Giriş
Mısır modern döneme gözlerini 1798’de Fransız işgali ile açtı. Bu işgal etkileri aslında daha önce hissedilen Akdeniz’in kuzeyindeki değişimleri, Mısır’ın bağrına kadar taşımıştı. Napolyon’un çılgın girişimi, modern Mısır tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu sefer başlangıçta kısa süreli olsa da Mısır’ın Haçlılar’dan sonra yeniden Batı işgaline girmesine sebep olmuştu. Mısır’ın bu sömürgeleşmesi, kısa bir süre olmasına rağmen (1798-1801) siyasal, iktisadi ve kültürel hayatta geri dönülmez bir etki bırakmıştır. Bu işgal ve devamında gelen siyasi çalkantılar, ülkenin bağımsız bir şekilde gelişmesini engellemiş ama bir taraftan da yeni siyasal düşünce ve hareketlerin ortaya çıkmasını tetiklemişti. Tarih boyunca uygarlığın gelişiminde önemli roller oynayan Mısır, modern dönemde çok esaslı değişimler yaşamıştır. 19. yüzyılda saraydan başlayan modernleşme girişimleri, bürokratik mekanizmaları etkilerken uzunca bir süre halka inmemiştir. Ancak 20. yüzyıldan itibaren modernleşme girişimleri hukuki, idari, iktisadi, eğitimsel ve kültürel pratiklere sirayet ederek halkın hayatına da yansımaya başlamıştır. İşte bu noktada modernlikle farklı karşılaşma deneyimleri çerçevesinde farklı tepkiler ve düşünce akımları ortaya çıkmıştır.
Gelenek Yenilenme İkiliği
Çağdaş Mısır düşüncesini modern zamanlarda tek bir kavramla ifade edecek olsak o kavram herhalde “gelenek” (turâs) olurdu. Modernlikle karşılaşmada etkili bir kavram olan gelenek, dinî düşüncenin yeni yorumları karşısında da merkezî bir rol oynamıştır. Gelenek, modernleşme sürecinde Mısır yerli düşüncesinin ve kimliğinin temelini oluşturmaktadır. Bu süreçte geniş çaplı Batılılaşma girişimlerini yorumlamada ve göğüslemede merkezî bir yere sahip olan gelenek fikri, yenilikçi düşünce karşısında da muhafazakârlığın dayanağı hâline gelmiştir. Dolayısıyla çift yönlü bir işlev ve etki sahibidir. Gelenek sadece düşünsel bir mesele ve kalkış noktası değildir aynı zamanda bir yaşantı ve pratiktir. Dolayısıyla sadece fikrî bir yorumlama meselesi olarak değil günlük yaşamın işleyişi ile de ilişkilidir. Bu anlamda gelenek meselesi, düşüncenin yorumlanmasından ziyade artık bugün bir yaşam tarzı sorununa dönüşmüş görünmektedir. Ama daha çok maddi imkânsızlıkların yoğurduğu bir yaşam tarzının çerçevesine hapsolan bir geleneksellik söz konusudur.
Öte yandan eğer çağdaş Mısır düşüncesini ifade eden bir ikinci kavram daha arayacaksak bunu bize uyanış (nahda) kavramı verir. Uyanış tüm formlarıyla çağdaş Arap düşüncesinin aradığı bir kavramdır. Bir yönüyle sömürgeden kurtulmayı, Batı etkisinden çıkmayı ifade ederken öte yandan da geleneksel düşüncenin statikliğinden çıkmayı da ifade etmektedir. Mısır’da Nasır özellikle ilk zamanlarında modernleşme ile din, devlet ile toplumun nadir birleşme anlarından birinde bir diriliş anının geldiğine dair umutları yeşertmişti. Ancak zamanla Nasır’ın gittikçe askerî otoriter bir lidere dönüşmesi Enver Abdül Melik’in Mısır’ın Nahdası (1983) adlı eserinde belirttiği kopmalara yol açmıştır. Uyanış kavramı elbette öncesinde bir uyuma hâlini varsaymaktadır. Bu uyuma hâlinin Mısır’ın kendi kimliğini yenileyemeyerek düştüğü yenilgi hâline bir meydan okuma olduğu sıklıkla dile getirilmiştir. Bu meydan okuma elbette temellerini geleneğin eleştirel bir değerlendirmesinden alan bir kimliğin oluşumunu gerektirmekteydi. Baas (yeniden doğuş) rejimlerinin fikrî çerçevesini de oluşturan bu uyanış fikri zamanla kaba bir ironiye dönüşmüştür. Günün sonunda yeniden doğan sadece Firavunlar olmuştur.
Devlet Toplum Gerilimi
Mısır’da çağdaş dönemde düşünsel tartışmaları şekillendiren temel mevzu, devlet ile toplum arasındaki gerilimdir. Modernleşme sürecinde kralın ve akabinde de otoriter askerî liderlerin halkın katılımına -ki bağımsızlığı getiren o halkın talep ve mücadelesidir- alan açmaması, devletin gittikçe toplumdan kopmasına zamanla da dünya sisteminin yerel bir kontrol aygıtına dönüşmesine yol açmıştır. Devlet-toplum münasebetleri çoğu kez çatışma hâlinde düşünce yaşamının farklı renklerini ve biçimlerini meydana çıkarmıştır. Bu skalanın bir ucuna modernleşme ve onunla ilişkili unsurları koyarsak öte tarafına da geleneği ve onunla ilişkili unsurları koyabiliriz. Devletin ve toplumun talepleri birbirinden koparak bu gerilim “büyük kopuş” olarak karşımıza çıkar. Bu büyük gerilimin altında elbette başka gerilim hatları da bulunur.
Mısır’ın modernleşme süreci her zaman araştırmacıların ilgisini çekmiştir. Müslüman dünyanın en erken modernleşmeye başlayan bu parçası aslında kurumsal ve siyasal olarak en kapsamlı değişim yaşayan ülkesidir. Ancak buna rağmen Mısır’ın modernleşme hususunda Türkiye veya İran ile kıyaslandığında daha fazla mesafe katettiğini söylemek pek de mümkün değildir. Bu neticenin ortaya çıkmasında şüphesiz Mısır’daki özel siyasi ve toplumsal koşulların çok ciddi bir yeri bulunmaktadır. Mısır’ın modern dönem siyasal ve iktisadi hikâyesi hep bir döngüyü içerisinde barındırır. Modernlik ile geleneksel Mısırlılığın karşılaşmalarında bu iki unsur, yağ ve su gibi birbirinden ayrışmaktadır. Böylece modernlik ve geleneksellik bir arada olsalar da birlikte değildirler. Bugün görünürde geleneğin yenilenmiş biçimleri, kurumsal ve düşünsel olarak mevcuttur ama derinlemesine bir bakış, bu yapılar boyunca birbirinden ayrı katmanlar bulunduğunu görebilir. Zorba yönetimlerin yukarıdan aşağıya baskıyla yerleştirdiği modernlik, geleneğin yumuşak yapısı üzerine konulmuş sert bir tabaka gibi durmaktadır. Ancak geleneksel İslami yapılar ve ağlar -tüm Müslüman toplumlarda olduğu gibi- bahsedilen yumuşaklığın da etkisi ile zannedildiğinden daha güçlü ve yaygın bir biçimde Mısır toplumunun sosyoekonomik dinamiklerini etkilemektedir. Mısır düşüncesinin derinlerdeki katmanlarına ulaşarak düşünsel yapısı hakkında bir çerçeve oluşturmak amacıyla hazırlanan bu kitap, giriş hariç 11 bölümden müteşekkildir.
Hukuk ve Siyaset Düşüncesinin Oluşumu
Özgür Kavak, Mısır’da Çağdaş İslam Düşüncesinin Oluşumu: İslam Hukuk ve Siyaset Düşüncesinde Yeni Arayışlar başlıklı yazısında, Mısır’ın 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan modernleşme sürecini merkeze alarak İslam düşüncesinin oluşumu inceleniyor. Bu incelemede, Mısır’daki hukuk ve siyaset düşüncesinin oluşumu Cemâleddin Efgânî, Muhammed Abduh ve Reşîd Rızâ’nın düşünceleri merkeze alınarak zaman zaman da Ali Abdurrazık’ın düşüncelerine atıfla açıklanmaktadır.
Mısır’da 1800’lerin sonunda başlayan modernleşme tartışmalarına muhafazakâr ve modernist İslamcılar, milliyetçiler ve sekülerler dâhil olmuşlardır. Mısır’da Batı’yla entelektüel temasın ilk tezahürü büyük oranda Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın emriyle 1828 yılında Paris’e hukuk tahsili için gönderilen öğrenciler eliyle olmuştur. Bu öğrenciler, Fransız hukuk sistemini Mısır’a taşımışlardır. Dinî düşünce alanında ıslah gerektiği düşüncesi ise Efgânî’nin Mısır’a gelişi ile başlamıştır.
Esas itibarıyla Batı merkezli sömürgeleştirme faaliyetleriyle yüz yüze kalmanın ortaya çıkarttığı sorunlar, bu düşünürler tarafından büyük oranda ilerleme-geri kalma ikiliği içerisinde analiz edilmiştir. Bu dönemin hâkim inanışı olan Batı’nın ilerleyip İslam coğrafyasının geri kaldığına dair fikirler içselleştirerek ıslah arayışları başlatılmıştır. Efgânî, yaptığı konuşmalarda fıkhın sınırlarını tek bir mezhebin sınırlarında kalmayacak şekilde genişletmeye çalışmıştır. Onun talebesi olan Abduh, akıl ve ilimle ilişkisini güçlendirerek değişen dünya şartlarında dinin rolünü tekrar etkinleştirmeyi amaçlamıştır. Böylece onlar, yeni bir hukuk sistemine altyapı hazırlamışlardır.
Efgânî-Abduh-Reşîd Rızâ ekolünün sadece Mısır’da değil çağdaş Müslüman dünyanın her tarafında etkisi büyüktür. Özellikle Reşîd Rızâ’nın Menar dergisindeki yazıları, İslam ilimlerinin gerek kaynak ve usul gerekse tartışma noktalarında bu çizgi içindeki en kapsamlı ve etkili tezler olarak Türkiye dâhil tüm İslam dünyasında kalıcı bir miras olarak varlığını sürdürmektedir. Geçmişin birikiminin sorgulandığı ve yer yer terk edildiği bir dönemde Reşîd Rızâ bu birikimi kendi hedefleri ışığında tekrar yönlendirmiştir. Rızâ, ıslah politikasında önce klasik fıkıh usulünü sorgulamış ve yeni kavramları tadil ederek bu sürece dâhil etmiş ve klasik fıkıh usulünün artık geçerli olmadığını vurgulamıştır.
Reşîd Rızâ, modern fıkıh düşüncesini oluştururken Kur’an tefsirine özel bir önem atfetmekte bazı ayetleri yorumlarken özelde naslara genelde fıkhi konulara nasıl yaklaşılması gerektiğini gösteren asıllara ulaşmaktadır. Rızâ, dinde asıl prensibin kolaylık olduğuna dikkat çekmiş ve dinin getirdiği ahkâmı, dinî ve dinî olmayan şeklinde ikiye ayırmıştır. Ona göre dinî ahkâm değişmezken dinî olmayan ahkâm zaman ve mekâna göre değişime açıktır. Bu şekilde İslam fıkhında dinamik bir yapı kurmaya çabalayan Reşîd Rızâ, içtihad kavramı etrafına fikrî yenilemeyi amaçlamaktadır. Ona göre Muâmelât sahası önemli ölçüde yenilenmelidir. Hukuk konusundaki bu yenilikçi yaklaşımlarına rağmen Reşîd Rızâ özellikle hilafet düşüncesine bağlı kalmış, modern formatında da olsa hilafetin devamlılığını savunmuştur.
Efgânî-Abduh çizgisinden gelerek siyaset alanında modern radikal temayülleri dile getiren Mısırlı düşünürlerin başında ise Ali Abdurrazık gelmektedir. 1925’te yazdığı ve hilafetin mahiyetini tartıştığı el-İslam ve Usûlü’l-Hükm adlı kitabı sebebiyle kendisine yöneltilen suçlamaların ardından Ezher’den çıkarıldı ve kadılık görevine son verildi. Bu kitapta, İslam’ın bir devlet nizamı öngörmediğini iddia etmiş, klasik literatürde şeri bir gereklilik olarak görülen hilafetin dinî ve akli bir dayanağının olmadığını savunmuştur. Liberal-seküler bir bakış açısının hâkim olduğu kitapta, topluluklar için siyasi bir idare gerekliliğinin açık olduğunu fakat böyle bir idare için dinî bir karakterin gerekli olmadığını savunmaktadır. Ona göre mevcut hilafet sistemi, İslam toplumlarında siyasi ilimlerin gelişmesini engellemiştir. Siyasal sisteme dair tasavvurlarıyla radikal önerileri dile getiren Abdurrazık, hilafetin dinî bir makam olmadığını ve günümüz koşullarında insan aklının ortaya koyduğu modern yönetim şekillerinin esas alınmasını önerir. Çağdaş demokrasi tartışmalarında önemli bir yeri olan bu eserin, hilafetin ilgası üzerine mevcut şartlara bir cevap olmak üzere aceleyle yazılmış bir metin olduğu düşünülebilir. Ezher mensubu birisi tarafından böyle bir eserin yazılmış olması, ulemadan ciddi bir tepki görmüş ve üzerine çok sayıda reddiyeler yazılmıştır. Ancak liberal-seküler görüşe sahip olanlar da onu desteklemişlerdir.
Sonuç olarak bu yazıda Kavak, Mısır’da çağdaş İslam düşüncesinin sömürgeciliğin ve modernleşmenin ortaya çıkarttığı sorunlara cevap verme ekseninde şekillendiğini gösteriyor. 19. yüzyılın sonundan itibaren yapılan tartışmalarda geri kalmışlıktan bir çıkış yolu olarak klasik İslam düşüncesinde kapsamlı bir yenilenme önerilmektedir. Bunu gerçekleştirmek üzere siyasal yönelimli bir karakter arz eden fikrî hayat meydana çıkmıştır.
Gelenek ve Modernlik: İki İtici Güç
Gökhan Bozbaş Mısır’da Gelenek ve Medeniyet Tartışmaları başlıklı yazısına Mısır’ın tarihsel süreçte medeniyet olarak önemini ve son dönemde yaşadığı siyasi çalkantıları anlatarak başlıyor. Yazı, Mısır toplumu tarafından medeniyet, gelenek ve modernite kavramlarının nasıl anlaşıldığını ve modern dönem sonrasında ortaya çıkan kimlik ve medeniyet sorularına verilen farklı cevapları irdeliyor. Yazıda farklı düşüncelerin (İslamcılık, milliyetçilik, liberalizm, sol) modernleşmeye yaklaşımları ve geleneğe atfedilen anlamları ele alınıyor.
Modernleşme sürecinde kimlik ve medeniyet soruları, gelenek kavramını Mısır düşünce yaşamının en kilit mefhumlarından birisi hâline getirmiştir. En basit şekliyle modern yeni olan, gelenek ise eski olandır. Bireylerin bu kavramlara yaklaşımı ise kişinin hayatı algılama şekline bağlıdır. Geçmişte modernleşme hareketleri, olgularını, toplumların geleneksel kavramları üzerine kurarak kendilerini meşrulaştırıyorlardı. Mısır’da gelenek anlamına gelen “turâs” kelimesinin ilk anlamı; “miras yoluyla kalan herhangi bir şey”dir. Bu kelime, Kur’an’da da pek çok yerde miras kelimesinin karşılığı olarak geçmektedir. Kelimenin anlamı zaman içerisinde genişleyerek “bir milletin tarihten bugüne kadar taşıdığı maddi manevi değerler bütünü” şeklinde anlaşılmaya başlamıştır. Bu tanım özellikle Müslüman toplumlarda İslam öncesi dönemin medeniyetinin kabul edilip edilmeyeceği tartışmalarını doğurmuştur. Bu tartışma bağlamında Mısır’da İslam öncesi dönem ile İslami gelenek arasında ciddi bir çatışma vardır. Mısır’da bürokraside İslam’ın hükmü devam etse de modernleşme ile beraber fiiliyatta İslam’ın etkisi oldukça azalmıştır. Mısır’da modernitenin nasıl algılandığını anlayabilmek için kullanılan kavrama göz atmalıyız. Arapçada modernite yerine kullanan kavram kelimesi “ha-de-se” kökünden türemiştir ve anlamı “eskinin karşıtı” şeklindedir. Kelime aynı zamanda “bir şeyin meydana gelmesi, olması, son zamanlarda ortaya çıkması” anlamı da taşımaktadır. Dinî terimler sözlüğünde ise modernite kelimesi “sünnetten çıkış, terk ediş, sapkınların sıfatı” gibi anlamlara gelmektedir.
