Ordu öldürmenin aygıtıdır.
Abdülfettah Sisi
Silahlı ve silahsız bir adam arasında hiçbir karşılaştırma yoktur.
Ve ne silahlı bir adamın silahsız bir adama isteyerek itaat etmesi.
Ne de silahsız bir hizmetlinin silahlı hizmetkârlar arasında güvende olması mantıklıdır: Biri tahkirle dolu olup öbürü şüpheliyse birlikte güzel çalışmaları imkânsızdır.
Niccolo Machiavelli
Giriş
Toplum ile devlet arasındaki karmaşık ilişkilerin bütün matrisini tek seferde hesaba katmak hatta Mısır tarihi ve siyasetindeki sivil-asker ilişkilerinin karmaşıklığını kısa bir metin hâlinde incelemeye çalışmak bile zor. Bu bölüm sadece bugün Mısır’daki “siyaset”in değişen doğasını -genel hatlarıyla vurgulamakta ve Orta Doğu çalışmalarında yeni bir paradigmaya olan ihtiyacı ve gecikmiş bir “Mısır aklının”[1] reformunu ortaya çıkarmaktadır.
Ulus devletin Avrupalı egemenlik nosyonlarının hegemonyası nedeniyle birçok düşünce okulu ve toplumsal hareket, metodolojik ve entelektüel milliyetçilik yaklaşımını benimsemiştir. Bu çerçeveyi aşıp ötesine geçmeyi amaçlayan bir mücadele söz konusudur (Ezzat, 2004; Salvatore, 2007). Ancak bölgedeki selefi terörist grupların yükselişi sadece entelektüelleri ve sosyal hareketleri korkutmakla kalmamakta aynı zamanda devletin safına çekmektedir. Aynı zamanda her düzeyde değişim için fırsatlar sağlayan bir ayaklanmada, düşüncenin yeniden şekillenmesi ufkunu da büyük ölçüde engellemektedir.
2011-2013 yılları arasında Mısır’da sadece başarısız bir müzakere süreci yaşanmakla kalmadı aynı zamanda İslamcılar ve laikler arasındaki ilişkilerin haritası incelenerek nasıl iki tarafın da silahlı kuvvetlerin ipini elinde tutmaya çalıştığı ve sonuçların feci olduğu sınandı. Bu bölüm, hem 2011’deki ayaklanmadan bu yana Mısır’da hızlı bir demokrasiye geçişin olmadığını hem de sivil-asker ilişkilerinde sivil toplumda daha fazla özgürlük sağlayacak bir gerilim olmadığını ve güvenlik sektörünü yeniden düzenleyemediğini göstermektedir.
Sivil-asker ilişkilerinin ana çalışmalarındaki varsayım, sivil toplum çoğu anayasaya göre halkın sahip olduğu, koruma ve güvenlik rolüne hizmet eden bir kuruluş olduğundan sivil toplumun orduyu kontrol ettiği veya temsilci organları aracılığıyla ordu üzerinde söz sahibi olduğu bir kuruluştur. Değişen ulusal kara ve deniz sınırları ile birlikte sivillerin kentsel planlama iddiaları altında yerinden edilmesine, şehir ve kampları birleştiren yeni alanlar oluşturulmasına, ordunun toprak edinmesine ve ilan edilmiş bir istisna hâli altında insan haklarının çokça ihlal edilmesine, sivil ve ekonomik sektörlerin kontrolüne ve fırlayan yoksulluğa kriz demeye devam edemeyiz. Bense bu durumun yalnızca savaş açısından anlaşılabileceğini ve hem ordunun hegemonyasıyla hem de devlet dışı aktörlerin terörizmiyle sivil bir yaklaşımla yüzleşebilen bir Mısır aklını, sadece bir paradigma değişikliğinin oluşturabileceğini savunuyorum.
Değişen Coğrafyalar ve Normal Ötesi Zamanlar
Eğer düşünce gerçeği açıklayamazsa zihin ile günlük yaşam arasında bir boşluk oluşur. Sebep, “gerçekçi” bir bilgi eksikliğinden ya da değişimin hızından kaynaklanıyor olabilir. Mısır’ın ideolojilerdeki yansımasının krizle karşı karşıya olduğu iddia edilebilir ancak “kriz” terimi, yaşanan koşulun yalnızca geçici olduğu izlenimini vermek için kullanılabileceği için büyük bir risk taşır (Bauman ve Bordoni, 2014, s. 13).
