gelmiştir. Bunlara ek olarak bankalardaki mevcut mevduat hesapları da kâr ve zarar ortaklığı temelinde işletilmeye başlanmıştır. Bunun tek istisnası, eskiden olduğu gibi işlemeye devam eden yabancı para mevduatları olmuştur (SPB, 2002).
Ağustos 1985 tarihinde bankaların KZO mevduatlarını faiz getiren hükûmet tahvillerine yatırmalarına izin verildiğinde, finansal kurumların İslamileştirilmesi süreci ciddi bir aksilikle karşı karşıya kalmıştır. İslami bankacılık işlemlerinin şeriatla uyumlu olup olmadığını sürekli olarak takip edecek uygun bir yasal bir mekanizmanın olmaması da İslamileştirme sürecinin gevşeklik göstermesine neden olmuştur. Diğer bir sıkıntı ise Federal Şeriat Mahkemesi (Federal Shariah Court-FSC) 1991 yılında bankaların Temmuz 1985’ten veri benimsediği prosedürün İslami olmadığını ilan ettiği zaman ortaya çıkmıştır (SBP, 2002).
Ribâ Hakkında Tarihî Hüküm
Her ne kadar sistemde gerçek anlamda bir iz bırakılamamış olsa da Pakistan’ın üst mahkemelerinin gayretleri de ekonominin İslamileştirilmesine ciddi düzeyde katkıda bulunmuştur (Ahmad, 2004). FSC’ye[19] finansal faize (ribâ) onay veren kanun hükümlerine karşı çıkması için çok sayıda şeri talep dilekçesi verilmiştir. Mahkemenin bu dilekçeleri, kasıtlı bir şekilde sınırlandırılmış olan kendi yetki alanının dışında kaldığı gerçeğine dayanarak reddetmekten başka bir seçeneği olmamıştır. FSC’nin yetki alanı üzerindeki herhangi bir maliye kanunu ile ilgilenmesini önleyen kısıtlamanın üç yıl içerisinde geçerliliğini yitirmesi gerekirken bu kısıtlama kasıtlı olarak o dönemin başkanı olan Ziyaülhak tarafından üç kez uzatılmış ve nihayetinde 10 yıla çıkarılmıştır (Kennedy, 2004). Bu dönem, Ziya’nın vefatından[20] sonra sona ermiştir ve böylece FSC’nin yeni atanmış olan mahkeme başkanı bir karar ile mahkemenin yetki alanının maliye kanunlarına karşı çıkan şeri dilekçeleri kabul etmeyi de kapsadığını halka duyurmuştur. Yirmi farklı yasa aleyhinde, ribâ uygulamalarını teşvik ettikleri gerekçesi ile 115 dilekçe verilmiştir. FSC’nin üç üye kürsüsü tarafından tarihî bir karar verilmiş ve ribâ ile ilişkili olan yirmi yasa, İslam’a aykırı ilan edilmiştir. Mahkemenin bu hükmü diğer yandan da hükûmeti de faizin Haziran 1992 tarihinden önce ortadan kaldırılması için gerekli önlemleri alma yönünde harekete geçirmiştir. Verilen hüküm aynı zamanda fiyat arttırmayı da faizle eş değer olduğu gerekçesi ile İslam’a aykırı ilan etmiştir (FSC, 1992).
Daha sonra Faysak kararı olarak anılmaya başlayan bu karar, o dönemin başbakanı olan ve ülkenin ekonomisini liberalleştirmeye çalışan Navaz Şerif’i sıkıntılı bir duruma sokmuştur. Şerif diğer yandan da ülkenin İslamileştirilmesine yönelik bağlılığını tekrar tekrar ifade etmiş ve dolayısıyla manevra yapacağı bir alanı kalmamıştır. Mahkemenin bu kararını kabul ederse ülkedeki iş camiasının öfkesine maruz kalma riskine girecektir. Eğer bunun aksini yapar da karar karşı çıkarsa İslamcı destekçilerini karşısına almış olacaktır. İslami partilerin meclisteki desteklerine bel bağlayan Başbakan Navaz Şerif, anlaşılabilir bir şekilde kaygılı bankacıları Yüksek Mahkeme’de bu karara karşı çıkmaya teşvik etmiştir (Kennedy, 2004). Kamu sektöründe faaliyet gösteren Tarımsal Kalkınma Bankası bu hükme karşı temyize gitmiş[21] ancak dava yıllar boyunca mahkemede bekletilmiştir. Daha sonra gelen Şerif ve Butto yönetimleri[22] de Yüksek Mahkeme’nin mahkeme başkanları da halkın gazabından korktukları için bu konuyu tekrar açmayı göze alamamış ve bu şekilde dava, 1999 yılının Aralık ayına[23] kadar 5 yıldan fazla bir süre boyunca pasif bir şekilde bırakılmıştır. Bu tarihe gelindiğinde ise Pakistan’ın Yüksek Mahkemesi’nin Şeriat Temyiz Kürsüsü, Faysal kararına karşı yapılmış olan tüm istinafları iptal etmiştir. Mahkeme aynı