Mısır’da İslamcı düşünce, Mehmet Ali Paşa’nın ulus inşa sürecinde ortaya çıkmış fakat ilk dönemde çok etkin olamamıştır. Moderniteye yaklaşımları açısından İslami hareketler üç başlık altında incelenebilir. Bunlar; en eski ve köklü olan sufi hareket, devlet merkezli modernleşmeye karşı çıkan Müslüman Kardeşler ve moderniteyi bütünüyle reddetmeye odaklı Selefi harekettir. Bu üç hareketin moderniteyi değerlendirme ve ona tepki verme biçimleri farklıdır. Selefiler geleneğin günümüzde de benimsenmesini selefe karşı bir sorumluluk olarak görmüşler ve modern olan her şeyi reddetmişlerdir. Sufiler ise devletin benimsediği modern söylemi benimsemişlerdir. Müslüman Kardeşler ise modernitenin maddi kültürünü içselleştirerek geleneğin manevi kültürüne sahip çıkmaya çalışmışlardır.
Mısır’da milliyetçiler arasındaki gelenek ve modernite tartışmaları da bir hayli önemlidir. Mısır’da iki farklı milliyetçi söylem vardır: Vatan unsurunu ve vatanseverliği merkeze alan Mısır milliyetçiliği ve Araplığı merkeze alan Arap milliyetçiliği. Mısır milliyetçiliği siyasal bir söylem olarak 19. yüzyıl başında Fransa’ya gönderilen öğrenciler tarafından ortaya atılmıştır. Daha sonra Urâbî Ayaklanması ve 1952 Hür Subaylar Darbesi sırasında pekiştirilmiş ve tamamen kanıksanmıştır. Daha sonra Temmuz darbesi ile göreve gelen Sisi, Mısırlılık anlayışını tekrar gündeme getirmiştir. Arap milliyetçiliği ise Mısır’da diğer Arap ülkelerine göre daha geç ortaya çıkmıştır. Bu düşüncenin toplum tabanında karşılık bulması, II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru mümkün olmuştur. Özellikle Nasır döneminde Mısır’ın Araplığına vurgu yapılmıştır. Bu anlayış, sömürgeci ve kapitalist Batı’nın ve aynı zamanda Mısır milliyetçiliğinin karşısındadır. 1967 yılında yaşanan hezimet ise Arap milliyetçiliğinin çökmesine neden olmuştur. Bu dönemden sonra Mısırlılar kimlik arayışına başlamışlardır. Bundan sonra devlet politikası olarak Mısır milliyetçiliğine dayanmışlar fakat halk tabakasında Arap milliyetçiğinin etkileri devam etmiştir. Özellikle 2000’li yılların başında Filistin’de yaşananlar, Arapçılık bilincini ortaya çıkarmıştır. Mısır’da 25 Ocak 2011 Devrimi olarak bilinen Arap Baharı döneminde tüm Arap ülkelerinde başlayan ayaklanmalar, küresel bir Arap toplumundan bahsedilebileceğini düşündürmüştür. Mısır’da milliyetçiler arasında bir kimlik birliğini sağlaması bakımından geleneğe büyük bir vurgu olduğunu görürüz. Ancak bu vurgu, İslamcılarda olduğu gibi İslami ağırlıklı bir vurgu olmaktan ziyade devletin varlığını merkeze alan tarihî bir vurgudur. Ayrıca bu vurguda, modernite ile çok ciddi bir karşıtlık da bulamayız.
Sekülerizm 19. yüzyılda Mısır halkını elit kesimden başlayarak etkilemiştir. Halk tabanının okuma yazma bilmemesi sebebiyle modern düşünce halk tabanına yansımamış hatta halkın kanaat önderleri tarafından nefyedilmiştir. Özellikle yurt dışına gönderilen öğrencilerin Mısır’a geri dönmesiyle ve matbaanın ülkeye gelmesiyle tercüme faaliyetleri artmış ve gazeteler, fikrî oluşumların ve tartışmaların yayılmasını sağlamıştır. Liberalizmin ve sekülerizmin Mısır’daki etkinliği açısından Hidiv İsmail dönemi çok önemlidir. Tarihsel süreçte pek çok modern kurum ve kuruluş onun döneminde açılmış, Mısır’ın “bir Fransa olmasına” çalışılmıştır. 1882 yılında yaşanan İngiliz işgali sonrası liberalizm ve sekülerizm işgal güçlerine ait kavramlar olarak görülmesine, İslami ve millî hareketler tarafından ciddi bir dirençle karşılaşmasına yol açmıştır. Bu çatışma ortamı günümüze kadar devam edegelmiştir.
- yüzyıl aynı zamanda reformist İslamcı aydınların ortaya çıktığı dönemdir. Toplum ve aydınlar bu dönemde geleneksel dinî otoriteden sıyrılmaya başlamıştır. Yine bu yüzyılda seküler mahkemelerin kurulması, gayrimüslimler ile Müslümanlar arasındaki farkın resmî olarak kaldırılması ve Batılı tarzda seküler eğitim kurumlarının kabul edilmesi gibi gelişmeler, toplum hayatında sekülerleşmenin yayılmasını sağlamıştır. Bu anlamda liberal düşüncenin gelenek modernlik ikileminde daha çok ikincisinden yana tavır aldığını görürüz.
Mısır’da sol hareketin geçmişi sadece son yüzyıl ile sınırlıdır. Bolşevik Devrimi ve Avrupa’da eğitim alan gençler, Mısır’a sol düşüncenin taşınmasını sağlamışlardır. Kötü siyasi ve ekonomik koşullar ve çalkantılar sebebiyle zorlanan işçi ve çiftçi sınıfına dinî söylemleri dışlamadan yaklaşan sosyalist düşünce zamanla toplumun alt sınıfları tarafından benimsenmiştir. Bu dönemde sömürgecilik karşıtı grevler yapılmıştır. Aldıkları modern ve seküler eğitim ile işgalcilere karşı kendisini yetiştiren yeni aydın sınıf, iktidardaki liberal ve Batıcı sınıfa karşı sosyalist ve Arap milliyetçiliği üzerinden söylem geliştirmiştir. Bu bağlamda Mısır solu, diğer Arap ülkeleri ve İran’da olduğu gibi dinle mesafesini çok açmamıştır. Özellikle İslam düşüncesindeki adalet ve eşitlik vurgularını kullanarak kendisine bir fikriyat inşa etmeye çabalamıştır.
Bozbaş yazısında, Mısır’ın bir medeniyet havzası olarak tarihî süreçteki önemini ve geçirdiği toplumsal, siyasi, askerî ve fikrî değişimleri incelemektedir. Yazıda, Mısır’da gelenek ve modernleşme kavramlarını konumlandırılması geniş bir biçimde ele alınmaktadır. Toplumun moderniteye verdiği tepki ve çeşitli fikrî akımlarda farklı şekillerde ortaya çıkan sonuçları takip etmek, Mısır düşüncesini anlamak bakımından bir hayli önemlidir. Bozbaş’a göre Mısır’da modernleşme farklı katmanlara farklı milliyet ve farklı dinî inançlara sahip olan toplumsal gruplar tarafından farklı algılanmıştır. İslamcı örgütler, devlet merkezli modernleşme karşısında konumlanırken Selefiler, moderniteyi tamamen reddetmiştir. Sufiler, devlet otoritesine entegre olarak sadece devletin kabul ettiği modernleşmeyi içselleştirmişlerdir. Müslüman Kardeşler modernleşmeye seçici ve geçirgen bir şekilde yaklaşmıştır. Modernleşme sürecinin bir neticesi olan milliyetçilik, sol, liberal düşüncelerin modernliğe yaklaşımı ise başka saikler etrafında şekillenmiştir. Milliyetçi düşüncenin modernleşmeye tepkisi, Arap milliyetçiliği ve Mısır milliyetçiliği içerisinde meydana çıkmıştır. Dönem dönem Mısır siyasetine egemen olan bu düşünceler, modernleşmeyi devlet inşa etmenin ayrılmaz bir bileşeni olarak görmektedirler. Onlara göre esas sorun, toplumsal kimliğin korunmasıdır. Öte yandan liberaller de modernleşmeye olumlu yaklaşan gruplar arasındadır. Batı ile bütünleşmeyi demokrasi ve hakların gelişimi için bir imkân olarak gören bu gruplar, modernleşmenin gelişmemesinden yakınmaktadırlar. Modernleşme süreci aynı zamanda toplumsal düzenin bozulduğu çalkantılı bir siyasal sistemin ortaya çıktığı bir dönemdir. Bu süreçte ekonomi de modernleşmiş, meydana çıkan kapitalist iktisadi model ile toplumun alt tabakası yoksullaşmıştır. Buna tepki olarak ortaya çıkan sol düşünce, bir taraftan kapitalizm ve emperyalizm karşıtlığıyla halkçı iken öte yandan da din ve gelenek karşıtlığıyla modernisttir. Görünen o ki günümüzde Mısır’da despotik bir darbe yönetimi altında yukarıdan aşağıya devlet gücü kullanılarak bir kez daha modernleştirme denemesi gerçekleştirilmektedir ve yine bu sebeple modern-geleneksel ayrımı, Mısır düşüncesinin temel hatlarından birisi olmaya devam etmektedir.
İslamcı Düşüncenin İki Tonu: Müslüman Kardeşler ve Selefilik
Mısır, modern dönemde İslamcılık düşüncesinin ana kaynaklarından biri olması sebebiyle önemlidir. İslamcılığın kurucuları ya burada yaşamışlar veya hayatlarının bir kısmını burada geçirmişlerdir. Ayrıca İslami düzeni amaç edinen ilk siyasal örgüt olan Müslüman Kardeşler de burada kurulmuştur. 19. yüzyılda modernleşmenin etkilerinin toplumsal alanda hissedilmeye başlanmasıyla beraber düşünürler çözüm aramaya başlamış ve Mısır bu arayışların merkezi hâline gelmiştir. Özellikle Osmanlı yönetimine ve İngiliz sömürgeciliğine karşı çıkılıp ulus devlet sistemine geçilmesinden sonra bu sistemde İslami düzenin nasıl kurulacağı başlıca tartışma konusu olmuştur. Böylece İslamcı düşüncenin merkezi, teolojik tartışmalardan siyasi alana kaymıştır.
İslamcılık düşüncesi, diğer toplumsal hareketlerden siyasal düzen fikrini barındırmasıyla ayrışır. İslami hareket mensuplarına hem aidiyet kazandırır hem de siyasal ve toplumsal alana nüfuz ederek bir düzen fikri etrafında hareket etmelerini önerir. Bu bağlamda İslamcı kimliğe sahip bireyler, İslam’ın temel ilkelerini hukukun ve siyasetin temeline yerleştirmek isterler. Bu nedenle İslamcılık, Batılı siyasi düzeni sorgulamaktadır. İslamcı düşüncenin en belirgin özelliği; din, siyaset, hayat ve düzen gibi kavramları birbirinden kopuk bir şekilde değil bir bütün şeklinde ele almasıdır. Bu nedenle İslamcılık, modernleşme sürecinde yaşanan dinin siyasal ve toplumsal alandan soyutlanması fikrine karşı çıkmaktadır.
Mısır’da İslamcı düşünce yukarıda dile getirildiği gibi sömürgeciliğe, Batılılaşmaya, sekülerleşmeye karşı bir fikir hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak aynı zamanda mevcut durumun müsebbibi olarak görülen geleneğe de eleştirel bir biçimde bakar. İslamcı düşünceyi ifade eden en önemli kavram, yenilenmedir. Bu bağlamda Mısır İslamcılığının birbirinin içinden türeyen iki farklı tonu bulunmaktadır: Daha ılımlı bir ton olan Müslüman Kardeşler’in İslamcılığı ile reddiye üzerine kurulu olan Selefilik.
Muhammed Hüseyin Mercan, Mısır’da İslamcılığın Seyri: Siyasal Düzen Merkezli Bir Analiz başlıklı yazısında İslam coğrafyasında Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılıp ulus devletlerin kurulmasından sonra İslami sistemi kurmak isteyen düşünürlerin özellikle Mısır coğrafyasında geçirdikleri süreçleri ve geldikleri yol ayrımlarını ele alıyor. Mercan yazısında, Mısır’da İslamcı düşüncenin ortaya çıkışını ve Müslüman Kardeşler Teşkilatı etrafındaki seyrini Efgânî, Abduh ve Benna’nın düşünce sistemleri ve çalışmaları etrafında inceleniyor.
Mısır’da İslamcı düşüncenin kökenleri Efgânî ve Abduh’a dayandırılmaktadır. Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan el-Benna da İslamcı düşünceye bir hareket zemini kazandırması anlamında önemlidir. İslamcılık düşüncesi sadece bu kişilerin yaptıklarına indirgenemez fakat bu isimlerin ortak özelliği, geleneksel yöntemler yerine dinde ıslahatçı bir tutumun sergilenmesinin gerekli olduğunu öne sürmeleridir. Efgânî, Müslümanların dini doğru anladıkları zaman siyasi alanda da güç elde edeceklerini savunmuştur. İslam birliği fikri etrafında siyasal bir perspektif sunan Efgânî, Müslümanların bir araya gelmesiyle Batılı güçlerin sömürgesinden kurtulabileceklerini vurgulamaktaydı. Efgânî’nin düşüncelerinden etkilenen fakat aslında düşünsel olarak ondan daha derinlikli bir isim olan Abduh ise siyasi pratikten ziyade fikrî derinleşmeye yönelmiştir. Abduh daha çok eğitim ve düşünce alanında yapılabilecek reformlar üzerine çalışmıştır. Zamanla Mısır milliyetçiliğine yönelmiş bu sebeple de İslamcı düşüncenin evrenselliğine dair tutarlı bir tutum sergileyememiştir. Muhammed Reşîd Rızâ, Abduh’tan sonra Mısır’da İslamcı düşüncenin önemli isimlerindendir. Rızâ, ulemayı ilerlemenin önündeki en büyük engel olarak görmüş ve hilafet kavramı etrafında bir siyasi teori geliştirmeye çalışmıştır. İslam’da gerçek reformun ancak hilafet kurumunun yeniden yapılandırılmasıyla mümkün olduğunu savunmuş ve bu düşüncesini modern döneme uygulayarak halifenin kural koyucu olmak yerine kuralların uygulanmasında nezaret edici bir konumda olmasını önermiştir. Rızâ’nın fikirleri, I. Dünya Savaşı sonrasında halifesiz kalan İslam toplumundaki çözüm arayışlarına öncülük etmiştir.
İslamcı hareketler, Mısır’da zamanla örgütlü bir hâle gelmiştir. Genç Müslümanlar cemiyeti, Mısır’ın ilk örgütlü İslami hareketidir. Cemiyet, Müslümanlar arasındaki bağı kuvvetlendirmeyi ve İslam merkezli bir sosyal inşayı hedeflemişti. 1923’te Genç Hristiyanlar cemiyetinin kurulmasından sonra kurulan Cemiyet’in hedefleri arasında Mısır gençliğini misyonerlik faaliyetlerine karşı bilinçlendirmek ve Müslümanları, toplumsal olaylara dâhil olmaya teşvik etmek de vardır. Bu cemiyet, dinî eğitimlerden spor ve dramaya kadar çok farklı alanlarda eğitimler vermiş, İslam ve modernleşme konularında entelektüel tartışmaların merkezi olmuştur. Filistin olaylarının yaşandığı dönemde Siyonizm’e karşı Filistinlilerin desteklenmesi konusunda önemli çalışmalar yapmıştır. Fakat hareket, aktif siyasetten uzak durduğu için Mısır’da çok etkili olamamıştır.
Genç Müslümanlar cemiyetinden etkilenerek Müslüman Kardeşler’in temelini atan Benna, topluluğun faaliyetlerini siyasetten çok toplumun İslami yaşam biçimini benimsemesine dair faaliyetleri öncelemiştir. İlerleyen yıllarda tamamen siyasi bir harekete dönüşen Müslüman Kardeşler, kuruluş aşamasında yerel ve dinî bir oluşumdu. 1932 yılında Benna’nın Kahire’ye tayin edilmesiyle beraber hareketin merkezi de başkente kaydı ve daha geniş çaplı, sistematik çalışmalar yapmaya başladılar. Bu sürecin devamında da hareket, siyasi bir yapıya evrilmiştir. Gittikçe genişleyen ve sosyal yaşamın farklı alanlarını kuşatmaya başlayan Teşkilat, 1945 yılında seçimlere katılmasıyla siyasete adım atmıştır. Meşru zeminde kalarak siyasi varlık göstermeye çalışan Benna bu anlamda modern İslamcı geleneğe örnek olmuştur. Müslüman Kardeşler zamanla resmî kurumlar tarafından tanınmış ve yasal bir statü elde etmiştir. Fakat bu genişleme rejimi rahatsız etmiş ve 1948 yılında Teşkilat yasaklanmıştır. Bu hadise, Mısır’da İslamcı düşüncenin toplumu harekete geçirme gücüne sahip olduğunu gösterir. Bu dönemde Teşkilat üyesi bir üniversite öğrencisinin Başbakan Nukraşi Paşa’ya suikast düzenlemesi ve 1949’da Benna’nın kimliği belirsiz kişiler tarafından suikasta uğrayarak hayatını kaybetmesi, Teşkilat’ı çok ciddi bir biçimde etkilemiştir. Müslüman Kardeşler’in başına geçen Hasan el-Hudeybi hükûmetle yakınlaşmış ve bir yumuşama sağlanmıştır. Ancak Hudeybi’nin Saray’a yakınlığına rağmen Teşkilat, 1952’de Hür Subaylar Darbesi’ne destek vermiştir. Ancak bir süre sonra darbenin öncü ismi Cemal Abdülnasır ile Hudeybi arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkmış ve Müslüman Kardeşler yeniden yasaklanmıştır.