Arap Baharı’nın, Arap dünyasının haritasını değiştirdikten sonra Mısır’daki farklı düşünce okulu ve akademisyenlerin siyasal tahayyüllerinin neden ayaklanmanın ölçeğini öngöremediğini ve Mübarek’in yıkılışından sonra sosyal, ekonomik ve siyasal alanların yeniden inşasında çözüm önerileri sunamadığını sormak çok önemlidir. Cevaplardan biri, Mısır okullarının coğrafi tahayyüllerinin; silahlı kuvvetleri egemenliğin bel kemiği olarak gören bölgesel bir ulus devlet hayali tarafından tutsak edilmiş olmasıdır. Alan, harita sınırları içerisinde düşünülmekte ve anavatan sabit, mutlak ve çoğu kez ümmet veya Arap milletinin diğer belirsiz nosyonları ile çakıştığı sembolik alemde kalan sabit, düz bir bölge olarak tahayyül edilmektedir. Bu durumda bölgeselliğin ve mekânın boyutlarının karmaşıklığı çarpıcı biçimde eksik kalmaktadır. Jeopolitikadan, iktidar coğrafyalarına kaymaya izin verecek coğrafi bir hayal gücü yoktur. Eski düşünce çerçeveleri egemendir bu nedenle sosyalist yazarların bile gerçekliği teorilere ya da en azından doğru manifestolara çevirebilecek bir entelijansiya eksikliğinden muzdarip insan hareketlerine bırakılmış bu gibi konuların altını çizme kabiliyeti vardır (Ezzat, 2015, 2018).
Ayrıca, geçmişte Orta Doğu çalışmalarında sanat devletine dair pek çok yazının teorik olarak az gelişmiş olduğu ve değişen bir gerçekliğe farklı alanlardan yeni yaklaşımlar bulma ihtiyacı olduğu konusunda erken bir onay vardır (Mitchell, 2004; Hafez ve Slyomovics, 2013). Sadece farklı metodolojiler değil aynı zamanda bölgedeki farklı ideolojilerle rezonans eden farklı teoriler olduğu için ve her bir yaklaşımın felsefi temellerinin çeşitliliğinden yola çıkarak Mısır Devleti’nin geleceğinin, hangi “teori” anlayışının hüküm sürdüğüne bağlı olarak şekilleneceği öne sürülmüştür (Bilgin, 2006).
Entelektüel ve sosyal hareketler, güç paylaşımına değişen haritalardan daha fazla önem vermiştir. Mısırlı entelektüeller tarafından şehir hakkı, modern egemenliğin doğası, orduların toprak edinme sorununu nasıl ele alacağı ya da devlete erişim hakkını (sadece seçime değil) nasıl güvence altına alabileceklerine dair yazılmış bir şey bulmak ise imkânsıza yakın gibi görünmektedir.
Geriye dönüp bakarsak 20. yüzyılda Mısır’da entelektüel sahneye egemen olan muazzam bir yasal zihniyet vardı (Shalakany, 2013). Bir anayasa oluşturma ve ulusal bağımsızlık için çaba gösterme mücadelesi nedeniyle yasa her zaman egemen olmuştu (Hourani, 1983; Salem, 1994). Ayrıca şeriat tartışmaları, İslami hareketler tarafından geleneksel bir düzlüğe doğru çekilmişti. Bağımsızlıktan sonra ulusal amaç devlet inşası idi ve seksenlerin demokratik geçişiyle birlikte artık yeni trend haline gelmişti. Ayubi (1995) tarafından tanımlandığı gibi “devleti abartmak” sorunu yaşanmıyordu. Seksenlerde, farklı düşünce ve ideoloji akımlarından en entelektüel katkılar, kamusal alanda özgürlük ve demokrasiyi savunmakla meşgul olmuş; egemenlik meselesi, retorik ve aşırı ideolojize bir hâlde kalmıştı yalnızca sloganlar ve bölgedeki Batı müdahalesine karşı duygusal ifadelerde ortaya çıkıyordu. Arap-İsrail çatışmasının merkeziyetçiliği, devletin “düşmana” karşı aşırı devletleşmesini gerektiriyordu ve 11 Eylül sonrası, terörizmle mücadeleyi ön plana çıkarmıştı. Burada yine devletin kendisi, derin bir tefekkürün konusu değildi ve sivil-asker ilişkilerine bakış açımızın ıslahı her zaman diğer zorlukların “aciliyeti” altında ertelenmişti.
