Giriş
İslamcı düşünce ya da İslami hareketin oluşum ve gelişim süreçlerinde Mısır ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Modern dönemde İslam dünyasını etkilemiş önemli düşünce ve hareketlerin neşet ettiği yer olması hasebiyle İslamcılık çalışmalarında Mısır göz ardı edilemeyecek düzeyde önemli bir coğrafyadır. İslamcılığın kurucu düşünürleri kabul edilen isimlerin ya Mısırlı oluşu ya da hayatının bir dönemini burada geçirmesi, bu ülkeye dair referansları artırmakta ve Mısır’ın kendi siyasal dinamikleri üzerinden İslamcılığın erken dönem serüveninin anlaşılmasını da sağlamaktadır. Ayrıca Müslüman toplumlar içinde İslami düzen merkezli amaç ve söylem dairesinde oluşan ilk örgütlü siyasal yapı kabul edebileceğimiz Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın da Mısır’da kurulması, ülkenin İslamcılık düşüncesinin gelişimindeki önemini açıkça ortaya koymaktadır.
İslam dünyasının 19. yüzyılda siyasi alanda ciddi mevzi kaybetmesi ve bu durumun iktisadi ve toplumsal alanda yol açtığı krizler, Müslüman toplumlardaki âlim ve entelektüelleri mevcut buhrandan kurtulmak için yeni arayışlara sevk etti. Müslüman coğrafyada dinin ve siyasal düzenin yeniden yorumlanmasına dair değişik yaklaşımların tezahürü yeni bir fikrî zeminin oluştuğunun habercisiydi. Tam da bu noktada, Batılı modernleşme stratejisinin kararlı şekilde uygulandığı ve Osmanlı’nın zayıflamasından ötürü ortaya çıkan otorite boşluğunda sömürgeci güçlerin ülkedeki nüfuzunu artırması, Mısır’ı krizlere karşı geliştirilen çözüm önerilerinin merkezi hâline dönüştürdü. Özellikle I. Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni küresel düzen, Mısır’da yerleşik ve örgütlü İslamcı yapılanmanın teşekkülünde büyük rol oynadı.
Her ne kadar İslamcı düşüncenin teşekkülü, Osmanlı yönetimine ve sömürgeci güçlere muhalefet ya da geleneksel İslami yorumlamanın Müslüman toplumların gelişimini engellediği argümanı üzerinden temellendirilse de uluslararası ilişkilerde değişen dengelerle birlikte oluşan düzenin İslamcılığın gelişimindeki etkisi göz ardı edilmemelidir. Dünya Savaşı sonrası ulus devlet merkezli kurulan yeni sistemde, siyasal iktidarın mahiyeti ve İslami düzenin bu koşullarda nasıl oluşabileceği, İslamcı düşüncenin başlıca tartışma konusu olmuştur. Böylece İslamcı düşünce teolojik ya da fıkıh merkezli tartışmaların ötesine geçerek bizatihi siyasal düzeni merkeze alıp onun üzerinden kendini yeniden konumlandırdığı bir hâle evrilmiştir. Toplumun ve sistemin İslamileşmesinin ancak Batılı siyasallığa karşı bir duruşun sergilenmesi ve küresel düzenin sorgulanmasıyla gerçekleşebileceği varsayımından hareketle, Mısır’daki İslamcı düşüncenin derin kelami ya da fıkhi tartışmaları bir kenara bırakıp doğrudan toplumsal ve siyasal alana söz söyleme ihtiyacıyla vücut bulduğunu belirtmek mümkündür. Mısır’daki İslami düşüncenin gelişiminin anlatılacağı bu bölümde, İslamcı düşüncenin teorik çerçevesinden hareketle bu düşüncenin nasıl yerleşik hale geldiği ve süreç içinde bu düşüncenin ne tür kırılmalar yaşadığı ele alınacaktır. Buna ek olarak, İslamcı düşüncenin siyasal düzen etrafında oluşması nedeniyle Mısır siyasal sistemiyle yaşanan gerilimler de metin boyunca tartışılacaktır.
İslamcı Düşüncenin Mahiyeti ve Mısır’da İlk Tezahürü
İslamcı düşünce ve bunun kurumsal yapıya dönüşmüş hali olarak tasvir edebileceğimiz İslami hareket, toplumsal tabana sahip diğer dinî hareketlerden ayrışmaktadır. Bu farklılığın temel nedeni ise İslamcı düşüncenin sadece onu benimseyen ve ortaya koyduğu yöntemi takip eden mensubuna yeni bir kimlik atfetmesinin yanında bir siyasal düzen fikrini bünyesinde barındırmasıdır. Bu kimlik, dinin emir ve yasaklarını gündelik yaşantıda bireysel olarak tatbik eden dindar Müslüman profilinin ötesine geçip yeni bir siyasallık dairesinde düşünen Müslüman birey meydana getirmektedir. Bu noktada, yerleşik kuralları, değer atfetmesi, mensuplarına aidiyet kazandırması ve hem toplumsal hem de siyasal alana nüfuz etmesi hasebiyle İslami hareket, bir düzen fikri etrafında hareket eden Müslüman kimliğini üreten ve İslamcı düşüncenin somutlaştığı bir kurum olarak tanımlanmalıdır.
İslamcı kimliğini benimseyen bireylerin yer aldığı bu kurumun temel gayesi, İslam’ın temel ilkelerini ve hukuki boyutunu esas alan bir düzen oluşturmaktır. Bu yönü itibarıyla İslamcı dediğimiz kimse, İslam’ı siyasal düzenin merkezine yerleştirmeye çalışan, Müslüman kimliğini siyasi pratiğinin merkezine koyan, siyasi hedeflerinde İslam’ın kavramsal dünyasından istifa eden ve siyasal geleceklerini İslam’da gören kimsedir (Sayyid, 2000, s. 37). Tanımın da gösterdiği üzere, İslami hareket mensubu olan İslamcı, tüm değer dünyasını ve siyasi pratiklerini, İslam’ın merkezde olduğu bir ideoloji ya da düşünce sistematiği yoluyla belirlemektedir.
İslamcı düşünce özü itibarıyla Batılı siyasallığın ürettiği düzen fikrini sorgulayan ve bu siyasallığa alternatif bakış açılarıyla meydan okuyan bir karaktere sahiptir. İslamcılık literatürünün öncü isimlerinden Olivier Roy gibi isimlerin İslamcı düşünceye yönelik indirgemeci yaklaşımları, İslamcılık şeklinde ortaya çıkan düşünce sistematiğinin özünün göz ardı edilmesine neden olmaktadır. Roy’a göre İslamcılar, Kur’an’da sadece bir din değil aynı zamanda bir ideoloji de bulmakta ve buradan hareketle devlet iktidarını ele geçirip toplumun dönüştürülmesini savunmaktadırlar (Roy, 2005, ss. 17-18). Hâlbuki İslamcı düşünce, devlet idaresine ya da amaca ulaşmak için iktidarın mutlak surette ele geçirilmesi fikrine indirgenemeyecek kadar kapsamlı ve derinlikli bir teorik zemine sahiptir. Bu tür bir tanımlama; eksik, yönlendirici ve tek boyutlu bir açıklama olmanın ötesine geçmemektedir. İslamcı düşünce, İslami prensipler ekseninde bir düzen tasavvuru geliştirirken aynı zamanda Müslüman öznellik kurma amacı taşımakta ve mensuplarına atfettiği değer vasıtasıyla bir siyasallık meydana getirmektedir. Bu siyasallık, İslamcılığın “tekil bir kurucu eylemle (devrim) devlet iktidarını ele geçirmeyi hedefleyen projeler” olmasının ötesinde daha yaygın bir “entelektüel-ahlaki reform stratejisini” içermektedir (Sayyid, 2000, s. 38).
İslamcı düşüncenin en belirgin özelliği; din, siyaset, hayat ve düzen gibi kavramları birbirinden kopuk ve kategorik şekilde ele almaması aksine bunlara bütüncül yaklaşmasıdır. Bu nedenle İslamcı düşüncenin ortaya çıkmasını tetikleyen temel saik, modernleşme ve sekülerleşme süreciyle birlikte Müslüman toplumlarda yaşanan gerilime karşı bir pozisyon alması ve dinin hayattan ve siyasal alandan koparılması sonucu ortaya çıkan yeni düzen fikrine direnç göstermesidir. İslamcı düşüncenin ya da onun somut hali olarak tasvir ettiğimiz İslami hareketin bir boşlukta oluşmadığı aşikârdır. Aksine içinde bulunulan toplum ve gelenekten ödünç alınan değerler ve karşılaşılan sorunlara yönelik geliştirilen duruş sayesinde bu fikriyat ya da yapılanma ortaya çıkmıştır (Kepel, 2014, s. 24). Bu düşünceyi benimseyen hareketler, toplumdan ya da siyasal alandan soyutlanmak yerine bizzat sürece dâhil olan ve sorumluluk alan bir tavrı benimsemişlerdir. Çünkü İslamcı düşüncenin meydana getirdiği yapılar, İslam’ın toplumun her kesiminin hayatını idare edecek şekilde yeniden düzenlenmesi işini omuzlayacak insanları içinde barındıran örgütlü ve kolektif bir niteliğe sahiptir (Al-Qardhawi, 1990, s. 5). Bu nedenle İslamcı düşüncenin beslediği hareketlerin oluşumu, içinde yaşadığı ortamdaki siyasal gelişmeler ve bunların etkileriyle doğrudan ilişkilidir.
Mısır’da İslamcı düşüncenin kökenleri genellikle Cemâleddin Efgânî (1838-1897) ve Muhammed Abduh’a (1849-1905) dayandırılmaktadır. Bu iki öncü ismin İslam’ın yeniden yorumlanması ve konumlandırılmasına dair özgün düşünceleri, onların İslamcılığın ve İslami hareketin kurucu unsurları olduğu şeklinde bir genel kabule yol açmıştır. Şüphesiz Mısır’daki en önemli İslamcı yapılanma şeklinde kabul edilen Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kurucusu Hasan el-Benna’nın bu isimlerden etkilenmesi, İslamcı yapılanmada rollerinin yadsınamaz olduğunu gösterse de İslamcılığın ve İslami hareketin bu isimlerin düşünce sistematiğine indirgenmesi de İslamcılığın bizzat kendisini sınırlamaktadır. Her iki ismin ortak özelliği -Abduh’un Efgânî’nin fikirlerinden ciddi şekilde etkilendiği bilinmektedir.- İslam dünyasındaki geri kalmışlık sorununa yönelik çözüm önerisi getirme çabası ve bunun geleneksel yaklaşımdan ziyade dinde yapılacak ıslahatlar aracılığıyla gerçekleşeceğidir. İslam’ın doğru şekilde anlaşılarak günümüz koşullarına uygulanması halinde İslam dünyasının içinde bulunduğu durumdan kurtulacağını iddia eden Efgânî, özellikle Martin Luther öncülüğünde Hristiyan Avrupa’da gerçekleştirilen reformist devrimin Müslümanlar tarafından da hayata geçirilmesi gerektiğini savunmuştur (Saeed, 2013, s. 31). Müslümanların dini doğru anladıkları takdirde siyasi alanda da güç edinecekleri tezini öne süren Efgânî, yükselen Avrupa olmasa dahi İslam’ın yanlış anlaşılması nedeniyle Müslüman toplumların siyasi açıdan yine zayıf düşeceğini ve başarısızlıkla yüzleşeceğini vurgulamıştır (Hourani, 2014, s. 135).