Müslüman Kardeşler’in kurulmasından 25 yıl sonra mensupları Seyyid Kutub’un fikirlerinden etkilenmeye başlamışlardır. Kutub’un Yoldaki İşaretler isimli kitabında cahiliye ve hâkimiyye kavramları ekseninde siyasi ve toplumsal düzen fikrini ortaya koymaktadır. Kutub, Sünnilerin din anlayışından daha çok Hâricîlerin diline yakın bir üslupla İslamcılığı toplumsal gerçeklikten uzak bir boyuta taşımıştır. Kutub’un düşüncelerinin etkisiyle hareket içerisinde düzene karşı çıkan yeni gruplar ortaya çıkmıştır. Bu grupların şiddete meyilli olması, Nasır yönetimini rahatsız etmiş ve Teşkilat yeniden zor günler yaşamaya başlamıştır. 1966 yılında Nasır’ın baskısıyla Kutub’un idam edilmesinden sonra Teşkilat’ın ana akımı ile radikalleşen akım iki farklı kol oluşturmuştur. Özellikle gençler arasındaki radikalleşmeyi fark eden Hudeybi ve Şura Heyeti’nden üç önemli isim Du’at La Kudat (Davetçiyiz Yargılayıcı Değil) adlı kitabı yazarak tekfirciliği bertaraf etmeye ve hareketi ılımlı çizgide tutmaya gayret etmişlerdir. Kitabın amaçlarından biri de Kutub’un yöntemlerinin ve cahiliye ile hâkimiyye kavramsallaştırmalarının yanlışlığını göstermektir. Bu kavramlar üzerinden giderek yayılan tekfirci zihniyete karşı çıkan Hudeybi ve arkadaşları, Teşkilat mensuplarına asıl amaçlarının davet olduğunu hatırlatmaya çalışıyordu. Onlara göre radikal ve tekfirci zihniyetler, siyasi zemine sahip olan İslamcılığın kuşatıcılığına zarar vermektedir. Bu sebeple hareket, vasatiyye olarak tanımlanan orta yolcu bir anlayışta karar kılmıştır. Müslüman Kardeşler’in her şart ve koşulda sistem içinde kalarak meşru olmayan yolları reddetmesinin bir sonucu olarak bu dönemde Gizli Aygıt lağvedilmiştir.
Enver Sedat’tan sonra başa gelen Mübarek, ülkedeki havayı yumuşatmaya çalışmıştır. Bu dönemde Teşkilat, demokrasiye vurgu yaparak kamusal alanda kendini göstermeye başlamıştır. 1980’lerde seçim ittifaklarıyla siyaset alanında görünürlüğünü artırıp devlet yönetimine talip olmuştur. Bu dönemde hareket “Çözüm İslam’dadır.” yaklaşımını siyasete taşımaya çalışmıştır. Müslüman Kardeşler’in sendika yönetimlerini ele geçirmesi, Teşkilat’ın siyasi arenadaki başarısını artırmıştır. 25 Ocak Devrimi sırasında yine aktif bir rol oynayan Teşkilat, devrim sonrasında uzun süredir fırsat bulamadığı partileşme hayalini gerçekleştirmiştir. Teşkilat’ın desteklediği Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasıyla başlayan süreçte siyasi tecrübesizlik sebebiyle çok ciddi zorluk çekmişlerdir. Sisi’nin yaptığı darbe sebebiyle Kardeşler ciddi baskılara uğrayarak siyasi alanda yasaklanmıştır.
Mısır’da İslamcılık düşüncesi, siyasi koşullara göre değişmekle beraber genelde bütüncüldür. Efgânî, Abduh ve Rızâ ile gelişen İslamcı düşünce, Müslümanların içinde bulundukları zorlu durumdan nasıl kurtulacaklarının arayışı içinde olmuştur. Benna’nın Müslüman Kardeşler’i kurmasıyla beraber İslamcı düşünce pratik düzeye geçmiştir. İlk defa Müslüman Kardeşler tarafından siyaset bu kadar gündeme getirilmiştir. Demokrasi vurgusu, kadının kamusal alandaki yaşamı ve gayrimüslimlerin haklarına dair yaptığı açılımlarla evrensel ve kapsayıcı bir politika uygulamıştır. Bu özellikleri sebebiyle Mısır’da İslamcı düşünce, Müslüman Kardeşler öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılabilir. Mercan yazısında, Mısır’da İslamcı düşüncenin özellikle Müslüman Kardeşler bünyesinde nasıl geliştiğini, siyasi düzen ile nasıl bir ilişki kurduğunu ve Teşkilat’ın kendi içerisinde geçirdiği değişimleri ele alarak bu anlamda geniş bir perspektif sağlıyor.
Mısır’da İslamcılığın bir başka görünümü ise Selefilik altında kendisini göstermektedir. Yukarıda bahsedildiği gibi Mısır’da Selefilik, 1960’larda Müslüman Kardeşler içinde yaşanan ayrışmalarla yakından ilişkilidir. Ancak aynı zamanda bir düşünce sistemi olarak Selefilik, modern dönemde yaşanan gelişmelere verilen bir tepki olarak çağdaş İslam düşüncesi içinde farklı bir çerçeve oluşturmaktadır. Daha geleneksel ve muhafazakâr bir görünüm arz eden bu Selefilik, modern yaşam biçiminin bütünüyle reddedilmesi üzerinden kendisini kurmaktadır. Bu yönüyle siyasal olanı dışlamaktadır. Nurullah Çakmaktaş kitapta yer alan Mısır’da Selefi Düşüncenin Seyri adlı yazısında Mısır’da Selefi düşüncenin seyrini İslam ülkelerinin Batılı ülkeler tarafından işgale maruz kalmasının tarihi ile bağdaştırarak anlatıyor. Özellikle 90’lı yıllarda yaşanan İslami grupların hareketliliği ile yaygınlaşan Selefi grupları ele alan yazı bu bağlamda sırasıyla el-Cem’iyyetü’ş-şer’iyye li-teâvüni bi’lKitâb ve’s-Sünne hareketinden, Ensârü’s-sünne hareketinden, ed-Da’vetü’s-Selefiyye hareketini inceliyor. Bu hareketlerin kuruluş aşamalarından ve yaptığı çalışmalardan bahseden yazar, daha sonra cihadi hareketlerin ortaya çıkış sebeplerinden ve Selefi düşünce ile birleşme aşamalarını ele alıyor. Yazıda cihadi düşüncenin üç önemli ismi olan Kutub, Salih Seriyye ve Abdüsselam Ferec’in düşünceleri ele alınıyor.
Problemlerin çözümünü siyasi arenada arayan Müslüman Kardeşler, hızlı bir şekilde karşılık bulmuş ve yayılmıştır. Batılı değerleri benimsemiş ulus devletler bu hareketleri baskı yoluyla sindirmeye çalışmıştır. Bu sindirmelere verilen farlı tepkiler farklı fraksiyonların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bir kısım siyasal sınırlar içerisinde kalmaya çalışırken baskı ve işkenceye maruz kalmış başka bir kısım ise silahlı harekete dönüşmüştür. İslamlaşmanın yöntemi konusundaki bu tartışmalar, 1960’lı yıllarda yaşanmış ve bu dönem cihadi hareketin miladı olmuştur. Bu dönemden sonra 90’lı yıllarda cihadi Selefi düşünce yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır. Mısır bu tecrübeyi en yoğun yaşayan devletlerden birisidir. Mısır’daki akımlardan biri 1970’lerden sonra toplum nezdinde kabul görmeye başlayan Suudi Selefiliğinden beslenen ve temelleri yozlaşan toplumu tasfiye ve terbiye etmeye dayanan apolitik karakterli geleneksel Selefi düşüncedir. Siyasi duruş olarak ikircikli bir tutum sergileyen Selefi hareket zaman zaman fazlaca siyasallaşmıştır. Diğer bir ekol ise İslamlaşmanın silahlı mücadele yoluyla olacağını savunan “Cihadi Selefilik” akımıdır. Bu akım daha sonra 90’lı yıllarda ortaya çıkacak olan ulus aşırı cihadi grupların referansı olmuştur.
Selefilik tarihini dört evreye ayıran araştırmacılar, Ahmed b. Hanbel öncülüğünde ortaya çıkışını birinci evre, İbn Teymiyye öncülüğünde sistemleştiği 12. yüzyılı ikinci evre, Abdülvehhab tarafından Selefiliğin yeniden ihyasını ise üçüncü, Orta Doğu ülkelerinde İslami canlanmanın yaşandığı 1970 sonrasını ise dördüncü evre olarak kabul etmişlerdir. Mısır özelinde 1960 sonrasında İslami hareketler yükselişe geçmiştir. Bu düşüncenin esas ögesi, tarihsel süreçte yozlaştığına inanılan Müslümanları dinin aslına döndürmektir.
Nasır döneminin baskıcı yapısı sebebiyle hem silahlı mücadeleyi savunan cihadi gruplar hem de Tevhid eksenli İslamlaşmayı önceleyen şiddet karşıtı apolitik gruplar ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Suudilerin petrol sayesinde zenginleşmeye başlaması ile diğer ülkelerden göç alması sebebiyle Suudi Selefiliği başka ülkelerde de yayılmaya başlamıştır. Yine Mısır’daki siyasi İslami hareketlerin yaşadığı başarısızlıklar sebebiyle apolitik Selefi gruplar gittikçe daha fazla destek almaya başlamışlardır. 20. yüzyılın başında Mısır’da ortaya çıkan Selefi gruplar özellikle oryantalistlerin misyonerlik amacı ile yaptıkları çalışmalara karşı çıkmışlardır.
Bu bağlamda ülkenin ilk örgütlü, apolitik Selefi teşkilatı olan el-Cem’iyyetü’ş-şer’iyye li-teâvüni bi’l-Kitâb ve’s-Sünne (Kitap ve Sünnetle Amel Edenlerle Yardımlaşma Cemiyeti) 1912 yılında Ezher ulemasından Şeyh Mahmud Hattab es-Subkî tarafından bidatlerle mücadele etmek için kurulmuştur. Halka dinî eğitim vermek için eğitim kurumları ve ihtiyacı olanlara yardım etmek için yardım kuruluşları kuran topluluk çalışmalarını tamamen siyasetten uzak bir şekilde yürütmüştür. Fakat Cemiyet bünyesinde çıkarılan el-İ’tisâm ve et-Tibyân gibi dergiler vasıtasıyla cemiyetin zaman zaman siyasi meselelere müdahil olduğu da görülmüştür. Bu hareketin davetçi bir hayır kurumu olduğu söylenebilir.
Diğer bir Selefi yapı olan Ensârü’s-sünne cemaati, Ezher’in Selefi temayüllü şeyhlerinden olan Muhammed Hâmid el-Fakî tarafından 1926 yılında Kahire’de kurulmuştur. Cemaat halka tasavvufi din anlayışı ile sirayet eden bidat ve hurafelere karşı saf din algısını yerleştirmeye çalışmıştır. Mısır sınırlarını aşan cemaat, Sudan başta olmak üzere bazı Asya ve Afrika ülkelerinde etkin olmuş ve bu bölgelerde tasavvufi hareketi sınırlandırmıştır. İrşat ve eğitim faaliyetlerini Tevhid dergisi ve Davetçi Yetiştirme Enstitüleri aracılığıyla yürüten cemaat, yardım faaliyetleri için hastane ve yaşlı bakımevleri kurmuştur. Siyasetten uzak duran cemaat, silahlı mücadelenin ise ümmet içinde fitne çıkaracağını düşünmektedir. Yöneticilere itaat zaruri olduğu için eğer laiklerin etkisi azalacaksa Müslüman bir yönetici için oy kullanılabileceğini düşünmektedirler. Cemaat üyeleri her daim yöneticiye itaat etmişler ve Hür Subaylar Darbesi sürecinde de Kral Faruk’u desteklemiş sonrasında da Muhammed Necip’e itaat etmişlerdir. Mısır’daki bidatten sufileri ve Şiileri sorumlu tutan cemaat, Tevhid dergisinde bu konuyu sürekli işlemiştir. Bu Cemaat daha sonra Suudi Selefiliğe evrilmiş ve ülke içinde yayılmasına destek vermiştir. Bu çalışmaları için Suudilerden para desteği aldıkları iddiaları ülkede çok tartışılmıştır. 70’li yıllarda yaşanan hareketlilik Cemaat’i de etkilemiş ve politize olan bazı gençler, Cemaat’ten ayrılarak daha sonra İhvan’ın kontrolüne girecek olan Cemaat-i İslami’nin temellerini atmışlardır. Silahlı mücadeleyi desteklemedikleri ve siyasi olaylara dâhil olmadıkları için rejim tarafından yasaklanmayan Cemaat, toplumun pek çok kesiminde etkili olmuş ve yaygınlaşmıştır.
Cemaat-i İslami’nin İhvan’ın etkisi altına girerek siyasallaşması, hareket içinde bir bölünmeye neden olmuştur. Cemaat-i İslami’den ayrılanlardan ilki İhvan’ın şiddet karşıtı siyasetinden şikâyet ederek Kerem Zühdî liderliğinde kurulan ve daha sonra Cihad Örgütü (Tanzîmü’l-cihâd) ile bütünleşecek olan topluluktur. Diğeri ise İhvan’ın siyasete angaje olması sebebiyle İslami ilkelerden taviz vermesinden şikâyetçi olan şiddet karşıtı ve apolitik ed-Da’vetü’s-Selefiyye grubudur. Klasik Selefiliği temsil eden bu grup, Mısır’da apolitik Selefi hareketin 1970 yılından sonra taşıyıcısı olmuştur. 1980’li yıllara gelindiğinde ise İhvan’la olan rekabetleri neticesinde örgütlü bir oluşuma ihtiyaç duyduklarını fark etmişler ve el-Medresetü’s-Selefiyye (Selefi Ekol) adlı bir kurumsal yapı kurmuşlardır. Bu dönemde Savtü’d-Da’ve dergisini çıkarmaya başlamışlar ve davetçi yetiştirmek amacıyla Furkan Enstitüsü kurmuşlardır. İskenderiye menşeli oldukları için bu grup günümüzde İskenderiye Selefileri olarak da tanınmaktadırlar. Suudi tarzı Selefiliğin öncülüğünü yapan bu grup gençler vasıtasıyla üniversitelere açılan ilk Selefi topluluktur. Başlangıçta Ensârü’s-sünne’nin bakış açısını dar buldukları için bağımsız bir hareket kurduklarını açıklamış fakat daha sonra Ensârü’s-sünne ile ortak bir paydada buluşmuşlar ve Ensârü’s-sünne’nin şeyhlerine bağlılıklarını açıklamışlardır. Bu grup da diğer Selefi gruplar gibi tabandan yukarıya doğru İslamileşmeyi hedeflemiştir. Bu doğrultuda tasfiye ve terbiye olarak adlandırılan iki aşamada dönüşüm hedeflenmiştir. İskenderiye Selefileri, siyasi konularda Ensârü’s-sünne gibi düşünmektedirler. Devletin İslami bir devlet olmadığını kabul ederek yöneticiyi değil sistemi tekfir ederler. Devletle çatışmaya girmeden toplum tabanını İslamileştirerek şiddete gerek kalmadan İslam devleti kurmayı hedeflerler. Bu grup parlamenter sisteme dâhil olmayı ise kesinlikle onaylamamaktadır. Cihadın İslam adına yapılması gerek ilk iş olduğunu, değişimin sadece cihad ile gerçekleşebileceğini düşünen cemaat üyeleri, cihadın esas amacından saparak İslam toprakları içerisinde gerçekleştirilmesinin fitneyi artırmaktan başka bir işe yaramayacağını ve bu sebeple silahlı mücadele yolunu izlemediklerini vurgulamışlardır. Batı kaynaklı demokrasinin İslam’daki şuranın alternatifi olamayacağını ve bir kez siyasete dâhil olduktan sonra taviz vermek zorunda kalacaklarını düşündükleri için 25 Ocak Devrimi öncesinde siyasete dâhil olmamışlardır. Cihadi Selefi grupların ülke içinde masumlara karşı yaptıkları şiddet içerikli eylemleri tenkit etmiş fakat işgal altındaki ülkelerde savaşan mücahitleri desteklemişlerdir. Onlara göre Hasan el-Benna, tasavvufi kimliğe sahip olduğu için İhvan, sufi bir karaktere sahiptir ve akidevi bir sapma içerisindedir.