Silahlı kuvvetlerin rollerinin ve işlevlerinin ekonomik sektöre yayılması yalnızca askerî güç, güvenlik ve politika güç üçgeninin bir parçası değil (Kandil, 2016) aynı zamanda küresel ekonominin ve yüksek finansmanın daha geniş kapsamlı dönüşümlerinin bir parçasıydı. Yüksek finansmanla alakasına bakacak olursak, Saskia Sassen’in toprak, otorite ve haklar hakkındaki çalışmalarında arazi yönetimi ve emlak sektörüne yabancı yatırımlar getirmek için insanların arazilerinden edilmelerinin yanı sıra sınır dışı edilmeler ve küresel finansmanın dinamikleri daha büyük dışlama eğilimlerini görünür hâle getirmiştir. Sassen şu anki anlam kategorilerimizle kolayca görmenin mümkün olmadığı bu daha büyük trendleri, kavramsal olarak kayıt dışı tasavvur etmiştir (Sassen, 2014, ss. 80-116, 211-224).
Oysa Orta Doğu çalışmalarındaki anlam kategorileri, orduyu egemenlik fikrinin altına koyduğu için sivil-asker ilişkileri konusundaki yazıların çoğu özellikle Sovyetler Birliği’nin çöküşünden ve “güvenlik sektörü reformu” ile ilgili ortaya çıkan literatürden sonra çoğunlukla liberal baskın teorilere dayanıyordu. Akademik çevreler, insanların yerinden edilmelerini, ekonomi sektöründeki hegemonyayı ve kamu politikalarını ve ulusal sınırlardaki değişimi “savaş” ve “savaş suçları” olarak görmek yerine ancak reformlar ve sivil aktivizm tarafından telafi edilebilecek, devlet tarafından bir hak ihlali olarak görüyorlardı.
Ordunun farklı sektörler üzerindeki genişlemesi ve kontrolü, “militarizasyon” olarak görülse de (Kandil, 2012; Grawert ve Abul-Magd, 2016; Abul-Magd, 2017) diğerleri onu politizasyon olarak adlandırmayı seçmişti (Pollack, 2019) ancak hepsi devletin, demokrasinin ve silahlı kuvvetlerin etkinliğinin üzerinde de felaket sonuçlara sahip olduğu konusunda hemfikirdiler. Bugüne kadar sosyolojide devletin oluşumu ve iktidar dönüşümleri üzerine yapılan araştırmaların zenginliği, Mısır’daki entelektüel alanda tartışmaya konu olmamıştır. Laik-İslamcı bölünme egemenliği ve hararetli konuların seksenlerde ve doksanlarda aşırı politikleşmesiyle ideolojik olan yeni fikirlerin üretimine galebe çalmıştı. Öte yandan hiç şüphe yok ki 20. yüzyılın ilk yarısıyla beraber bugünkü düşünce dünyasının çok daha fakirleşmiş ve Arap akademisinin alanının etkinliği azalmıştır. Yani rejimler, aktivizme ve aynı zamanda hayal gücüne de set çekmiştir.
Bununla birlikte zaman da bu hayal gücü krizinin bir parçasıydı. Entelektüel ve politik tartışmaların çoğu zamanı tarihsel bir konsept olarak “longue duree”ye indirgemişti. İslamcılar, devletin erken İslami modelini yeniden canlandırmaya istekliydi. Arap milliyetçileri, kimliğe tarihsel olarak odaklandılar. Solcular, tarihsel determinizm ve liberaller de seküler zaman açısından düşünüyordu -burada ve şimdi tarihin yükünden kurtulmuş olarak-. Politik bir zaman kavramı ve onun çok katmanlı geçiciliği eksikti (Pierson, 2004) ayrıca devrin küresel kapitalizminin ruhu ve zaman ve hatta çoklu zaman tekniklerine dair derin bir anlayışı yoktu. Tarih değil zaman, entelektüel ya da politik düşüncenin konusuydu. Çeşitli düşünce okullarının modernite veya sömürgecilik eleştirilerinde bile zamana dair büyük anlatıları vardı.