Efgânî’nin İslamcılık düşüncesinin gelişimindeki önemli konumu, tecdid ve ıslah konusunu sadece teolojik bir mesele olarak görmenin ötesine geçip İslam birliği fikri etrafında daha siyasal bir perspektif sunmaya çalışmasıdır. Müslüman toplumların ancak bir araya gelerek topraklarındaki Batılı saldırganlığı sonlandıracağına inanan Efgânî, İslam’ın öncülerinin anladığı şekliyle dinin yorumlanması halinde Hz. Peygamber ve ashabı dönemindeki siyasi ve askerî başarıların elde edilebileceği savını ortaya atmıştır (Weismann, 2001, s. 232). Efgânî’nin bu yaklaşımı ve sömürge karşıtı duruşu şüphesiz yaşadığı dönem için Müslüman entelektüeller üzerinde derin izler bıraksa da gerek dönemin koşulları gerekse Efgânî’nin hayatı boyunca çok fazla yer ve ilişki içinde bulunması, geliştirdiği fikriyatın Batılı siyasallığı aşmaya dair yeterli derinliğe ulaşamamasında başlıca etken olmuştur.
İslamcılık literatüründe Efgânî’den daha çok referans gösterilen Muhammed Abduh ise sömürgecilik karşıtlığı noktasında siyasi bir tavra sahip olsa da siyasal düzen tasavvuru bakımından Efgânî kadar siyasetin pratiğine ve imkânlarına kafa yormamıştır. Bunun başlıca nedeni, Mısır siyasal hayatındaki gelişmeler ve İngilizlerin etkisinin artması nedeniyle Abduh’un siyaset kurumuna güveninin sarsılmasından mütevellit eğitim ve düşünce alanında reformun nasıl gerçekleşebileceğine odaklanmasından kaynaklanmaktadır (Nafi, 2012, s. 32). Abduh, döneminin birçok entelektüeli gibi Mısırlılığı öne çıkarmış ve düşüncesinde milliyetçi unsurlara geniş yer vermiştir (Hourani, 2014, s. 179). Mısır milliyetçiliğinin Abduh’un düşüncesine bariz şekilde sirayet etmesi, küresel siyasette İslam’ın nasıl konumlanması gerektiği hususunda tutarlı ve net bir tasavvur geliştirememesinde ciddi rol oynamıştır. İslami hareketin Mısır’da yerleşik bir kurum haline dönüşme aşamasında Abduh, hem İslam’ın canlandırılması hem de sömürgecilik karşıtlığı içermesi nedeniyle yönlendirici tesire sahip olsa da modern ulus devletle ya da siyasal otoriteyle kurulan ilişkide iktidarın maslahatını gözetici bir yöntemin izlenmesini de takipçilerine miras bırakmıştır.
Muhammed Abduh’un ardından İslamcı düşüncenin gelişiminde en önemli isim Muhammed Reşîd Rızâ’dır. Abduh’un fikirlerini sonraki nesle aktaran ve bir bakıma onun sözcülüğünü yapan Reşîd Rızâ (1865-1935) bir yandan ulemayı, İslam dünyasının ve İslami reformun önünde en büyük engel görerek modernist bir yaklaşımı benimserken öte yandan hilafet kavramı etrafında siyasal teori geliştirmeye çalışmıştır. Abduh tarafından kurulan El-Menar dergisini devam ettiren Rızâ özellikle buradaki yazılarıyla hilafetin önemine vurgu yaparak İslam’da gerçek reformun ancak hilafet kurumunun yeniden yapılandırılmasıyla mümkün olabileceği görüşünü savunmuştur (Saeed, 2013, ss. 34-35). Bununla birlikte Rızâ, halifenin mutlak bir yönetici olmasından ziyade kanunların yapılıp uygulanmasına nezaret edici olması gerektiğine inanıyordu (Hourani, 2014, ss. 267-268). Rızâ’nın hilafete yönelik yaklaşımının I. Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni durumda Mısır’daki İslamcı hassasiyeti tetiklediği ve dönemin Kahire’deki İslamcı entelektüellerinin Menar dergisi etrafında yaptıkları tartışmalarla Batılılaşan ve halifesiz kalan bir dünyada Müslümanların sorunlarına çözüm arayışlarına öncülük ettiği söylenebilir.
İslamcılığın temelleri ilgili literatürde genellikle Efgânî, Abduh ve Reşîd Rızâ formülasyonunun bir uzantısı şeklinde tasvir edilir. Bu yönüyle Efgânî ve Abduh’un daha çok sömürgeciliğe karşı direniş hususunda, Rızâ’nın ise hilafet eksenli bir yaklaşımla İslamcı düşünceye tesir ettiği görülmektedir. Bu tesir dâhilinde İslamcılık, sömürgeci güçlerin zaferine ve hilafetin ilgası da dâhil olmak üzere yeni oluşan siyasal düzende Arap ve Müslüman toplumlarının yüzleştiği derin siyasi, dinî ve fikrî yetersizliğe bir cevap niteliğindedir (Ebu-Rabi, 2005, s. 106). Bu düşünsel arka plan ve yaşanan gerilim, Müslüman toplumlarda siyasal düzen arayışı etrafında yeni bir hareketlenme biçimini ortaya çıkarmıştır. Nitekim halifesiz bir dünyada siyasal temsil kriziyle yüzleşen Müslümanların bu sorunu aşmaya ve Batılı yaşam tarzına karşı durmaya dönük çabaları, İslami hareketin oluşumunda başlıca muharriktir (Hroub, 2010, s. 15). Buna ek olarak, sömürgecilik sürecinde oluşan elitlerin modernleşme ve Batılılaşma etkisiyle toplumdan uzaklaşmaları ve kendi insanlarını hor görmeleri ve yabancılaşmaları, İslami hareketin yayılması ve güçlenmesine ciddi ivme kazandırmıştır (Ajami, 1981, s. 171). Bu bağlamda Mısır gerek sömürgecilerle yüzleşme gerekse İslam’ı canlandırmaya yönelik güçlü bir iradenin ortaya çıkması ve tüm Müslüman dünyaya yayılacak bir geleneğin temellerini oluşturması hasebiyle İslami hareketin anavatanı olmayı başarmıştır.
Mısır’da Örgütlü İslami Hareketin Doğuşu ve Gelişimi
Müslüman Kardeşler Teşkilatı, Mısır’ın en bilindik İslami hareketi olmakla beraber 1927’de kurulan Genç Müslümanlar Cemiyeti (Cem’iyyat eş-Şubban el-Muslimin) ülkenin ilk örgütlü İslami hareketi olarak kabul edilebilir (Botman, 1991, s. 116). Cemiyet’in temel programı ve aktiviteleri, Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağlarının kuvvetlendirilmesi, İslam’ın şanlı günlerinin yeniden canlandırılması ve İslam’ın rehberliğinde bir toplum inşası üzerine odaklanmıştı (Gershoni ve Jankowski, 2002, s. 19). Cemiyet’in ortaya çıkışındaki en önemli etken, Amerikalı Protestan misyonerlerin desteğiyle Genç Hristiyanlar Cemiyeti’nin 1923’te kurulmasıydı. İki yapı arasındaki isim benzerliği de Genç Müslümanlar Cemiyeti’nin faaliyetleri hakkında genel bir bilgi vermektedir. Bu bağlamda Cemiyet’in en önemli gayesi, misyonerlik faaliyetlerine karşı Mısır gençliğini bilinçlendirmek ve Müslümanları toplumsal ve siyasal gelişmelere dâhil olmaları yönünde teşvik etmekti (Sharkey, 2013, s. 99).
Genç Müslümanlar, kendilerini siyasi alanı da göz ardı etmeksizin daha çok toplumsal, kültürel ve dinî alanlarda faaliyet göstermeye çalıştılar. Spor aktiviteleri, yetişkin eğitimi ya da drama sınıfları gibi farklı tarzlarda eğitim programı sunan Cemiyet, İslam ve modernleşme konularında entelektüel tartışmalarda yer almaktan da geri durmadı (Botman, 1991, ss. 116-117). Özellikle Filistin’deki gelişmelerin günden güne yeni bir hâle evrilmesi ve bölgedeki Yahudi yerleşimlerinin artması, Mısır’daki dinî grupların ciddi tepkisini çekmekteydi. Bu dönemde Genç Müslümanlar Cemiyeti de Siyonizm’e karşı toplumun harekete geçirilmesi ve Filistinlilere destek verilmesi noktasında Mısır’ın en etkin hareketlerinin başında gelmekteydi (Gershoni ve Jankowski, 2002, s. 251). Özellikle 1931’de gerçekleştirilen geniş katılımlı Kudüs Konferansı’nda Cemiyet’in önemli rol oynadığını belirtmek gerekir (Mayer, 1982, ss. 311-313).
Genç Müslümanlar Cemiyeti, iktidara ulaşmayı hedeflemedikleri için aktif siyasetten mümkün mertebe uzak durmuşlar ve bunun neticesinde de Mısır sathında ciddi etkinlik gösterememişlerdir. Lakin Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kuruluşuna da bir düzeyde ilham kaynağı olmaları ve Hasan el-Benna’nın Cemiyet ile ilişkisini her daim devam ettirmesi, iki yapının siyasi iktidar alanına dair yöntemsel farklılıklarına rağmen benzer düşünce düzleminde hareket ettiklerinin göstergesidir. Nitekim 1948 Aralık’ında Kardeşler Teşkilatı’na yönelik başlatılan yoğun baskı esnasında Genç Müslümanlar Cemiyeti, hem Teşkilat’a hem de Benna’ya açık destek vermişler ve çalışmalarını yürütebilmesi için Cemiyet’in genel merkezinde Benna’ya bir ofis tahsis etmişlerdir (Nafi, 2012, ss. 56-57).
