Selefîlik[1]
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da çeşitli dinî yorumlar siyasetle iç içe geçerek etkin ve belirleyici bir parametre olmuştur. 1948’de kuruluşu ilan edilen İsrail, büyük oranda Yahudi kimliğine dayalı bir ulusal kimlik inşa etmiştir; küresel olarak dinî bağlar üzerinden oluşturulan Yahudi lobisinden güç almıştır/almaktadır. İran, özellikle 1979’da Âyetullah Humeynî’nin gerçekleştirdiği devrimden sonra, İslam’ın Şii yorumunun farklı bir kurgusuna dayalı (Velayeti Fakih) bir siyasal sistem kurmuştur. İran’ın bu dönemden sonraki dış politikası bölgedeki Şii unsurlara dayanmış, yer yer Şii din anlayışını yayma gayreti içine girmiştir. Suudi Arabistan’ın devlet kimliği İslam’ın Selefî/Vahhabî yorumu ve Suud ailesi üzerine oturmaktadır.
Selefîlik, Muhammed bin Abdulvehab’ın 18. yüzyılda kurguladığı dinî yorumun, Suudi Arabistan’ın kurucu ailesi Abdulaziz bin Suud hanedanı tarafından benimsenerek kurumsallaştırılmış hâlidir. Süreç içinde dört ana başlık altında toplayabileceğimiz farklı kollara ayrılmıştır. 1774 Vahhabî isyanında, Suud ailesi Abdulvehab birlikte hareket etmiş, karşılıklı ilişki o günden sonra birbirini besleyerek devam etmiş, aileler arası evliliklerle pekiştirilmiş, özellikle 1932’de modern Suudi Arabistan’ın kurulmasıyla aralarındaki ilişki dinî ve siyasi otoritenin paylaştırılması şeklinde kurgulanmıştır. Abdulvehab’ın torunları (Al-i-Şeyh), Suudi Arabistan’ın en üst dinî makamlarından olan Büyük Âlimler Heyeti, Yargıçlar Yüksek Meclisi ve Suudi Arabistan Müftülüğü gibi en önemli dinî makamların çoğunu elinde bulundurmaktadır. Ayrıca tahta oturacak kişiyi onaylamak, kanun yapmak ve eğitim ve toplumsal hayata ilişkin birçok konuyu belirlemek gibi haklara sahiptir. Al-i-Şeyh’in temsil ettiği geleneksel Selefî yorum Suudi Arabistan’daki Selefîliğin omurgasını temsil ederken; süreç içinde Selefîliğin, reformist, cihatçı ve Medhalî yorumları ortaya çıkmıştır.
Al-i-Şeyh’in temsil ettiği, Suudi Arabistan’ın kurucu ideolojisini oluşturan ve Suud ailesinin meşruiyet kaynağı niteliğindeki, ilmî Selefîlik olarak nitelenen, geleneksel Selefî yorum, diğer yorumların söylem ve kurum düzeyinde hayat bulduğu rahimdir (Beşir, İzzettin ve el-Havvas, 2014). Bu akım, kendisinin doğru İslam’ı anlatmaya adadığını ve siyasetten uzak durduğunu öne sürerek, yanlış dinî inançlarla mücadele ettiğini iddia etmektedir. Abdülvehab’ın Tevhid isimli kitabı bu yorumun ana başvuru metni olup, hangi düşünce ve eylemlerin tevhide uygun olmadığını ve insanları dinden çıkarıp çıkarmadığını tartışmaktadır. Şiiliğe doğrudan cephe alan bu akım, Sünnî dünyanın Eş’arîlik, Mâtürîdîlik ve Sûfîlik gibi ana akımlarının sapkın olduğunu iddia ederek, onlara da cephe almaktadır. Suudi Arabistan eski Müftüsü Abdulaziz bin Baz ve Âlimler Birliği üyesi Muhammed bin Salih Useymen gibi Suudi Arabistan’daki dinî kurumların öne çıkan isimleri bu akımın taşıyıcılarıdır. Selefîliğin, reformist, cihatçı ve Medhalî yorumlarının tamamı ilmî Suud Selefîliğinin farklı şekillerde yeniden yorumlanmasıyla şekillenmiştir. Gerek cihatçı Selefîliğin, gerek reformist Selefîliğin gerekse de Medhalî Selefîliğin fikir babalarının tamamının, Suud ilmî Selefîliğinin din adamlarından ders almışlığı ya da referansı bulunmaktadır. Muhammed ibni İbrahim Abdullatif Al-i Şeyh’in daveti üzerinde Suudi Arabistan’da dersler veren ve 1979’da Ürdün’e yerleşerek 1999’da ölünceye kadar Ürdün’de ikamet eden Arnavut asıllı ve Suriye doğumlu Nâsruddin el-Elbânî gibi din adamları bu akımın İslam dünyası genelinde yayılmasına önemli katkı sunmuştur. El-Elbânî, Suudi Arabistan’daki geleneksel ulema ile yer yer çelişse de genel olarak Suudi Selefîliğin bölgede yayılmasında önemli rol oynayan aktörlerinden biri olmuştur.
Cihatçı Selefîlik, yetmişlerin ortalarında, İslam dünyasında yaşanan krizlerden beslenerek doğmuş, Afganistan’da Ruslara karşı yürütülen mücadelede büyümüş, Irak işgali ve Suriye İç Savaşı’nda reşit olmuştur (Abu Hanieh ve Abū-Rummān, 2015). 1966 yılında Mısır yönetimi tarafından Seyyid Kutub’un idam edilmesinin ardından, Suudi Arabistan ve Mısır’ın o dönemde farklı kamplarda yer alması nedeniyle, Suudi Arabistan, Mısır yönetimine muhalif aktivist İslamcılara kapısını açmıştır. Seyyid Kutub’un kardeşi Muhammed Kutub gibi birçok isim Suudi Arabistan’da farklı üniversitelerde ders vermiştir. Yetmişlerin sonunda Rusya’nın Afganistan’a girmesiyle o dönemde ABD’nin liderlik ettiği kampta yer alan Suudi Arabistan ve İslam dünyasının çeşitli yerlerinden gençleri Afganistan’a giderek Ruslara karşı Afgan halkının yanında savaşmaya (cihada) teşvik etmiştir.
Suudi Arabistan’da ders veren Muhammed Kutub gibi Mısırlıların etkisiyle siyasallaşmaya başlayan Selefîlik, Afganistan’daki savaş ortamında Abdullah Azzam, Usame bin Ladin, Eymen el-Zevahiri gibi isimlerin elinde daha aşırı bir şekil almıştır. Afganistan’da Ruslara karşı savaşan, Abdulvahab’ın Tevhid kitabını başucu kitabı olarak yanında bulunduran yeni bir nesil yetişmiş, literatürde bunlara Afgan Arapları denmiştir (Tawil, 2011). ABD’nin Irak işgali sonrasında Irak’ta oluşan terör için verimli şartlarda DAEŞ terör örgütüne doğru evrilecek bir süreç başlatmış, Afgan Arapları bu süreçlerin başlamasında belirleyici olmuştur. Arap gençlerinin Afganistan’a gitmelerinde Abdullah Azzam’ın çağrıları çok belirleyici olurken, Ebu Musab el-Suri’nin Küresel Cihada Çağrı isimli kitabı Irak, Suriye, Mısır, Libya, Yemen ve hatta Nijerya’daki gençlerin dahi etkilendiği önemli kaynaklardan biri olmuştur (es-Suri, 2018). İslam dünyasının içinden geçtiği krizler, söylemi; söylem ise krizleri besleyerek derin bir açmazı üretmiş, bu açmazın rahminde üreyen terör örgütleri bölgesel ve küresel gizli servislerin yönlendirdiği araçlara dönüşmüştür.
Reformist Selefîlik kapsamında değerlendirilen Sururi Selefîlik, Selefî inanç sistemine (Abdulvahab’ın Tevhid kitabı çerçevesinde) ve Müslüman Kardeşler’in aktivizmine (Seyyid Kutub’un hâkimiyet kavramı çerçevesinde) sahip bir akım olarak nitelenmektedir. Müslüman Kardeşler (MK) aktivist arka planına ve Selefî düşünce sistemine sahip Muhammed bin Surur tarafından şekillendirildiği için Sururi Selefîlik olarak da bilinmektedir. 1938 Suriye doğumlu olan ve Şam’da hukuk okuyan Surur, 1953 yılında MK teşkilatına katılmış, 1963’te Baas Partisinin iktidara gelmesiyle, MK üzerinde baskı kurması sonucu 1965’te Suudi Arabistan’a giderek orada çeşitli okullarda öğretmenlik yapmış, MK ile arasındaki ilişkinin bozulduğu 1973’te Kuveyt’e geçerek ilerde Sururi Selefîlik olarak adlandırılacak fikirlerini yaymaya başlamıştır. İran’da Âyetullah Humeynî tarafından gerçekleştirilen devrime karşı sert pozisyon alan Surur, 1984’te Mecûsîlerin Geri Dönüşü başlıklı bir kitap yazarak mollaların yönettiği İran’ın bölge için ne kadar tehlikeli olduğunu tartışmıştır. Kitabın neden olduğu tartışma sebebiyle Kuveyt’i terk ederek İngiltere’ye yerleşip fikirlerini orada yaymış, 2004’te Ürdün’e, 2011 yılında Katar’a geçmiş ve Suriye Devrimi’nin yanında yer almış ve orada ölmüştür. Doksanların ortasında Suudi Arabistan’da yükselecek olan Sahva (Reformist) Selefîliği de Surur’un görüşlerinden etkilenmiştir.