zamanda hükûmete, daha önceki kararda kuşkulu bulunan 13 ile 20 arasındaki yasayı, 20 Haziran 2000 tarihine kadar İslam ile uyumlu hâle getirmeleri yönünde komut vermiştir. Mahkemenin daha önceki kararı ışığında[24] hükûmet, o dönemde mevcut olan finansal sistemi, şeriat ile uyumlu bir sistem hâline dönüştürmek için ayrıntılı bir taslak oluşturmak adına Dönüşümden Sorumlu Komisyon kurmak zorunda kalmıştır. Çok da sıkı bir şekilde takip edilmeyen hükûmet, 30 Haziran 2002 tarihine kadar bir uzatma talebinde bulunmuştur. Ancak bu tarih gelmeden önce devletin mülkiyetinde olan bir banka -Birleşik Banka Ltd. (United Bank Limited, UBL)- çoktan Yüksek Mahkeme’ye daha önce ribâ hakkında vermiş olduğu hükmü, banka faizinin bu kategoriye girmediği gerekçesi ile askıya alması için bir gözden geçirme dilekçesi vermiş bulunmaktadır (Khan, 2015). UBL tarafından desteklenmekte olan hükûmet de 6 Haziran 2002 tarihinde Yüksek Mahkeme’ye karşı harekete geçmiş ve üst mahkemenin İslami bir ekonomiyi desteklemek için ifade ettiği parametrelerin uygulanabilir olmadığını ve bunun ekonomiye kalıcı bir zarar verebileceğini ifade ederek mahkemenin daha önceki kararına karşı çıkmıştır (Kennedy, 2004). Buna karşılık olarak da mahkeme, 1999 yılında vermiş olduğu eski hükmü iptal etmiş ve FSC’ye meseleyi tekrar incelemesini emretmiştir. Bu mesele o zamandan beri mahkemede asılı kalmıştır ve uygulamaya geçilmesi de hâlâ çok uzak bir ihtimal gibi görünmektedir.
Pek çok kişiye göre Yüksek Mahkeme’nin ribânın ortadan kaldırılmasına karşı olan dilekçeyi gözden geçirme kararı bariz bir şekilde politik, keyfî ya da kötü bir karardır. O noktadan sonra ülkedeki finansal sektörde kısıtlı bir ölçekte faaliyet göstermek üzere özel İslami bankalar ortaya çıkmaya başlamıştır. Pakistan’da Ekim 2002 tarihinde gerçekleştirilen meclis seçimlerinin sonucu, ülkede İslami bir iktisadi sistem kurma yönündeki gayretleri yeniden canlandırmıştır. Altı İslami parti arasında yapılan koalisyon (Muttahida Meclis-i Amal ittifakı ya da MMA), ulusal mecliste altmış koltuk kazanmış ve Pakistan’ın dört eyaletinin bir tanesinde oyların büyük bir çoğunluğunu elde etmiştir. Cemaat-i İslami yani ülkedeki İslamileşme hareketinin öncü birliği olan parti, koalisyondaki önde gelen partilerden biri olmuştur. MMA tarafından yayınlanan 15 maddelik seçim manifestosu “Pakistan’ı gerçek bir İslami refah devleti” yapmak ve “vatandaşlara helal meslek, iş ve yatırım olanaklarının sunulacağı bağımsız, adil ve insani bir ekonomik sistem” yaratma sözünü de içermektedir. Kendisine ülkeyi yönetme sistemi ile ilişkili olarak sahip olduğu vizyon sorulduğu zaman dönemin Cemaat-i İslami Başkanı Gazi Hüseyin Ahmed: “Anayasa ile Hedeflere Yönelik Önerge ve İslami İdeoloji Konseyi’nin tavsiyeleri ile uyum içerisinde olan” bir sistem şeklinde cevap vermiştir (Misra, 2006).
Kuzeybatı Sınır Eyaleti Meclisi, 2 Haziran 2003 tarihinde, bankacılık işlemlerinden faizin çıkarılması yönünde çağrıda bulunan bir şeri yasa tasarısını geçirmiştir. Buna ek olarak eyalet yönetimine İslamileşme sürecinde yol göstermek amacı ile kurulmuş olan Nifaz-ı Şeriat Konseyi’nin 21 üyesi tarafından şekillendirilen bir yasa tasarısı, aynı yıl içerisinde oy birliği ile kabul edilmiş ve diğer şeylerin yanı sıra bu da faizsiz bir ekonomik sistem yönünde atılmış bir adımdır (Waseem ve Mufti, 2009). 2003 yılına gelindiğinde, bu eyalette hükûmetin himayesi altında İslami bankacılık faaliyetleri de başlamıştır. Pakistan Devlet Bankası tarafından onaylanan, Khyber Bankası (Bank of Khyber-BoK) isimli İslami bir banka, 2003 yılının Kasım ayında faaliyete geçmiştir. Bu bankanın işlemlerini kâr-zarar ortaklığına dayalı olarak gerçekleştireceği ve bu şekilde ribânın sistemden çıkarılmasına yardımcı olacağı öne sürülmüştür.