Mısırlıların hevesi, zamanın politik döngüleri açısından değişim hedeflerine ulaşmak içindi. Silahlı Kuvvetler Yüksek Kurulu (SCAF) tarafından yönetilen lojistik yapısının paralel zaman boyutuna aldırmadan parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri dikkatlerini çekti. Her zaman için askerî olarak karar alma süreci, olayların hızını aşmalı, karar alma ve icrası hızlı olmalıdır. Bu nedenle hadisenin ‘şok ve huşu’ yönetiminde tamamen SCAF lehine olan zaman boşluğundan yararlanmak konusunda hiç zaman kaybetmediler.
Küreselleşme, çoğu düşünce okulu tarafından bir zorluk olarak görülüyordu ancak bu aynı zamanda bölgesel ya da kültürel bir mesele olarak kaldı. Devrin ruhu içinde gerçekleşen değişimlerin derinliği ve zaman kavramı dikkate alınmadı. Karmaşıklık, kaos ve çelişkiler, zamanımızın temel özellikleridir; ayrıca zamanı ve çok katmanlı morfolojilerini tanımlar. Normal ötesi süreleri zorlayan ve sürdüren kuvvetler, karar vermeyi sorunlu hâle getiren ve bireylere, topluma ve gezegene riskleri artıran belirsizliğe ve farklı cehalet türlerine yol açar. Ziauddin Sardar (2010), normal ötesi zamanın bizden “kontrol ve yönetim” fikirlerinden vazgeçmemizi ve ilerleme, modernleşme ve verimlilik konusundaki değerli görüşleri yeniden düşünmemizi talep ettiğini savunmaktadır. Bu mantık, modern orduların temeline aykırıdır.
Olayların yönünü ve doğasını anlamak için hız ve siyaset matrisinin çizilmesi gerekir. Virilio, dikkatimizi, toplumun militarizasyonu yoluyla mümkün kılınan teknolojik gelişmelere çekti ve hızı -sınıfı veya serveti değil-, medeniyeti şekillendiren birincil güç olarak addetti. Bu “teknik canlılıkta” birden fazla kurşun -inert kaleler ve bunkerler, askerlerin, metabolizma gemileri, nakliye gemileri ve modern zamanlarda bilgi ve bilgisayar teknolojisi- dünyaya ve insan doğasına kalıcı bir saldırı başlatmaktadır. Lojistik, ulusun potansiyelinin savaş zamanlarında olduğu gibi barış zamanında da silahlı kuvvetlerine devredilmesiyle savaşa hazırlık niteliğindedir. Harekât alanları çeşitlendirilir ve hız önemli bir faktördür, yönetimde olan lojistik, tırmanacak çatışmalar için sürekli bir hazırlık hâlidir ve alandaki mevcudiyet topolojiden dromolojiye takip edilir yani artan ulaşım ve iletişim hızının arazi kullanımının gelişimi üzerindeki etkisinin ve bunun arkasındaki savaş paradigmasının araştırılması izlenir (Virilio, 2006). Bu bağlamda yukarıdaki çerçevedeki bir incelemenin daha açıklayıcı ve üretken olacak yeni bir politik kavramı ortaya çıkabileceği öngörülmektedir.