Sahva Selefîliği, Selefîliği eylemi merkeze alarak yorumlayan ve siyasi konular üzerine görüş belirten bir yorumdur, seksenlerin ortasında ortaya çıkmış, doksanların başında Körfez Savaşı sırasında Suudi yönetiminin ABD’den yardım almasına karşı çıkarak kendisinden söz ettirmeye başlamıştır (Lacroix, 2011)2011. Muhammed Kutup, Muhammed Ahmed el-Raşid ve Abdurrahman el-Dusri Sahva Selefîliğin şekillenmesi üzerinde etkisi olan fikir adamları ve din âlimleridir. Özellikle Selefîliğin ve Seyyid Kutub’un eylem merkezli yorumunun harmanlanmasında Muhammed Kutub etkili olmuştur. Bunun yanında Muhammed Surur’un fikir ve düşünceleri de Sahva Selefîliğinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Selman Avde, Avad el-Karni, Sefer el-Havali, Nasır el-Amr ve Saad el-Berik gibi din âlimleri bu akımın öne çıkan temsilcileridir. Afganistan Savaşı sırasında Sovyetlere karşı Afgan direnişçilerin yanında yer alarak Arap gençlerini teşvik etmeleri nedeniyle Suudi Arabistan yönetiminin desteğini kazanırken, İkinci Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan yönetimiyle araları açılmıştır.
Medhali Selefîlik, doksanların ortasından itibaren bir taraftan siyasi İslami hareketlerin, diğer taraftan Sururi Selefîlik gibi siyasetle ilgilenen Selefî hareketlerin güçlenmesine karşı Suudi yönetimi tarafından desteklenmeye başlamıştır. MK’ye karşı pozisyon alan Medhalî Selefîlik doksanların ortasında Suudi yönetimine yazdığı bir raporda MK’nin eylemlerinin rejimi değiştirmek isteyen küresel bir planın parçası olduğunu öne sürerek rejimin MK’ye karşı gerekli tedbirleri alınması çağrısında bulunmuştur. Bu rapor Suudi makamların reformist ve siyasi Selefî eğilimlere karşı harekete geçmesinde etkili ve belirleyici olmuştur.
Şeyh Rebi Hadi el-Medhalî’ye (1932/Suudi Arabistan) atfen Medhalî Selefîlik olarak isimlendirilen bu akıma el-Medhalî’nin hocası Muhammed Aman el-Cami’ye (1931-1996) atfen Cami Selefîlik de denilmektedir. Suudi Arabistan’da doğan ve bütün eğitimini Suudi Arabistan’da alan el-Medhalî, dönemin Suudi Arabistan Müftüsü Abdulaziz bin Baz, ünlü Selefî Şeyh Muhammed Nâsuriddin el-Elbânî gibi isimlerden ders almıştır. Akım doksanların başında, Körfez Savaşı sırasında, Saddam rejimine karşı ABD’den yardım istenip istenmeyeceğine dair tartışmalar çerçevesinde kendinden söz ettirmeye başlamıştır. O dönemde İslam dünyasında din âlimlerinin büyük bölümü ve Sahva Selefîliğinin ön plana çıkan din âlimleri “Müslümanla savaş için gayrimüslimden yardım istemek caiz değildir” fetvası verirken, Suudi Arabistan din âlimleri gayrimüslimden yardım istemeyi caiz görmüş, ancak caiz görmeyenleri ise mazur görmüştür. El-Cami ve öğrencisi el-Medhalî Mülhidlerin Saldırısına Karşı Koymak için Gayrimüslimden Yardım İstemenin Hükmü isimli kitapla ABD’den yardım alınmasını savundukları gibi buna karşı çıkanları ağır bir dille eleştirmiştir. Suudi yönetiminin ABD’den destek alma kararına karşı çıkmayı Huruc ale’s-Sulta olarak niteleyip caiz olmadığını savunmuştur. Böylece aşağıda ayrıntılı tartışacağımız üzere, Medhalî Selefîliğin en belirgin özelliği olan siyasi otoriteye mutlak itaat ilkesi en belirgin şekliyle ortaya çıkmıştır.
Medhalî Selefîliği diğer Selefî akımlardan ayıran en önemli özelliği siyasi otoriteye (Veliyyu’l-Emr) mutlak itaati savunmakla birlikte, sivil ve siyasi her türlü muhalefeti dinden çıkma olarak nitelemesidir. Medhalî fıkhına göre iktidarı ele geçirene mütegallib (ele geçirme yöntemine bakılmaksızın) mutlak anlamda itaat edilmeli, onu düşürüp yerine geçirene de mutlak itaat edilmelidir. Aynı şekilde iktidardan meşruiyet alan bütün dinî kurumlara da itaat edilmelidir. Bu çerçevede Suudi Arabistan’daki Yüksek Âlimler Heyeti ya da Müftülük gibi kurumlara itaat edilmesi dinen zorunluluktur. Mevcut siyasi otoritelere karşı muhalefet eden İslami hareketler; partileştikleri, “Müslümanların tek bir imam altında birleşmesine engel oldukları için” sapkındır. Suudi Arabistan’daki Sahva Selefîliği ve MK’ye karşı bu fikirleri geliştiren el-Medhalî, bu hareketlerin bir fitne ve dalalet hareketi olduğunu savunarak, her türlü vesileyle bunlarla mücadele edilmesi gerektiğini iddia etmektedir. El-Medhalî’nin bu fikirleri, Medine’de eğitim gören Arap dünyasının çeşitli yerlerinden öğrenciler üzerinden, süreç içinde Suudi Arabistan’ın müttefiki olan siyasi otoritelerin savunuculuğuna doğru genişleyecektir.
Medhalî Selefîlik, kaynağında el-Medhalî’nin bulunduğu referans merkezli çalışan bir ağ şeklinde örgütlenmektedir ve geliştirdikleri bazı kalıplar üzerinden kendilerinin referans vermediği din âlimlerini ötekileştirmektedir. Herhangi bir din âliminin sözüne itibar edilmesi için el-Medhalî’nin “onun dinî alandaki yetkinliğine referans olması” ya da herhangi bir ülkede onun referans olduğu birinin referansına sahip olması gerekmektedir. Aksi takdirde onu dinlemek ve sözüne itibar etmek caiz değildir, zira insanları dinden çıkarması ve fitneye sebep olması ihtimali vardır. Bunun yanında muhatap olunan kişilere bu Selefîlik akımının gündem başlıkları içinde olan bazı sorular sorularak kanaati öğrenilmekte, eğer kendi görüşleri ile uyuşmuyorsa ya da bilmiyorum diye cevap veriyorsa dinî açıdan sakıncalı olarak damgalanmaktadır. Aralarında sık sık bölünmeler ve ayrılmalar olsa da Suudi Arabistan’ın el-Medhalî üzerinden bu ağa sunduğu destek, el-Medhalî’nin belirleyici aktör olarak varlığını sürdürmesine imkân sumaktadır. Kendilerinden olmayanları ötekileştirmek için geliştirdikleri şu şekilde bazı kalıplar bulunmaktadır: Siyaset yapanın evine misafir olarak giden siyasete katılmış sayılır, siyaset yapanları bir konuda haklı gören -gerçekten haklı olsa dahi- dönek kabul edilir. “Yanlış görüşlere sahip bir kişiyle” ilişkisini kesmeyen onun mezhebinden sayılır. “Bidat ehlinden” birinin -bazen şer’i gerekçelerle dahi olsa- bir iyiliğinden bahsetse dönek ve çıkarcı sayılır. Muhaliflerden birinin sözünü delil gösteren -doğru olsa bile- dönektir, “sahtekârları” ve bidat ehlini savunmaktadır. “Müslüman kişi kendisinde barındırdığı hayır ve şerre göre sevilir ya da nefret edilir” derse dönek, çıkarcı, MK sempatizanı ya da kutuplaştırıcıdır.