Genç Müslümanlar Cemiyeti’nin varlığı Hasan el-Benna’yı benzer bir kurum meydana getirme hususunda teşvik etmiştir. 1928’de öğretmenlik yaptığı İsmailiye’de temelleri atılan Müslüman Kardeşler Teşkilatı, yola çıkış amacı bakımından Genç Müslümanlar ile büyük oranda paralellik içermektedir. Hatta Benna, Cemiyet’in önde gelenlerine ulaşarak üzerine düşen her türlü sorumluluğu yerine getirmeye hazır olduğunu belirtmişti (Husaini, 1956, s. 1). Bu yönüyle Müslüman Kardeşler teşkilatının kuruluş dönemi siyasi karakterden ziyade toplumun İslami yaşam biçimini benimsemesine dair faaliyetler üzerine bina edilmesi, iki yapı arasındaki en önemli benzerlik noktasıydı. Zira o dönem İsmailiye’nin Mısır’ın Avrupai karakterdeki şehirlerinin başında gelmesi ve İngilizlerin şehirdeki hâkim yönetimi, toplumun bilinçlendirilmesi ve Batılılaşmasının olumsuz tesirine karşı uyarılması noktasında Benna’nın bir sorumluluk hissetmesine yol açmıştı. İlerleyen dönemlerinde tamamen siyasal bir hareket haline dönem Müslüman Kardeşler’in ilk dönemlerinde yerel ve dinî bir oluşum olarak tanımlanması yerinde olacaktır. Bununla beraber 1932 yazında Benna’nın Kahire’ye tayin edilmesiyle Hareket’in merkezinin Kahire’ye taşınması, Müslüman Kardeşler tarihinin en önemli dönüm noktasıydı. Önceleri vaazlar ve toplantılar yoluyla okullarda, mescitlerde, evlerde ve yahut kahvehanelerde yürütülen davet yöntemi artık başkente taşınmayla yeni bir çevreye girerek dinî boyutun yanı sıra siyasi, iktisadi ve toplumsal veçhelerin de öne çıktığı bir hale evrildi (Zeki, 1980, ss. 21-22). Böylece Müslüman Kardeşler, yerel bir hareket konumundan tüm Mısır’a hitap eden ulusal bir yapıya dönüşmeyi başardı.
Müslüman Kardeşler’in Kahire’ye taşınmasıyla hareket daha geniş çaplı ve sistematik faaliyetler gerçekleştirmeye başladı. Özellikle haftalık yayınların yanı sıra genel merkez ve şubelerdeki ders halkalarıyla Teşkilat’ın sözlü iletişim hususunda hızla kurumsallaştığı söylenebilir (Mitchell, 1993, s. 13). Bu dönemde Kardeşler’in başlıca çalışma alanları şu şekildeydi:
Evlerde, camilerde konferans, ders verilmesi ve Salı Günü Dersleri’nin kurumsallaştırılması (2) Genel Başkan’ın risalelerinden yalnızca iki sayısının çıkartılması sonra da ilkin haftalık Müslüman Kardeşler mecmuasının çıkartılması ve yine bu sıralarda en-Nezir Mecmuası’nın ilk iki yılının yayınlanması, (3) çeşitli yayın ve risalelerin yayınlanması, (4) Kahire’de çeşitli şubelerin açılması, bölgede şubelerin arttırılması ve dışarıdaki şubelere yaygınlık kazandırılması, (5) bedenî eğitim ve izci örgütlerinin düzenlenmesi, (6) üniversitelerde ve diğer okullarda davanın kök salması, öğrenciler kısmının kurulması ve el-Ezher’in ilim adamı ve öğrencilerinin çalışmalarından yararlanılması, (7) Kahire’de ve çeşitli bölgelerde Kardeşler’in yıllık kongrelerinin yapılması, (8) Kahire’de ve diğer bölgelerde İslami günlerin ihya edilmesi ve kutlanması için gerekli katkılarda bulunulması, (9) İslami-Ulusal davaların ve özellikle Filistin Davası’nın desteklenmesine katkıda bulunulması, (10) siyasi ve sosyal alanda gerekli düzeltmelerin yapılmasının; konuşma, açıklama, yöneltme ve bu konu ile ilgili hatıra, makale ve broşürlerin yazılması suretiyle ele alınması, (11) misyonerlik hareketine karşı koyma ve dinî öğretimin teşvik edilmesi gibi İslami hareketlere katkıda bulunulması, (12) İslami açıdan kusurları bulunan hükûmete karşı çıkılması ve partizanlığa karşı çıkılıp açıkça İslami usullere çağrılması, bu alanlarda teknik incelemelerin yapılması için gerekli kurulların oluşturulması… (el-Benna, 2007, ss. 255-256).
Benna’nın çerçevesini çizdiği çalışmalardan da anlaşılacağı üzere Hareket’in günden güne siyasi bir zemine evirildiği görülmektedir. Özellikle 1930’ların ortalarından itibaren derinleşen Filistin sorununa Hareket’in yaklaşımı hem toplum nezdindeki karşılığının artmasını hem de siyasallaşma yolunda büyük mesafe kat etmesini sağlamıştır. Bu dönemde Saray’la yakın irtibat kuran Benna, Kardeşler’in Mısır siyasal sisteminin başlıca aktörlerinden birisi olma yolunda önemli başarı elde etmiştir. Filistin sorunu üzerinden toplumsal meşruiyet zeminini genişleten Kardeşler, ülkenin sadece iç meselelerine değil aynı zamanda Arap ve İslam dünyasının temel sorunlarıyla da alakadar olacağını tüm kesimlere göstermiştir. Böylece Mısır’daki İslamcı düşüncenin modern dönemde daha evrensel bir karaktere sahip olacağı ve Kardeşler’in Müslüman toplumları kuşatacak bir söylem ve vizyonla hareket edeceği ortaya çıkmıştır.
1930’ların sonunda Müslüman Kardeşler tarihinin çeşitli dönüm noktalarına tanıklık edilmiştir. Özellikle 1939’daki Teşkilat’ın Beşinci Genel Kurul’unda alınan kararlar iç yapılanmada önemli değişimlerle sonuçlanmıştır. Bunun ilk somut örneği Hasan el-Benna’nın kongrede yaptığı konuşmada Müslüman Kardeşler’i açık biçimde “siyasi örgüt” şeklindeki tanımlamasıdır (akt. Mitchell, 1993, s. 16). Ayrıca Hareket’in onuncu yıl dönümünde gerçekleşen bu toplantıda daha öncesinde yeniden biçimlenme ve hazırlanma aşamasında tabir edilen Teşkilat, icra merkezli bir anlayışın hâkim olacağı aşamaya geçmiş oldu (Mitchell, 1993, s. 15). Beşinci Kongre’yle siyasallaşma sürecini hızlandıran ve İslamcı düşüncenin siyasal düzende var olmaksızın anlamsızlaşacağını gösteren Kardeşler yine aynı dönemde bir grubun yapıdan ayrılması sonucu Teşkilat içi ilk ciddi krize maruz kalmıştır.
Kardeşler’in Mısır siyasetinde etkinleşmesi nedeniyle hükûmet ve farklı siyasi kesimlerle kurduğu temaslardan rahatsızlık duyan bazı mensuplar bu süreçte itirazlarını dillendirmeye başladı. Bu kişiler Benna’nın siyasal stratejisini tasvip etmeyerek takındığı tutumdan ötürü memnuniyetsizliklerini açıkça ortaya koymaktaydılar. Özellikle Filistin meselesine dair izlenen siyasetin yetersiz kaldığını ve daha aktif bir yöntem benimseyip mücadelenin askerî eylem boyutuna taşınması gerektiğini söylemekteydiler. Muhalifler, Hasan el-Benna’dan Ali Mahir Paşa ile yakın ilişkiye sahip ve Teşkilat’ın siyasi tutumunda belirleyici pozisyondaki Ahmed es-Sukkeri’yi yönetimden uzaklaştırmasını ve Kardeşler’in tüm siyasilerle irtibatını kesmesini talep ettiler (el-Bişri, 2002, s. 115). Benna’nın sunulan talepleri reddetmesinin ardından bu düşünceyi destekleyenlerle yol ayırımına gelindi. Bunun sonucunda Kardeşler mensubu bu ekip 1939’da yapıdan ayrıldıklarını deklare ederek Hz. Muhammed’in Gençliği Cemiyeti’ni (Cem’iyye Şebab Seyyidina Muhammed) kurdular (Mitchell, 1993, ss. 17-18).
Hz. Muhammed’in Gençliği grubunun ayrılması 1928’den bu yana Kardeşler’in yüzleştiği en büyük kopuştu. Müslüman Kardeşler’e özellikle üniversite gençliğinin teveccühünün günden güne arttığı bir ortamda bir grup muhalifin Hareket’in aşırı siyasallaşmasından rahatsızlık duyup Teşkilat’tan ayrılması Benna’nın yeni meydan okumalarla karşılaşmasına neden olabilirdi. Mısır’daki muadillerine nazaran siyasal sistem içinde mücadele tarzını benimseyerek ülkedeki İslamcı düşünceye yeni bir soluk getiren Benna, en önemli insan kaynağı gördüğü gençlerin farklı motivasyonlarla Kardeşler’den uzaklaşmasını göze alamazdı. Mensuplarına yeni bir heyecan katacak ve ayrılan grubun daha fazla mensubu beraberinde götürmesini de engelleyecek bir çözüm arayışına giren Benna, çareyi Müslüman Kardeşler çatısı altında gizli bir askerî kanadın kurulmasında buldu. Hâlihazırda Teşkilat bünyesinde bulunan İzci Birlikleri, bu yeni yapılanmanın temelini kolaylıkla oluşturabilirdi. İzci kamplarında teşkilat mensuplarına askerî talimlerin yaptırıldığı Benna tarafından hatıratında zikredilmektedir (el-Benna, 2007, ss. 437-439). Bu yolla Müslüman Kardeşler’i yeni bir boyuta taşıyan Benna, İslami bir siyasal düzenin tesisinde ihtiyaç duyacağı tüm kurumların tesisinde aktif bir rol üstleneceğinin de mesajını vermiştir. Ayrıca Ali Mahir Paşa’nın o dönem bütün okullarda öğrencilere yönelik askerî talim ve manevraların öğretilmesine yönelik yayınladığı genelge, Müslüman Kardeşler’in Saray’la kurduğu ilişkinin derinliğine ve ortak amaçlara dair önemli ipuçları vermektedir (Lia, 2000, s. 226).