Mısır’da selefi hareket üç temel dönüşüm yaşamıştır. İlki, Batılılaşmaya karşı tepki olarak modern Selefi hareketin ortaya çıktığı 20. yüzyılın başı, ikincisi, Selefiliğin yükselişe geçtiği 70’li yıllar, üçüncü dönüşüm ise Selefilerin Mısır’da ne kadar etkili olduğunu ortaya çıkan 25 Ocak Devrimi ve sonrası. 25 Ocak Devrimi sonrasında yaşanan siyasi rahatlıktan faydalanan İskenderiye Selefileri siyasetten uzak kalmamışlar ve siyaset karşıtı tutumlarını gevşetmişlerdir. Bu dönemden sonra İskenderiye Selefilerinin önemli liderlerinden olan Yasin Burhâmî devrim sonrasında değişen dengeler sebebiyle İslam’a hizmet adına halkın iradesine saygı duyacakları bir sistem içinde bulunmak istedikleri için uzak durdukları siyasi arenaya dâhil olduklarını vurgulamışlardır. Böylece Batı tarzı demokrasiden kesinlikle uzak duran Selefiler, sistemin İslamlaştırılması ile siyasetin kabul edilebileceğini ifade etmişlerdir. Burhâmî bu çerçevede demokrasinin diğer ögelerini kabul ederken İslam hukukundan bağımsız bir yasamayı ve iradeyi tamamen halka vermeyi reddetmiştir. Yani devrim, Selefilerin demokrasi konusunda bir dönüşüm yaşamalarına sebep olmuştur. Devrimden önce demokrasiyi tamamen Batı icadı kâfir bir sistem olarak gören Selefiler, devrimden sonra bir kısmını kabul etmeye başlamışlardır. Bazı görüşlere göre henüz tam anlamıyla oturmayan Selefi siyaset düşüncesi ilerleyen dönemlerde İhvan’ın yaşadığı gibi bir dönüşüm yaşayarak siyasi arenada laik-liberal partilerden bir farkı kalmayacaktır. Başka bir görüşe göre ise Selefi hareket ideolojisinin tabiatı gereği böyle bir dönüşümü yaşamaya elverişli değildir. Çünkü İhvan, İslam’ı topluma modern bir söylemle ulaştırmaya çalışmıştır fakat Selefilik toplumsal bir hareketten ziyade fikrî bir ekoldür. Hem bu nedenle hem de Selefi ekol içerisinde gelişen siyaset karşıtı fikirler nedeniyle bu dönüşüm oldukça zor gerçekleşecektir. Ed-Da’vetü’s-Selefiyye Cemaati, 2013’te yaşanan darbeyi desteklemiştir. Darbe sonrasında Nur Partisi içerisinde görev alan bazı Selefi şeyhleri görevlerinden istifa ederek tekrar eğitim faaliyetlerine geri dönmüşlerdir.
Mısır Selefiliğinin diğer bir biçimi olan cihadi düşünce ise 20. yüzyılın başında sömürge karşıtlığı olarak ortaya çıkmış ana akım İslami hareketin marjinal bir yorumudur. 60’lı yıllara kadar İslami hareketin modern ulus devlet anlayışına karşı yaptığı mücadele bazı kesimleri tatmin etmemiş ve mücadeleyi farklı bir aşamaya taşımak istemişlerdir. Mısır’da cihadi düşünce, Nasır döneminde İhvan üyelerine karşı yürütülen sindirme operasyonları sırasında hapishane atmosferinde başlamıştır. Kendisini Müslüman olarak tanımlayan Nasır’ın İslamlaşmayı hedefleyen İhvan üyelerine bu şekilde davranması, İhvan üyeleri tarafından “zalim ve fasık Müslüman yöneticinin durumu” gibi konuları tartışmaya başlamasına sebep olmuştur. İşte bu dönemde ideolojik boşluk ortaya çıkmıştır ve cihadi hareket öncüsü olan isimler bu boşluğu doldurmuştur. Mısır daha sonra diğer Müslüman ülkelerde de görülecek olan cihadi hareketlerin ilk başladığı ülkedir ve cihadi Selefilik olarak bilinen düşüncenin en önemli temsilcilerinden biridir. İdeolojik boşluğu ilk fark eden isimlerden biri 1966 yılında rejim tarafından idam edilen Seyyid Kutub olmuştur. Yoldaki İşaretler adlı eserinde rejimi yeniden tanımlamaya çalışmış ve cihadi terminolojinin temellerini atmıştır. Dünyanın mevcut durumunu cahiliye olarak tanımlayan Kutub, toplumların pratik hayatlarını düzenlerken Allah’a kulluğun gereklerini yerine getirmemeleri sebebiyle bu toplumları cahiliye olarak tanımlamıştır. Ona göre İslam toplumu, itikat ve ibadetle beraber şeriatın da uygulandığı toplumdur. Günümüzde hâkimiyet insana verildiği için insanlar birbirinin rableri olmaktadır. Bu sebeple günümüzde insanlar, Allah’ın izin vermediği konularda hak iddia edebilmektedir. Kutub’a göre insanlar ne zaman Allah’ın nizamından uzaklaşırsa o zaman cahiliye durumu ortaya çıkar. “İslam bir hayat biçimidir.” diyen Kutub, düşünceleri ile Nasır’ın Batı menşeli ulus devleti ile hesaplaşmıştır. Kutub’un bu eserinde doğrudan isim vermemesine rağmen bazı ifadeleri, yöneticilerin İslam dışı oldukları yorumunun çıkarılmasına neden olmuş ve bu düşünce ilerleyen yıllarda ortaya çıkan tekfirciliğin temelini atmıştır. Nasır yönetiminin çökmeye başladığı tarih olan 1967 hezimeti, cihadi hareket için de önemli bir tarihtir çünkü cihadi düşünceye göre bu yenilginin sebebi, Müslümanların Allah’ın kanunları ile yönetilmiyor oluşlarıdır. Uzak düşman olan İsrail’le mücadele etmek için öncelikle yakın düşman olan rejimlerin yıkılması gereklidir düşüncesiyle yola çıkarak Kutub’un temelini attığı tekfir hareketini geliştiren Filistin asıllı Salih Seriyye, İman Risalesi adlı eserinde ve iman-küfür ölçütlerini yeniden belirleyerek şeriatı uygulamayan yönetimleri kâfir olarak görmüştür. 1979 yılında Mısır’ın İsrail’le anlaşma imzalamasından sonra ise harekete geçme kararı alan cihadi hareketin fikrî zemini, Abdüsselam Ferec’in Yitik Farz adlı eseriyle sağlanmıştır. Uzak düşman ve yakın düşman tanımlarını ilk kullanan kişi olan Ferec, eserinde İbn Teymiyye’den doğrudan alıntılar yaparak Selefi akımlarla cihadi akımları ilk birleştiren isim olmuştur. Ferec’in düşünceleri sonrasında harekete geçen Mısır İslami Cihad Örgütü, 1981 yılında Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ı suikastla öldürmüştür. 20. yüzyılın ikinci yarısında Filistin meselesi ve sekülerleşen ulus devletler cihadi hareketin başlıca motivasyon kaynağı olmuş ve 1967 hezimetine kadar da devam etmiştir. Bu yenilgiden sonra ise İsrail, Müslümanlar için ilk yok edilmesi gereken düşman hâline gelmiştir. Cihadi düşüncenin teşekkülünde bu üç ismin eserlerinin dışında Sedat suikastından sonra mahkemede savunma yapan Ömer Abdurrahman’ın daha sonra Kelimetu Hakk adıyla basılan savunma metni de önemli kaynaklar arasındadır. 90’lı yıllardan sonra başta seküler devlet düzenini hedef alan cihadi düşünce, eksen kayması yaşamış ve sivilleri hedef alan şiddet eylemlerine başlamıştır.
Sonuç olarak önemli ölçüde çağdaş dönemde İslamcılık düşüncesinin gelişimine ev sahipliği yapan Mısır’da İslamcılık düşüncesi çok geniş bir spektruma sahiptir. Bir tarafta daha ılımlı ve siyasal bir karakter arz eden Müslüman Kardeşler varken öte tarafta da daha keskin ve yer yer cihadçı özellikler gösteren Selefilik bulunur. Birbiri ile rekabet eden bu iki düşünce de Mısır’da kökleşerek kendi kurumsallaşmalarını gerçekleştirmişlerdir. Onları birbirinden ayıran metodolojik farklar zaman zaman daha keskin kopuşların da zemini olabilmiştir. Müslüman Kardeşler kamusal yaşamda daha açık ve daha yaygın bir siyasi öğretiye sahipken Selefi gruplar daha kapalı apolitik bir öğretiye dayanırlar. Selefi düşünce Mısır’da farklı tonları bünyesinde taşır. Günümüzdeki cihadçı düşüncenin de zemini olan Selefilik bir reddiye ve kapanma ile kendisini kurmaktadır.
Bağımsızlıktan Ulus İnşasına Milliyetçilik Düşüncesi
Mısır’da modern dönemde ortaya çıkan ana düşünce akımlarından birisi de milliyetçiliktir. Bir tarafta vatan fikrine dayanan formuyla milliyetçilik, devlet kuran bir düşünce iken öte yandan da Mısırlılık fikrinden hareketle kökü daha eskilere dayanan ulus inşa edici milliyetçilik, Mısır düşünce yaşamında etkin olmuştur. Kitapta yer alan İsmail Numan Telci’nin Arap Milliyetçiliği: Ortaya Çıkışı, Gelişimi ve Gerileyişi başlıklı yazı bu konuyu ele alıp Mısır’da milliyetçiliğin yapısını çözümlüyor.
Arap milliyetçiliği, 19. yüzyılda değişen şartlara karşı Arapların verdiği kimlik, tarih ve dil temelli bir tepkidir. Arap dünyasının genelinde milliyetçiliğin yayılmasının dört ana unsuru bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Mısır’ın 1798’de Fransızlar tarafından işgali ve üç yıl süren Fransız yönetimine verilen tepkidir. Suudi Arabistan’da Vehhabîliğin doğuşu da Arap temelli dinî bir fikrin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Öte yandan Arap memleketlerindeki elitlerin modernleşmeyi savunan fikirleri de milliyetçiliğin önünü açmıştır. Son olarak İngiliz işgaline karşı verilen bağımsızlık mücadelesinin de milliyetçiliğin yükselişinde ciddi bir etkisi vardır.
Mısır’ın 18. yüzyılın sonunda Fransızlar tarafından işgal edilmesi sebebiyle fikrî aktarım daha hızlı gerçekleşmiş ve milliyetçiliğin etkileri ilk olarak Mısır’da görülmüştür. Fransız işgali sonrasında yönetime gelen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı merkezine karşı kendi siyasal alanını kurmak için milliyetçi fikirleri desteklemiş ve düşüncenin daha fazla yayılmasını sağlamıştır. Kavalalı döneminde Fransa’ya eğitim almaya gönderilen Rifâa Râfi’ et-Tahtâvî, “vataniye” kavramını ortaya atarak milliyetçiliğin temellerini oluşturmuştur. Aynı zamanda yine bu dönemde açılan misyoner okulları, Arap milliyetçiliğinin yayılmasını sağlamışlardır. Bu dönemde Arap milliyetçiliği henüz siyasal bir ideoloji olarak ortaya çıkmasa da elitler arasında gittikçe karşılık bulan bir fikre evrilmiştir. Arap milliyetçiliğinin bir ideolojiye dönüşmesi, I. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşmiştir. Başlangıçta Osmanlı’ya karşı desteklense de Arap milliyetçiliği zamanla sömürgecilik karşıtı bir bağımsızlıkçı harekete dönüşmüştür. 1945’te Kahire’de Arap Birliği’nin kurulmasıyla Arap milliyetçiliği somut bir siyasal ideale dönüşmüştür.
Mısır’da monarşik yönetime karşı 1952’de yapılan Hür Subaylar hareketinden sonra 1954’te yönetime geçen Nasır, siyasi hayatı boyunca Arap milliyetçiliğine vurgu yapmıştır. Fakat Nasır, Arap milliyetçiliğini bir idealden çok ülke içindeki baskı politikalarını meşrulaştırmak ve bölgede etkili olmak için başarılı bir şekilde kullanmıştır. Bu hedefi için Nasır, sanat çevresini, kitle iletişim araçlarını, okul müfredatlarını ve ulema sınıfını araçsallaştırmıştır. Nasır’ın başarılı politikaları sonucunda Irak, Suriye, Filistin gibi pek çok ülkede Arap milliyetçiliğini destekleyen siyasi partiler kurulmuştur.
Nasır’ın milliyetçi politikaları ile başarılı olması, onu daha cesur kararlar almaya itmiş ve Süveyş Kanalı’nı millîleştirme kararını almıştır. Bu karardan rahatsız olan Batılı devletler, 1956’da Mısır’a savaş açmış fakat ilerleme kaydedememişlerdir. Bunun üzerine tüm yabancı askerler, Mısır’dan çekilmiş ve Nasır’ın başarısı kanıtlanmıştır. Bu gelişmeler üzerine Suriye, Mısır’ın milliyetçi tutumunu desteklemiş ve iki ülke arasında imzalanan anlaşmayla Birleşik Arap Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu devlet daha sonra Suriye’de yapılan bir darbe ile son bulmuştur. Bu başarısızlıktan sonra Nasır’ın beş yıl süren ve on bin Mısır askerinin ölümüne neden olan Yemen müdahalesi ve bu müdahale devam ederken 1967’de İsrail’e karşı harekât başlatması ve bu harekâtın da büyük bir başarısızlıkla sonuçlanması, Nasır’ın siyasi kariyerine büyük bir darbe indirmiştir.
Nasır’ın 1970’te ölümünden sonra Arap milliyetçiliği sahipsiz kalmış zaten askerî başarısızlıklar ile ümitsizliğe düşen Arap halkı başlarına Enver Sedat gibi Arap milliyetçiliği yanlısı olmayan birini getirerek bu fikirden uzaklaşmaya başlamıştır. Sedat, Nasır’dan farklı olarak Mısır milliyetçisi bir tutum sergilemiştir. 1973’te İsrail’e açılan savaşta yaşanan başarısızlık neticesinde İsrail’le barış antlaşması imzalanması, Arap milliyetçiliğinin bütünüyle terk edilmesi anlamına gelmektedir. Bu gelişmeler sonucunda Mısır, Arap Birliği’nden çıkarılmış ve Mısır’ın Arap dünyasındaki liderliği sarsılmıştır. Sedat’ın 1981’de suikastla öldürülmesinden sonra başa geçen Hüsnü Mübarek’in ne Arap ne de Mısır milliyetçiliğine dair bir gündemi olmuştur. Mübarek, Mısır milliyetçiliğini sadece mikro düzeyde birleştirici bir unsur olarak kullanmıştır.
Arap devrimleri süreci de Mısır’da milliyetçilik düşüncesi açısından herhangi bir gelişmeye sebep olmamıştır. Arap devletlerini tek bir amaç etrafında toplayan bir davanın veya ortak bir tehdidin kalmaması sebebiyle ülkeler arasındaki bağlar zayıflamıştır. İstisnai olarak 2012 yılında Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yönetime gelmesinden sonra yükselen milliyetçilik duygusu ve artan Arap vurgusu örnek verilebilir. Fakat 2013 yılında Sisi’nin darbesi ile iyice Batı yanlısı bir siyaset benimseyen Mısır’da ve tüm Arap dünyasında artık Arap milliyetçiliğinin hiçbir izinin kalmamasına yol açmıştır. Arap milliyetçiliği günümüzde siyasiler tarafından iktidarın meşrulaştırılması için kullanılan bir araç konumundadır.
Mısır Solu: Sosyalizmden Milliyetçiliğe Dönüşüm Süreci
Mısır’da sol, milliyetçilik ile iç içe bir gelişim seyri göstermektedir. Bu anlamda bağımsızlık sürecinde 1950’lerde anti-Batıcı, anti-sömürgeci ve bağımsızlıkçı hareketler olmaları itibarıyla bu iki düşüncenin birbirine yakınlaştığını görmekteyiz. Arap sosyalizmi ile Arap milliyetçiliğinin Nasır dönemindeki sentezi bir taraftan da Soğuk Savaş dünyasının fikrî çerçevesini de bize sunmaktadır. Hayri Ömer’in kitapta yer alan Mısır Sosyalist Hareketlerinin 1952’den İtibaren Siyasi Gelişimi ve Evrimi başlıklı yazısı bu bağlamda Mısır’da sol düşüncenin gelişim seyrini ele almaktadır. Yazıda sosyalist hareketlerin siyasal seyirleri, iç dinamiklerinin analizi ve bunların Mısır’da sosyalizmin ilerleyişini ve gerilemesini nasıl etkilediğinin tarihsel arka planı açıklanıyor. Yazıda Mısır’da milliyetçi hareketlerin ortaya çıkışından bahsedildikten sonra sosyalist hareketlerin örgütsel çerçevesi anlatılıyor. İlerleyen bölümlerde ise sosyalist ve milliyetçi düşünce akımlarının gelişimini Nasır, Enver Sedat ve Mübarek dönemlerinde geçirdiği değişimler ele alınıyor. Yazı boyunca yazar özellikle zenginlik ve gücün dağılımıyla ilgili siyasi organizasyonlar ve sosyal politikalara bağlı olarak sosyalist hareketlerin örgütsel ve politik gelişimini tartışıyor.