Selefîlik ve Siyaset
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da din ve siyaset gerek iktidar gerekse muhalefet düzeyinde, iç içe geçerek birbirini şekillendirdiği gibi toplumu ve kültürü de doğrudan etkilemiştir. 1948’de kuruluşunu ilan eden İsrail ulusal kimliğini Yahudilik üzerine inşa etmiştir (Stern, 2017). Suudi Arabistan ulusal kimliğinin din adamları ailesi Al-i-Şeyh ve siyasi yönetici aile Ali’s-Suud dengesi üzerine inşa edilmesi (Mouline ve Rundell, 2014) ve 1979 İran Devrimi sonrasında İran yönetiminin Şii din adamlarının eline geçmesi (Boroujerdi ve Rahimkhani, 2018) iktidar-din özdeşliğinin ön plana çıkan örnekleri olarak zikredilebilir. Mısır, Libya, Tunus, Yemen ve Irak’taki iktidarlara karşı muhalefetin ana omurgasını dinî hareketlerin oluşturması din-muhalefet ilişkisinin önemli örnekleri olarak zikredilebilir. Suudi Arabistan’da anayasadan ceza kanununa kadar Selefî din adamlarının yorumları belirleyicidir. Suud ailesinin meşruiyeti ve onlara mutlak itaat, Selefîliğin din yorumu üzerinde mutlak belirleyici olmuştur. Din ve siyaset arasındaki karşılıklı etkileşim, Suudi toplum ve kültürü üzerinde derinden etki uyandırarak, Suudi Arabistan’da, seküler dünyanın ürettiği siyasi normlara dayalı bir siyasi düşünceyi baskıladığı gibi toplumsal kültürü de dünyanın geri kalanından ayrıştırmıştır. İsrail’in, Yahudiliğin Siyonist yorumu üzerine inşa edilmiş ulusal kimliği, Filistin halkıyla çatışmasının temelini oluştururken, iki devletli çözümü reddetmesi, yeni yerleşim birimleri inşa etmeyi sürdürmesi, başkenti Kudüs’e taşıması ve ulus yasası gibi eylemlerinin tamamında Yahudiliğin belirleyiciliği olduğunu söyleyebiliriz. Siyasi ve dinî elitlerinin karşılıklı olarak birbirini şekillendirdiği İsrail’deki toplum ve toplumsal kültür; küresel değerlere aykırı, uluslararası hukukun suç saydığı eylemler karşısında sessiz kalmayı tercih etmektedir. İran’da din adamlarının inşa ettiği velayeti fakih düzeni, siyasi ve dinî elitler arasındaki ayrımı tamamen ortadan kaldırarak, din adamlarının, “12. İmam” adına, yönettiği teopolitik bir düzen getirmiştir. Bütün hukuk normlarının Şii yoruma göre belirlendiği ülkede, toplumun giyim alışkanlarından, tüketim alışkanlarının tamamına devlet müdahale etmektedir.
Mısır, Libya ve Tunus gibi ülkelerde devletler, Arap devrimlerine kadar seküler yönetimler tercih etmekle birlikte Mısır’da Ezher, Libya’da Davet Cemiyeti ve Tunus’ta Zeytune Medresesi gibi kurumlar devletin himayesinde varlığını sürdürmüştür. Ancak bu ülkelerde muhalefetin ana omurgasını İslami hareketler teşkil etmiştir. Özellikle toplumsal alanda çok ciddi yardım ve destek faaliyetleri yürüterek, toplumda ciddi kabul görmüş, devletin inşa ettiği toplumsallaşma ve kültürün nüfuz edemediği alanlarda kendi toplumsallaşma ve kültürünü inşa etmeyi başarmıştır. Bölgede din ve siyaset arasındaki gerek iktidar gerek muhalefet düzeyindeki bu trajik ilişki, özellikle Arap devrimleri sonrasında yaşanan bölgesel güç mücadelesinde daha karmaşık bir hâl almıştır.
Suudi Arabistan, kuruluşundan bu yana Selefîlikle[2] özdeşleşmiş, Selefîliğin çeşitli yorumlarının bölgede yayılmasında ana aktör olmuştur. Suud Ailesi ve Selefî Vahhabîliğin kurucuları arasındaki ilişki 18. yüzyıla kadar gider. Aile Osmanlı’ya isyan eden Abdulvehab’ın yanında yer almıştır. 20. yüzyılda Suud ailesi Abdulaziz bin Suud liderliğinde Suudi Arabistan’ı kurduğunda Abdulvehab ailesi (Al-i-Şeyh) ile güçlü bir ittifak kurarak onlara ikinci kurucu hanedan gibi davranmıştır. Suudi Arabistan bir yönüyle Suud Ailesi ve Abdulvehab ailesinin ittifakı üzerine bina edilmiştir. Suudi Arabistan’da Selefîlik-Suud Ailesi ilişkisi kendi içinde tutarlı ve istikrarlı bir seyir izlerken, Selefîlik ve diğer ülkelerdeki Müslümanlar arasındaki ilişkiler zaman ve mekânın koşullarına göre şekillenmiştir. Altmışlı yıllarda ABD bloğunda olan Suudi Arabistan, Mısır’da muhalif İslami hareketleri destekleyerek bazı isimlere Suudi Arabistan’da oturum vermiştir. Suudi Arabistan’da ağırlanan Mısırlı düşünürler üzerinden Mısır’daki İslami aktivizm ve Suudi Selefîliği iç içe geçerek Afgan cihadına uzanan yolda tedricen yeni bir şekle bürünmüş, Afganistan’da gelişerek bugünkü cihatçı Selefîliğin rahmi olmuştur. Suudi Arabistan, o dönemde Arap dünyasının çeşitli yerlerinden gençlerin Selefî ağ üzerinden Afganistan’a gitmesini desteklemiştir.
Selefîliğin aşırı yorumlarından biri olan Medhalî Selefîlik, özellikle 2011 yılında gerçekleşen Arap devrimleri sonrasında bölgede güçlenerek, karşı devrimler lehine önemli bir aktöre dönüşmüştür. Kurucuları ve dini yorumlama biçimi aşağıda ayrıntılarıyla tartışılacak olan Medhalî Selefîliğin en öne çıkan yönü siyasi iktidarlara (veliyyü’l-emr) mutlak itaati savunması yanında, siyasi ve sivil muhalefeti dinden çıkma şeklinde değerlendirmesidir. Bu hâliyle Mısır ve Libya’daki devrimlerde devrik liderler yanında yer almış, devrimleri müteakiben bir müddet sessiz kaldıktan sonra karşı devrimlerle iktidara gelen aktörlerin mutlak savunuculuğuna soyunmuştur. Bölgede Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in öncülük ettiği karşı devrim bloğu zamanla, Sisi ve Muhammed Bin Selman’ı da safına dâhil ederek karşı devrimlerin lokomotifi olmuştur. Bu bloktaki her ülke kendi tarihi, sosyolojik, jeostratejik, dinî ve ekonomik imkânları çerçevesinde Arap devrimlerinin bir siyasi düzene dönüşmemesi için ciddi uğraş vermektedir. Mısır, Libya ve Tunus’ta Arap devrimlerinin başarısız olması ve karşı devrim aktörlerinin iktidara gelmesi için BAE ekonomik, istihbari ve küresel ağını kullanırken, Mısır Darbesi’nden sonra bu bloğa katılan Sisi yönetimi Libya’da BAE ile birlikte etkin rol oynamaya başlamıştır. Özellikle Muhammed bin Selman’ın veliaht olmasının ardından Suudi Arabistan’ın bu blok içindeki etkinliği artmaya başlamıştır. Suudi Arabistan’da mukim Şeyh Rebi Hadi el-Medhalî liderliğindeki Medhalî Selefîlik, karşı devrim aktörlerinin dinî meşruiyetini destekleme açısından güçlü bir araç olarak kullanılmaktadır.
Libya: Silah ve Siyaset[3]
Libya’da Medhalî Selefîliğin hikâyesi 2014 yılına kadar yukarıda ana hatlarıyla ifade edilen Medhalîliğin hikâyesiyle koşut bir gelişim göstermiş iken 2014 yılından itibaren diğer bölge ülkelerinin çok üzerinde alan kazanma imkânı bulmuştur. Medhalî Selefîliği Libya’ya taşıyanlar, Suudi Arabistan’da Selefî Medhalî hocalardan ders alan öğrenciler ve onların hac ve umrede tebliğde bulunduğu Libyalılar olmuştur. Kaddafi rejimi doksanların başına kadar bu akım ve diğer Selefî akımlar arasındaki farkı tam olarak ayırt edemediği için bu akım mensuplarına diğer İslami gruplara yaptığı gibi baskı yapmış, mensuplarını hapse atmıştır. Ancak doksanların ortasından itibaren bu akımın kendisi için kullanışlı olacağına kanaat getirerek Libya içinde onlara alan açmıştır. Kaddafi’nin Libya’daki iktidar alanlarını oğulları arasında paylaştırma yöntemi çerçevesinde Selefîler, Sadi Kaddafi’nin payına düşmüştür. Sadi Kaddafi, Suudi Arabistan’daki Selefî din âlimleriyle güçlü ilişkiler kurmuş, Medhalî Selefîlerin Libya’ya dönüşünün önünü açmıştır. Bu akım 17 Şubat Devrimi’ne kadar Libya içinde ciddi alan kazanmış, Rebi el-Medhalî’nin izinden giderek devrim sürecinde rejimin yanında yer almış, öne çıkan isimlerden olan Mecdi Haffale rejimin kanallarına çıkarak devrime iştirak etmenin dinî açıdan fitne olduğunu savunmuştur.
Şubat Devrimi sonrasında kapalı devre şeklinde görüş ve düşüncelerini yayma stratejisi benimseyen bu akım, devrim sonrası oluşan özgürlük ortamını kendi lehine kullanmıştır. Özellikle aşağıda ayrıntılı ifade edileceği üzere Suudi Arabistan’dan güçlü mali desteği bu akımın alan kazanmasına ciddi katkı sunmuştur. 2012 ve 2013 yılında Zilitan’daki Abdusselam el-Esmer Türbesi ve Trablus’taki eski sûfî geleneğin sembollerinden olan e’s-Sih e’ş-Şuab Camisi’nin yıkılması olaylarında görüldüğü üzere, yer yer radikal çıkışlar da yaptıkları olmuştur. Ancak genel olarak, cami, vakıf ve çeşitli dernekler üzerinden davet çalışmalarını, radyo ve televizyonlar üzerinden propagandalarını yaparken, milis gruplar içine girerek lider konumlara yükselmeye başlamışlardır. Bu akıma alan açmak isteyen Suudi Arabistan-BAE bloğu, Trablus’ta ve Libya’da etkin devrimci aktörleri “terörist” gibi takdim ederek etkisizleştirme politikası takip etmiştir. BM Libya Misyonu içinde nüfuz edebildiği isimlerden, küresel düşünce kuruluşlarına kadar birçok mekanizmayı harekete geçirerek bir algı operasyonu ile bu akımın temsilcilerini kurtarıcı gibi takdim etmiştir. Özellikle Başkanlık Konseyinin (BK) Trablus’a girişinin ardından Trablus’ta güç kazanacaklardır.