Siyasi Bir Paradigma Olarak Savaş
Ocak 2011’de meydana gelen ayaklanmada göstericilerin vurulması ve meydanda pusuya düşürülmesiyle başlayan olaylardan Ekim 2011’deki Maspero Hristiyan göstericilere ardından Muhammed Mahmud’un Kasım 2011’deki çatışmasından Şubat 2012’de Portsaid şehrinde bir stadyumda Al-Ahly takımından 74 taraftarın ölümüne kadar güvenlik ve silahlı kuvvetlerin sebep olduğu bir dizi “şiddet eylemleri” birçok Mısırlının aklında hâlâ tazeliğini korumaktadır. 3 Temmuz 2013’te gerçekleşen askerî darbeden bu yana Temmuz-Ağustos 2013’te Rabia ve El-Nahda meydanında 5 büyük silahlı saldırı gerçekleşmişti ve ardından polis helikopterlerinin ateş açtığı El-Fath camine, protestocuları hedefleyen bir dizi şiddet saldırısı düzenlendi. Öte yandan militarize edilmiş kentsel alanda, polis memurları ve kamuoyu temsilcileri hedef alındı ve Sina’da, sivil vatandaşların bazı çatışma alanlarına erişiminin engellenmesine neden olundu ve askerler, Ağustos 2012’den bu yana teröristlerin saldırılarına maruz kaldı. DAEŞ teröristleri, terörist saldırılarının çoğunu ilan ettiler hatta filme çekip yayınladılar ve çatışmalarda siviller çok ağır bedeller ödediler. Askerlerin zayıf eğitimleriyle ilgili olarak orduların hesap verebilirliğinin olmayışını ve kontrol noktalarının uygun şekilde korunmamış alanlara yerleştirilmesini bir yana bırakalım, iki ateş arasında kalmaları ve sıklıkla rasgele bir kurşunun kurbanı olmaları nedeniyle Sina’da yaşanan çatışmalar tırmanmakta ve insan hakları raporunda silahlı kuvvetlerin Sina’nın Bedevi sivilleriyle mücadele etme biçimini ‘savaş suçları’ olarak nitelendirmektedir. Diğerleri güvenlik güçleri tarafından basitçe vurularak öldürülmüş, delil veya soruşturma yapılmadan ya da “savaş” sırasında insan haklarını güvenceye almak için herhangi bir sivil ya da uluslararası angajmana girmeden terörist olarak suçlanmışlardı. Dronların askerî eylemler sırasında sivilleri hedef aldığı, kadınlar ve çocuklar dâhil masum Sinalıların ölümüyle sonuçlanan az sayıda olay yaşanmıştı.
Khaled Fahmy, bize, şiddet kullanımının modern Mısır Devleti tarihinde Muhammed Ali’den bu yana bir istisna olmadığını hatırlatır. Derdi, halkın yasal görevini yerine getirirken meşru şiddet kurumunu gözetmesidir. O zaman ebedî ve ezelî soru olduğu gibi kalmakta: Machiavelli’nin başlangıçtaki alıntısı (Fahmy, 2010) bu zorluğu hangi düzeyde dile getirir?
Kelimeler önemlidir. Her şeyi değiştirir. Kavramlar gerçekliği vurgulayabilir ya da hakikati örtebilir ve paradigmalar, dili yalnızca ‘kamusal alan’a ve ‘sivil toplum’a hamlederken modern devletin şiddet kullanımını meşrulaştıran tartışmalı ve çekişmeli egemenlik teorilerinden geçmeden kendi yapı, ajans ve iktidar anlayışımızı yeniden düzenleyen değişimlere tanıklık edebilir. Westphalia barış antlaşmalarından neredeyse beş yüz yıl sonra tüm istisnaları ve sonuçları ile “istisna durumuna” karar veren mutlak hakkı değerlendirmek ve gözden geçirmek için yeni bir teorik çaba ortaya çıktığı açıktır. Carl Schmitt’in “politik” tanımında, anlam alanlarının, savaşla karşıt olarak oluşturulduğu açıktır (Schmitt, 2007). Oysa geçici bir önlem olması gereken “istisna hâli” 20. yüzyıl boyunca devletin çalışan bir paradigması olmuştur (Agamben, 1998, 2005). Agamben’in geç çalışmalarındaki ‘durgunluk’ ya da iç savaş konusundaki detaylandırması, istisnai durumu savaşın bir boyutu olarak okumamıza katkıda bulunmaktadır (Agamben, 2015).
Agamben (2015, ss. 2-3), uluslararası bir çatışma olarak tanımlanamayan ancak iç savaşın geleneksel özelliklerine sahip olmayan bir savaş modelinin genelleştirmesinin, bazı hocaların iç savaşların aksine siyasal sistemin kontrolünü ve dönüşümüne değil düzensizliğin en üst düzeye çıkarılmasına yönelik “iç olmayan savaşlardan” söz etmelerine yol açtığını fark etmiştir. Böyle bir yaşamın koşulsuz ölüme maruz kalması hâlinde siyasallaştırılabileceği yegâne biçim bu yalın hayattır (Agamben, 2015, ss. 24-25).
Bu düşünce biçimini, Zygmunt Bauman’ın “yıkıcı düzen ve yaratıcı kaos” fikriyle kentsel alanda bir savaş olarak konumlandırdığı fikrine bağlayabiliriz (Bauman, 1999). Kentsel savaşlar ve kentsel alanlarda meydana gelen savaşların incelemesine, 11 Eylül’den sonra daha fazla dikkat verilmiştir. Stephen Graham (2004) daha da ileri gitmiş ve şehirlerin savaşta olduğu kadar planlamada ve hatta sanal oyunda da bilerek imha edildiği fikrini geliştirmiştir. O, bunu kentsel modernite ile iç içe olarak görmektedir.