1952 devrimini izleyen yıllar boyunca Arap milliyetçiliğinin giderek yükselmesi, Mısır’da sosyalizmin gelişiminin tartışılmasına neden olmuştur. Nasır’ın yönetime gelmesi, sosyalist çevrede bölünmeleri beraberinde getirmiştir. Bu süreçte sosyalizm, milliyetçilikle entegre olmuştur. Nasır’ın ölümünden sonra milliyetçi hareket git gide zayıflarken sosyalist düşünce yeni oluşumlar içerisine girmiştir. Bu sırada devletin baskılarından dolayı Arap Sosyalist Birliği dağılmış ancak 1975’te Komünist Parti kurulmuştur.
- yüzyılda işçi sınıfı; köylüler, meslek toplulukları ve yabancı işçi topluluklarından oluşuyordu. Yabancı işçiler azınlık olmalarına rağmen sendikacılık hakkında fikir sahibi oldukları için işçi hareketlerinin oluşumunda etkin rol oynadılar. Fakat bu yüzyıldaki işçi hareketleri henüz sosyalist eğilimlerden dolayı değil sendikaların işçilerin çıkarlarını savunmadaki rolünden dolayıydı. Bu durum I. Dünya Savaşı sonrasına kadar böyle devam etti. Sonrasında sendikalar ve sosyalist örgütler yakınlaştı. Joseph Rosenthal, Mısır’da sosyalist hareketin ana figürü olmuştur. Daha sonraki süreçte Toprak İşçileri Sendikası, Sosyalist Parti’yi kurarak Mısır solunu oluşturmuştur. Parti, Mısırlı sol aydınları ve Rosental’ın öncülüğündeki radikal Yahudileri kapsıyordu yani homojen değildi. Bu dönemde Mısır’da sosyalist hareket, Halkın Kurtuluş Örgütü, Marksist Cemiyeti ve Birleşik Mısır Komünist Partisi olarak farklı örgütlere ayrılmıştır. 1936’da yasasının çıkmasından sonra orduda yer almaya başlayan sosyalistler daha sonra Hür Subaylar’ı oluşturmuşlardır.
1952’deki Hür Subaylar Darbesi, Mısır’ın Arap kimliğini savunmaya yönelik tutumunun değişmesine neden olmuştur. Bu tarihten itibaren Mısır’da sosyalist düşünce, komünist örgütlenmeler ve milliyetçi örgütlenmeler olarak iki kolda ilerlemiştir. Komünist örgütler, II. Dünya Savaşı döneminde partizan uygulamalarda daha çok Stalinist çizgiye bağlı kalmışlardır. 1958 yılına kadar komünist örgütler bazı ayrılmalar ve birleşmeler yaşamıştır. 1967 mağlubiyetinden sonra birçok komünist, Nasır rejiminden uzaklaşmış ve yine baskılara maruz kalmışlardır. Nasır’ın ölümünden sonra 1975’te komünistler, Komünist Parti adı altında tekrar birleşmişlerdir. 1980’lerde Mısır solu örgütsel bir dağılma yaşamıştır. Sovyetler’in dağılmasından sonra sosyalist hareket daha radikal sloganlarla geri dönmüştür. Bu dönemde kurulan Sosyalist Yenilenme Hareketi, soldaki bölünmeleri aşmayı çabalamıştır.
Bir dönem Arap sosyalizmi fikrini benimseyen Nasır, Mısır’da milliyetçilikle sosyalizmi sentezlemiştir. Sosyalist yapıları kontrol etmek için 1962’de Arap Sosyalist Birliği’ni kuran Nasır böylece devletin kontrolünde bir sosyalist düşünce inşa etmiştir. Sosyalist Öncüler Örgütlenmesi, milliyetçi yapının özüydü. 1965’te kurulan hareket, Arap ülkelerinde liderlik merkezleri kurdu ve bu merkezler hem diğer ülke liderleriyle hem de Nasır’la iletişim hâlindeydiler. 1964 yılında da Sosyalist Gençlik Örgütü kurulmuş ve felsefesini açık görüşlülük üzerine kurmuştur. Örgüt bünyesine Marksist, İslamcı, milliyetçi ve liberal kökenli liderleri dâhil etmiştir. Devrim kuvvetlerinin birleşmesi ve tek bir hareket kurma çabaları, Nasır’ın 1965 yılında tek bir ulusal örgüt kurmasına yardım etmiştir.
Nasır’ın sosyalizm fikirleri, ekonomi alanında açık bir teoriye dayanmıyordu ve genellikle teoride kalan pratiğe dönüşmeyen sloganlar çerçevesinde işlemekteydi. Mısır’da sosyalist söylem, Nasır’ın Arapçı fikirleriyle Sovyetler destekli komünist gruplar arasında kalmıştır. Fakat Suriye ile olan birliğin çökmesi ve Nasır’ın düşüşü ile Baasçılık olarak da adlandırılan milliyetçi sosyalizm, siyasal olarak çökmüştür. Nasırcılık, modernleşme ve kalkınma için sosyalizmi bir araç olarak kullanmaktadır. Nasır dönemindeki iktisadi politikalar, toplumun geniş kesimlerini kapsamış ve yerli/yabancı sermayenin kamulaştırılmasıyla ekonomik faaliyete yönelik devlet egemenliği artmıştır. Ancak Nasır’dan sonra gelen Enver Sedat’ın liberal ve ABD yanlısı siyaseti, milliyetçilik düşüncesinde olduğu gibi sosyalist düşüncede de devletten bir kopuş meydana getirmiştir.
Mısır’da sosyalizm düşüncesinin oluşumunu, gelişmesini ve gerilemesini takip etmek aslında Mısır düşüncesinin salınım ve çalkantılarının düzeyini de ele vermek bakımından çok önemli bir fırsat sunmaktadır. Özellikle sosyalist düşüncenin diğer ideolojilerle girdiği iletişim, ülkede sistemsel olarak uygulanışı, örgütsel yapısı ve iktisadi görüşleri aslında Mısır düşüncesindeki sentezlenme kapasitesini de bizlere göstermesi bakımından çok önemlidir. Bu durum aynı zamanda sosyalist düşüncenin Mısır özelinde kırılgan bir yapıya sahip olmasına da neden olmuştur. Zira zaman zaman milliyetçi söylemle bazen de İslamcılıkla girdiği ilişkiler, solun alanını hem genişletmiş hem de daraltmıştır. Kitapta yer alan yazısında Hayri Ömer’in de vurguladığı gibi Mısır’da sol örgütler sık sık bölünmeleri nedeniyle siyasi veya ekonomik bir istikrara sahip olamamışlardır.
Mısır’da İşçi Hareketinin Gelişimi ve Sol Düşünce ile İlişkisi
Mısır’da işçi hareketinin gelişiminin ülkenin kalkınması ve ekonominin modernleşmesi ile yakından bir ilişkisi bulunmaktadır. Heba Shazli’nin Sol ve Mısır’ın İşçi Sınıfı başlıklı yazısı bu konuya odaklanarak Mısır’da işçi kesiminin örgütsel mücadelesinin politik tarihini özellikle 2011 ve 2013 yıllarında gerçekleşen ayaklanmalar özelinde inceliyor. Yukarıda anlatıldığı gibi Mısır’da solun düşünsel ve siyasal sorunları, işçi hareketinin gelişimini ve kurumsallaşmasını da olumsuz bir biçimde etkilemiştir.
Mısır’daki yönetimin otoriter ve askerî karakteri aslında sol düşüncenin gelişimini de etkilemektedir. Mısır’da sol hareket ve bağımsız seküler siyasi partiler hiçbir zaman tam anlamıyla gelişememişlerdir. Askerî yönetim ile İslamcı muhalefet arasında sıkışıp kalan sekülerler, kimlik probleminin yanı sıra toplum tabanında karşılık bulamadıkları için kurumsallaşamamışlardır. Mısır’da siyasi partiler; devletle ittifak hâlinde olanlar, muhalif olanlar ve devlet destekçisi olarak üç gruba ayrılabilirler. Sol seküler partiler, devletle iş birliği içerisindedir ve devlet tarafından kontrol edilmektedir. Günümüzde devlet, seküler partilerin itibarını düşürerek onların kendisi ile iş birliğini sürekli kılmaktadır. 2014 yılında darbeye destek veren seküler partiler, devlet kontrolünü aslında bir bakıma mutlaklaştırmışlardır. Mısır siyaseti sadece en güçsüz siyasi partilerin kabullenildiği bir sisteme sahiptir. Sol partiler ve bağımsız işçi sendikası, İslamcı partilerin gölgesinde kalırken Hür Subaylar Darbesi’ni gerçekleştiren Khaled Moheiddin’in içinde bulunduğu solcu bir grup tarafından kurulan Tagammu Partisi en büyük solcu partidir. Kuruldukları dönemde Mısır milliyetçileri de dâhil olmak üzere pek çok farklı görüşten insanı bünyesinde bulunduran parti, Mübarek rejimine fazla yakın olması sebebiyle eleştirilmiştir.
Mısır işçi hareketi, demiryolları sektörü ve şeker endüstrisindeki organizasyonlar ile 1880’lerde gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. 20. yüzyılın başlarında kentli işçiler, Mısır’da politik anlamda güçlü yeni bir sınıf oluşturmaya başlamıştır. Mısırlılaştırılmış sermayede artış gözlenmiş ve yerli sermaye kamu kaynaklarına dayanan, yabancı sermaye ile iş birliği içerisinde olan ve birden fazla ekonomi sektöründe faaliyet gösteren bir konuma gelmiştir. Mısır’da tarım dışı işçi gücünü istihdam eden ve çalışma koşullarını belirleyen her zaman devlet olmuştur. 19. yüzyılın başından 1950’lere kadar Mısır ekonomisine Avrupalı sermaye hâkimdir. Yabancı denetçilerin Mısırlı işçilere kötü davranması nedeniyle Mısır işçi hareketleri ve grevlerinin temelinde sömürgeye karşı çıkış, bu mücadelesinin bir parçası olmuştur. Mısır’ın vasıflı işçi eksiği, endüstriyel gelişimine engel olmuştur. Genelde küçük atölyelerde çalışan işçiler, büyük fabrikalarda çalışan işçiler kadar kolektif yapılar oluşturamamışlardır. Okuma yazma bilmeyen ve işçi sendikalarının başında olan yabancılarla dil ve kültür farklılığına sahip olan işçilerin bağımsız bir sendika altında toplanması zor olmuştur. İlk bağımsız işçi sendikası, 1899 yılında bir Yunanlının liderliğinde kurulmuştur. 1919 yılı sonrasında işçi hareketleri özelliklere İngilizlere karşı mücadelede aktif bir rol oynamışlardır. 1930’lu yıllarda ise işçi sendikaları artmış ve birbirleriyle daha yakın ilişkiler kurmuşlardır. 1942 yılında işçiler büyük grevler yapmışlar ve tüm şiddetli bastırma çalışmalarına rağmen başarılı olmuşlardır.
Mısır işçi hareketinin temel örgütü Mısır İşçi Sendikaları (MİSF), 1957 yılında Nasır rejimi tarafından kurulmuş ve devletin ekonomi politikalarını uygulamak için zemin oluşturmuştur. Bu nedenle asıl amaçları, işçinin hakkını korumak değildir. Devletten bağımsız ilk işçi hareketi ise 2004-2006 yıllarında ortaya çıkmıştır. 2011 ayaklanmalarında önemli rol oynayan bu hareket, 2013 darbesi sonrasında baskıyla sindirilmiştir. Sol hareket ile işçi sınıfının ilişkisi ise daha en başından engellenmiştir. İşçi sınıfı, varlığını devlete borçludur ve sol kesim ise devlete boyun eğmiş durumdadır. Bu nedenle 2011 ve 2013 yıllarından sonra da politik söylemde gerçek anlamda bir değişiklik olmamıştır.
Mısır’da yöneticilerde işçilerin devlet adına çalıştıkları ve dolayısıyla devlete bağlı ve minnettar olmaları gerektiğine yönünde bir düşünce hâkimdir. Özellikle 1957 yılından beri işçileri temsil eden MİSF, bağımsız işçi grevlerine engel olmuş ve rejime yakın isimleri, sendikanın başına geçirmiştir. Zaman içerisinde giderek kötüleşen çalışma koşulları sebebiyle 1998-2010 yılları arasında 2 milyondan fazla işçi kolektif eylemler yapmışlardır. Bağımsız işçi hareketleri önce ekonomik bir söyleme sahipken daha sonra politikanın önemini anlamışlardır. 2005-2010 yılları arasında pek çok işçi tam olarak politik olmamakla beraber kısmen kolektif ve mevcut siyasi partilerin ve Müslüman Kardeşler’in fiilî olarak dâhil olmadıkları ve işçi sınıfından çıkarak toplumun tüm katmanlarına yayılan bir dizi protesto eylemi gerçekleşmişlerdir. Bu eylemlerin istikrarı bozma ihtimali sebebiyle rejim bu protestolara uzlaşma yerine bastırma politikası ile karşılık vermiştir. Hükûmet ciddi bir itibar krizi ile karşı karşıya kalmış söz verdiği iyi koşulları sağlayamamıştır. Mısırlı bazı araştırmacılar devam eden işçi hareketlerinin Mübarek’i istifa etmeye zorlayan unsur olduğunu savunmaktadır. Mübarek sonrasında da rejimlerin işçi hareketleri ile mücadelesi artarak devam etmiştir. 2011’deki ayaklanmalardan sonra bağımsız işçi sendikası federasyonu kurulmuş ve fiilen kabul edilmiştir.
Solun büyük bir kısmı, Nasır’ın 1961 yılında sosyalist bir dönüş yapmasından sonra rejimi desteklemiştir. Mübarek, neoliberal ekonomi politikası dolayısıyla sistematik olarak sol siyasi hareketi güçsüzleştirmiştir. Shazli’nin yerinde bir tespitiyle Mısır’da tam anlamıyla bağımsız politik bir söylem oluşamadığı için bu rolü, sivil toplum kuruluşları üstlenmiştir. Bu kuruluşlar, muhalefet partilerinin yerini almışlardır. Fakat özleri itibarıyla politik yapılar olmamaları sebebiyle bu kuruluşlar hem siyasi alanda etkin olamamışlar hem de zamanla siyasetle kurdukları ilişkiler yozlaşmıştır.
Sonuç olarak 1952 öncesinde Mısır işçi hareketi, Mısır toplumunun orta kesiminin ihtiyaçlarını ifade eden ve millî coşkuyu artıran hareketlerdir. Bu hareketler, ülkenin bağımsızlığını kazanmasını, monarşinin son bulmasını ve işçilerin hak talep etmesini sağlamıştır. Ancak bu tarihten 1980’lere kadar rejim ile karmaşık bir ilişki içerisinde yer almışlardır. Bir taraftan rejimin devletçi ve zaman zaman sosyalist karakter göstermesi ile alan kazanırken bir taraftan da yine devlet tarafından baskılanarak bağımsız ve etkili bir siyasal kimlik kazanmaları engellenmiştir. 1980 sonrasında ise ekonomi politikalarının değişimi dolayısıyla Mısır işçi örgütlerinin gittikçe etkinliklerini kaybettikleri görülmektedir. Özellikle İslamcı muhalefet karşısında seküler karakterlerinden ötürü askerî darbelere verdikleri destekle işçi sendikalarının ve sol örgütlenmelerin kendi hayatiyet imkânlarını da ortadan kaldırdıkları görülmektedir.
Mısır’da Liberalizmin Tahayyülü: Batılılaşma ve Sekülerleşme Çerçevesinde Bir Analiz
- Tahir Kılavuz’un Mısır’da Liberal Düşünce başlıklı yazısında tasvir ettiği gibi Mısır’da liberal düşünce, Batılılaşma ve sekülerleşme siyasetlerinin fikrî bir çerçevesini temsil etmektedir. Mısır, küresel ekonomik ve siyasal sisteme eklemlenirken ortaya çıkan liberal düşüncenin çeşitli tonları, bu ilişki ve entegrasyonun fikrî çerçevesini temsil eder. Liberal düşünce, sosyalist düşünceden daha fazla ara form ve bileşke ideoloji sunmaktadır. Milliyetçilik ve İslamcılıkla sentezlenme kabiliyeti, liberal düşüncenin topluma erişim imkânını sunarken aynı zamanda bu düşüncelerin karşılaştıkları açmazlar için de bir alan sunmaktadır.