2014 yılı Mayıs ayında emekli General Halife Haftar’ın darbe girişimiyle Libya’nın bugüne kadar devam eden çok boyutlu bir krize sürüklenmesiyle, Medhalî Selefî ağ Libya genelinde genişlemeye başlamıştır. Haftar’ın darbesi sonrası Bingazi’de sürdürdüğü askerî operasyonlar ve Trablus’ta 2014 yılında Zintanlı birlikler ve Libya Şafağı arasında yaşanan çatışmaların Libya’da neden olduğu ağır ekonomik, siyasi ve güvenliğe ilişkin krizler, Medhalî Selefîlerin hareket alanını genişletmiştir. Trablus ve Bingazi başta olmak üzere buralardaki camilerin kontrolünü güç kullanarak ele geçirmiş ve buraları kendi inançlarını yaymak için araçsallaştırmıştır. Libya’nın neredeyse bütün kentlerinde, büyük kentlerinde birkaç tane olmak üzere küçük köylere dahi sesi ulaşan radyolar kurarak, bu radyolar üzerinden yirmi dört saat aralıksız Medhalî Selefîliğin önde gelen davetçilerinden olan Rebi el-Medhalî, Muhammed Raslan ve Abdullah el-Cubeyr gibi isimlerin vaazlarını yaymaya başlamıştır. Ayrıca yüzlerce sosyal medya hesabı bulunan bu akım, birçok internet sitesi üzerinden de propaganda faaliyetlerini sürdürmektedir. Bunun yanında okullar, ders halkaları, enstitüler kurmakta, bu akımın propagandasını yapan kitapları camilere ve kütüphanelere yerleştirdikleri gibi küçük kitapçıklar hâlinde çeşitli ağlar üzerinden yaymaktadırlar.
Devrim sırasında Kaddafi yanlısı açıklamalarda bulunduktan sonra uzun süre gözden kaybolan, Trablus’taki Medhalî milislerin güç kazanmaya başladığı 2015’ten sonra zırhlı araçlarla Trablus’ta gezerek vaaz vermeye başlayan Mecdi Haffale, bu akımın en öne çıkan vaizi olarak zikredilebilir. Bunun yanında Haftar’a bağlı Tevhid Taburu Komutanı Eşref Miyar, Trablus’taki Özel Caydırıcı Güç komutanlarından Eymen es-Saidi, vaiz Muhammed el-Ankar, iş adamı Abdulhâkim el-Mısri öne çıkan Medhalî liderler arasında belirtilmektedir. Zintan’daki ve çevresindeki Medhalîlerin lideri Tarık Dırman ez-Zintani, Sirte kentindeki Kurtuba Camisi İmamı Halid el-Fircani (daha sonra kardeşi Halid bin Receb), Misrata’da Ebu Huzeyfe ve Ebu Ubdeyde, Humus kentinde Ebu Abdullah Nuri Zinan ve Beyda kentinde Enes el-Haddad bu akımın diğer ön plana çıkan isimleridir.
Medhalî Selefî ağın Trablus ve Bingazi başta olmak üzere Libya’nın çeşitli kentlerde silahlı birliklerle iç içe geçerek oluşturduğu çıkar grupları Libya’daki çözümü tıkayan en önemli etkenlerden biri konumundadır. Başkent Trablus’ta, BK’nin Libya’ya girişi sürecinde yaşanan siyasi bölünme sırasında yaşanan krizde BK’nin yanında yer alan milis birliklerinin büyük bölümünü Medhalî Selefî isimler kontrol etmekteydi (Kekilli, 2016). Abdurrauf Kara’nın komuta ettiği Caydırıcı Güç, Heysem Tacuri’nin komuta ettiği Trablus Devrimcileri Taburu ve Gınıva’nın komuta ettiği Ebu Selim’deki Merkezi Güçler Selefî Medhalîlerin etkili taburlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Kara’nın bizzat kendisinin Selefî Medhalî düşünceye sahip olduğu kaydedilirken, BK Başkanı’nın kendisine verdiği yetkiler üzerinden Trablus’un en etkin milis grubu olduğu bilinmektedir. BM Libya Misyonu Güvenlik Komitesi Libya’da kapsamlı bir güvenlik reformu yerine Trablus’ta BK’ye destek veren milisleri güçlendirerek, onları BK’ye destek vermeyen milislere karşı kullanmıştır. Doğası gereği devlet dışı olan bu yapılar devletin imkânlarını, kendi çıkarları ve bağlantılı oldukları bölgesel güçler lehine kullanarak Libya’daki siyasi krizi tırmandırmıştır. Bunun yanında Kara’nın caydırıcı güçlerinin BK’nin kendilerine sunduğu imkânlar temelinde batı bölgesinde suçla mücadele birlikleri adı altında kendilerinin yönlendirdiği bir silahlı milis ağı örgütleme girişimi olduğu göze çarpmaktadır. Ayrıca bu milis grupların himayesi altında Medhalî Selefî vaizlerin Trablus’ta kontrolünü ele geçirdikleri büyük camilerde vaaz vererek Selefî Medhalî din yorumunu anlatmaktadır. Kendilerine muhalif birçok önemli din adamına baskı yaptıkları kaydedilmektedir, özellikle Libya Müftülüğü Başkan Yardımcısı Nadir el-Umrani’nin öldürülmesinden birinci dereceden sorumlu tutulmuşlardır.
Doğu bölgesinde Halife Haftar, Medhalî Selefîlerden dinî, toplumsal ve askerî olarak istifade etmektedir. Askerî yöntemlerle kontrol altına aldığı doğu bölgesinde kendi otoritesini benimsemeyen cami imamları ve din adamları üzerinde baskı kurmuş; bu imamlar ve din adamları doğu bölgesini terk etmek zorunda kalmıştır. Bunların yerini Medhalî Selefî din adamları almıştır. Bunun yanında Haftar’a bağlı milis birlikler içinde öne çıkan Tevhid Taburu ve Selefî Tabur gibi milislerin Selefî Medhalî olduğu bilinmektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesince suçlu bulunan Haftar’ın özel kuvvetlerinin komutanlarından olan Mahmud el-Vurfelli’nin de Selefî Medhalî olduğu kaydedilmektedir. Medhalîler bunun yanında Sirte ve Beyda gibi kentlerde silahlı gruplar içinde etkindirler. Sirte’deki 604. Piyade Taburunun komuta kademesinin Medhalî Selefî olduğu ifade edilmektedir. Bu tabur Bunyanu’l-Marsus güçlerinin çekilmesinin ardından Sirte’de güçlenme ve kontrolü ele alma çabası içerindedir. Sirte’nin 2020 yılında tekrardan Haftar kontrolüne geçmesinde bu taburun rolü vardır.
Medhalî Selefîliğin önde olduğu Selefîlik akımları, Libya’da sessiz ve derinden bir örgütlenmeyi sürdürse de Libya’nın ana akım dinî kimliği olan Mâlikî-Eş’arî din anlayışının yerini almamıştır. Ülkenin ana dini kurumları halen bu dinî yorumu benimseyen din âlimlerinin yönetimindedir, ülkeyi yöneten seçkin sınıfların büyük bir kesimi bu dinî yorumu benimsemekte, Mâlikî-Eş’arî ulemayı muhatap kabul etmektedir. Selefî din adamları çeşitli mahfillerde inanışlarını yayma girişiminde bulunuyor olsa da ülkede dine ilişkin ana gündem maddelerini Sünnî İslam dünyasının ana başlıkları belirlemektedir. Bir diğer ifadeyle ülkede Medhalî Selefîlik silahla iç içe geçtiği için bu denli ön plana çıkarken, diğer Selefî akımlar arkalarındaki Suudi desteğine rağmen alt toplumsal kesimler arasında sessiz bir şekilde yayılma çabası içindedir.
Tunus: Din, Demokrasi ve Cihat
Reformist Selefîlik
Tunus’ta reformist ve cihatçı Selefîlik akımları ön plana çıkmaktadır. Tunus’taki kökleri 1980’lere giden reformist Selefîlik, Arap Baharı sonrasında alan kazanarak aktör olmaya başlamıştır. 1957-1987 yılları arasında Tunus’u yöneten Habib Burgiba’nın takip ettiği sekülerleştirme politikası, muhafazakâr ve İslami kesimlerin tepkisine neden olurken, 1987’de yönetimi ele alan Bin Ali de 2011 yılına kadar Burgiba’nın politikalarını sürdürmüştür. Tunus’taki seküler rejimin İslami ve muhafazakâr kesimlere yönelik baskıları karşısında Selefîler ve İhvan çizgisindeki İslamcılar yer yer birlikte hareket etmiştir. 1981 yılında kurulan İslami Eğilim Hareketi bu birlikteliğin sonuçlarından biridir. Fakat bu birliktelik uzun sürememiş, Selefîler 1986 yılında Tunus İslam Cephesi’ni kurmuştur. Muhammed Ali Hurrras’ın, Abdullah el-Hacı’nın, Muhammed Hoca ve Mungi el-Hacmi’nin kurucusu olduğu bu hareket 1980’de devlet tarafından yasaklamıştır. Hareket mensuplarından bazıları hapse atılmış, bazıları Afgan Cihadı’na katılmış, bazıları ise Avrupa ülkelerine iltica etmiştir.