Müslüman Kardeşler’in düşüncelerini zamanı geldiğinde icraata geçirme fikrini her daim zihninde tutan Benna, bu düşünceleri hayata geçirmenin yolunun güçlü silahlı bir kanada sahip olmaktan geçtiğini bilmekteydi. Sivil siyasal alanın içinde kalarak İslamcı mücadele tarzını benimseyen Benna, ihtiyaç duyduğu an faaliyete geçecek ve Teşkilat içinde eylem merkezli stratejiye daha çok önem veren mensupları da motive edecek gizli silahlı örgütü kurmaktan da imtina etmedi. Bu dönemde İngilizlerin İsrailli yerleşimcileri silahlandırdığını ve bu çerçevede Filistin topraklarını Yahudilere teslim edeceğini anlatan Benna, Filistin davasının Kardeşler’in kendi davası olduğunu ve bu çerçevede Filistin’i İngilizler ve Yahudilere karşı savunmak gerektiğini takipçilerine salık veriyordu. Mısır ya da bir başka Arap hükûmeti, Filistin’i koruyacak kudrete sahip olmaması nedeniyle Filistin’in korunması ve özgürleştirilmesinde Müslüman Kardeşler’e büyük görev düştüğünü ifade ediyordu (Abd’ul Halim, 1994a, s. 258).
Bu düşünceler ekseninde hareket eden Benna, 1940’ta Salih Aşmavi, Hüseyin Kemaleddin, Hamid Şerît, Abdülaziz Ahmed ve Mahmud Abdulhalim’den mürekkep beş kişilik bir grubu toplantıya davet ederek onlarla askerî özel bir birliğin kurulması hususunu istişare etti. Benna’nın önerisini kabul eden bu beş kişi, Özel Birlik (en-Nizâmu’l-hass) adındaki bu gizli yapılanmanın ilk yöneticileri olmaya ve Özel Birlik‘in kurulması, yapılandırılması ve programlandırılması hususunda ittifaka vardılar. Ayrıca toplantıda Özel Birlik’in varlığından üyeleri haricinde kimseye bilgi verilmemesi, yapının mutlak surette gizli kalması, bu yapının silahlandırılma ve eğitim masrafları gibi giderlerin de Özel Birlik üyelerinin kendileri tarafından karşılanması gibi kararlar alındı (Abd’ul Halim, 1994a, s. 258). Benna bu gizli yapının tesisiyle bir yandan Teşkilat’tan kopanların ülkedeki İslamcı düşünceyi sadece sosyal alanla sınırlandıran yaklaşımını engellemeyi başarmış öte yandan da siyasal sistemde özellikle de Saray ilişkilerinde elini kuvvetlendirecek bir hamle gerçekleştirmiştir.
Hz. Muhammed’in Gençliği cemiyetinin kurulmasıyla Mısır’da İslamcılığın erken dönemlerindeki önemli bir yol ayrımının gerçekleştiği görülmektedir. Aktif siyasetin içinde yer almayı eleştiren ve siyasallıktan arındırılmış bir alanda faaliyet göstermeyi yeğleyen Hz. Muhammed’in Gençliği oluşumuna nispetle Benna, siyasal alanın mutlak surette doldurulması ve aktif siyasetten uzak durulmaması yolunu şüpheye mahal bırakılmaksızın benimsemiştir. Müslüman Kardeşler’in 1941’deki Altıncı Genel Kurul’unda seçimlere katılmanın zamanının geldiğini ve bundan sonra siyasette aktif şekilde yer alınacağı kararının alınması Hareket’in evirildiği noktaya güzel bir örneklik teşkil etmektedir (Mitchell, 1993, ss. 26-27). Benna’nın 1942’deki seçimlere 17 mensupla katılma başvurusu geri çektirilmiş olsa dahi 1945’te Benna, seçim yarışına diğer 5 Teşkilat mensubuyla dâhil olmuştur (Mitchell, 1993, s. 27, 33). Böylece Müslüman Kardeşler, iktidara ulaşma konusunda en öncelikli yöntemin sistem içinde kalarak seçimler aracılığıyla olacağını göstererek İslami harekete yeni bir boyut kazandırmışlardır.
Benna liderliğinde Müslüman Kardeşler, siyasi parti vasfı kazanmasa dahi kurduğu ilişkiler bağlamında Hareket’in Mısır siyasal sisteminde bir parti gibi davrandığını da belirtmek gerekmektedir. Hem Mısır’daki farklı güç odaklarıyla kurulan ilişkiler hem de yeri geldiğinde yapılan pragmatik manevralar, Benna’nın zihnindeki esas amacın, Kardeşler’in siyasal zeminde meşruiyetini her daim koruması ve buradan İslami bir düzenin tesis edileceği bir aşamaya geçilmesi yönünde olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu durum, Kardeşler’in Mısır’daki en baskın siyasal gruplardan biri haline geldiğinin de en önemli göstergesidir. Benna’nın meşru zeminde kalarak mücadele hassasiyeti, modern dönemdeki İslamcı geleneğe yol gösterici mahiyettedir. İlerleyen yıllarda Mısır’da zuhur eden sistem karşıtı ya da şiddete meyyal gruplarla Müslüman Kardeşler arasındaki temel ayrım tam da Benna’nın tesis ettiği sistem içi mücadele yöntemi olmuştur. Resmî kurumlarca tanınmaya ve yasal bir statü edinmeye ehemmiyet gösteren Kardeşler, 1945 senesinde çıkarılan 49 sayılı Hayır Cemiyetlerinin Kurulması Kanunu’yla, Sosyal İşler Bakanlığı’na yaptığı başvuru neticesinde Mısır devlet makamlarınca resmen siyasi, sosyal ve dinî bir örgüt şeklinde tanımlandı (es-Sabbağ, H. 1407, ss. 76-77; Mitchell, 1993, ss. 34-35). Elde ettiği bu yeni statüyle Kardeşler’in İslami hareketin devlet makamları ve diğer siyasal yapılarla ilişki kurmaksızın toplum ve siyaset sahnesinde etkin rol oynamasının pek mümkün olmayacağı yönünde bir yaklaşımı geliştirdiği söylenebilir.
Müslüman Kardeşler 1940’lı yıllar boyunca Mısır’daki etkinliğini arttırdıkça rejim tarafından da bir o kadar tehdit olarak algılanmışlardır. Teşkilat’ın şube sayısının 2.000’i aşması ve birçok alanda faaliyet gösteren ticari şirketinin bulunması, Mısır yönetiminin Kardeşler’i engelleme stratejisini hızlandırdı (Abd’ul Halim, 1994b, ss. 21-22). Buna ek olarak zamanında Benna’nın genç mensupları motive etmek için kurduğu Gizli Aygıt yapılanmasıyla bazı silahlı ve bombalı eylemlerin ilişkilendirilmesi, Hareket için tehlike çanlarının çalmasına neden oldu (Mitchell, 1993, ss. 64-68). Böylece ihtiyaç halinde kullanılmak üzere tesis edilen ve Filistin davasına verilen destekte oldukça önemli işlev gören militer yapılanma, kontrolden çıkma eğilimine girerek Teşkilat’ın geleceğine dair ön bir sorunu oluşturmaktaydı.
Teşkilat’ın ciddi şekilde büyümesi ve silahlı eylem gerçekleştirecek güce erişmesi dönemin Başbakanı Mahmut en-Nukraşi Paşa ile Kardeşler arasında büyük bir krize yol açtı. Filistin’e verdiği destek nedeniyle Nukraşi Paşa tarafından taltif edilmesine rağmen Benna’nın siyasal alanda genişleyen etkisi sonucunda hükûmet, Kardeşler’e karşı açık cephe aldı. 8 Aralık 1948’de İçişleri Bakanlığı’nca yayınlanan 63 No’lu askerî talimat gereğince Müslüman Kardeşler ve bünyesindeki şubeler, taşınmazlar, yayınlar, şirketler ile tüm mal varlığı yasaklı hale geldi (Husaini, 1956, s. 21; Helbawy, 2010, s. 72). Ayrıca Sosyal İşler Bakanı’nın emri uyarınca Hareket’in yardım organizasyonuna verilen her türlü desteğin de kesildiği açıklandı. Bu tarihte ilgili bakanlığa kayıtlı hastane, okul ve yardım merkezi sayısı 500 civarındaydı (el-Bişri, 2002, s. 117). Bu kararın Kardeşler için en olumsuz tarafı temel dayanakları konumundaki toplumsal tabana yönelik faaliyet gerçekleştirdikleri araçları kaybetmeleriydi. Kardeşler’in yasaklanması aynı zamanda Mısır’da örgütlü ve siyasal hüviyetteki İslamcı yapının statüko değiştirici özelliğinin rejim tarafından keşfedildiğini ve bunu en baştan engellemeye dönük tavır alındığını göstermektedir.
Baskı ve yasağa maruz kalan Hareket ciddi bir varoluş kriziyle karşı karşıya kaldı. Benna’ya göre tüm baskı ve tutuklamalar, İngilizlerin talebi doğrultusunda hükûmet eliyle gerçekleşmişti. Benna, İngilizlerin Kardeşler teşkilatının hem Mısır hem de Filistin’de verdikleri mücadeleden rahatsız olduğunu ve Nukraşi Paşa’nın ise gelecek seçimlerde en büyük rakip olarak Kardeşler’i görmesinden ötürü bu baskı politikasını uyguladığını iddia etmekteydi (Husaini, 1956, s. 21). Benna’nın krizden kurtulma yolu aradığı bir dönemde Nukraşi Paşa’ya Müslüman Kardeşler üyesi bir üniversite öğrencisinin gerçekleştirdiği suikast tüm dengeleri alt üst ederek Teşkilat için daha zor bir sürecin kapısını araladı (Mitchell, 1993, s. 67). Bu olayın ardından Kardeşler’e baskı arttı ve Benna hedef haline geldi. Nitekim takip eden günlerde 12 Şubat 1949’da Benna, kimliği tespit edilemeyen saldırganlar tarafından uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti (Abd’ul Halim, 1994b, ss. 88-89).
Müslüman Kardeşler’in kurucusu, ruhani lideri ve Mısır’da İslami hareketin siyasal bir yapıya dönüşmesinin yegâne mimarı Hasan el-Benna’nın ölümü hem Kardeşler hem de İslamcı hareket için ciddi bir kırılmaya yol açtı. Kardeşler’in baskı ortamında beklenmedik şekilde lidersiz de kalması yapıyı hayatta kalma sorunuyla yüzleştirdi. Önde gelen mensupların dönemin siyasal şartlarını da dikkate alarak ve Teşkilat’ın çözülmesini de engelleyecek bir isim arayışları sonucunda Mısır’ın önde gelen hukuk adamlarından ve Saray nezdinde muteber bir isim konumundaki Hasan el-Hudeybi ikna edilerek Müslüman Kardeşler’in Genel Mürşidi olarak seçildi (Mitchell, 1993, ss. 84-85). Hudeybi gibi tanındık bir devlet adamının Müslüman Kardeşler’in başına gelmesi hem hareketin siyasallaşma zeminini kaybetmemesi hem de devlet makamlarında meşruiyet kazanması açısından oldukça önemliydi. Bunun ilk karşılığı da Nahhas Paşa Hükûmeti’nin İngilizlere ayrıcalık tanıyan 1936 Anlaşması’nı iptali sonrasında Kardeşler-Vefd ilişkisinde açık şekilde görüldü.