Mısır liberal düşüncesi, 19. yüzyılın sonlarında gelişmeye başlamıştır. Liberal düşünce, Nasır yönetimine, İngiliz sömürgesine ve İslamcılık akımına karşı konum alarak gelişmiştir. Mısır’daki liberal düşüncenin ne olduğuna dair üç farklı görüş vardır. Kimi çalışmalar Mısır’da liberalleri veya liberalizmi; İslamcılık, milliyetçilik, Marksizm gibi bir üst anlatı olarak görmektedir. İkinci bir yaklaşım, Mısır’daki liberal akımı, bir söylem grubu ve analitik kategori olarak görmektedir. Üçüncü bir grup ise Mısır’da liberalizmin bütünlükçü bir dünya görüşü olduğunu reddetmekte ve liberalizmi farklı ideolojik akımlar ve gruplar içerisine karışmış bir söylem olarak görmektedir. Her ne kadar başlı başına liberal fikirleri savunan düşünürler ve diğer aktörler de mevcut olsa da Mısır’da liberal dendiğinde genel olarak liberal fikirlerle ilişkisi olanlar kastedilmektedir. Bu sebeple liberal düşüncenin ideolojik tanımlardan uzak bir anlam karmaşası olduğunu varsayabiliriz. Mısır liberalizminin ilk dönemi, Mısır liberal düşüncesinin tarihsel kaynaklarını ele almaktadır ve İngiliz yönetimi altında özgürlük, devlet, vatandaşlık gibi kavramlara odaklanılan dönemi içermektedir. İkinci dönem, Nasır’ın başa geçmesi ve merkezî devlet otoritesinin inşasından sonra şekillenen liberal düşünce dönemidir. Üçüncü dönem ise özellikle Arap Baharı sonrasında liberallerin ve liberal düşüncenin yaşadığı gelişim ve dönüşümleri ele almaktadır.
Hourani, 19. yüzyılı, Mısır’ın liberal çağı olarak tanımlar ve modernite ile karşılaşılmasını ve buna cevapları içeren farklı görüşlerin tamamını liberal çağ altında değerlendirir. Bu nedenle liberal çağ bir anlamda liberalizm, Pan Arabizm, İslamcılık ve hatta sosyalizm gibi Arap uyanışının parçası olan farklı akımların tamamını içine almaktadır. Liberal çağın başlarında önemli rol oynayan modernist veya liberal olarak adlandırılabilecek olan düşünürler, İslam’ı modern bir şekilde anlamlandırmaya ve İslami gelenek ile modernleşme arasında bir süreklilik bulmaya çalışan isimler olmuşlardır. Tahtâvî, Efgânî, Abduh, Rızâ gibi isimler, İslam’ın temel çerçevesi içerisinde kalarak dinin mevcut çıkmazları açabilecek rasyonel ve modern bir yorumlamasını bulmaya çalışmışlar ve bu amaçla da bazı liberal fikirlerden faydalanmışlardır. Bu dönemde İslam düşüncesi ile liberal düşünce arasında bir iş birliği olsa da bu çok uzun sürmemiştir. Taha Hüseyin, Ali Abdurrazık, Lütfi Seyyid’in başını çektiği bu düşünürler, liberalizmin İslam’dan görece uzaklaşan daha Batıcı bir yorumunu benimsemişlerdir. Nasır’ın yönetimi ele geçirmesine kadar süren bu ilk dönemde yer alan mevzuların temelinde; İslam’da reform, İngiliz yönetiminden bağımsızlık, modern devletin kurulması ve kısmen de din-devlet ilişkileri yer almıştır. Bu ilk dönem daha sonra hem partilerin kurulmasını sağlamış hem de ilerleyen yıllarda liberal düşünce tartışmalarının kökenini oluşturmuştur.
Mısır’da liberal düşüncenin ikinci dönemi, Cemal Abdülnasır’ın Hür Subaylar Darbesi sonrası başa geçip merkezî yönetimi kuvvet yoluyla tesis etmesi ile başlamaktadır. Mısır’daki liberal, sosyalist ve komünistlerin önemli bir bölümü esasında Hür Subaylar Darbesi’ni ilk aşamada desteklemiştir. Kral Faruk’un zayıf yönetiminden bıkan ve moderniteyi savunan bu düşünürler, karizmatik olan ve kendilerine benzer bir şekilde toplumu modernleştirmeyi amaçlayan Nasır’ı da desteklenecek bir lider olarak görmüşlerdir. Aynı zamanda bağımsızlık ve devlet inşasının tamamlanmasıyla toplumun modernleşmesinin yanı sıra liberal bir sistemin kurulacağı yönünde de umutlanmışlardır. Ancak Nasır’ın liderliğinde geçen birkaç yılın ardından Mısırlı liberaller, bu rejimin bekledikleri üzere liberalleşme ve ilerleme getirmediğini tam tersine belirli hak ve özgürlükleri daha da sınırladığını fark etmişler ve sonrasında da Nasır yönetiminden uzaklaşmışlardır. Kendilerini ilk dönem liberallerinin vârisi olarak görmelerine rağmen bu dönem liberalleri bulundukları siyasi ortamdan dolayı felsefi düşüncelere daha az yer vermiş daha çok siyasi, toplumsal ve ekonomik meselelere odaklanmışlardır. Bu dönemin önceki dönemden en büyük farkı, liberal düşüncenin artık bir ulus devlet bağlamında gelişiyor olmasıdır. Bu dönemdeki liberallerin önemli bölümü, eski Marksist veya milliyetçi/Nasırcı arka plandan gelen kişilerdir. Aynı şekilde özellikle 2000’lerden sonra İslamcılar içerisinde de liberal fikirleri benimseyen düşünürler ve gruplar ortaya çıkmıştır. Özellikle 2000’li yıllarda liberal harekette de önemli gelişmeler olmuştur. Bir yandan Hür Subaylar Darbesi sonrası kapatılan Vefd’in yerine 1978’de kurulan Yeni Vefd Partisi, liberal kesimi temsil iddiasında bulunurken liberal gruplar 2000’lerde çeşitlenmiş ve liberallerin kurumsallaşma faaliyetlerini artırdıkları bir dönem olmuştur.
Mısır’da 2011’de gerçekleşen devrim sonrası liberal düşünce ve liberaller şu anda hâlen daha devam etmekte olan yeni bir döneme girmiştir. Esasında Mısır’daki gösterilerde liberal fikirlerin ve liberallerin önemli rolleri olmuştur. Nitekim gösterilerin özellikle erken aşamalarında liberal grupların hem sokaklarda hem de sosyal medya üzerindeki etkinliği önemli olmuştur. Takip eden dönemde demokratikleşme sonra da darbe ile gelen rejim konsolidasyonu süreçlerinde ise liberaller, İslamcılık karşıtlığı ve demokratikleşme arasında gelgitler yaşamıştır. Sonuç olarak liberaller için önemli bir test olan bu dönem, onların çelişkilerini ortaya koymuş, kısmen ayrışmalarına sebep olmuş ve bir anlamda devletle olan ilişkilerini sorgulamalarına yol açmıştır. Mısırlı liberaller bu dönemde hem asker hem de Müslüman Kardeşler karşıtı bir tavır takınmışlardır. 2012 yılında ise Müslüman Kardeşler’e karşı bir muhalefet partisi kurmuşlardır. Fakat Mursi’nin faaliyetlerini eleştirirken alternatif bir çözüm üretememişlerdir. Temmuz 2013 darbesi ise liberaller için bir turnusol kâğıdı olmuştur. Çünkü sonucu darbeye kadar uzanan 30 Haziran gösterilerine destek vermişlerdir. Darbe sonrasında da pek çok liberal önder darbeyi desteklemiştir. 6 Nisan Gençlik Hareketi gibi bazı hareketler ise 30 Haziran ayaklanmalarına destek verdiği hâlde darbeyi kınadığı için darbe sonrasında tutuklanmışlardır. Özellikle darbe sürecinde liberallerin takındığı tavır, sahip oldukları çelişkileri ve demokrasi ile ilişkilerindeki problemleri daha da net olarak ortaya koymuştur.
Klasik oryantalist görüşe göre İslam ve özelde Arap dünyasında liberal düşünce ve liberal demokrasinin gelişmesinin önünde engeller vardır. Buna göre bir din ve düşünce bütünü olarak İslam’ın mutlakçı yapısı, liberal düşüncenin oluşmasına engel teşkil etmektedir. Mısır’da 1880’den sonra toplum kontrolünün İngilizlere geçmiş olması, liberallerin başlıca konularından birinin devlet inşası olmasına sebep olmuştur. Erken dönem Mısırlı liberaller, antikolonyalizm, milliyetçilik ve ulus devlet inşası meselelerine eğilmiştir. Nitekim bu yüzden de ilk dönem liberallerinin önemli bir kısmı aynı zamanda milliyetçi fikirleri benimseyen isimlerdir. Vefd Partisi mensupları, liberal düşünce ile milliyetçiliği birleştirmiş isimlerdir. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında liberallerin en önemli iki mesele ve hedefi, İngiliz manda yönetiminin sonunu getirmek ve bir ulus devlet inşa etmek olmuştur. Aynı dönemde Avrupa’da, Osmanlı topraklarında ve sömürge bölgelerinde olduğu gibi milliyetçilik fikri yükselmiş ve bağımsızlık ve ulus devlet inşası fikirlerini beslemiştir. Devletin inşasından sonra liberaller, toplumun inşasına da odaklanmışlardır. Aydınlanma düşüncesinden ciddi anlamda etkilenmiş olan özellikle daha seküler olan liberaller, devlet eliyle toplum mühendisliğinin toplumsal gelişmeyi getirebileceğini düşünmüşlerdir. Bu yüzden eğitim, liberal projenin merkezî meselelerinden biri olmuştur ve medeni vatandaşlık fikirlerinin ancak eğitimle topluma yayılabileceği fikri savunulmuştur.
Mısırlı liberallerin önem verdiği konuların başında din ve devlet ilişkisi gelmektedir. Mısır’daki liberaller çok çeşitli olmalarına rağmen liberal kavramı çoğu zaman seküler kavramıyla aynı anlamda kullanılmaktadır. Buna göre seküler değerleri savunan Mısırlı düşünür ve aktivistler, liberal düşüncenin bazı temel meselelerini es geçseler dahi liberal olarak adlandırılabilmektedirler. Din ve devlet ilişkisi tartışması, ulus inşası çerçevesinde tartışılan modern toplumun inşası meselesiyle de oldukça yakından ilişkilidir. Mısırlı liberaller, toplumsal gelişmenin anahtarını rasyonelleşme ve sekülerleşmede bulmaktadır. Mısırlı liberal entelektüeller, İslam’ı gelişmenin önünde bir engel, Batılılaşmayı da bir ilham kaynağı olarak görmektedirler.
Liberal düşünce odağına bireyi ve bireyselciliği almıştır. Bu yüzden bireysel özgürlükler, insan hakları ve bununla beraber gelen çoğulculuk anlayışı, liberal düşüncenin olmazsa olmaz bileşenleridir. Mısırlı liberaller de tıpkı diğer toplumlardaki fikirdaşları gibi bireysel özgürlüklere oldukça önem vermişlerdir. Ancak bu fikirlerin gelişimi daha çok 1967 sonrası döneme denk gelmektedir. Çünkü 1967 öncesi dönemde, devlet inşasına önem verilmiştir. Mısırlı liberallere göre Arap dünyasında bulunan baskıcı rejimler, bireysel özgürlüklerin tam anlamıyla yaşanabilmesinin önündeki en büyük engellerdendir. Bu rejimlerin oluşturduğu siyasal baskı ortamı hem insan haklarının hem de ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi liberal değerlerin yaşanmasına engel olmaktadır. Bu siyasal sınırlılıklar, toplumsal ve siyasal gelişmenin önünde engel olarak bulunmaktadır. Demokrasi, Mısırlı liberallerin önemli çağrılarından biri olmuştur. Bu hususta liberaller iki farklı görüşe sahiptir: İlk grup, demokrasi inşası için demokratik bir kültürün varlığının gerekliliğini vurgulamıştır. İkinci grup ise Mısır’ın sahip olduğu Müslüman toplumda da demokrasi imkânının olduğunu vurgulamaktadır. Demokratik sistemin kurulması için sekülerleşmeyi bir ön şart olarak koşmayan liberaller arasında muhakkak ki İslamcı liberaller de yer almaktadır. Mısırlı liberallerin özgürlüklere ve demokrasiye fikrî düzeyde verdikleri önem ile uygulamadaki faaliyetleri her zaman uyumlu olamamıştır. Bu durum özellikle de Arap Baharı sonrası dönemde liberallerin tavırlarında görülmektedir.
Sonuç olarak Mısır’da 19. yüzyılda gelişmeye başlayan liberal düşünce, özgürlükler ve demokrasi, din-devlet ilişkisi, kültürel ve toplumsal değişim gibi temel meselelere odaklanmıştır. Kılavuz’un da belirttiği gibi Mısır liberalizmi, hedeflediği Batılı, seküler, bireyci, özgürlükçü, demokratik ve kalkınmış bir Mısır hedeflerini hayata geçirmek için tutarlı bir hareket oluşturamamış ve çelişkili bir fikir hareketi olarak kalmışlardır. Günümüzde Mısırlı liberaller hem İslamcılara hem de despotik rejime karşı olduklarını söyleseler de kendilerini diktatörlüğe karşı demokrasi noktasında konuşlandırmak yerine İslamcılara karşı rejim tarafında konuşlanmayı tercih etmişlerdir.
Mısır’da Çağdaş Düşünce Yaşamının Ekonomi Politik Çerçevesi
Düşünce yaşamı, kendisini çevreleyen bir ekonomi politik çerçeveye sahiptir. Bu anlamda bir ülkedeki düşünce yaşamını kavrayabilmek için o ülkenin ekonomi politiğinin gelişimini iyi bir şekilde analiz etmek gerekmektedir. Taha Eğri bu kitapta yer alan Çağdaş Mısır’ın Ekonomi Politiği: Devlet, Kalkınma ve Sınıflar başlıklı yazısında bunu gerçekleştiriyor. Bu çalışmasında Eğri, İngiliz işgalinden bağımsızlığını kazandığı 1922 yılından günümüze kadar Mısır’da uygulanan iktisadi politikaları ve bunun siyaset ile olan ilişkisini ele alıyor ve bu bağlamda özellikle günümüz devlet yapısını şekillendiren 1952 askerî darbesi ve sonrasına vurgu yapıyor. Altı bölümden oluşan yazıda, ilk önce kısaca 1952 öncesi dönem ele alınıyor akabinde ise sırasıyla Nasır, Sedat ve Mübarek dönemleri tartışılarak son bölümde Sisi’nin ekonomik uygulamalarına değiniliyor.
Mısır’ın modern bir devlete dönüşmesi, Mehmet Ali Paşa’nın başa geçmesiyle başladığı bilinmektedir. Ordunun ihtiyaçları bağlamında şekillenen devlet aygıtı, askerin Mısır tarihinde hep merkezde yer almasına sebep olmuştur. Askerî reformlar, sivil hayatı ve ekonomik üretim yapısını da belirlemiştir. İngilizlerin gelişi, liberal iktisat politikalarını da getirmiştir ve bu politikalar, işgal sonrası dönemde de devam etmiştir. Hür Subaylar Darbesi’nden sonra Nasır ekonomiyi ele geçirmiştir ve Mısır’ın ekonomi politikaları, Nasır’la birlikte ordunun çıkarları ve iktidarı için kullanılan bir araca dönüşmüştür. Mısır Devleti, liberal iktisadi politikalardan devletin merkezde olduğu bir anlayışa evrildikten sonra 2000 sonrası devlet merkezli liberalizme doğru geçiş yapmıştır. Ancak her dönemde ordu, ekonominin gizli patronu olmuştur.
Mısır’ı modern bir devlet hâline getiren Mehmet Ali Paşa, Napolyon işgali sonrasında Mısır’ın yeniden yapılanması ve gelişmesi için merkezî bir yol tercih etmiştir. Sanayileşme yolunda da devleti merkeze almıştır. Modern bir ekonomiye geçişte gerekli olan reformların yürütülmesi için öncelikle merkezî bir bürokrasi oluşturmuş daha sonra ise ordu, merkezde olmak üzere sanayi üretiminin yapılandırılmasına geçilmiştir. Devletçi sanayileşme politikası üç adımda gerçekleşmiştir. İlk olarak, vergi reformu gerçekleştirilerek mültezimlerin yetkileri alınmış ve tarım vergileri doğrudan devlet eliyle toplanmaya başlanmıştır. Daha sonra yapılan toprak reformuyla işlenmeyen arazilerin mülkiyeti, paşa ve ailesinin mülkiyetine alınmıştır. Son olarak pamuk üretimi başta olmak üzere tarımsal üretimi kontrol eden reformlar hayata geçirilmiştir. M. Ali Paşa vergi, toprak ve tarım reformlarıyla hükûmet gelirlerini artırmış daha sonra ise elinde topladığı bu güçle ordunun ihtiyaçlarını giderecek tekstil ve silah sanayinin kuruluşuna geçmiştir. Uluslararası finansal ilişkiler ise Hidiv İsmail döneminde gelişmiştir. Fakat Hidiv’in sanayi, altyapı ve kentleşme bağlamında hızlı bir şekilde Batılılaşma rüyası büyük bir dış borçlanmayla sonuçlanmıştır. Borçların kapatılamaması ise sürecin İngiliz işgali ile sonlanmasına sebep olmuştur.