2011 Arap Baharı, Tunus’taki Selefîler açısından bir dönüm noktası olmuştur. Devrimden sonra Ocak 2011’de kurulan geçici hükümetin ilk bakanlar kurulu toplantısında, Selefîleri de kapsayan, siyasi tutuklulara genel af yasası çıkarılmıştır (Le Parisien, 2011). Hapishanelerden çıkan ve yurt dışından ülkeye dönen Selefîler yeniden örgütlenerek siyasi süreçlere katılmaya başlamıştır. 2012’de Selefîlerin siyasi parti kurmalarına izin verilmiştir. Eski Tunus İslam Cephesi kurucularından Muhammed Hoca’nın kurduğu Tunus Islah Cephesi Tunus’ta en öne çıkan Selefî oluşumlardandır. Hoca, kendisine ve Cephe’ye yönelik cihatçı suçlamalarını reddetmektedir (Zelin, 2012). Ayrıca Ali el-Mücahid’in başında olduğu Hizbu’l-Asale, eski Nahda üyesi İmam Said el-Cezeri’nin kurduğu Hizbu’r-Rahme ve Riza Bilahc’ın liderlik ettiği Hizbu’t-Tahrir Tunus siyasetinde aktif olan diğer Selefî partilerdir.
Tunuslu Reformist Selefîlerin farklı siyasi partilere bölünmüş olması, Tunus siyasetinde güçlü bir aktör olmasını engellemiştir. Reformistlerin kuşatıcı olmasının önündeki engellerden biri de karşısında Nahda gibi güçlü bir İslamcı aktörün olmasıdır. Ancak Nahda’nın giderek demokrasi söylemini öne çıkartması, şeriatı savunan kitlelerin Selefî partilere kaymasına yol açmıştır. 2019’de kurulan ve Nahda’yı İslam’dan uzaklaşmakla eleştiren Onur Koalisyonu (Karama), aynı yılda düzenlenen parlamenter seçimlerinde 21 milletvekili kazanarak, Nahda’dan sonra Meclis’te ikinci büyük İslami blok olmuştur. Onur koalisyonun kurucuları arasında Hizbu’r-Rahme’nin lideri İmam Said el-Cezeri yer almaktadır. Onun partisi, son parlamento seçimlerinde 4 milletvekilliği kazanmıştır. Onur Koalisyonun lideri Avukat Seyfeddin Mahluf, terör eylemiyle suçlanan tutuklu radikal Selefîlerin avukatlığını yaptığı için seküler medya tarafından “teröristlerin avukatı’’ olmakla suçlanmıştır (Jeune Afrique, 2019). Nahda’nın şeriat kavramını kullanmaması ve demokrasi vurgusu yapması ve seküler siyasi partilerle koalisyon kurması, Selefîlerin elini güçlendirmektedir. Selefîler, Nahda’ya yönelik artan eleştirilerle dindarların desteğini almaya çalışmaktadırlar. Örneğin Cephetu’l-Islah lideri Muhammed Hoca, bir konuşmasında Nahda’yı iktidara gelebilmek için seküler ve sol partilere çok fazla taviz vermekle eleştirmiştir (Zelin, 2012). Yine Hizb al-Asala partisi, Nahda’yı siyasi arenayı tekeline almaya çalışmakla suçlamıştır (Directinfo, 2012).
Reformist Selefî hareketler, doğrudan Suudi Arabistan ile ilişki içinde görünmese dahi, Suudi uleması ve Kuzey Afrika’daki diğer Selefî ulema ağıyla koordineli hareket etmekte, yer yer Tunus’a davet ederek vaazlar verdirmektedir. Tunus’ta 2011 yılında gerçekleşen devrim sonrasında Selefî ulemanın Tunus ziyaretleri artmıştır. Aralık 2011 (Tunus İşçi ve Reform Cephesi, 2020) ve Mayıs 2012’te Tunus’ta düzenlenen konferanslara Kuveytli Hamid al-‘Ali, Suudi Arabistanlı Safir al-Havalı ve Faslı Muhammed el-Fizazi gibi Selefî âlimler katılmıştır. Bu bağlamda Şubat 2013’te Suudi Arabistanlı Seyh Ali Muhammed Şankıti Tunus’u ziyaret ederek farklı Selefî camilerinde vaazlar vermiştir (Kapitalis, 2013). Aynı tarihlerde Tunus’a gelen Kuveytli vaiz Nabil El-Avadi, Başkent Tunus’un Kartaca semtindeki en büyük cami olan Malik Ibn Anas Camii’nde vaaz vermişti. Al-Avadi’nin, Tunus’un farklı şehirlerini de ziyaret ettiği kaydedilmiştir (Ajmi, 2013). Bunun yanında Nisan 2013’te Mısırlı meşhur Selefî âlim Şeyh Muhammed Hassan vaaz vermek üzere Tunus’u ziyaret etmiştir. Bazı yerel medya platformlarına göre Hassan, Zeytune Merkez Camii’nde üç ay din eğitimi vermek amacıyla gelmişti (Directinfo, 2013). Zeytune’de verdiği bir vaazında kadın sünneti ilgili söylemi Tunus’ta polemik yaratmıştı (Businessnews, 2012). Özellikle seküler medya tarafından bu ziyaretleri eleştirilerek devletin izin vermesinde Nahda’nin rol aldığı iddiaları ortaya atılmıştı. Buna karşı Tunus devleti yer yer bazı Selefî ulemanın ülkeye girişine izin vermemiştir. 2012’de Fas’ın en önemli Selefî figürlerinden Ömer el-Hadduçi ve Hassan Kettani’nin Hizbu’l-Asale’ye yakın derneklerin daveti üzerine Tunus’a girişlerine izin vermeyerek havalimanından ülkelerine geri göndermiştir (Businessnews, 2012). Bazı Selefî gruplar, devletin bu kararını protesto etmek için havalimanında gösteri düzenlenmiştir (Quebec.Huffingtonpost, 2012).
Cihatçı Selefîlik
Cihatçı Selefîlik, Tunus’ta adından söz ettiren ikinci akımdır. Tunus’ta cihatçı Selefîliği üç döneme ayrılmaktadır. İlk dönem, 1979-1989 arasında Afgan Cihadı’na katılan Tunuslu Selefîlerin Tunus’a döndüğü doksanlı yıllardır. Fakat Bin Ali yönetiminin aldığı sert tedbirler cihatçı Selefîlerin örgütlenmesinin önüne geçmiştir. İkinci dönem, 2003’te, 11 Eylül sonrası terörle mücadele sonrası, hapse atılan iki bin kadar Selefînin hapishanede örgütlendiği dönem olmuştur. Üçüncü dönem, 2011 yılında gerçekleşen devrim akabinde çıkarılan af sonrası bazı Selefîlerin hapisten çıkartılarak dışarda örgütlendiği dönem olmuştur. Kuzey Afrika’ya ilişkin Selefî literatürde en çok tartışılan Ensaru’ş-Şeria bu dönemde kurulmuştur (Blanc, 2019). Afgan Cihadı’na katılmış olan ve Ebu Iyad isimiyle bilinen Seyfullah bin Hüseyin isimli şahsın kurduğu örgüt, el-Kaide ile bağlantılı olduğu ve bazı şiddet olaylarına karıştığı için yasaklanmıştır. Örgütün doğrudan Eymen el-Zevahiri’ye bağlı olduğu kaydedilmektedir. Örgüt internet ağları üzerinden şeriat devleti kuracağı propagandası yaparak Tunuslu geçleri etrafında toplamıştır. Örgütün 2012 yılında çıkan şiddet olaylarında etkin rol aldığı yönünde bir kanaat vardır. Özellikle 2013’te Muhammed Brahmi ve Şükri Bil’iyd suikastlarının faili olmakla suçlanmıştır. Fakat örgütün 2012 ve 2013 yılında gerçekleştirdiği şiddet eylemlerinin sonuçları değerlendirdiğinde, Tunus’ta demokrasinin ve toplumsal taleplerin baskılanmasına imkân sunan bir zemin oluşturduğu görülecektir. Ayrıca Arap devrimlerinin demokratik bir siyasal düzene dönüşmesinin önüne geçmek isteyen bölgesel aktörlerin Ensarü’ş-Şeria gibi terör örgütlerinin eylemlerinden hareketle demokratik hareketlerinin üzerine gidebildiği görülmüştür.