Aynı dönemde eyaletlerden birinde faizsiz bir bankacılık sisteminin kurulmasına yönelik ilgiye paralel bir şekilde Pakistan Devlet Bankası, ülkedeki İslami finans sisteminin gelişimi adına belirli önlemler almıştır. İslami Bankacılık Politikası, 2001 yılında uygulamaya geçirilmiştir ve Meezan Bankası, ülkenin tam teşekküllü ilk İslami bankası[25] olma ayrıcalığına sahip olarak ortaya çıkmıştır. Bu politikanın ışığında, üç şeriat temelli banka türüne izin verilmiştir. Bunlar; tam teşekküllü İslami bankalar, İslami iştirakler ve ticari bankaların İslami şubeleridir.
Bu noktadan sonra ülkedeki İslami finans sektörünün kurulması ve geliştirilmesi için pek çok adım atılmıştır. Meezan Bankası’nın kurulmasından sonra ülkenin ilk İslami vade finansman sertifikası (Islami Term Finance Certificate-TFC) çıkarılmış ve Pakistan’ın menkul kıymetler ve borsalar komisyonu, mudârebelerin, müşâreke temelli TFC’leri piyasaya sürmesine izin vermiştir. Ülkenin tarihindeki ilk açık uçlu İslami yatırım fonu olan UTP İslami Fonu da kurulmuştur. Sonrasında Pakistan Devlet Bankası’nda bir İslami Bankacılık Birimi (Islamic Banking Department-IBD) ve Şeriat Kurulu oluşturulmuştur. 2005 yılında, ülkenin ilk tekâfül operatörü, Pak-Kuveyt Tekafül Şirketi faaliyetlerine başlamıştır. Devlet Bankası da İslami mikrofinans üzerine taslak yönergesini 2007 yılında yayınlamıştır. Yalnızca bir yıl sonra devlet tarafından icâre temelli sukuk çıkarılmıştır. 2010 yılına gelindiğinde İslami bankacılık sektörü, tüm bankacılık endüstrisinin pazar payının %6,7’lik bir kısmını ele geçirmiştir. Nihayet 2013 yılına gelince ülkenin ilk şeriat ile uyumlu endeksi, Karaçi Menkul Kıymetler Borsası’nda (Karachi Stock Exchange-KSE)[26] uygulamaya konulmuştur.
Bugün Pakistan’daki İslami bankacılık, tüm bankacılık sisteminin sahip olduğu varlıklar açısından pazar payının neredeyse %11,9’unu elinde tutmaktadır. Pakistan’daki İslami sermaye piyasası, dikkat çekici bir şekilde iki haneli büyüme oranına sahiptir. Tekâfül ve mudârebe şirketleri kurulmuş ve şeriat ile uyumlu hisse senetlerinin, yatırım fonlarının ve sukukların uygulamaya konması, sermaye piyasaları üzerinden yatırım olanakları sunmaktadır. Sukuk da çeşitli büyük ölçekli özel ve kamusal projelerin fonlanması için hayati bir finansman kaynağı hâline gelmiştir. Bankalara paralel olarak tekâfül (şeriat ile uyumlu sigortacılık) sektörü ciddi aşamalar kaydetmekte ve mudârebe şirketleri bankalar ile aralarındaki mesafeyi kapatmaktadır.
Pakistan’da faaliyet gösteren 25 banka arasından 6 tanesi tamamen İslami banka olmakla birlikte 17 tanesi İslami bankacılık şubelerine sahiptir. Son birkaç yılda, İslami bankacılık endüstrisinin gösterdiği yıllık bileşik büyüme oranı %30’un üzerindedir ve toplam İslami bankacılık varlıkları 11,5 milyar ABD Doları’nın üzerine çıkmıştır. İslami bankacılık, 2.000’den daha fazla şube ile Pakistan’da güçlü bir şube ağına sahiptir. Pakistan Menkul Kıymetler ve Borsalar Komisyonu (Securities and Exchange Commission Pakistan-SECP) tarafından İslami Finans Birimi (Islamic Finance Department-IFD) kurulmuş ve şeriat ile uyumlu iki endeks kullanıma sokulmuştur. Son birkaç yılda piyasaya sürülen sukukların net değerinde muazzam bir artış yaşanmış ve Devlet Bankası, İslami bankalara likidite sağlamak için şeriat ile uyumlu açık piyasa işlemlerini başlatmıştır. Tekâfül sektörü de şaşırtıcı düzeyde bir büyüme sergilemiş ve çeşitli bankacılık dışı finans kurumları ortaya çıkmıştır (Khan ve Bhatti, 2008a).