Hudeybi’nin Genel Mürşid seçildiği gün Şura Heyeti’nin yayınladığı bildiride, hükûmet İngilizlere karşı aldığı karar “ulusal değeri büyük bu kutlu adım” şeklinde tanımlanarak İngilizlere karşı ülkenin bağımsızlığı ve birliği uğruna Vefd Hükûmeti’yle her türlü dayanışma içinde olunacağını belirtmişti (Abd’ul Halim, 1994b, s. 478). Bu açıklama, Kardeşler’in İngiliz karşıtı siyasetinin bir yansımasıyken aynı zamanda Vefd’e yakınlaşma ve Teşkilat’ın zor zamanlardan geçtiği dönemde kazanım elde etme amacı taşımaktaydı. Hudeybi, genel mürşid olmasının akabinde el-Mısır gazetesine verdiği mülakatta zindanda bulunan siyasi tutukluların tamamının İngilizlerin doğrudan baskısı nedeniyle orada bulunduğunu ve Hükûmet’ten bu tutukların bir an önce serbest bırakılmalarını sağlayacak af kararı çıkarmalarını talep ettiklerini ifade etmişti (Abd’ul Halim, 1994b, s. 479). Bu mesajlar ve iki yapı arasında tesis edilen doğal ittifak sonucunda Hükûmet, 1951 Aralık’ında aldığı kararla Kardeşler’e ait bazı mekân ve şirketlerin iadesini sağladı (Zeki, 1980, s. 40). Kardeşler’in pragmatik manevrası ve ittifak ilişkisi sonucunda elde ettiği bu kazanım, Benna’nın tesis ettiği İslami hareketin sistem içinde kalarak mücadele etme yönteminin kurumsallaşan bir tavır haline geldiğine örneklik teşkil etmektedir.
Hudeybi dönemiyle Mısır siyasal tarihinin önemli kırılmalarına tanık olan Kardeşler, süreçte birçok krizle yüzleşmesine rağmen temel ilkelerden ödün vermeyen ama yeri geldiğinde siyasi pratiklere dair farklı kimi zaman da çelişen kararlar almaktan da imtina etmemişlerdir. Özellikle 23 Temmuz 1952’de gerçekleşen Hür Subaylar Darbesi’ne verilen destek tam da bu yöndedir. Hudeybi’nin Saray’a yakınlığı bilinmesine rağmen ülkede monarşiyi bitiren ve yeni bir siyasal düzen kuran bu darbeye Teşkilat’ın desteği, siyasetin yönünü takip etme ve İslamcı yapının yanlış stratejiler nedeniyle bu alanın dışında kalmaması gerektiğinin göstergesidir. Her ne kadar bir süre sonra darbenin öncü ismi Cemal Abdülnasır’ın iktidarının pekiştirmesinin ardından yönetimle Kardeşler arasında ciddi sorunlar patlak verse de Kardeşler, siyasal sistem içinde yeniliklere kapalı olmadıklarını ve yeri geldiğinde yönetime dair radikal kararlar almaktan çekinmeyeceklerini Hür Subaylar Darbesi’ne verdikleri destekle ortaya koymuşlardır.
Nasır ve Hudeybi arasındaki anlaşmazlığın derinleşmesi sonucunda Hareket’e yönelik yeni bir baskı dalgası başladı. Hudeybi’nin 1954 ortalarından itibaren Nasır karşıtı eleştirilerini artırması ve iki taraf arasında gerilimin tırmanmasın sonucunda Kardeşler’in yeniden yasaklandığı, lider kadronun idam cezasına çarptırıldığı ve çok sayıda mensubun tutuklandığı bir aşamaya geçildi (Harris, 1964, ss. 220-221; Zollner, 2009, ss. 37-38). Böylece Teşkilat için yeniden zor dönemler başlarken aynı zamanda yapı içinde ortaya çıkan yeni figürler ve fikirler nedeniyle de hem Kardeşler hem de Mısır İslamcılığı bir yol ayrımıyla yüzleşmeye hazırlanıyordu.
Yoldaki İşaretler’e karşı Du’at La Kudat:
Mısır’da İslamcılığın Yol Ayrımı
Müslüman Kardeşler’in kuruluşunun üzerinden çeyrek yüzyılın geçtiği dikkate alındığında Teşkilat içinde genç ve dinamik bir neslin tezahür etmesi doğal bir sonuçtur. Özellikle üniversiteli genç mensuplar arasında yönetimin baskı politikasına karşı daha sert ve aktif tavır alma düşünceleri yaygınlaşmaya başlamıştı. Böyle bir dönemde yapıya katılan ve fikirleriyle kısa sürede Teşkilat içinde ayrıcalıklı bir yer edinen Seyyid Kutub, Müslüman Kardeşler mensuplarını ciddi şekilde etkilemeyi başarmıştı. Bununla birlikte Kutub’un fikrî açıdan evirildiği nokta Kardeşler’de önce ayrışma sonra kopmayı doğururken İslamcı düşünce ve hareketin siyasal sisteme bakışına dair de iki farklı yolu ortaya çıkaracak keskin bir kırılmayla sonuçlandı. Zindan döneminde düşüncelerini İslami düzen çerçevesinde şekillendiren Kutub, özellikle Pakistanlı âlim ve düşünce adamı Ebu’l Ala Mevdudi’nin “cahiliye” kavramsallaştırmasından mülhem yeni bir Müslüman siyaset teorisi geliştirmeye çalıştı. 1964 Kasım’ında ilk baskısı yapılan ve büyük yankı uyandıran kitabı Mea’lim fi’t Tarik (Yoldaki İşaretler) kitabında Kutub, “cahiliye” ve “hâkimiyye” (Allah’ın egemenliği) ekseninde siyasete, topluma ve düzene bakışını yeni bir bağlamda yorumladı.[1] Siyasi ve toplumsal yapıya dair keskin ayrımlar yapan Kutub, “kapsayıcı ve kesin hükümler içeren” ve “Sünni akımdan daha çok Haricilerin dili ve yargılarına yakın” üslup kullanarak İslamcılığı toplumsal gerçeklikten uzak ve bağlamdan kopuk bir boyuta taşıdı.
Kutub etkisiyle Kardeşler arasında düzene yönelik reddiyelerin artmasıyla Teşkilat içinde ideolojik açıdan gözle görülür şekilde farklı düşünen gruplar tezahür etmiştir. Bu dönemde Kutub’un eserlerinden yoğun şekilde etkilenen Müslüman Kardeşler’in genç üyeleri, 1965 Organizasyonu şeklinde bilinen bu yeni yapılanmaya akın etmişlerdi. Bu durumu gözlemleyen Kutub, yeni yapıya destek vereceğini belirterek özellikle genç üyeler için bir eğitim programı sundu (Zollner, 2009, s. 42). Şiddete meyilli ve radikal eğilimlerin ortaya çıktığı bu grubun çok geçmeden Nasır yönetimi tarafından fark edilmesi Müslüman Kardeşler teşkilatı için yeniden sıkıntılı günlerin başlamasına yol açtı. Bu dönemde iç ve dış politikada çeşitli sıkıntılarla boğuşan Nasır bu durumdan istifade ederek, Müslüman Kardeşler’e yönelik yeni bir tutuklama ve baskı politikasını hayata geçirdi (Kepel, 2003, s. 32; Abd’ul Halim, 1994b, s. 469). Salıverilmesinin ardından Kardeşler’e yönelik başlayan sindirme politikalarının devam ettiği süreçte tekrardan tutuklanan Seyyid Kutub, Nasır’ın baskısı sonucunda 29 Ağustos 1966’da idam edildi (Kepel, 2003, s. 34). Yaklaşık on beş yıllık mensubiyeti boyunca Müslüman Kardeşler üzerinde çok büyük etkiler bırakan Kutub’un idam edilmesi, Hareket içinde iki farklı kolun çıkmasına neden oldu. Bunlardan ilki Genel Mürşid Hasan el-Hudeybi etrafında toplanan ana akım Müslüman Kardeşler olurken ikincisi ise Teşkilatla irtibatını kesip radikalleşme yoluna giren gruplardı.
Kutub’un görüşlerinin özellikle Hareket’in genç mensupları arasında yayılmasının yol açacağı tehlikeyi açık şekilde fark eden Hudeybi, Şura Heyeti’nin üç önemli ismi Ömer et-Tilmisani, Mustafa Meşhur ve Abdülaziz A’tiyya Liman et-Tura hapishanesindeyken Du’at La Kudat (Davetçiyiz Yargılayıcı Değil) isimli kitabı kaleme aldı. Bu eser vesilesiyle Hudeybi ve yakın ekibi, mensuplarına dava, akide, siyasi düzene bakış gibi çok önemli konularda Kur’an ve sünnet perspektifinden nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğütleyen yol gösterici nitelikte bir metin ortaya koydular. Kitap, bir Müslüman Kardeşler mensubunun el kitabı hüviyetinde olsa da temel amaç, Seyyid Kutub’un ismini zikretmeksizin Yoldaki İşaretler’in kavramsal boyutunu tartışmak ve orada sunulmaya çalışılan yöntemin yanlışlarını göstermekti (Khatab, 2001, s. 452). Bu çerçevede kitabın en önemli itirazı, cahiliye ve hâkimiyye kavramsallaştırmalarının Kur’an ve sünnette kast edildiğinden farklı bir şekilde yorumlanmasıydı (el-Hudeybi, 2012).
Hudeybi mezkûr eserde kavramların yeniden yorumlanmasının yanlışlığına dikkat çekmek için Mevdudi’ye yönelik itirazını dile getirmektedir (Kepel, 2003, s. 63). Mevdudi’nin ifade ettiği gibi ulûhiyet, ubudiyet, rububiyet ve din kelimelerinin[2] Araplar nezdinde önceleri bilinmesine rağmen daha sonra cahiliye dönemiyle birlikte başka manalara çekildiği tezinin yanlışlığını vurgulayan Hudeybi, Kur’an’da bu kelimeleri açıklayan birçok ayetin yer aldığını ve bunun dışına çıkılıp kavramlara farklı anlam verilemeyeceğini ifade etmektedir (el-Hudeybi, 2012, ss. 32-33). Hudeybi özellikle Kutub düşüncesinde sıklıkla kullanılan hâkimiyye için de benzer bir yaklaşıma sahiptir. Kur’an ve sahih hadislerde “hâkimiyye” kavramının kesinlikle bulunmadığını belirten Hudeybi, zaman içinde bazı araştırmacı, âlim ya da düşünürlerin Kur’an’daki kavramlardan kendilerince çıkarım yapmalarının doğal olduğunu lakin bunun hüküm koyucu bir forma dönüştürülmesinin yanlışlığını vurgulamaktadır. “Kur’an’daki bir ayette geçen bir kelimenin bilindik anlamda olduğunu düşünürüz fakat sonra bu kelimenin hadiste daha sınırlı bir anlamda kullanıldığını görüp ayetten muradın hadisteki şekliyle olduğunu anlarız.” ifadesi, Hudeybi’nin Kur’an’dan yapılan çıkarımlara dönük bakış açısını gözler önüne sermektedir. “Ayet ve hadiste geçen şeri hükümler yine ancak ayet ve hadislerde belirlenen usul ve esaslara göre çıkarılır.” yaklaşımı, Hudeybi’ye göre ayetlerden yapılan çıkarımların kesin bir hükme dönüştürülemeyeceğine işaret etmektedir (el-Hudeybi, 2012, ss. 85-87).