Tunus Selefîliği, bir yönüyle topluma kendini anlatarak zemin kazanmaya çalışırken Nahda ile karşı karşıya gelmiş, diğer taraftan “şeriat” söylemiyle seküler kimliğe sahip Tunus Devleti’yle karşı karşıya gelmiştir. Diğer taraftan da şiddet olaylarının faili olarak Tunus ve bölge siyasetinin şekillenmesine katkı sunmaktadır. Zeytune geleneği ve çağdaş İslam Düşüncesine kök salan ve Gannuşi’nin düşüncelerinde tezahür eden Nahda düşüncesine karşı Selefîlik, giriş bölümlerinden ifade edilen Selefî düşünce geleneğine yaslanarak Tunus gerçekliği için argümanlar üretmektedir. Nahda’nın yenilikçi İslam yorumu ve Selefî akımlar arasında Tunus’un ara sokaklarındaki camilerinden üniversite amfilerine uzanan geniş bir yelpazede tartışmalar yapılmaktadır. Bunun yanında sekülerliğin farklı formları ve bu iki akım arasında Arap dünyasının son yüz elli yılındaki tartışmalara sırtını yaslayan din ve modernite arasında Tunus’un kimliğine ilişkin tartışmalar yapılmaktadır. Arap dünyasındaki gerilimlerin tonuna göre de yer yer şiddet kendisini Selefîlik kisvesi altında gösterebilmektedir.
Cezayir: Müesses Nizam ve Selefîlik
Cihatçı Selefîlik
Suudi Arabistan’da okuyan Cezayirli gençler üzerinden Cezayir’de yayılan Selefîlik 90’lı yıllarda iç savaşa dönüşen siyasi krizle birlikte cihatçı Selefîliği doğurmuştur. 80’li yılların başlarında Cezayir ve Suudi Arabistan arasında dinî ilimlerde iş birliği anlaşması imzalanmıştır (Amghar, 2008). Bu anlaşma kapsamında Suudi Arabistan’da din eğitimi alan gençler ülkelerine döndüğünde Selefî din anlayışını yaymaya başlamış, ayrıca Suudi din adamlarının vaazları da kasetler aracılığıyla yayılmıştır. İslam dünyasının 90’lı yıllardaki durumu Afganistan özelinde doğurduğu cihatçı Selefîlik Cezayir’de de kendisini göstermiş, yavaş yavaş yayılmaya başlamıştır. Özellikle Afgan Cihadı’na katılan Cezayirlilerin ülkeye dönmesi, Cezayir’deki müesses nizamın, İslami hareketler üzerindeki baskısının artırmasıyla kesişince Cezayir’de Selefîliğin cihatçı yorumu alan kazanmaya başlamıştır. Bu kapsamında 1984’te Mustafa Buali liderliğinde Cezayir İslami Silahlı Hareketi (MIA) ortaya çıkmış, 1987’de Buaili’nin öldürülmesiyle örgüt dağılmıştır. Fakat Buali, Cezayir silahlı hareketlerinin ilham kaynağı olmayı sürdürecek, 90’lı yıllarda cihatçıların kahramanı olarak anılacaktır. 1992’de Cezayir’de gerçekleşen darbe sonrasında güvenlik güçlerinin İslami hareketler üzerindeki baskısı artınca Cihatçı hareketler sertleşmiş, ülke 2000’li yıllara kadar devam eden bir iç savaşa sürüklenmiştir.
1993’te kurulan Silahlı İslami Grup (GIA) ve 1994’te kurulan İslami Kurtuluş Ordusu (AIS) Cezayir ve Kuzey Afrika’da etkin cihatçı Selefîliğin odağına dönüşmüştür. Afgan Cihadı’na katılan Cezayirlilerin liderlik ettiği bu hareketler, iki binli yıllarda küresel cihatçı hareketlere entegre olmuştur. GIA üyesi Hasan Hattab, 1998’de Usame bin Ladin’in desteğini arkasına alarak Selefîli Davet ve Savaş Grubu (GSPC) örgütünü kurmuştur. 2005’te resmen El-Kaide terör örgütüne biat eden örgüt, Magrip el-Kaidesi ismini alarak bütün Kuzey Afrika’da el-Kaide adına hareket etmeye başlamıştır.
1999’da Abdülaziz Buteflika’nın iktidara gelmesiyle Cezayir’deki Selefîler acısından bir dönüm noktası olmuştur. Buteflika, ülkedeki iç savaşı sonlandırmak için Selefîlerle uzlaşmayı tercih etmiş, silah bırakanlara genel af çıkarmış, savaşta zarar gören sivillere tazminat ödemiştir. Silah bırakanların topluma entegrasyonu için destek vermiştir. Bunun yanında cihatçı Selefîlere karşı diğer Selefî hareketlerin önünü açmıştır. Örneğin 2007’de Cezayir Din İşleri Bakanlığı tarafından Selefî imamları bir araya getirerek Ramazan ayında barış ve hoşgörü üzerine vaaz vermelerini teşvik edilmiştir. Magrip el-Kaide’sine sert eleştiriler yönelten Selefî Âlim Abdülmelik Ramzani devlet tarafından desteklenmiştir. Ayrıca Abdulgani İsa, Muhammed Ali Farkus, Abdulmedic Cuma gibi tanınan Selefî figürlere TV kanalları ve radyolarda alan açılmıştır.
Medhalî Selefîlik
Cezayir’de müesses nizam Cihatçı Selefîliğe karşı diğer Selefî hareketleri destekleme stratejisi kapsamında Medhalî Selefîliğin yayılmasına göz yummuştur. Medhalî Selefîlik her türlü şart ve koşulda Cezayir’de müesses nizamın yanında yer almayı sürdürmüştür. Cezayir’deki Selefî ulema Arap devrimleri sırasında, müesses nizamın yanında yer almıştır. Örneğin Suudi Arabistan’da yaşayan Cezayir Selefî Âlim Abdulmelik Ramazani, Cezayirlileri İslam’a ters olan demokratik sistemi destekleyen protestolara katılmama çağrısı yapmıştı. Ramazani, siyasete girmeye çalışan Selefîleri de eleştirmiş Selefîlerin “fitneye karşı devletin yanında yer aldığını” ifade etmiş, Suudi Şeyh Heytem Serhani, Cezayir’deki Umm el-Bugani kentinde yaklaşık üç bin kişinin çalıştığı dört günlük bir konferans vermiştir (Liberte-algerie, 2012). Cezayir’de yaygın olmayan bu durum, Arap devrimleri sürecinde müesses nizamın Selefîlerin hareketlerine göz yumduğu şeklinde yorumlanabilir. Son yıllarda Cezayir’deki ilmî Selefîliğin isimlerinden Muhammed el-Ferhuş, Abdulmeci Cuma ve Lzzhar Snigra’nın Medhalî Selefîliğin fikirlerini dillendirmeye başlaması, Medhalîliğin yayılma hızına örnek olarak gösterilmiştir. Şeyh Rebi Medhalî’nin bu isimleri temsilci tayin ettiği şeklindeki mektuplar Cezayir basınında yer almıştır (Meddi, 2018).
Reformist Selefîlik
Cezayir’deki müesses nizam, Medhalî Selefîliğe alan açarken Reformist Selefîlerin hareket alanlarını kısıtlamaktadır. Nitekim siyasi parti kurmak isteyen veya siyasete girmeye çalışan reformist Selefîler, devletin engelleriyle karşılaşmıştır. Örneğin İslam Sahva Cephesi Partisini kurmaya çalışan, reformist Selefîliğin fikirlerini benimseyen Abdulfettah Hamdçe’ye resmî izin verilmemiştir (Boukhars, 2018). Ayrıca 2014 seçimlerine katılmak için siyasi parti kurmaya çalışan Ali Bilhac da benzer engellerle karşılaşmıştır. Yine 2014’te Uzlaşma ve Kurtuluş için Cezayir Cephesi Partisi kurmaya çalışan Medeni Mezrag da resmî izin alamamıştı (Markey ve Chikhi, 2015). Ayrıca mevcut siyasi partilerde yer alan eski FIS üyelerinin, seçim yasalarıyla aday listelerine girmelerini engellemiştir. Reformist Selefîlerin bir kısmının Buteflika’nın ulusal barış sürecinde silah bırakan eski cihatçı Selefîlerden oluştuğunun altını çizmekte fayda var. Bir diğer ifadeyle Selefîliğin siyasi konular hakkında en çok yorum yapan ve yer yer iktidara muhalif pozisyon alan reformist yorumu, Cezayir’de müesses nizam tarafından tehlikeli görülerek önü kapatılmak istenmiştir.
90’lı yıllarda ciddi bir şiddet sarmalının içinden geçen Cezayir’de İslam dinî ve şiddet, din ve devletin kimliği üzerine ciddi tartışmalar yapılmıştır. Selefîliğin farklı formları bu tartışmalara kendi anlayışları çerçevesinde yorum getirerek, toplumsal destek kazanma çabası içine girmiştir. Fakat Cezayir İslam Düşüncesi’ne derin etki edecek bir akım oluşturamamıştır. İslam dünyasında Selefîlik düşüncesinin ana argümanlarını tekrar etmiştir, fakat ülkenin 90’larda içene çekildiği şiddet sarmalı derinliğine bakılmaksızın Selefîliğin alan kazanmasına imkân sunmuştur.