Pakistan’da İslam İktisadı: Gelişim ve Beklentiler
Pakistan, İslami iktisat ve finans endüstrisinin gelişiminde önemli bir atılım gerçekleştirmiş bulunmaktadır. Kayda değer bir ilerleme kaydedilmiş olmakla birlikte bu ilerleme kesikli bir seyir izlemiştir ve her bir aşaması irticalen gerçekleştirilmiştir dolayısıyla sonuçları da kesikli olmuştur. Daha önce de ifade edildiği ve bu nedenle baştan tekrar edilmesine gerek olmadığı üzere hem ülkenin hem de ülke ekonomisinin İslamileştirilmesi yönündeki çağrılar, ülkenin doğuşunun hemen ardından ortaya çıkmıştır. Ülkenin politik gidişatıyla sıkı sıkıya ilişkili bir şekilde bazı yönetimler tüm sınırlılıklara karşın şeriat ile uyumlu bir iktisadi sistemi uygulamaya geçirmeye çaba sarf ederken bazıları İslami muhalefetin yoğun baskıları karşısında bazı gayretsiz adımlar atmak zorunda kalmıştır. Ancak yine bazılarının kendileri zor durumda kalmadıkları sürece o dönemlerde zayıf olan muhalefeti dikkate almak için bir nedenleri olmadığı için İslami bir ekonomi yönünde yapılan çabaları da askıya almışlardır. Ancak toplumun İslami dokusu, ekonominin İslamileşmesi ya da İslami finansın uygulamaya geçirilmesi noktasında genellikle aralıklı ve cansız girişimlerde bulunan rejimlerin bile bu ilerleyişe katkıda bulunmasını sağlayan pratik adımların atılmasını sağlamış ancak bazı yönetimler, İslami sloganlara yalnızca İslami muhalefeti hoş tutmak için başvurmuştur.
Bu çabalar, ülkede çok geniş bir İslami finans sektörünün gelişimine katkıda bulunmuştur ancak bu sektörün toplam katkısı %11,9 ile hâlâ çok küçüktür. Şeriat ile uyumlu bir endeks geliştirilmiş olmakla birlikte yalnızca birkaç şirket bu endekse dâhil olmaktadır. Piyasaya sürülen sukuk hacminde ve tekâfül sektöründe oldukça büyük bir yükseliş gözlemlenmiş olmakla birlikte bunlar pastanın yalnızca çok küçük bir kısmını teşkil etmektedir.
Ekonominin makro düzeyde İslamileştirilmesi de benzer bir kader ile karşı karşıya kalmıştır. İslamileşme doğrultusundaki sayısız çağrı, İslamcılardan gelen güçlü muhalefet ve İslam yanlısı bir yönetim altında geçen birkaç yılın ortak bir etkisi olarak ribânın ortadan kaldırılması doğrultusunda önemli hukuki gelişmeler yaşanmış ancak bu pratik düzlemde pek de gerçekleştirilememiştir ve dolayısıyla atılan adımların çoğu kâğıt üzerindeki kanunlar, yasal eylemler ve anayasal ibareler olarak kalmıştır. Ribânın sistemden çıkarılması yönündeki yasama süreçleri, yönetimler tarafından geciktirilmiş ve mahkemeler tarafından ertelenmiştir nihayetinde on yıllar önce başlatılmış olan bir dava hâlâ ülkenin üst mahkemesinin kapılarında kendi kaderini beklemektedir ve yakın zamanda herhangi bir karara varılması ihtimali de çok şüphelidir.
Bu geciktirilmiş ilerlemenin çok çeşitli nedenleri vardır. Öncelikli olarak ekonominin İslamileştirilmesi, büyük oranda siyasal İslamcılardan gelen talepler karşısında verilen tavizlerin bir parçası olarak umutsuz bir çıkar yol arayışı olarak gerçekleşmiştir. Bu nedenle de ikilemler ve isteksizlik ile lekelenmiştir. Bu nedenle hareket, halkın gözündeki gerçek önemini ve cazibesini yitirmiştir (Khan ve Bhatti, 2008b). Harekete yönelik politik desteğin eksik olmasına ek olarak bürokratların da aksi yöndeki tutumu, hareketin hedef noktasından uzaklaşmasına neden olmuştur. Ayrıca bazı iktisatçılar ve iş dünyasının mensupları, Pakistan ekonomisinin gelecekte alacağı şekilden, ekonominin şeri ilkelere uygun bir şekilde şekillendirilmesinden korkmuşlardır. Bu yönde atılacak olan adımların ilerlemenin önünde engel teşkil edeceğinden ve ülke için yıkıcı iktisadi sonuçlara neden olacağından endişe etmişlerdir. Her ne kadar bu tür korkular hatalı ve hatta bazı durumlarda saçma olarak görülse de yaygın bir şekilde ifade edilmişlerdir (Hathaway, 2004).