Hudeybi’nin eserinde üzerinde ehemmiyetle durduğu hususlardan birisi de tekfir meselesidir. Bakara Sûresi 8-10. ayetleri[3] aktaran Hudeybi, Allah katında kalbiyle inkâr eden fakat diliyle inandığını söyleyen kişinin kâfir olduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte Hudeybi, beşer sıfatı nedeniyle insanların kalplerindekinin kimsenin bilemeyeceğini ve bu nedenle diliyle inandım diyen kişiye kâfir denilmesinin mümkün olmayacağını yine ayet ve hadislerden hareketle delillendirmektedir (el-Hudeybi, 2012, ss. 65-66). Tam da bu noktada kitap için seçilen isim, dönemin şartları ve Müslüman Kardeşler içinde yükselen farklı fraksiyonlara karşı akideyi ve kavramların doğru anlaşılmasının önemini göstermede oldukça manidardır. Son tahlilde, Hudeybi ve ekibinin böyle bir fiile girişmesinin altındaki temel etken, cahiliye ve hâkimiyye kavramsallaştırması üzerinden artan tekfirci söylem ve cahili düzene karşı cihad yaklaşımına karşı mensuplarına asli görevlerinin davet olduğunu hatırlatmaktır. Hasan el-Benna’nın “siyasi, sosyal ve ekonomik programındaki esneklik ve güncellik” (Harris, 1964, s. 227) merkezli yöntemine nazaran Kutub etkisiyle ortaya çıkan sert söylemin Hareket’in temel prensipleriyle çeliştiği aşikârdır.
Davetçiyiz Yargılayıcı Değil kitabı sadece Mısır’da değil genel anlamda İslamcı hareketin yöntemini pekiştirmesi bakımından önemli bir rol oynamıştır. Et-Tekfir ve’l-Hicre ya da Tanzimü’l Cihad[4] gibi tekfirci, reddiyeci radikal oluşumların tezahürü siyasal sistemin içinde kalarak mücadeleyi öngören İslamcı düşünceyi manipüle etmiştir. Bu da İslamcılığın karşılaştığı en büyük varoluşsal kriz şeklinde tasvir edilebilir. İslamcılık özü itibarıyla siyasal düzen merkezli hareket eden bir akımdır. Bu bağlamda radikal oluşumlar, İslamcılığı kuşatıcı, içe alıcı ve bütünleştirici karakterden ziyade hüküm koyucu, ötekileştirici ve reddiyeci bir forma büründürmeye çalıştığı için hem gerçeklikten uzak hem de zarar verici mahiyette olmuştur. Hudeybi’nin kavramları bağlamları dâhilinde yorumlama ve kesin hüküm koymaktan kaçınma tavrı, Müslüman Kardeşler’in aşırılıklardan arındırılması ve sahih bir siyasal zeminde hareket etmesini sağlamıştır. Böylece Hareket, radikal savrulmalardan uzaklaşarak “vasatiyye” şeklinde tanımlanan orta yolcu bir anlayışta karar kılmıştır (Abd’ul Halim, 1994b, ss. 539-540). Nitekim Hudeybi’den sonraki Genel mürşid Ömer et-Tilmisani’nin şu sözleri de itidalli siyasal tutumun Teşkilat’ın sabitesi olduğuna güzel bir örnektir: “Eğer hareketten güç ve şiddet vasıtasıyla rejimle karşı karşıya gelen bir şey anlaşılıyorsa o zaman biz, bunun insanların enerjisini bu ülkenin düşmanlarından başka kimsenin işine yaramayacak beyhude bir çaba için kullanılması olduğuna inanıyoruz.” (Kepel, 2003, s. 125).
Hudeybi ve Tilmisani eliyle pekişen orta yolcu tavır, Müslüman Kardeşler’in her şart ve koşulda sistem içinde kalarak hareket etmesini zorunlu kılarak ve meşru olmayan bir yol ya da araçla siyasal ya da toplumsal dönüşümün olamayacağı yaklaşımını hâkim kılmıştır. Hudeybi’nin Gizli Aygıt’ın lağvedilmesi sürecinde sarf ettiği “Allah yolunda hizmette gizlilik olmaz. Kutsal davette gizliliğe, dinde ise teröre yer yoktur.” (akt. Mitchell, 1993, s. 88) sözleri, meşru zeminde kalarak yapılan mücadelenin Kardeşler’in hiçbir zaman feragat etmediği temel kaide olduğuna delalet etmektedir. Bu bağlamda Mısır’daki İslamcılık, Müslüman Kardeşler eliyle asli zeminde kalmaya devam ederken Kutub etkisiyle radikalleşen gruplar ise şiddete meyyal bir tutumla İslami siyasallıktan kopuk zemine kaymışlardır.
Kamusal Alana Açılım ve İslamcılığın Devlet Aygıtlarıyla Bütünleşmesi
Enver Sedat’ın öldürülmesinin ardından göreve gelen Muhammed Hüsnü Mübarek, ülkedeki gergin havayı yumuşatmak için daha toleranslı bir yönetim anlayışıyla hareket etti. Bu süreçte Müslüman Kardeşler’in lider kadrosu, ülkenin görece açık siyasi ikliminden nasıl avantaj elde edeceklerini tartışmak ve bu zaman diliminde Hareket’in önündeki seçenekleri değerlendirmek için fırsat buldular. Hareket’in yıllardır yüzleştiği baskı ve serbestlik arasındaki manevra alanı, yeni dönemin koşullarında genişletilmeye çalışıldı. Özellikle 1980’lerin ortalarından itibaren Kardeşler’in hızla kamusal alanda farklı şekillerde görünmeye ve evrensel anlamda demokrasi ve insan hakları normlarına referans vermeye başlaması, Hareket’in yeni bir anlayışı benimsemekte olduğunun habercisiydi. Demokrasi söyleminin sıklıkla kullanılması, Teşkilat bünyesinde reformların yaşanacağını ve değişim yanlısı bir ekibin yapı içinde etkinliğinin artırdığının göstergesiydi (Wickham, 2013, s. 47). Değişim yanlısı bu yeni ekibin geldiği siyasi konjonktür, 1930 ve 1940’ların Mısır’ında Teşkilat’ta görev yapan kurucu ekibin içinde bulunduğu siyasi ortamdan çok farklıydı (El-Ghobashy, 2005, s. 374). Bu nedenle Müslüman Kardeşler’in ve Mısır İslamcılığının siyasal sistem içinde yeni araçlarla faaliyet gösterme ve mevzi kazanma döneminin başladığını iddia etmek haksızlık olmayacaktır.
1980’lerde seçim ittifaklarıyla siyaset alanında görünürlüğünü artıran ve devlet yönetimine ciddi şekilde talip olan Kardeşler, İslamcılığın siyasal sistem ve düzenden bağımsız düşünülemeyeceğini net biçimde ortaya koymuştur. Bu dönemde parti kurulması hususunda da ciddi çalışmalar yapan Müslüman Kardeşler, mevcut düzeni cahili ya da küfür düzeni olarak gören anlayışın aksine İslamcılığın ancak meşru araçlarla ve meşru zeminde düzen tasavvuru geliştirebileceğine işaret etmişlerdir. Tilmisani: “Müslüman Kardeşler’in temel prensiplerini gerçekleştirme ve uygulamaya koymada en uygun yol, siyasi parti teşekkülünden geçiyor ise bu durumda Kardeşler’in parti kurmakta asla tereddüt etmeyeceğini” belirterek yapıyı yeni dönemin şartlarına göre konumlandırmıştır (et-Tilmisani, 1985, s. 183). Ayrıca bu süreçte 1984 seçimlerini bir çıkış kapısı gören Kardeşler, ittifak arayışları ile Hareket’in temel sloganı “el-İslam hüve Hallun” (Çözüm İslam’dadır) yaklaşımını siyaset arenasına taşımaya çalışmışlardır. Tilmisani’nin “1981’de serbest bırakıldıklarında durgunluk ve gerileme halindeyken” ve “faaliyetlerini kanunlar dairesinde ve güvenlik korkusu yaşamaksızın devam ettirebilmek arayışı içindeyken Allah’ın kendilerine projelerini hayata geçirmek adına bir kapı açtığı” ve “seçimlerin Kardeşler için hayati bir fırsat olduğu” yönündeki sözleri, 1984 seçimlerine Hareket’in verdiği ihtimamı göstermektedir (et-Tilmisani, 1985, s. 197).
1980’lerdeki ittifak yoluyla Meclis’e girme stratejisinin yanında Mısır siyasal sisteminde görünürlüğü ve etkinliği artıran ikinci strateji ise sendika yönetimlerinin Müslüman Kardeşler mensuplarınca ele geçirilmesiydi. Böylece Müslüman Kardeşler siyasi sürece tam katılım doğrultusunda çok büyük bir adım atmayı başarmıştır (Soage ve Franganillo, 2010, ss. 44-45). Bu stratejide şüphesiz en büyük pay, Ömer et-Tilmisani ve onun çok büyük değer verdiği 1970 kuşağı üniversite yapılanmasının mensuplarıydı. Isam el-Aryan, Abdülmünim Ebu’l Futuh ve Ebu’l Ala Madi gibi önde gelen yeni kuşak Kardeşler üyesi aktivistler, üyesi oldukları sendikalardaki yolsuzluk ve yanlış mali yönetim gibi sorunlarla ciddi şekilde mücadeleye başladılar (Zahid, 2010, s. 112). Üyesi oldukları kuruluşlarda diğer cemaat ve akımlara mensup kimselerin de desteğini alarak İslami Blok’u oluşturan bu kimselerin sendikalardaki sorunlara yönelik yaklaşımları ve iyi yönetişim temelli projeleri onların doktorlar, eczacılar, avukatlar ve mühendisler gibi birçok profesyonel meslek odası ya da sendika yönetimini ele geçirmesini sağladı. İslami Blok’un stratejisi, adaylarının güvenilir, saygın, ahlaki değerleri yüksek, dindar hüviyetleri ve öncesinde adlarının hiçbir yolsuzlukla anılmaması, sendika üyelerinin çoğunluğunun onları desteklemesine neden oldu (Wickham, 2002, s. 199).