Fas: Devletin Din Yönetimi
Geleneksel Selefîlik
Fas’ta Selefîlik, diğer Kuzey Afrika ülkelerinden farklı olarak erken yıllarda devletin müsamahasıyla alan kazanmıştır. Tarihsel olarak ülkedeki en güçlü Selefî akım olan ilmî Selefîliğin yayılmasında Takıyyuddin el-Hilali’nin (1893-1987) önemli rolü olmuştur. El-Hilali, ilk eğitimini Fas’ta gördükten sonra İslami ilimler eğitimi için Mısır, Irak ve Suudi Arabistan’da bulunmuştur. 1968’de Abdulaziz Bin Baz’ın girişimi sonucunda Suudi Krallığı’nın davetiyle Medine İslam Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak görevlendirilmiştir. Selefî görüşleri benimseyen El-Hilali, 1974’te Selefîliği yaymak için ülkesine geri dönmüş, Fas’daki faaliyetleri sırasında Suudi Arabistan’dan maaş almış, fakat Fas yönetimiyle de yakın ilişki geliştirmiştir. El-Hilali’nin 1987’de ölümüne kadar yazıları Fas Din İşleri Bakanlığına bağlı Davetu’l-Hak dergisinde yayınlanmıştır. Fas Devleti’nin El-Hilali’yi desteklemesinde Suudi Arabistan’ın etkisinin yanı sıra Fas Kralı İkinci Hasan’ın Arap milliyetçiliğinin ve sosyalizmin yükselişini engelleme stratejisinin de etkili olmuştur. Suudi Arabistan’ın maddi desteğiyle Fas‘ta Selefî medreseler ve Selefî sivil toplum kuruluşları kurulmuş, Faslı öğrenciler Suudi Arabistan’ın eğitim burslarıyla Medine İslam Üniversitesinde dinî ilimler eğitimi almıştır (Lauzière, 2008).
Suudi Arabistan, El-Hilali üzerinden Fas’ta oluşturduğu Selefî network ile Selefîlik Fas’ta kökleşmesini sağlamıştır. Nitekim El-Hilali’nin vefatından sonra Muhammed Zemzemi, Muhammed el-Fizabi ve Muhammed el-Magrui gibi öğrencileri Fas’da ilmî Selefîliğin fikirlerini yaymayı sürdürmüştür. Özellikle el-Magrui Fas Selefîliği içinde öne çıkmış, Kur’an ve sünnet daveti üzerinden ülkede Selefîliği yayan çok sayıda medrese açmıştır.
Cihatçı Selefîlik
Cihatçı Selefîlik, Fas’ta, 1998’den itibaren marjinal bir grup olarak örgütlenmiş, fakat Fas Devleti’nin 11 Eylül 2001 ve 2003 Raba saldırısı sonrası aldığı tedbirler neticesinde cihatçı Selefîliğin yayılması engellemiştir. Bu saldırılar sonrasın birçok Selefî merkeze baskın düzenlenerek 2000’den fazla kişi tutuklanmıştır. 2007 Kazablanka terör saldırısının ardından devlet Selefîlere karşı aldığı tedbirleri ilmî Selefîleri de içerecek şekilde genişletmiştir. El-Magrui’nin 2008’de bir vaazında 9 yaşını dolduran bir kız çocuğun evlendirilebileceğine dair bir fetva vermesine ilişkin devletten gelen sert tepki üzerine Suudi Arabistan’a iltica etmek zorunda kalmış, El-Magrui’nin medreseleri kapatılmıştır. Takip eden yıllarda devletin Selefîler üzerindeki denetim ve gözetimi artmış, Selefîlerin görünürlüğü azalmıştır.
Devletin Selefîlik Politikaları
Fas Devleti, bir taraftan Selefîlere yönelik gözetim ve denetimi artırırken, diğer taraftan ilmî Selefîliğin etkisini azaltmak ve devletin dinî otoritesini artırmayı amaçlayan yeni reformlar başlatmıştır. Bu kapsamda, 2002’de Selefîlere yakınlığıyla bilinen Din İşleri Bakanı Alaui Mdaghri görevden alınarak yerine Kadiri Tarikatına mensup Ahmed Tevfik atanmıştır. Ayrıca 1982’deki kuruluşundan beri toplanmayan Fas Yüksek Âlimler Konseyi 2004’de yeniden yapılandırılarak etkinleştirilmiş ve başına modernist bir âlim olan Ahmed Abbadi getirilmiştir. Yine 2006’da yapılan dinî eğitim reformuyla medreselerde devlet gözetimi artırılmıştır. Devlete bağlı sûfî geleneği ve Mâlikî-Eş’ârî benimseyen imam ve vaiz yetiştirecek dinî kurumlar açılmıştır. Bunun yanı sıra Suudi Arabistan menşeli kanalların etkisini azaltmak için devlet tarafından dinî program yayınları yapan Kral IV. Muhammed radyosu ve As’Sadise (altıncı) kanalı açılmıştır.
Devletin ilmî Selefîler dâhil tüm Selefî akımlara yönelik denetim ve gözetim politikası, 2011 Arap devrimlerine kadar devam etmiş, Arap devrimlerinin getirdiği değişim ve özgürlük rüzgârı, Seleflerin yeniden kamusal alana dönmelerine yol açmıştır. Bu bağlamda, 2011 Mart ayının başında Kral IV. Muhammed yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında, kapsamlı anayasa reformu yapacağını duyurmuştur (Le Point, 2011). Fas devleti, 2003’ten beri Selefîlere yönelik takip ettiği denetim ve gözetimi azaltmıştır. Bu kapsamda 2012’de çıkarılan genel af yasasıyla çok sayıda tutuklu Selefî serbest bırakılmıştır. Bu vesileyle Muhammed el-Fizazi, Muhammed Abdulvahab Refiki, Hasan Kettani ve Ömer el-Haduçi serbest bırakılmıştır (Crétois, 2017). Ayrıca Suudi Arabistan’da mülteci olarak yaşan el-Magrui’nin Fas’a dönerek dinî faaliyetlerini sürdürmesine izin verilmiştir.
Fas Devleti, 2011 yılında başlattığı reformlarla Selefîleri yerlileştirmek, bunun yanında sûfîliğe alan açma yöntemini benimsemiştir. Bu süreçte Fas Selefîlerinin söylem değiştirdiği görülmüştür. Özellikle Selefîlerin Arap devrimleri sırasında gösterilere katılmaması, devletin Selefîlilere bakışını nispeten değiştirmiş, devlet Selefîliği Eş‘arî-Mâlikî din anlayışıyla çatışmamak koşuluyla benimseyemeye başlamıştır. Fas İslami İşleri Eski Bakanı Alevi Medgıri’nin Selefî tasavvuf olarak adlandırdığı bu yaklaşım, Selefî ve sûfî doktrini harmanlamayı amaçlamıştır. Devlet, Selefîliği dönüştürmek için “açılım politikası” uygulamış, 2014’de Selefî din âlimi El-Fizazi, Tanger kantinde Kral IV.Muhammed’in katıldığı bir Cuma namazı kıldırmıştır (Iraqi, 2016). 2015’te İslami İşleri Bakanlığı ve Yüksek Ulemalar Konseyi, ortaklaşa düzenlediği “Selefîlik: kavramın tanımı ve anlayışın içeriği” başlıklı konferansta Zuhal ve Al-Fizazi gibi Selefî âlimleri bir araya getirmiştir. Selefîlikteki yanlış düşünceleri düzeltmek ve devletin resmî dinî doktriniyle (Sûfî-Mâlikî-Eş‘arî) uyumlu hâle getirmeyi hedefleyen konferansın sonuçları rapor olarak Kral IV. Muhammed’e iletilmiştir. Selefî ulema devletle yakınlaşsa da tabanda tam olarak karşılık bulamamıştır. Örneğin, Selefî âlim Rafiki’nin kadının ve erkeğin mirastan eşit pay alabileceğini dile getirmesi Selefî tabanda büyük tepki çekmiştir (Crétois, 2017).
Fas’da Selefîliğin yayılma ve girişiminde devletin rolü belirleyici olmuş, devlet dönemin koşulları çerçevesinde Selefîliğe farklı yaklaşım göstermiştir. Arap dünyasındaki entelektüel tartışmalar açısından bir hayli etkin ve zengin bir geleneğe sahip olan ve 20. yüzyıl Arap dünyasında yapılan tartışmaların belirleyici entelektüellerinin ülkesi olan Fas’da Selefîlik gündem belirleyememiştir. Dinî bir yorum olarak yer yer alan kazansa da devletin attığı adımlar karşısında yer yer daralmış, yer yer görünür olmuştur.
Sonuç
Dinî kimlikli devletlerin iç politika söylemleri, dış politika refleksleri ve araçları aynı mantıksal örgüyle kurgulanmaktadır. İran, teopolitik bir siyasal söylemi din adamları ağı üzerinden toplumsallaştırırken, dış politikada mezhepdaşlarını harekete geçirmektedir. İsrail ulus kimliğinde ve küresel Yahudi lobisinin Tel Aviv ile ilişkisinde din merkezi noktada yer almaktadır. Suudi Arabistan ulusal kimliği Ali’s-Suud ve Al-i-Şeyh ittifakı üzerine bina edilmiştir. Suudi Arabistan Selefî din yorumundan iç ve dış politikada bir hayli yararlanmaktadır. Dinî kurumlar üzerinden, içerdeki dinî söylemi kontrol altına alırken, bölgedeki dönemsel konjonktür çerçevesinde Selefîliğin çeşitli yorumlarını bölge ülkelerinde yönlendirmektedir. 80’li yıllarda, ABD yönetiminin Suudi yönetimini teşvik etmesiyle Suudi yönetimi, Selefî erişim ağı üzerinden Arap gençleri Afganistan’a yönlendirmiştir. 90’lı yıllarda Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan-ABD ittifakının meşrulaştırılmasında Selefî erişim ağı bir hayli katkı sunmuştur. Arap devrimleri sonrasında, Suudi yönetimi, Selefî din adamları üzerinden bölgede kendi dış politikasına uygun hareket eden bir dinî gruplar ağı oluşturmayı başarmış, ülkelerin koşullarına göre herhangi bir yorumu ön plana çıkarmıştır.