Finans sektörünün bütününe bakıldığında görülen ortam da İslami bankacılık ve finansa fırsat sunan bir ortam değildir (Khan ve Bhatti, 2008b). Devlet Bankası genellikle aşırı düzeyde bir politik baskı altında faaliyet göstermektedir ve dolayısıyla dürüstlüğü de şüphe altındadır. Bankacılara yönelik İslami eğitim ve öğretimin eksikliği de onları her türlü ulusal çaplı İslami bankacılık girişimi için uyumsuz kılmaktadır. Ana akım bir arka plandan gelen bankacılar da bu yola yeterinde adanmış değildir, ülkede İslami bankacılığın ve finansın tesis edilmesine bir şans vermeyi zor bulmaktadırlar. Genel sosyoekonomik yönetime de yansıyan bir ikilik, bu durumun nedenlerinden birini oluşturmaktadır. Çoğunluğu İslamileşmeyi isteyen ülke nüfusu, kâr-zarar ortaklığı ilkeleri ile faaliyet gösteren bankalarla iş yapmakta tereddüt göstermektedir. Mudiler riskten kaçınmaktadır ve iş insanları, kâr-zarar ortaklığına dayanan işlemlerden kaçınarak kendi işletmelerinin kârını bankalar ile paylaşmaktan kaçmak istemektedirler. Çoğunlukla görmezden gelinen diğer bir neden ise hem yurt içi hem de yurt dışı kaynaklı olan faiz temelli krediler yüküdür. Bu yük, ülkenin ekonomisinin İslami bir sisteme dönüştürülmesine sekte vurmaktadır. Pakistan’daki en önemli iktisadi patlamaların tümü dış yardımlarla, uluslararası borçlanmalarla ve IMF destekleri ile benzer zamanlarda gerçekleştirilmiştir. Hatta hükûmet, ribâ karşıtı işlemler sürecinde mahkemede, ülkenin ekonomisinin İslami ilkeler doğrultusunda ıslah edilmesinin önündeki önemli bir engel olarak, dış borca alternatif olarak uygulanabilir bir faiz içermeyen alternatif olmadığından bile söz etmiştir. Toplum içerisinde yolsuzluk her tarafı sarmış durumdadır ve Yüksek Mahkeme de bu duruma, yönetim sistemini sarmış olan görevi suistimal uygulamalarının kökü kurutulmadan İslami bankacılık ve finansın Pakistan’da gerçek anlamda uygulamaya konulamayacağını ifade ederek atıfta bulunmuştur. Uluslararası hâle gelme hızına ayak uydurmaya yönelik özelleşme isteği, yerel finans kurumlarının rekabet gücünü arttırmıştır. Dolayısı ile hükûmetin ekonomiyi İslamileştirme doğrultusunda ilerlemesi durumunda, sermayenin ve yabancı yatırımın çok ciddi düzeylerde ülke dışına kaçması yönünde bir korku söz konusu olmuştur.
Yukarıda sözü geçen nedenlere yönelik genel bakış, ekonominin İslamileştirilmesinin önündeki engellerin ya toplumsal ya da yönetim ile ilgili olduğu çıkarımını yapmakta yardımcı olmaktadır. Dolayısıyla en azından yakın gelecekte bu engellerin ortadan kaldırılması olasılığı, doğaları gereği çok da yüksek görünmemektedir. Ancak halkın çoğunluğunun dindar bir yönelime sahip olduğu göz önünde bulundurulduğunda, halkın İslamcılara verdiği destek ve İslami finans ve bankacılığa gösterdiği ilgi, alternatif bir sisteme yönelik arzunun da var olduğunun yüksek sesli bir ifadesidir. Potansiyel mevcut olmakla birlikte azim henüz mevcut değildir. Eğer ülke yönetimi, ülkenin kuruluşundan bu yana gerekli politikaların uygulanmasına gerekli düzeyde ilgi göstermiş olsaydı yalnızca İslami finans endüstrisi çeşitli şekillerde gelişip serpilmekle kalmaz genel olarak ekonominin İslamileştirilmesi de bugüne kadar gerçekleştirilmiş olurdu. Faizi ortadan kaldırmak için dışa yönelik bağımlılıkta yaşanacak bir düşüş, kendi başına yerel endüstriye destek sağlamış ve kendi kendine yeterlilik de verimliliği arttırmış olurdu. 1980’li yıllarda başlamış olan zekâtın toplanması uygulaması, ülkenin yoksulluğunun azaltılması yönündeki hedeflerini gerçekleştirmesine yardımcı olurdu. Tüm dünyanın karşı karşıya kaldığı son kredi darlığı dalgasından zarar görmeden çıktığı için daha sürdürebilir bir finans biçimi olduğu kabul edilen İslami finans da ülkede daha istikrarlı bir bankacılık sisteminin oluşturulmasına yardımcı olabilirdi.
Bugüne kadar hedefler ancak kısmi olarak gerçekleştirilebilmiş olsa da bugüne kadarki yolculuk yorucu olmakla birlikte üretken bir yolculuk olmuştur. Pakistan toplumunun eşsiz doğası ve ülkenin köklerinde beslenip geliştirilen dinî politik ekonomi, bazı parçaları değil tamamı İslami olan bir ekonomik sistemi uygulama ve sergileme doğrultusunda altın bir fırsat sunmaktadır. Tüm sisteme her noktadan dâhil edilen İslami finans kurumları, hayatta kalmak ve ilerleme kaydetmek için yönetimden güçlü bir destek görmeye ihtiyaç duymaktadır. Ülkenin yasama sistemine ek olarak hükûmetin desteği kilit bir öneme sahiptir ve Pakistan ekonomisinin ve finans sektörünün İslami dönüşümü sürecinde yüzeysel değil çok asli bir yere sahiptir.