Mesleki örgütlenmeleri aracılığıyla Kardeşler, Meclis’ten sonra bir başka devlet aygıtı aracılığıyla siyasal varlığını kuvvetlendirmiştir. 1990’lar ve 2000’lerde de bu stratejiden taviz vermeyen Kardeşler, İslamcılığın alternatif düzen tasavvurunu mevcut düzenin imkânları aracılığıyla hayata geçirmeye çalışmışlardır. Arap dünyasında başlayan kitlesel ayaklanmaların bir uzantısı olarak gerçekleşen devrim sürecinde de Müslüman Kardeşler sürece dâhil olmaktan imtina etmemiş, benimsedikleri evrensel siyasi değerlerle kendi sabitelerinin şekillendirdiği İslamcı prensiplerini mecz etmeye çalışmışlardır. Uzun yıllar sistemin baskılarından ötürü partileşme hayalini gerçekleştiremeyen Kardeşler, devrim sonrası süreçte hızla partiyi kurup seçimlerde önemli bir başarı elde etmişlerdir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de Müslüman Kardeşler’in lider kadrosundan Muhammed Mursi’nin kazanmasıyla Hareket, kendi tarihinin en önemli başarısını elde ederken bu aynı zamanda İslamcı hareketin iktidara ulaşma yolunda ne tür yöntemi takip ederek hedefe ulaşabileceğini de açıkça göstermiştir. Bununla birlikte muhalefette olmanın olumsuz bir etkisiyle devlet yönetiminde yeterli tecrübeye sahip olmayan Kardeşler, süreci yönetmede zorluk çekmiştir. Bunun sonucunda eski rejimin ana sütunu konumundaki ordunun fırsattan istifade ederek gerçekleştirdiği darbe, ülkedeki sivil yönetime ve Kardeşler’e büyük darbe vurmuş olsa da Mursi iktidarıyla Mısır’da İslamcı hareket büyük bir tecrübe kazanmıştır.
Mısır İslamcılığının Temel Kavramları,
Ana Tartışmaları ve Güncel Yönelimleri
İslamcılığın gerek entelektüel gerekse örgütsel zaviyeden merkezi konumundaki Mısır’da İslamcıların ele aldığı ana kavramların tarihsel süreçte görece bütüncül olmakla beraber ülkenin siyasal koşullarına göre değişiklik gösterdiğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda, Müslüman Kardeşler’le beraber yeni zemin üzerinde inşa edilen İslamcılığın kavram dünyası ve yönelimleri Kardeşler öncesi ve sonrası olmak üzere iki farklı düzlemde incelenmelidir.
Efgânî, Abduh ve Reşîd Rızâ bağlamında gelişen İslamcılık düşüncesinin merkezinde modernite, gelenek, ihya, ulus devlet, Mısır milliyetçiliği, sömürge karşıtlığı ve hilafet gibi temel konular yer almıştır. Osmanlı’nın geleceğine dair belirsizliğin devam ettiği bir zeminde Müslümanların içinde bulundukları buhrandan nasıl kurtulacaklarına dair arayışın sonucunda ortaya çıkan tartışmalar genellikle üç kategoride toplanmaktadır. İslam’ın ilerlemesinin önündeki engellerden arındırılması ve yeniden canlandırılması, Müslüman toplulukların tek bir hilafet çatısı altında bir araya getirilmesi ve Batı sömürgeciliğine karşı mücadele, dönemin İslamcılarının temel düşünce ve hareket saikleriydi (Alaoui, 2001, ss. 95-96). Daha öncede belirtildiği üzere Efgânî’nin siyasal aktivist kimliği sömürge karşıtlığı ve Müslüman dünyanın bir araya gelmesi gibi fikirleri daha çok benimsemesine yol açmıştı. Bununla beraber Abduh’un siyaset kurumuna yönelik güvensizliği Efgânî’nin çizgisinden daha entelektüel bir zemine kaymasına ve İslam’ın ihyasında aklı ve vahyi bir harmoni içerisinde ele alarak Modern Batılı değerlerle İslam’ın uyumlu olduğu düşüncesini ön plana çıkarmıştır (Dalacoura, 2007, s. 85). Reşîd Rızâ ile birlikte hilafet tartışmasının daha öne çıktığı Mısır’da İslamcılığın örgütsel ya da başka bir deyişle kurumsal bir kimliğe bürünmeden önce siyasal düzenin gerçekliğinden ziyade daha entelektüel ya da savunmacı bir refleksle geliştiği söylenebilir.
Hasan el-Benna’nın Müslüman Kardeşler’i kurmasının ardından yeni bir evreye geçen İslamcılık aynı zamanda tevarüs eden İslamcı düşünceye de hem kavramsal hem de pratik düzeyde ciddi bir zenginlik katmıştır. Mısır’da Batılı yaşam tarzının ve Batı hayranlığının artmasına karşı bir duruş sergileyerek Mısırlıları İslam’ı doğru anlamaya ve yaşamaya davet üzere yola çıkan Müslüman Kardeşler, siyasal gündemleri aracılığıyla da İslamcılığa yeni bir soluk getirmişlerdir. Bu yönüyle seleflerinin siyasal düzen merkezli yaklaşımdan uzak tartışmalarını düzeni ve iktidarı merkeze alarak yeniden yorumlamışlardır. Ayrıca Müslüman Kardeşler’le birlikte İslamcılığa dair belirli kavramlar, küresel siyasetteki değişimler nedeniyle de yeni bir forma bürünmüştür. Örneğin; Efgânî ya da Reşîd Rızâ’da İslam birliğinin tezahürü mahiyetindeki hilafet, Kardeşler tarafından Müslümanların siyasal alanda temsil eksikliği çerçevesinde değerlendirilerek modern ulus devlet gerçekliği üzerinden ele alınmıştır. Benna’nın Kardeşler’in ana vazifesini tanımlarken ifade ettiği “İslami bir iç nizamın temin edilmesi” ve “devletler arası münasebetlerin İslami tarzda tanzim edilmesi” (el-Benna, 1980, s. 82) hususu tam da Kardeşler’in I. Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni küresel düzenin bağlamında bir açılım getirdiğini göstermektedir. Bu bağlamda, modern devlet gerçekliğinin olduğu bir dönemde Kardeşler, Efgânî’den mülhem bir yaklaşımla İslam’ı ulus devletin yerine ikame edilenden ziyade onu aşan bir siyasal bütünlük olarak değerlendirmişlerdir (al-Barghouti, 2008, s. 72).
Ulus devletin sınırları içinde bir İslami siyasal düzen anlayışını inşa eden Kardeşler, iktidarı ve alternatif bir siyasal düzen arayışını İslamcı düşüncenin ana ekseni haline getirmişlerdir. Bu aşamadan itibaren şeriat, kalkınma, sosyal adalet, anayasa, seçim, parlamento, yönetim, eşitlik gibi birçok kavramın benimsenmesi ve süreç dâhilinde İslamcılık fikriyle yeniden yorumlanması mümkün kılınmıştır. Özellikle demokrasi tartışmalarının İslamcılığın ana gündemlerinden biri haline gelmesi, yeni bir siyasallığın ortaya çıkmasına da kapı aralamıştır. Kutub’un Mısır’daki etkisinin artmasıyla İslamcılık cahiliyye ve hâkimiyye bağlamında ötekileştirici ve reddiyeci bir bağlama da kaymıştır.[5] 1960’ların ortalarından Kutub-Hudeybi karşıtlığında düzenin reddi ve düzen içinde kalarak mücadele çerçevesinde iki İslamcılık akımı meydana gelmiştir. Hudeybi’nin orta yolcu, toplumsal gerçeklik ekseninde hareket eden ve siyasal düzenin sınırları dâhilinde meşruiyeti önceleyen stratejisi, İslamcı düşünceyi Benna sonrası yeni şartlar dâhilinde formüle ederek ana akım İslamcılığın pekişmesini sağlamıştır.
İslamcılığın Kardeşler’le birlikte siyasal düzen merkezli ilerlemesi, modern siyasallığın kavramsal zemininden de beslenmesini sağlamıştır. Demokrasi, insan hakları, sivil toplum, kamusal alan, çoğulculuk ve azınlıklar gibi oldukça temel kavramlar süreç içinde Kardeşler merkezli olarak İslamcılığın ana konuları haline gelmiştir. Özellikle 1995 yılında yayınlanan “Demokrasi Beyanatı”, Kardeşler’in yıllardır süren demokrasi-şura ikileminden vazgeçerek demokrasiyi, Hareket’in temel kabulü olarak benimsediğini ve bu çerçevede paradigmatik bir dönüşüm gerçekleştirdiğini göstermektedir. Kardeşler’in demokrasi kabulünün yanı sıra metinde kadının kamusal alandaki konumundan gayrimüslimlerin durumuna, insan haklarından çoğulculuk ve barışçıl siyasi faaliyetlere kadar uzanan geniş bir yelpazede Hareket’in ciddi açılımlar gerçekleştirme arzusunu ortaya koymuştur (The Muslim Brothers, 1995). Böylece İslamcılık, siyasal kavram ve düşünceler etrafında oluştuğu ilk dönemki daha soyut ve entelektüel zemininden küresel düzendeki dönüşüm ve değişimleri dikkate alan ve mevcut düzenin kavramsal ve siyasal imkânları dâhilinde alternatif bir gerçeklik inşa etmeye çalışan boyuta evirilmiştir. Bu durum şüphesiz İslamcılığın, Mısır’daki serüveni kapsamında düşünsel ve kavramsal boyutunun durağan olmadığının aksine Kardeşler’in temellerini attığı düzen merkezli yaklaşımla oldukça dinamik ve koşullara göre pozisyon alabilen ya da alternatif üretebilen bir düşünce sistematiği kapasitesine sahip olduğunun en önemli dayanağıdır.
Sonuç
Ulus devletleşme süreciyle birlikte tesis edilen modern dünya düzeninde alternatif bir yaklaşım geliştirme amacıyla tezahür eden İslamcılık, genel kabulle halifesiz bir dünyada Müslüman toplumların temsil sorununa çözüm getirmeye çalışmaktadır. Her ne kadar İslamcı düşüncenin doğuşu Osmanlı İmparatorluğu’nun ayakta olduğu bir dönemde gerçekleşse de örgütlü bir yapıya dönüşmesiyle birlikte İslamcılık yeni bir aşamaya geçmiştir. Osmanlı’nın ya da başka bir deyişle hilafetin konumu ya da sürekliliği esasına dayanan fikrî tartışmanın I. Dünya Savaşı sonrası oluşan statükoda düzen ve iktidar merkezli bir forma evirildiği görülmektedir. Özellikle Mısır’daki siyasal gelişmelerin etkisiyle Hasan el-Benna öncülüğünde kurulan Müslüman Kardeşler, tüm dünyada İslamcılığın ana akım bir ideolojiye dönüşmesinde büyük rol oynamıştır.