Kuzey Afrika’da Selefîlik genel anlamda Arap dünyasıyla aynı formatta doğmuş, büyümüş ve gelişmiştir. Tabii bu doğumdan sonra büyüme ve gelişmede çevre koşulları çok etkili olmuştur. Devrim öncesi Libya’nın sert koşullarında Selefîlik çok kökleşemezken, 90’larda Sadi Kaddafi öncülüğünde Medhalîliğin Kaddafi rejimi tarafından kullanılmasıyla, cihatçı Selefîliğin Arap rejimleri ve Suudi Arabistan organizasyonuyla Arap gençlerin Afgan cihadına gönderilmesi, özellikle Cezayir’deki ve Tunus’taki Selefîlerin Afganistan’a akışı aynı merkez ve aynı akılın farklı bölgelerindeki tezahürü olmuştur ya da devrim sonrası Libya’da Medhalî Selefîliğin silahla iç içe geçerek Libya’da bölgesel ve küresel rekabetin apartlarından birine dönüşürken, Suudi Arabistan’tan yüklü müktarda maddi destek alması, Ensaru-Şeria adlı terör örgütünün Kuzey Afrika’da güçlenerek terör eylemleri gerçekleştirerek bölgeyi şiddet sarmalına sürüklemesi kendiliğinden gelişen olaylar olamamıştır. Veyahut Fas’ta Selefîliğin devletle dansının Fas’ın dış politikasına göre şekil alması Selefîliğin organik bir hareket olmadığını, belli siyasi amaçlara hizmet eden bir dinî yorum olduğunu göstermektedir. Bir diğer ifadeyle Selefîlik bütün yorumlarıyla inorganik, siyasallaşmış, Suudi Arabistan merkezli ve Suudi Arabistan’ın bölgesel ve küresel angajmanlarına göre yönlendirdiği bir harekettir.
Kuzey Afrika’nın dinî ve millî kimliğinin şekillenmesinde Selefîlik ana bileşenlerden biri olmamış, ifade ettiği görüşler Suudi Arabistan’da üretilen yorumların tekrarından öteye gidememiş, entelektüel tartışmalara reddiye külliyatından öte bir katkı sunamamıştır. Özellikle Tunus, Cezayir’de ve Fas’ta süregelen canlı entelektüel tartışmalar Kuzey Afrika ve Arap dünyasının tarihi kimliği, Arap düşüncesinin, siyasi, ahlâki ve felsefi oluşumunu ve bunun eleştirisini, Felsefe ve tasavvufunun çeşitli yorumlarının mevcut Arap dünyası açısından nasıl referans kaynağı olup olamayacağını değerlendirmektedir. Bunun yanında Avrupa’da devam eden tarih, toplum, akıl, bilim, din ve felsefe üzerine yapılan tartışmalara ciddi nüfuz kazanmış Kuzey Afrika entelektüelleri Arap dünyasının her yerinde tartışılan çığır açıcı düşünceler ortaya koymuştur. Selefîlerin bu entelektüel ortamda ifade ettiği, yaymaya çalıştığı fikir ve düşünceler Kuzey Afrika’nın dinî ve millî kimliğine ilişkin organik tartışmaların çok uzağında, kurak fikirler olmaktan öteye gidememiştir.
Kaynakça
Abu Hanieh, H. and Abū-Rummān, M. (2015). The “İslamic State” Organization: The Sunni Crisis and the Struggle of Global Jihadism. Amman: Friedrich-Ebert-Stiftung.
Ajmi, S. (2013). The Visit of a Controversial Muslim to Tunisia Sparks Debate. Open Democracy. https://bit.ly/3yUY3dx
Amghar, S. (2008). Le Salafisme en France: De la Révolution İslamique à la Révolution Conservatrice. Critique internationale, n° 40(3), 95-113.
Blanc, T. (2020. November 05). Salafisme(s) Postrévolutionnaire(s) en Tunisie : un « Paradoxe Tunisien»?. Pressreader. https://bit.ly/3ssq89r
Boroujerdi, M. and Rahimkhani, K. (2018). Postrevolutionary Iran: a Political Handbook. Syracuse, New York: Syracuse University Press.
Boukhars, A. (2018). My Enemy’s Enemy. Carnegie Middle East Center. https://carnegie-mec.org/diwan/76098
Businessnews. (2020, November 05). L’arrivée de deux Prédicateurs Marocains Provoque l’agitation à l’aéroport Tunis-Carthage. https://bit.ly/3k43Irj
Crétois, J. (2020, September 03). Maroc : Qui est « Abou Hafs », L’ex-Salafiste Qui Parle de L’égalité dans L’héritage Entre Hommes et Femmes?. Jeune Afrique. https://bit.ly/3sy2wAA
Directinfo (2020, September 01). Le Parti Salafiste Al-Assala Accuse Ennahdha de Vouloir “Monopoliser” la Scène Politique. https://bit.ly/3AKjqi0
El-Cezire (2020, November 01). “” https://goo.gl/BfSRdk
es-Suri, E. M. (2018). Küresel İslami Direniş Çağrısı (El Mukaveme 1. Cilt 2. Kısım). (L. Tedri, Çev.). (Anlatı Yayınları.).
Iraqi, F. (2020, August 25). Terrorisme au Maroc: Les Cheikh Repentis de Sa Majesté, Jeune Afrique. Jeune Afrique. https://bit.ly/3soQk4Z
Jeune Afrique. (2019, September 01). Législatives en Tunisie : Ennahdha en Tête Avec 52 Sièges, Selon les Résultats Officiels. https://bit.ly/3yWgy1c
Kapitalis. (2020, November 04). Un Nouveau Prédicateur Saoudien en Tournée de Prêche en Tunisie. https://bit.ly/3yUUJPu.
Kekilli, E. (2016). Haftar’ın Darbe Girişiminden BM Çözüm Taslağına Libya Siyaseti. SETA, 152. https://bit.ly/2W44eNX
Lacroix, S. (2011). Awakening İslam: The Politics of Religious Dissent in Contemporary Saudi Arabia. (G. Holoch, Çev.) (Illustrated edition.). Cambridge, Mass: Harvard University Press.
Lauzière, H. (2008). The Evolution of the Salafiyya in the Twentieth Century Through the Life and Thought of Taqi al-Din al-Hilali. Georgetown University-Graduate School of Arts & Sciences. (Thesis). https://bit.ly/3ssploZ
Le Parisien. (2020, August 25). Tunisie: la loi d’amnistie générale concernera aussi les islamistes. https://bit.ly/2W5ED6Y
Le Point. (2020, September 02). Mohammed VI Annonce une “Réforme Constitutionnelle” Démocratique https://bit.ly/3AO5mEd
Liberte. (2020, August 26). Un Prédicateur Saoudien Mobilise les Salafistes Algériens. https://bit.ly/3iTBnEU
Markey, P. and Chikhi, L. (2020, November 05). Ex-fighter’s Calls for Algeria İslamist Party Stir Ghosts of Past. Reuters. https://reut.rs/3z87JBi
Meddi, A. (2020, August 26). Algérie : Un Imam Wahhabite Déclenche la Polémique. Middle East Eye. https://bit.ly/3gbnMH7
Mouline, N. ve Rundell, E. S. (2014). The Clerics of İslam: Religious Authority and Political Power in Saudi Arabia. Yale University Press. https://www.jstor.org/stable/j.ctt13x1t4p
Musa Nafi, B. Abdulmevla, İ. ve Takiyye, el-Havvas. (2014). Katar: El-Cezire Yayınları.
Quebec Huffingtonpost (2020, November 05). Deux Prédicateurs Marocains Interdits D’entrée
en Tunisie. https://bit.ly/3gufyub
Stern, Y. Z. (2017). Religion, State, and the Jewish Identity Crisis in Israel. Brookings Institution.
Tawil, C. (2011). Brothers In Arms: The Story of al-Qa’ida and the Arab Jihadists. (R. Bray, Çev.) (English edition.). London: Saqi Books.
Tunus İşçi ve Reform Cephesi (2020, August 05). Facebook official page. https://bit.ly/2XEFVqJ
Zelin, A. (2012). Who is Jabhat al-Islah? Carnegie Endowment for International Peace.
https://carnegieendowment.org/sada/48885
[1] Bu yazı, Emrah Kekilli’nin SETA’dan yayınlanan “Orta Doğu Siyasetinde Medhali Selefîliğin Rolü” başlıklı analizi genişletilerek hazırlanmıştır.
[2] Bu yazıda Selefilik ve Vahhabîlik eş anlamlı olarak kullanılmaktadır, çünkü Selefilik, Vahhabîlerin kendisine verdiği isimdir.
[3] Libya’da Medhalîliğe ilişkin burada ifade edilen bilgiler yazarın 2017 yılında Trablus’ta, 2018 yılında Ankara ve İstanbul’da Libyalı din adamları, siyasetçiler, gazeteciler ve akademisyenlerle yaptığı görüşmelere dayanmaktadır.