1922’de Britanya, Mısır’ın bağımsızlığını kabul etmiştir. Fakat yine de 1950’lere kadar temel ekonomik yaklaşımı İngilizler belirlemiştir. Zira Büyük Britanya, Mısır’ın en önemli ticaret ortağı olarak ihracatının üçte birini ve ithalatının dörtte birini gerçekleştirmekteydi. 1919 yılı ve sonrasında ortaya çıkan milliyetçi tepkiler nedeniyle yabancı sermayeye bağlılığın ortadan kalkmasını amaçlayan üç önemli kurum ortaya çıkmıştır. Bu minvalde 1920’de Mısır Bankası, 1922’de Mısır Sanayi Federasyonu ve 1921’de Mısır Genel Tarım Sendikası kurulmuştur. Mısır Bankası, finansal aktivitelerinin ötesinde sanayi yatırımlarında da önemli roller oynamıştır. Kuruluş felsefesi olarak diğer milliyetçi yaklaşımlardan farklı her türlü yabancı ortaklığına karşı olan banka, 1930’lardaki sanayi atılımı sırasında gelen baskıların da etkisiyle yabancı ülke teknolojilerini ithal etmeye ve yabancı firmalarla ortaklıklar kurmaya başlamıştır. İthal ikame politikalarına geçilmesi ile birlikte yerli burjuvazi güç kazanmış hem ekonomik hem de siyasal anlamda ön plana çıkmıştır. Diğer taraftan yerli burjuvazinin zayıf olması nedeniyle hükûmet, yabancı sermaye ve firmalara da ihtiyaç duymuştur. Özellikle bankacılık sektöründe Avrupa sermayesi büyük önem taşımıştır. Ancak iktisadi faaliyetleri sınırlanmasa da yabancı sermayeyi sınırlandıracak önlemler alınmaya çalışılmıştır. Parlamenter monarşinin hâkim olduğu 1923-1952 tarihleri arasında Mısır’da hâkim olan iktisadi yaklaşım genel olarak tarım ve sanayi sektörüne eşit ağırlık verilmesi ve karşılıklı faydalanacak şeklinde iki sektörün de dengeli olarak güçlendirilmesidir.
1952 yılında darbeyi gerçekleştiren Hür Subaylar grubunun, monarşi yönetiminin yolsuzluk ve çarpıklıklarına muhalif olmalarının dışında ortak bir fikirleri ve planları bulunmamaktadır. Darbe sonrasında muhalif hareketler, askerî güç kullanarak baskı altına alınmış ancak nasıl bir siyasal ve iktisadi yönetim sistemi uygulanacağı hususunda bir karara varılamamıştır. Ancak devam eden süreçte Nasır, gücü kendi elinde toplamayı başarmış ve sosyalizmden de etkilenen devletçi bir kalkınma ve otokratik bir siyasal modeli devreye almıştır.
Darbe öncesinde temel üretken sektörlerde, özel sektörün ağırlığı vardı ve devletin payı çok düşüktü. Darbenin ilk yıllarında yeni yönetim daha önceki dönemde olduğu gibi özel sektörün ekonomi içerisindeki payını korumaya ve özel teşebbüsü desteklemeye devam etmiştir. Bu dönemde devlet veya özel sektörün rolünden ziyade yabancı yatırımların ekonomi içerisindeki rolü tartışılmaktaydı. Süveyş Kanal krizinden sonra Mısır hızlı bir devletleştirme politikasına geçiş yapmıştır. Serbest piyasa sisteminden devletin daha etkin olduğu Nasır’ın tanımlamasıyla kontrollü kapitalist ekonomiye doğru evrilmiştir. 1960 yılında Mısır Bankası ve merkez bankası işlevi gören Ulusal Banka, millîleştirilerek devlet kontrolüne geçmiştir. Bundan önceki kamulaştırılmalar genelde yabancıların sahip olduğu firmalara yapılmasına rağmen devlet kontrolüne geçen bu bankaların sahipleri Mısırlılardır. Devletin böyle bir atılım ile hedeflerine daha hızlı ulaşmayı planladığı düşünülmektedir. En önemli millîleştirme politikası, 1961 yılında hayata geçirilmiştir. Sosyalist Devrim olarak adlandırılan bu politikalar ile İskenderiye Pamuk Borsası kapatılmış ve pamuk alım-satım hakları devlete verilmiştir. 1961 devletleştirme politikalarından sonra özel sektörün piyasa içerisinde rolü küçülmüştür. Özel mülkiyet hakkı kaldırılmasa da ekonomik faaliyet ciddi manada sınırlandırılmıştır. Nasır’ın iktisadi sosyalizmini ideolojik bir yaklaşımdan ziyade kendi iktidarını sağlama almayı amaçladığı görülmektedir. Nasır hem muhaliflerini kontrol etmek hem kamunun iktisadi gücünü artırmak hem de Arap milliyetçiliği ideali bağlamında Arap dünyasındaki rolünü güçlendirmek için sanayi altyapısı ve finansal kurumlarda devletin tam kontrolünü sağlamayı amaçlamıştır. Nasır’ın politikaları hızla zenginleşen ve etkinleşen bir orta sınıfın ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Ancak planlı kalkınma, başarılı bir şekilde yönetilememiş ve dış borçlar kontrolsüz bir şekilde artmıştır. 1967’de yapılan İsrail Savaşı da bu harcamaların artmasına neden olmuştur. Mısır’ın hem İsrail ile girdiği mücadele hem Batı ile olan gergin ilişkileri, Yemen’de yaşanan siyasal gelişmeler ve kalkınma planlarındaki hedeflere ulaşma isteği gibi çok yönlü siyasal gündem, ekonomik olarak da darboğaza girilmesine yol açmıştır. Ekonomik kriz nedeniyle ikinci kalkınma planı askıya alınmıştır. 1965 yılından itibaren Mısır’ın yaşamış olduğu ekonomik kriz, savaş ve çatışmalarla derinleşse de aslen kamu sektörünün yanlış yönetilmesi nedeniyle ortaya çıkmıştır. Malların maliyetine ya da zararına satılması, aşırı istihdam, tarım sektörünün en büyük vergi ödeyen kesim olmasına rağmen ihmal edilmesi gibi uygulamalar, kamu sektörünün büyük miktarda açık vermesine ve ekonomik krize neden olmuştur.
Nasır’ın ölümünden sonra yönetime gelen Sedat, ilk günden itibaren Nasır yönetiminin etkisini kırmaya yönelmiş ve onun tam zıddı bir siyaset takip etmiştir. Siyasi olarak yüzünü Sovyetler’den Batı’ya dönen Sedat, iktisadi olarak da liberal bir siyaset takip etmiştir. Ekonomide özel sektör merkezli bir yapılanmayı esas almıştır. IMF, ABD ve Dünya Bankası ile kapsamlı reformların yapılması ve piyasanın özel sektöre açılması konusunda anlaşan Sedat, Mart 1974’te, Ekim Dokümanı ismini verdiği açılım politikalarını içeren taslağı halk oylamasına sunmuş ve büyük bir destek almıştır. Bu yeni siyaset, Mısır’da devletçi ekonominin sonu, liberal kalkınma modelinin de başlangıcını teşkil etmiştir.
Bu uygulamalar sayesinde tüketim hızlı bir şekilde artmıştır. Tüketimde ve ithalatta yaşanan artışa paralel 1974-1981 arasında Mısır ekonomisi neredeyse tüm sektörlerde yüksek oranlı büyüme yaşamıştır. Bu dönemde millî gelir yıllık ortalama %9 oranında artmıştır. Fakat bu büyümenin başarılı politikalardan dolayı değil de dış sermayeden dolayı kaynaklandığını söyleyen pek çok eleştiri gelmiştir. Diğer taraftan kısmi liberalleşme ile birlikte turizm sektöründe ve işçi hareketlerinde artış yaşanmıştır. Bu dönemde iktisadi bir canlılık olsa da ekonomi yapısal olarak değişmemiştir.
1981 yılında cumhurbaşkanı seçilen Hüsnü Mübarek, başlangıçta Sedat’ın aksine daha istikrarlı bir hükûmet yapısı oluşturmaya ve daha tarafsız ve dikkatli davranmaya çalışmıştır. Mısır hükûmetleri, ülkenin politik ve coğrafi pozisyonunu kullanarak sürekli dış kredi bulabilse de bu kredilerin iyi ve verimli bir şekilde kullanılmaması, ülkeyi sık sık iflasın eşiğine getirmekte ve neticesinde sürekli uluslararası mali güçlerin kapısına götürmektedir. 1990 yılında yine iflasın eşiğine gelen ülkede hazırlanan Ekonomik Reform ve Yapısal Uyum Programı ile Mısır’ın küresel ekonomiye entegrasyonu hızlanmıştır. Bu dönemde finans sektöründe yapılan düzenlemeler ile sermaye piyasasını bozan uygulamalar kaldırılmış, bankacılık sektörü yeniden yapılandırılarak tasarrufları ve rekabeti artırılmaya çalışılmış, bankaların sermaye yapısı güçlendirilmiştir.
Mısır ekonomisi, 1990’ların sonlarından itibaren küresel ekonomik gelişmelerin etkisiyle sıkıntılı bir dönem yaşamıştır. 1997 Asya krizinin ardından 2001 yılında ABD’de yaşanan terör saldırısı ve Irak Savaşı’nın da etkisiyle yabancı sermaye girişlerinde ve turizmde düşüşler yaşamıştır. Mısır bu dönemde benzeri ülkelerin gerisinde kalmıştır. Büyümenin yavaşlamasında özel tüketimin ve yatırımların yavaşlamasının etkisi olmuştur. Özel sektörün bu dönemde göstermiş olduğu zayıf performansta, kredi imkânlarının azalması etkindir. 2004 yılında yeni bir hükûmetin göreve gelmesiyle çözüm arayışları başlamıştır. İş adamı olan Ahmed Nazif’in başbakanlığında kurulan hükûmet, özel sektörün geliştirilmesi ve ön plana çıkarılması amacıyla 1990’ların sonunda sekteye uğrayan reform çalışmalarını tekrardan başlatmıştır.
Ekonominin daha fazla özel sektöre açılması ve uluslararası kurum ve şirketlerle artan ortaklıklardan kuşkusuz ordu da yararlanmıştır. Mübarek’in ordu ile kurmuş olduğu ilişki, selefleri Nasır ve Sedat’tan farklıdır. Nasır’ın ordu ile ideolojik temelli ancak temkinli ilişkisinden ve Sedat’ın üst kademe subayların rekabetinden yararlanan ve sürekli görev değişikliklerine dayanan stratejisi yerine Mübarek, bir ayrıcalıklı subaylar sınıfı oluşturarak kendisine sadakati sağlama yoluna gitmiştir. Nasır döneminde savunma sektörü ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulan ve Sedat döneminde üç kuruluş etrafında organize edilerek sivil ihtiyaçlar için de üretime başlayan askerî şirketler, Mübarek rejimi altında sahip oldukları fabrika, şirket ve oteller yelpazesini genişletmiştir. Ordunun ekonomi içerisindeki rolüne dair diğer önemli bir nokta ise kanunda millî güvenlik amacıyla kamu arazilerinin kontrollerinin orduya verilmiş olmasıdır. Özellikle yerleşime açılmamış tüm çöl arazileri ve kamu toprakları üzerinde ordunun tam bir otoritesi bulunmaktadır. Fakat tüm bu ayrıcalıklara rağmen 2004 sonrasında yaşanan özelleştirmeler, orduya rakip bir iş adamı zümresinin oluşmasına sebep olmuştur. Ancak günümüzde ordunun bu zümre karşısında üstünlük sağladığı kolayca tahmin edilebilir. Körfez sermayesi bu anlamda ordu ile iş adamlarını birleştiren bir unsur olarak günümüzde Mısır’ın ekonomi politiğini şekillendiren en önemli unsurdur.
Ordu Devleti ve Sivil Toplum
Heba Raouf Ezzat’ın Normal Sonrası Zamanlarda Mısır’ı Düşlemek: Savaş Devleti başlıklı yazısında Mısır’da devlet ve millet arasındaki ilişkiyi ordu ve sivil toplum münasebeti üzerinden ele alıyor. Bu anlamda Mısır’daki “siyaset”in değişen doğasına vurgu yaparak Orta Doğu çalışmalarında yeni bir paradigmaya olan ihtiyacı belirginleştiriyor. Bu anlamda bir Mısır aklının imkânını sorgulayan Ezzat, Mısır toplumunun güncel yönelimlerini açığa çıkarıyor.
2011 ayaklanmaları ve sonrasında yaşanan iktidar değişimi ve anayasa yapım süreci, Mısır toplumunun henüz bazı noktalarda istenilen değişimi yönetebilecek durumda olmadığını göstermesi bakımından hayli öğretici sonuçlar göstermiştir. Bu anlamda özellikle toplumsal gruplar arasındaki müzakere zemininin zayıflığı ve sivil toplumun parçalı yapısı ayrıca üzerinde düşünülmeyi hak etmektedir. Sonuçta sivil alanda demokrasi ve özgürlükler noktasında bir ortak akıl ve öncelik birlikteliği olmayınca askerî unsurların baskıcı yönetimi de kendisine geniş bir alan bulmaktadır. Bu anlamda askerî vesayetin aşılması için toplumda Mısır’ın geleceği ile ilgili meydana çıkacak bir öncelikler birlikteliği gerekmektedir. Ancak devrim ve darbe sürecinde yaşananlar daha önce yozlaşmış otokratik rejime karşı muhalefet ekseninde birbirine yaklaşmış olan siyasal ve sosyal grupların birbirine olan güvenini kırmış ve daha kötü bir askerî baskıya zemin hazırlamıştır. Bu sebeple Mısır’da sivil toplumun kopan sosyal hatları yeniden inşa etmek gibi bir görevi ve önceliği olmak durumundadır.
Ancak günümüzde Mısır ordusu ve askerî gruplardan medet uman sosyal kesimler bu anlamda bir savaş devleti kurarak bu tür hareketlenmelere asla müsaade etmemektedir. Oluşan iktisadi çöküntüyü dış finansörler eliyle finanse eden Sisi rejimi böylece muti bir toplumu garanti altına almaktadır. Bunun için en önemli dayanak, sosyal kesimler arasında bir parçalanma oluşturmak ve toplumu birbirine güvensiz kamplara ayırmaktır. Aydınların ve sosyal hareketlerin güç paylaşımı kavgası, bu parçalanmanın zeminini oluşturmaktadır. Ezzat’ın da vurguladığı gibi günümüzde Mısırlı entelektüeller tarafından şehir hakkı, modern egemenliğin doğası, orduların mülkiyet edinmesi meselesi, kamu hizmetlerinin sunumunun güvence altına alınması ile ilgili çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu artık kamusal meselelerle ilgilenmeyi bırakmış bir entelektüel kesimin varlığına işaret eder. Kitabın önceki kısımlarında tartışıldığı üzere 20. yüzyıl boyunca çok canlı bir seyir arz eden Mısır düşüncesinin içine düştüğü bu durumun açıklaması güçtür. Ezzat bunun ancak bir “savaş devleti” metaforu ile açıklanabileceğini ileri sürmektedir. Bu savaş devletinin işleyebilmesi için çeşitli toplumsal gruplar olağanüstü hâl seferberliği ile kontrol altında tutulmaktadır. Bu küresel düzeyde yaşanan bir gelişmenin aslında Mısır’a özel koşullar altında abartılı ve aşırı bir yansımasından başka bir şey değildir. Dünyada ve Orta Doğu’da giderek tüm devletler bir savaş hâline göre kendilerini uyarlamakta ve toplumsal dengeleri buna göre yeniden kurmaktadır. Ancak Mısır bir ordu devletine dönüşerek belki de bu yeni normal sonrası durumun trajik aşırı hâlini göstermektedir. Bunun için de terör savı etrafında korku ve baskı siyaseti uygulanmakta ve savaş daimî hâle getirilmektedir. Mısır’da bugün iyi planlanmış bir devlet terörizmi, sivil toplumu boğmaktadır.