Müslüman Kardeşler’in Mısır siyasal sistemindeki mücadelesi ve sistem içinde kalarak iktidara ulaşma çabası, İslami hareketler için temel kaide niteliğinde sayılabilecek bir yöntem oluştururken aynı zamanda diğer dinî oluşumlarla da ana ayrım noktasını ortaya koymuştur. Bu yolla İslamcılığı muhalif ya da nesnel bir yapıdan iktidar merkezli hareket eden biz özneye dönüştüren Müslüman Kardeşler, siyasal düzenin İslami prensipler eksenli inşasında yasal çerçevenin dışına çıkılmamasını da kesin bir kurala dönüştürmüştür. Bu noktada, sistemin dışında kalan ya da toplumsal gerçekliğe tekabül etmeyen bir düzen anlayışını benimsemeyen Kardeşler, Mısır gibi İslamcılığın kalbi kabul edilebilecek bir ülkede kurucu hareket olmanın tüm vasıflarını yerine getirmeye çalışmıştır. Özellikle Kutub etkisiyle bir kopuş ve savrulmaya maruz kalan İslamcılık, Hudeybi’nin hüküm koyucu yaklaşımı reddeden mutedil tavrıyla siyasal alan içinde ve siyasetin meşru araçlarıyla mücadele eden bir fikrî akım formunu pekiştirmiştir.
Siyasal rejimin baskılarına rağmen ana prensiplerinden vazgeçmeyen ama yeri geldiğinde pragmatik ittifak ilişkileri kurmaktan da imtina etmeyen Müslüman Kardeşler, İslamcılığın ancak siyasal sistemin araçlarını yeni bir siyasal düzen ekseninde kullanarak anlamlı olabileceğini kanıtlamıştır. Mısır’daki diğer oluşumlardan farklılaşan ve Müslüman toplumlardaki ardılları üzerinde ciddi tesir bırakan Kardeşler’in bu yaklaşımı, İslamcılığın ana damarı nitelemesini ziyadesiyle haklı çıkarmaktadır. Devleti ötekileştirmeden ve kamusal alanın tüm imkânlarını kullanarak devlet aygıtlarıyla bütünleşme yolunu tercih eden Kardeşler, Mısır gibi baskı rejiminin olduğu bir ülkede bu yolla ayakta kalmayı ve kısa süreli de olsa iktidara ulaşmayı başarmıştır. İslam dünyasının geri kalmışlığı söyleminin ötesine geçerek Batılı siyasallığa alternatif üretmeye çalışan İslamcılığı, siyasal bir tavır ve duruşla, Mısır’ın siyaset sahnesine taşıyan Kardeşler, muhalefetin cazibesinden ziyade iktidara meşru dairede talip olmanın önemini tüm muadillerine ispat etmiştir. Ayrıca toplumsal gerçekliğe hitap eden siyasal düzen etrafındaki pratiklerin ancak İslamcı bir hareket biçimi olacağını göstermesi bakımından da Müslüman Kardeşler, kurucu bir rol üstlenmiş ve başta Mısır olmak üzere tüm İslam dünyasındaki benzer yapılara siyasallığı ve alternatif düzen fikrini aşılamaya çalışmıştır.
Kaynakça
Abd’ul Halim, M. (1994a). El-İhvan el-Muslimun: Ahdasun Sana’at’it TarihRu’ye min’ed Dahil (1. Cilt). El-İskenderiyye: Dar’ud Da’ve.
Abd’ul Halim, M. (1994b). El-İhvan el-Muslimun: Ahdas’un Sana’at’it TarihRu’ye min’ed Dahil (2. Cilt). El-İskenderiyye: Dar’ud Da’ve.
Ajami, F. (1981). The Arab predicament: Arab political thought and practice since 1967. Cambridge: Cambridge University Press.
Al-Barghouti, T. (2008). The Umma and the dawla: The Nation state and the Arab Middle East. London: Pluto Press.
Alaoui, S. B. (2001). Muslim opposition thinkers in the nineteenth century. C. E. Butterworth ve I. W. Zartman (Ed.). Between the state and Islam içinde (ss. 90-102).
Al-Qardhawi, Y. (1990). Priorities of the Islamic Movements in the coming phase. S. M. H. al-Banna (Çev.). London: Awakening Publications.
Botman, S. (1991). Egypt from independence to revolution, 1919-1952. New York: Syracuse University Press.
Dalacoura, K. (2007). Islam, Liberalism and human rights. London: I.B.Tauris
Ebu-Rabi, İ. M. (2005). Çağdaş Arap düşüncesi 1967 sonrası Arap entelektüel tarihi araştırmaları. İ. Kapaklıkaya (Çev.). İstanbul: Anka Yayınları.
El-Benna, H. (1980). Risaleler. H. Karakaya ve H. İ. Kutlay (Çev.). İstanbul: Hikmet Yayınları.
El-Benna, H. (2007). Hatıralarım. B. Eryarsoy (Çev.). İstanbul: Beka Yayınları.
El-Hudeybi, H. (2012). Du’at la kudat. Kahire: Dar et’Tevzi’ ve’n Neşr.
El-Mevdudi, E. A. (2005). Kur’an’ın dört temel terimi. M. Osmanoğlu (Çev.). İstanbul: Özgün Kitapçılık.
El-Ghobashy, M. (2005). The Metamorphosis of the Egyptian Muslim Brothers. International Journal of Middle East Studies, 37(3), 373-395.
Es-Sabbağ, M. (1407). Hakikati’t Tanzim el-has ve devruhu fi da’vet’il İhvan el-Muslimin. Kahire: Dar’ul İ’tisam.
El-Bişri, T. (2002). El-Hareke es-siyasiyye fi Mısr. Kahire: Dar eş-Şuruk.
Et-Tilmisani, Ö. (1985). Zikriyyat la müzekkerat. Kahire: Dar’ül İğtisam.
Gershoni, I. ve Jankowski, J. P. (2002). Redefining the Egyptian nation, 1930-1945. Cambridge: Cambridge University Press.
Harris, C. P. (1964). Nationalism and revolution in Egypt: The role of the Muslim Brotherhood. Stanford: Mouton.
Helbawy, K. (2010). The Muslim Brotherhood in Egypt: Historical evolution and future prospects. K. Hroub (Ed.). Political Islam: Context versus ideology içinde. London: SAQI.
Hourani, A. (2014). Çağdaş Arap düşüncesi. L. Boyacı ve H. Yılmaz (Çev.). İstanbul: İnsan Yayınları.
Hroub, K. (2010). Introduction. K. Hroub (Ed.). Political Islam: Context versus ideology içinde. London: SAQI.
Husaini, I. M. (1956). The Moslem Brethren: The greatest of modern Islamic movements. Beiru: Khayat’s College Book Cooperative.
Karaman, H. vd. (1998). Kur’an-ı Kerim meali. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Kepel, G. (2003). Muslim extremism in Egypt: The propher and pharaoh. USA: University of California Press.
Kepel, G. (2014). Jihad: The trail of political Islam. A. F. Roberts (Çev.). London: I.B. Tauris.
Khatab, S. (2001). Al-Hudaybi’s influence on the development of Islamist movements in Egypt. The Muslim World, 91.
Khatab, S. (2002). “Hakimiyyah” and “jahiliyyah” in the thought of Sayyid Qutb. Middle Eastern Studies, 38(3), 145-170.
Lia, B. (2000). Müslüman Kardeşlerin doğuşu. H. Toker (Çev.). İstanbul: Yöneliş Yayınları.
Mayer, T. (1982). Egypt and the general Islamic conference of Jerusalem in 1931. Middle Eastern Studies, 18(3), 311-322.
Mitchell, R. P. (1993). The Society of the Muslim Brothers. New York: Oxford University Press.
Nafi, B. M. (2012). İslamcılık. B. Aldiyai (Çev.). İstanbul: Yarın Yayınları.
Roy, O. (2005). Siyasal İslamın iflası. C. Akalın, (Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
Saeed, A. (2013). Salafiya, Modernism, and revival. J. L. Esposito ve E. el-Din Shahin (Ed.). The Oxford Handbook of Islam and Politics içinde (ss. 27-41). New York: Oxford University Press.
Sayyid, S. (2000). Fundamentalizm korkusu: Avrupamerkezcilik ve İslamcılığın doğuşu. E. Ceylan ve N. Yılmaz (Çev.). Ankara: Vadi Yayınları.
Sharkey, H. J. (2013). American evangelicals in Egypt: Missionary Encounters in an age of Empire. Princeton: Princeton University Press.
Soage, A. B. ve Franganillo, J. F. (2010). The Muslim Brothers in Egypt. B. Rubin (Ed.). The Muslim Brotherhood: The Organization and policies of a global Islamist movement içinde. New York: Palgrave Macmillian.
The Muslim Brothers. (1995). The statement of the Muslim Brothers on democracy.
Weismann, I. (2001). Between Ṣūfī reformism and modernist rationalism: A reappraisal of the Origins of the Salafiyya from the damascene angle. Die Welt des Islams, 41(2), 206-237.
Wickham, C. R. (2002). Mobilizing Islam: Religion, Activism, and political change in Egypt. New York: Columbia University Press.
Wickham, C. R. (2013). The Muslim Brotherhood: Evolution of an Islamist movement. Princeton: Princeton University Press.
Zahid, M. (2010). The Muslim Brtoherhood and Egypt’s succession crisis: The politics of liberalization and reform in the Middle East. London: I.B. Tauris.
Zeki, M. Ş. (1980). El-İhval el-Muslimun ve’l Muctema’al Mısri. el-Kahire: Dar’ül Ensar.
Zollner, B. H. E. (2009). The Muslim Brotherhood: Hasan al-Hudaybi and ideology. New York: Routledge.
[1] Kutub’un bu kavramsallaştırması hakkında detaylı bir çalışma için bkz. Khatab, 2002.
[2] Mevdudi’nin yukarıda zikredilen dört kavram hakkındaki çalışması için bkz. el-Mevdudi, 2005.
[3] “İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde «Allah’a ve ahiret gününe inandık» derler. Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir. Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.” (Bakara Sûresi, 2: 8-10). (Karaman vd., 1998)
[4] Her iki oluşum hakkında detaylı bir çalışma için şu esere bakılabilir: Kepel, 2003.
[5] Kutub’un cahiliyye ve hâkimiyye görüşü hakkında detaylı bir çalışma için bkz. Khatab, 2002