Sonuç
Özünde İslam dinî durağan değildir aksine dinamiktir ve hem bir yaşam tarzı hem de tek tanrılı bir tapınma biçimi dolayısıyla da donmuş bir sistemden ziyade yaşayan bir gerçekliktir. İslami yönetim şekli de politik felsefe açısından bakıldığında, Batılı demokrasinin antitezinin ta kendisidir. İslam, halk egemenliği felsefesini kabul etmez ve bunun aksine yönetim biçiminin temellerini, Allah’ın egemenliği ilkesine dayandırır (İslam’da Politik Teori). Ülkenin köklerinde, Müslümanlar için ayrı bir ülke kurma arzusu yani iki ulus kuramı yatmaktadır ve Pakistan bu dünya üzerinde ortaya çıkarken köklerinde taşıdığı İslami yönetim şekli ile birlikte gelmiştir. Cinnah’ın yeterince uzun yaşayamamış ve İslami bir Pakistan hayalinin onun yaşam süresi içerisinde gerçekleştirilememiş olması, kaderin bir cilvesidir çünkü çiçeği burnunda Pakistan, ciddi coğrafi, bölgesel ve kültürel zorluklarla karşı karşıya gelmek zorunda kalmıştır. Pakistan’ın İslamileştirilmesi çağrısında bulunan sesler, gözü pek âlimler ve İslamcı siyasi partilerden kaynaklı bir şekilde bağımsızlığın kazanılmasından kısa bir süre sonra yükseltilmeye başlamıştır. Mevdudi ve Cemaat-i İslami, bu seslerin öncüleri olmuştur. Hedeflere Yönelik Önerge’nin meclisten geçirilmesi ve 1973 yılında Pakistan’ın bir İslam Cumhuriyeti olduğunu ilan eden İslami bir anayasanın kabul edilmesi, bu isimlerin ihtişamlı bir başarısı olmuş ve bunun ardından Ziya’nın yönetiminde geçirilen on bir yıl ile ülkenin İslamileştirilmesi süreci sürat kazanmıştır. İslami finansal altyapının oluşturulması da benzer bir kadere sahip olmuştur. Ziya, her ne kadar bu çabalar bölük pörçük ve bağlantısız olsa da ülke ekonomisinin İslamileştirilmesi doğrultusunda çaba göstermiştir. Pakistan’daki üst mahkemelerin özen ve azmi de her ne kadar sistemde gerçek bir değişiklik yaratmayı başaramamış olsa da ekonominin İslamileştirilmesine katkıda bulunmuştur. Sonradan gelen hükûmetlerin gevşek ilgisi dolayısıyla daha önce sahip olunan itici gücün tamamı boşa gitmiş ve nihayetinde her şey bir köşeye atılmıştır. Ülkenin ekonomisini İslamileştirme çabası içerisinde Pakistan, komite üstüne komite ve önerge üstüne önerge ile boğuşmuş ancak yine de pratik düzleme gelindiğinde her şey kocaman bir sıfıra dönüşmüştür. Dolayısı ile tüm bu çabaların sınırlı bir başarıdan başka hiçbir şey üretmediği ve tam olarak İslami bir sistemin asla gerçekleştirilemediği ancak yine de bu sistemin beraberinde getirdiği İslami finans altyapısının paha biçilemez bir kıymete sahip olduğu söylenebilir. Köklerinde İslam’ın özü yatarken yönetimler, sağ ile sol arasında salınıp dururken toplumsal doku dinî gelenekler ile yoğrulmuşken ve güçlü bir İslamcı yeniden doğuş hareketi ekonominin İslamileştirilmesi için çok sayıda dalgaya güç vermişken yine de ülkenin kaderinde, bugün Pakistan’ın kendine has finansal mozaiğinin de işaret ettiği üzere muhtemelen ana akım faiz temelli finansın görülebilir gelecekte ülkedeki baskın konumunu sürdüreceği ikili bir sistem var gibi görünmektedir.
Kaynakça
Ahmad, K. (2004). Islamizing the economy: The Pakistan experience. R. M. Hathaway ve W. Lee (Ed.). Islamization and the Pakistani economy içinde (ss. 37-44). Washington D.C.: Woodrow Wilson International Center for Scholars.
Ahmed, I. (2004). Pakistan, democracy, Islam and secularism: A phantasmagoria of conflicting Muslim aspirations. Oriente Moderno, Nuovaserie, Anno, 23(84), 13-28.
Anjum, M. I.ve Sagro, P. M. (2017). A brief history of Pakistan’s economic development. Real-World Economics Review, 80, 171-178.
Anwar, S., Abbas, Q. ve Ashfaq, M. (2017). Introduction to the economy of Pakistan.
Bowering, G. (2015). Islamic political thought: An introduction. New Jersy-Oxfordshire: Princeton University Press.
Choudhury, M. A. (1997a). Theory and practice of Islamic political economy. M. A. Choudhury (Ed.). Islamic political economy in capitalist-globalization, an agenda for change içinde. Kuala Lumpur, Malaysia: Utusan Publications.