Mısır’da Güncel Fikrî Yönelimler: Bugünden Geleceğe Bir Bakış
Mısır düşüncesinin son yüz yıllık serüveni bu kitapta detaylı bir biçimde ele alındığı gibi önemli bir çeşitlilik ve zenginlik arz ediyor. Mısır bir taraftan köklü mazisi, etkili eğitim kurumları, coğrafi ve siyasal konumu dolayısıyla hem İslam dünyasında hem de Arap dünyasında çok önemli fikrî etkilere sahiptir. Son zamanlarda bu etkiler zayıflasa da Mısır’da düşünce yaşamı, gösterdiği eğilimler ve çeşitlilikler dolayısıyla önemli bir gelişme temayülünü bünyesinde barındırmaktadır. Kitapta yer alan son yazıda Muhammed Süleyman El-Zevavi özellikle Ocak Devrimi ve 2013 darbesinin ardından Mısır’da ortaya çıkan en önemli düşünce akımlarına ve mevcut eğilimlerin etkilerine odaklanıyor. Mısır Fikrî Akımlarında Çağdaş Yönelimler başlıklı yazısında yazar, bu eğilimlerin güncel durumunu değerlendirerek gelecekteki imkânlarını tartışıyor. Öncelikle siyasi İslam’ın geçirdiği dönüşümleri anlatarak başladığı yazıda yazar, Selefi hareketlerin, Müslüman Kardeşler’in, Güçlü Mısır Partisi’nin ve son olarak sufi hareketlerin yaşadığı değişimlere değindikten sonra sürekli tartışılagelen modernlik ve gelenek arasındaki dinî söylemin reformu konusuna değiniyor. Mısır milliyetçiliğinin gerilemesi, Nasırcı Mısır solculuğunun yaşadığı düşüşü ve aşırı sağcılığın yükselişine de yer veren yazar bize aslında tam anlamıyla bir düşünce bilançosu sunuyor.
25 Ocak Devrimi ülkedeki siyasi ortamla beraber entelektüel hareketlerin de değişimine yol açmıştır. 2013 yılında yapılan darbe ise bu değişimlere ket vurmuştur. Fakat bu dönemin temel karakterini anlayabilmek için Mısır’da devlet-toplum ilişkilerinde ordunun konumunu kavramak gerekmektedir. Ordunun siyaset ve ekonomideki merkezîliği aslında düşünce yaşamının zayıflamasına yol açmaktadır. Darbeler ve otoriter yönetimlerin muhalefeti susturması, fikir hayatına böyle bir etki yapmıştır.
Mısır’da İslami hareketler, salt dinî gruplar olmaktan öte dinî işleri, kamusal işleri ve siyasi çalışmaları birleştiren yeni bir forma girmiştir. Bu gruplar, siyasi partiler kurmakla birlikte cemaatsel kimliklerini korumak için de çaba sarf etmişlerdir. Partileşme sürecinde tam anlamıyla siyaset ve demokrasinin gerekleri ile tanışan İslami hareketler ise davet hareketinden siyasi partiye dönüşmeyi meşrulaştırmak için devlet ve hilafet tasavvurları, kamusal alanda dinin rolü gibi konuları tartışmaya başlamışlardır. Öte yandan kanlı bir darbe ile neticelenen bu süreçten sonra tersinden bir fikrî sorgulamanın da oluştuğunu söylemek gerekir.
Demokrasi ve siyasetin imkânsızlığı fikri çerçevesinde meydana çıkan bu tersinden sorgulama sürecinde Selefi hareketler güç kazanmaktadır. Başlangıçta siyaseti ilkesel olarak dışlayan bu gruplar, 25 Ocak Devrimi sonrası parti kurarak siyasete girmişler ancak Sisi darbesi sürecinde darbecileri destekleyerek tekrar siyasetten çekilmişlerdir. Siyasete katıldıkları dönemde kadının ve gayrimüslimlerin toplumdaki yeri konusundaki fikirlerinde değişimler yaşanmıştır. Bazı araştırmacılar bu dönüşümlerin pragmatik olduklarını düşünmektedirler. Selefilerin en önemli kaynak olarak gördükleri Yasin Behrami; “siyasi hedefler, şeriat hedefleri dâhilinde olmalıdır” kaidesini takip etmiş ve 2013 darbesinden sonra yönetim güçlerinin Mursi’nin elinde olmamasını gerekçe göstererek geri adım atarak darbeyi kabul etmiştir. Böylece aslında temel karakterine uygun bir biçimde Mısır’da yeni bir düşüncenin oluşmasının zeminini de yok etmiştir.
Müslüman Kardeşler özellikle Ocak Devrimi’nden sonra siyasi arenaya iktidar olarak çıkmaları sürecinde çok büyük değişim yaşamıştır. 25 Ocak Devrimi’nden sonra Müslüman Kardeşler fikrî ayrımlardan dolayı bölünmeler yaşamıştır. Bunlardan en belirgin olanı Kutubculuk olarak da bilinen Selefiliğe yakın olan gruptur. Mürşid Muhammed Bedi ve Hayrat al-Şatır, Muhammed İzzet bu grubun liderliğini yapmaktadır. Grup içinde İhvan’dan ayrılarak Güçlü Mısır Partisi’ni kuran Abdülmünim Ebu’l Futuh’un liderliğinde reformist olarak bilinen bir akım daha vardır. Bu akım ise kadınları partiye dâhil etmesi ve uzlaşmacı olması açısından Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi’ne benzerdir. Üçüncü grup ise partinin durumundan hoşnut olmayan gençlerin oluşturduğu gruptur. Bu gençler, 25 Ocak Devrimi’ne katılmışlar ve sonra içlerinden bazıları Mısır Akımı Partisi’ni kurmuştur. Bu grup, 2013 darbesinden sonra ikiye ayrılmıştır. Birincisi, grubu yurt dışından özellikle Londra’dan yöneten yaşlılar neslinin öncülüğünde geleneksel yaklaşımın bir devamı olan akımdır. İkincisi, Mısır’da bir grubun önderlik ettiği ve Türkiye’de onu destekleyen bir grubun bulunduğu fraksiyondur. Hareket genel olarak hilafetin şeklini belirlemeden yenileşme adımları atacağına dair söylemlerde bulunmuştur. En önemli üç hedeflerinden biri, dinin kamusal alandaki rolünün artırılması yani toplumun İslamlaştırılmasının sağlamasıydı. Müslüman Kardeşler uzun süren hilafeti revize etme çalışmaları sonucunda ulus devleti kabul etmişler ve demokrasiyi, iktidara ulaşmak için hedef olarak kullanmışlardır. Ayrıca hareket, iktidara gelmesine rağmen “İslam çözümdür” sloganına karşılık siyasi ideoloji olarak kendi politik ideolojisini kabul edilebilecek tutarlı bir “hâkim ideoloji” oluşturamamıştır. Kendi meşruiyetini sağlamak için yeterli entelektüel ve politik bir çalışma ortaya koyamadığı için de taraftarlarını mobilize etmek için mağduriyetini bir araç olarak kullanmaktadır.
İlerleyen dönemlerde Müslüman Kardeşler’in etkisini kaybetmesine yol açacak pek çok sebep vardır. Bunlardan ilki önümüzdeki yıllarda meşruiyetini tekrar kazanmak için ordu ile ılımlı bir sürece girmesi ve İhvan’ın Ürdün’deki tecrübesine benzer bir şekilde sindirilerek küçülmeye gitmesi olabilir. Böyle bir sürecin sonunda ordunun elinde bir denetim aygıtına dönüşebilir. Bu şekilde ordu, ülkede yapay bir demokrasi havası oluşturabilir ve uluslararası arenada utançtan kurtulabilir. Öte yandan içerideki kuşak çatışması ve demokrasi konusundaki güvensizlik de bir bölünme nedeni olarak gözükmektedir.
Müslüman Kardeşler’in eski yöneticilerinden olan Abdülmünim’in Güçlü Mısır Partisi, ülkeyi kutuplaşmalardan kurtarmayı planladığı için kendini ortanın solu olarak tanımlar. Rejim tarafından İslamcı olarak etiketlenirken İslamcılar tarafından ise kınanan bir kişilik olmuştur. Bazıları onun Müslüman Kardeşler’den ayrılmasını, hareketin kendisiyle değil teşkilatları ile görüş ayrılığı yaşamasına bağlar. Liderinin popüler kimliğinden beslenen bu siyasi hareketin Mısır’ın geleceğinde özgün bir etki oluşturması güç görünmektedir.
Mısır’da sufilik, meşayih tarafından koordine edilmektedir. En ünlüsü Nakşibendi olmak üzere toplam 41 farklı tarikat vardır. Genel olarak sufi akımlar, Ocak Devrimi’ne kadar siyasetten uzak durmuş olan akımlardır. Bu tarihten sonra Hizb-ut Tahrir, Nahda Partisi, El-Nasr Partisi adında üç ayrı parti ile seçime girmişlerdir. Bu dönemde sufi tarikatları, Müslüman Kardeşler’e ve Selefilere karşı muhalif bir tutum sergilemiş ve ülkeyi çekişmeye ittikleri iddiasıyla eleştirmişlerdir. Buna karşılık muarızları tarafından yönetimin elinde bir araç olmakla eleştirilmektedirler. Rejim nezdindeki prestijli konumları ve darbeye destek vermeleri sebebiyle bu eleştirilerin haklı olduğu varsayılabilir. Bu gruplar 2014’te “Lailahe illallah Sisi Habibullah” sloganı ile Sisi’ye olan bağlılıklarını bildirilmişlerdir. Sufiliğin tamamen devlet kontrolü altında olması sebebiyle sufilerin gelecekte bir düşünce üretmeleri ve siyasi bir söylem oluşturmaları beklenemez.
2013 darbesinden sonra Mısır hükûmeti, dinî söylemde reform yapılması gerektiğine geri dönmüştür. Hiç de yeni olmayan bu söylem, modernite ve sekülerizm ile din ve gelenek arasındaki fikrî mücadelenin bir uzantısıdır. Devlet bu tartışmayı terörle mücadele başlığı altında ele almasına rağmen asıl amaç, ordu yönetimini pekiştirecek ılımlı bir dinî söylem üretmektir. Sisi’nin dinî söylemde reform çağrısına Ezher’in olumsuz cevap vermesi, ilerleyen süreçte Ezher şeyhinin görevden alınmasına sebep olmuştur. Dinî söylemin reformu projesi ise Amerika merkezli Al-Hurra kanalına devredilmiştir. Analistler, Sisi’nin bu söylemi, uluslararası arenada meşruiyetini sağlamak için kullandığını düşünmektedirler. Özetle dinde reform söylemi, geleneksel naslara olan itimadın azaltılması, Kur’an’ın çağdaş yorumları üzerine çalışmalar yapılması, içtihadta aklın rolünün artırılması, geleneğin modern çağa uygun olmayan görüşlerden arındırılması, kamusal alanda din adamlarının etkisinin azaltılması, Ezher’in rolünün yeniden düzenlenmesi gibi konularda dinde modern bir yorum istemektedir. Bu tartışmanın ilerleyen yıllarda çok yeni siyasal sonuçlara gebe olduğu söylenebilir.
Bazı analistlere göre 1950’den sonra Arap ülkelerinde yeşertilmiş olan Arap milliyetçiliği, günümüzün halk ayaklanmalarını ve askerî rejimlerini beraberinde getirmiştir. Arapçılık, geride kalmış ve çağın gereklerini yakalayamamıştır. Arap milliyetçiliği temelde İsrail’e karşı tam bir düşmanlık temeline dayanırken zamanla kendiliğinden normalleşmiş ve sonunda Arap devletlerinin İsrail’in destekçisi olduğu bir duruma gelmiştir. Arap Baharı sonrasında İslam ülkelerinde yaşanan iç karışıklıklar ile İslam ülkelerinin birleşmesi ideali ortadan kalkmıştır. Aynı zamanda Mısır milliyetçiliği de 1970’lerden sonra hızla yükselen İslamcılık karşısında güçlü kalmamıştır. Arap otoriter modelinin Orta Doğu’daki Arap olmayan modeller üzerinde özellikle de Türk modeli karşısında başarısız olması da Arap milliyetçiliğinin başarısız olmasının nedenlerinden biridir. Mısır’daki Ocak Devrimi’nden sonra Arap milliyetçi akımları, devrimin ritmindeki gelişmelere paralel olarak literatürünü geliştirmemiş, fikirlerini yeniden gözden geçirme temayülü göstermemiş ve yine siyasi literatürlerini geliştirme üzerine çalışmamışlardır.
Birçok araştırmacı, sosyalist akımdaki temsilcilerin, Abdülnasır’ın kurduğu sosyalist Nasırcı milliyetçi hareketlerin bir uzantısı olduğunu düşünmektedir. Nasır rejimi, devletin üretim araçlarını tekelleştirdiği ve işçi sınıfının yoğun biçimde sömürülmesi yoluyla ekonomik üretim sürecini idare ettiği “devlet kapitalizmi” olarak tanımlanabilecek bir sistem kurmuştur. Ancak Nasır döneminde tecrübelerin çöküşü, ekonomide büyük bir açığa sebep olurken 1967 yenilgisi sonrasında korkunç bir düşüşe geçmiştir. Nasır dönemini temsil etmekle beraber Ocak Devrimi’nin örgütlenmesinde ve mobilizasyonunda 6 Nisan Hareketi ile rol oynayan devrimci sosyalist akımların etkisi büyük olmuştur.
Devrim ve sonrasında yaşanan çalkantılı süreçte özellikle de 2013 darbesinin getirdiği belirsizlik ortamında bazı entelektüeller, devletin istikrarı sağlaması için baskı kurmasını gerekli görmüşlerdir. Kahire Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Dr. Mutez Abdulfettah bu görüşü savunan en önemli isimlerden biridir. Toplum içerisinde fikirlerin olgunlaşması için bazı aşamalara ihtiyaç duyulduğunu ve bunların en başında baskı döneminin olması gerektiğini savunan Abdulfettah günümüzde Mısır’da bireylerin herhangi bir hakkı kalmamış olsa da devletin bireylerin haklarının koruyucusu olduğunu belirtir. Mısır’da baskı rejimi kendi varlığını meşrulaştırmak için etrafına kendisini destekleyen bazı aydınları toplamıştır. Bu aydınlar, ultra Sisiciler olarak tanımlanmaktadır. Sonuç olarak bu görüşler, Mısır’ın diğer Arap ülkelerinden farkını vurgulamak adına hem Hristiyan hem de Müslüman özelliklerini öne çıkarmaya çalışmaktadır. Bu sebeple Mısır’ın kültürel kodlarını Firavun dönemine dayandırarak toplumsal vasattan uzaklaşmışlardır. Ahmet Arabi’nin “Mısır Mısırlılarındır.” akımının ve Taha Hüseyin’in Mısır’da Kültürün Geleceği adlı kitabıyla etki ettiği sert tartışmaların uzantısı olan bu eğilim günümüzde yeni bir otokratik sekülerleşme dalgasının fikrî temelini teşkil etmektedir. Aynı zamanda Batılı ülkeler ve entelektüeller tarafından desteklenen bu görüşün temelinde, Mısır’ı Müslüman geçmişinden koparma arayışı bulunmaktadır.
Sonuç: Bozulmaya Yüz Tutan Düşünce Yaşamı
Mısır’da güncel olarak düşünce hayatı, siyasal alandaki iktidar ilişkileri çerçevesinde işlemektedir. Bu anlamda milliyetçilik ve muhafazakârlığı yanına alan askerî güç sahipleri, liberal, sol ve İslamcı muhalefet karşısında zinde güce sahip olmanın avantajına sığınmaktadırlar. Bu belirtilen çerçeve elbette sorunsuz ve statik bir konumlanmaya tekabül etmez. Her bir grubun diğerine karşı konumlanması da iktidar ilişkilerinin tabii bir parçasını teşkil eder. Bu durumun bir yansımasını 2011 devriminden sonra Müslüman Kardeşler’in iktidarı ele geçirmesinde görmek mümkündür. Daha önce Müslüman Kardeşler ile birlikte hareket eden muhalif gruplar, bu iktidar durumu karşısında muhalif oldukları gruplarla ittifak kurmuşlardır. Böylece muhalefetin alanı daima dinamik bir görünüm arz eder.
Sonuç olarak Mısırlılar, 25 Ocak Devrimi’nden sonra geçirdikleri tek adil seçimden sonra gelen darbe ile demokrasi yolunda geri adım atmışlardır. Özellikle askerî yönetim altında özgür düşünceler kendilerine yer bulamamaktadır. Siyasi kutuplaşma giderek artmakta, liberal ve sosyalist akımlar gereken yenileşmeyi gerçekleştirememektedir. Muhalefet de darbeden sonra normalleşme sürecine dâhil olamamıştır ve Mısır için yakın bir dönemde normalleşme ihtimali çok mümkün gözükmemektedir. Bu da Mısır’da bir fikrî yenilenmenin oluşması, toplumsal gelişme ve iktisadi kalkınma için bir temel kalmamasına yol açan önemli bir etkendir. Mısır günümüzde kendisini bir “umutsuzlar parkı”na dönüştüren baskıcı bir cendere altında can çekişmektedir.