Choudhury, M. A. (1997b). Studies in Islamic social sciences. London: New York: Macmillan.
CII. (1980). Elimination of interest from the economy. Islamabad: Council of Islamic Ideology.
Falcon, W. P. ve Stern, J. J. (1971). Pakistan’s development: An introductory perspective. W. P. Falconve G. F. Papanek (Ed.). Devlopment policyII- The Pakistan experience içinde (s. 4). Cambridge: Harvard University Press.
Fasih-Uddinve Sawati. (2009). Pakistan’s economic journey. Islamabad: Institute of Policy Studies (IPS).
FSC. (1992). Judgement on riba. Lahore: PLD Publishers.
Ghosh, B. (1997). The ontology of Islamic political economy: A metatheoretic analysis. M. A. Choudhury (Ed.). Islamic political economy in capitalist-globalization içinde. Penang, Malaysia: Universiti Sains Malaysia: Utusan Publications and Distributors Sdn.
Haqqi, A. R. (2015). The philosophy of Islamic political economy: Introductory remarks. Journal of Islamic Studies and Culture, 3(1), 103-112.
Hassan, M. (2007). The Islamization of the economy and the development of Islamic banking in Pakistan. Kyoto Bulletin of Islamic Area Studies, 1(2), 92-109.
Hathaway, R. M. (2004). Introduction. R. M. Hathaway ve W. Lee (Ed.). Islamization and the Pakistani economy içinde (ss. 1-9). Washington D.C.: Woodrow Wilson International Center for Scholars.
Hussain, I. (2009). The role of politics in Pakistan’s economy. Journal of International Affairs, 63(1), 1-18.
Hussain, I. (2010). Pakistan’s growth experience. Business Review, 5(2), 11-33.
Kennedy, H. C. (2004). Pakistan superior courts and the prohibition of riba. R. M. Hathaway ve W. Lee (Ed.). Islamization and Pakistani economy içinde (ss. 101- 117). Washington: Woodrow Wilson International Center for Scholars Asia Program.
Khan, F. (2015). Islamic banking in Pakistan: Shariah compliant finance and the quest to make Pakistan more Islamic. New York: Routledge.
Khan, M. A. (1994). The philosophical foundations of Islamic political economy. The American Journal of Islamic Social Sciences, 13(3).
Khan, M. M. ve Bhatti, M. (2008a). The impact of the supreme court judgement of 1999 and 2002 on riba (interest) on the IBF movement in Pakistan (1999-2007). Developments in Islamic banking: The case of Pakistan, 158-180.
- M. Khan ve M. Bhatti (Ed.). Developments in Islamic banking: The case of Pakistan içinde (ss. 158-180). Hampshire, NewYork: Palgra ve Macmillan.
Khan, M. M. ve Bhatti, M. I. (2008b). The causes of the failure of Islamic banking and finance in Pakistan. M. M. Khan ve M. I. Bhatti (Ed.). Developments in Islamic banking: The case of Pakistan içinde (ss. 181-198). Basingstoke, Hampshire, New York: Palgrave Macmillan.
Maududi, S. A. (1958). Economic system of Islam. Lahore: Islamic Publications Ltd.
Maududi, S. A. (1984). Economics system of Islam. Lahore: Islamic Publications Ltd.
Misra, A. (2006). MMA democracy interface in Pakistan: From natural confrontation to co-habitation? Strategic Analysis, Institute for Defence Studies and Analyses, 30(2), 389-391.
Nasr, S. V. (1994). The vanguard of the Islamic revolutiont: The Jama’at-i-Islami of Pakistan. Berkley: University of California Press.
Nasr, V. (2004). Islamization, the state and development. R. M. Hathaway ve W. Lee (Ed.). Islamization and the Pakistani economy içinde (ss. 101-117). Washington D.C.: Woodrow International Center for Scholars.
Pakistan. (2018). Economics survey 2017/18. Islamabad: Economic Advisor’s Wing, Ministry of Finance.
Salleh, M. S. ve Rosdi, M. S. (2014). Islamic political economy: A special reference to the use of tahaluf siyasi in the State of Kelantan, Malaysia. American International Journal of Contemporary Research, 4(5), 118-130.
SBP. (2002). Islamization of financial system in Pakistan. State Bank of Pakistan annual report FY02 içinde (ss. 190-198). Karachi: State Bank of Pakistan.
Sherani, S. (2017). Institutional reformsin Pakistan; The missing piece of the development puzzle. Islamabad: Friedrich-Ebert-Stifung (FES).
Thomson Reuters. (2016). Pakistan Islamic finance report 2016: Innovation at Asia’ across roads. Thomson Reuters.
Waseem, M. ve Mufti, M. (2009). Religion, politics and governance in Pakistan. Working Paper No. 27-2009. Birmingham: University of Birmingham.
Wilson, R. (2008). Foreword. M. M. Khan ve M. I. Bhatti (Ed.). Developments in Islamic banking: The case of Pakistan içinde (ss. xv-xvi). Basingstoke, Hampshire, New York: Palgrave Macmillan.
Zaidi, N. A. (1988). Eliminating interest from banks in Pakistan. Karachi: Royal Book Company.
[1] Taylor, “Olumsuz Özgürlükle İlgili Yanlış Olan Nedir?”, Gerald Mac-Callum C. Jnr., “Olumsuz ve Olumlu Özgürlük” vb).
[2] Muhammed İkbal (1877-1938) aynı zamanda ‘Pakistan’ın Manevi Babası’ olarak da anılan bir şair, filozof ve siyasetçi.
[3] Seyyid Ebu’l Ala Mevdudi (1903-1979): Ünlü âlim, filozof ve Cemaat-i İslami partisinin kurucusu.
[4] Güney Asya’nın Himaya Dağları’ndan başlayarak güneye doğru Hint Okyanusu’nun kıyılarına doğru uzanan bölgesi Hint Alt Kıtası’nı oluşturur. Bu bölge bugünkü Pakistan, Hindistan, Bangladeş, Sri Lanka, Nepal, Bhutan ve Maldiv Adaları’nın bulunduğu bölgedir.
[5] Muhammed Ali Cinnah, Pakistan’ın kurucusu.
[6] Satın alma gücü paritesi (SAGP) açısından.
[7] Kişi başına GSYH, SAGP, 2018 yılında 5.544 ABD Doları olarak kaydedilmiştir. 8 Enflasyon, 2016 yılında %2,9 ve 2018 yılında %4,1 olarak kaydedilmiştir.
[8] Muhammed İkbal, bir keresinde: “Mevdudi, bu kongre Müslümanlarına bir ders verecek” demiştir (Nasr, 1994).
[9] Bu konuşma daha sonra İslam’da İktisadi Sistem başlığı altında bir kitap olarak basılmıştır.
[10] Bugünkü Bangladeş.
[11] Pakistan’ın sol kanatta yer alan, sosyalist ilerici Pakistan Halk Partisi’nin Başkanı.
[12] Butto: “İslam bizim inancımızdır, demokrasi bizim yönetim biçimimizdir, sosyalizm bizim ekonomimizdir” demiştir.
[13] Tarım sınıfından alınan zekâta öşür denir.
[14] Finansal kurumlara Temmuz 1979 ile Temmuz 1985 tarihleri arasındaki dönem sağlanırken, ticari bankalara Ocak 1981 ile Temmuz 1985 tarihleri arasındaki dönem sunulmuştur.
[15] Bu Arap finansal, kültürel ve siyasal sermayesinin ülkeye akışı, sonrasında da yıllar boyunca devam etmiştir.
[16] Navaz Şerif, birbirini takip etmeyen üç dönem boyunca Pakistan başbakanı olarak görev yapmıştır (1990-1993; 1997-1999, 2013-2017).
[17] Bu çalışma grupları, şu finans alanları üzerinde çalışmıştır: Devletin yürüttüğü finansal işlemler, yurt içi işlemler ve bankalar için para politikası, banka mevduatları ve bankalar arası ilişkiler, farklı sektörlerdeki sabit yatırımlar için krediler, işletme sermayesi gereksinimleri için finansman ve kooperatif kredi sistemi (Hassan, 2007).
[18] Bu finansman türlerinin teferruatlı bir listesi, Hassan’da (2017, s. 96) mevcuttur.
[19] 1980 yılında 1. Başkanlık Kararı ile kurulmuş ve belirli bir karar ya da kanun hükmünün İslam’ın hükümlerine aykırı olup olmadığına yönelik inceleme yapma ve karar verme görevi ile yükümlendirilmiştir.
[20] Ziya, Ağustos 1988 tarihinde bir uçak kazasında vefat etmiş ve bu olay da sol görüşlü Halk Partisi’nin başkanı Benazir Butto’yu iktidara getirmiştir. Butto, FSC’nin yetki alanı üzerindeki kısıtlamayı, 203-B numaralı madde üzerinden uzatmayı ihmal etmiştir.
[21] İslami partilerin meclisteki desteklerine bel bağlayan Başbakan Navaz Şerif, anlaşılabilir bir şekilde kaygılı bankacıları Yüksek Mahkeme’de bu karara karşı çıkmaya teşvik etmiştir (Kennedy, 2004)
[22] Benazir Butto, Başbakanlık dönemleri: 1988-1990, 1993-1996.
[23] Pervez Müşerref’i iktidara getiren askerî darbeden yaklaşık olarak iki ay sonra.
[24] Mahkeme’nin 1999 tarihli hükmü hakkındaki ayrıntılar Kennedy’nin (2004, ss. 110-111) çalışmasında bulunabilir.
[25] Meezan Bankası, daha sonra Kasım 2003 tarihinde kurulan Khyber Bankası’ndan önce gelmiş dolayısı ile ülkenin ilk tam teşekküllü İslami Bankası olmuştur.
[26] Pakistan Devlet Bankası, Pakistan hükûmeti tarafından bu yıllar süresince alınan önlemlerin ayrıntılı bir listesi için Pakistan İslami Finans Raporu 2016’ya (Thomson Reuters, 2016) başvurunuz.