Charles Tilly, Avrupa’daki devlet oluşumunu, dünyanın geri kalanıyla karşılaştırırken Avrupa tarihindeki mücadelelerin ve örgütsel özelliklerin askerî güçlerin sivil kontrol ve hesap verebilirliğe bağıl bir şekilde yönlendirildiğini belirtirken başka yerlerde devletler farklı şekilde gelişmiştir. Tarihsel bağlamında ise 20. yüzyıldaki yeni bağımsız devletler, bölgeleri içindeki diğer tüm kuruluşları kolayca gölgede bırakan güçlü ve sınırsız örgütleri barındırıyordu. Dış devletlerin sınırlarını garanti ettiği ölçüde, bu askerî örgütlerin yöneticileri, kendi içlerinde olağanüstü bir güç kullanmaktadır. Askerî gücün avantajları muazzam hâle gelmiştir ve bu avantaj sayesinde devletin iktidarını bir bütün olarak ele geçirme dürtüleri çok güçlü olmuştur (Tilly, 1985, ss. 185-186).
Foucault, egemenlik ve “savaş olarak siyaset” sorunu üstünde durmuştur. Foucalt’nun (1979, ss. 1-19) soruları, taktikler ve stratejiler gibi kelimeleri kullandığımızda gerçekten bunları kastedip etmediğimiz üzerinedir. Savaş olarak siyaset fikri, 2011’den beri Mısır’da gördüğümüz ve günlük yaşamda yaşadığımız pek çok şeyle iç içe geçmektedir. Mısır’da Foucault’nun bu çözümlemesinin somutlaşmış bir halini görmek mümkündür.
Kurtuluş ve İşgalden: “Kentsel Militarizm” Mekânları
Mısır ordusu, onlarca yıl iktidar sürmüştü ve hegemonyası, farklı dönemlerde farklı tezahürler almıştır ancak halk tarafından hiçbir zaman meydan okunmamıştır. 1967 yenilgisi ülkeyi vurduğunda bile zafer kazanıp Sina’yı tekrar özgürleştirme kabiliyetini yenilediğine dair bir güven gösterisi haline dönüşmüştür. Oluşum sürecinin ve ordunun rolünün çok derin bir analizi çoktan gerçekleşti (Kandil, 2012; Abul-Magd, 2017). Ancak bugünkü sonuç, ordunun 1952’den bu yana seçilen tek başkanın başlangıcından sonra Mısır’ı yönetmesidir.
Ancak günümüzde siyasi kontrolün ötesinde Mısır ordusu, her kent bölgesindeki tüm sosyal sınıflardan vatandaşların ekonomik alanlarını ve sosyal alanlarını yoğun bir şekilde işgal ediyor. Ticari işletmelere ve fabrikalara sahip geniş çiftliklerde yiyecek üretiyor, köprüler ve yollar inşa ediyor, sosyal konutlar inşa ediyor, kazançlı düğün salonlarına sahip otelleri işletiyor, lüks yazlıklara sahip deniz tatil köylerini işletiyor. Benzin istasyonları, nakliye firmaları, ev temizlik şirketleri ve geniş otoparklar işletiyor. Günlük ücretlerini tahsil etmek için otoyollar inşa ediyor. Bütün bunların ötesinde emekli eski generaller, devletin bürokratik mekanizmasını kontrol ediyorlar. Üst düzey hükûmet pozisyonları toplu taşıma, su ve kanalizasyon hizmetleri, arsa tahsisi, internet hatları, konut projeleri ve güvenlik şirketlerini kontrolü altında tutuyorlar (Sayigh, 2012; Uluslararası Şeffaflık Raporu, 2018).
Ayyuka çıkan tüm bu kontrollerle birlikte ahlaki bir nedenin yayılması gerekiyor ki ülkeyi hem iç hem de dış tehditlere karşı korumak ve güvenceye almak konusunda milliyetçi bir söylem sürdürebilsin (Abul-Magd, 2017, s. 228). Bu kontrol çoğu yazıda küresel ve politik olarak kalmaya devam etmekle birlikte görmek inanmaktır. 2 Şubat 2011’de Tahrir Meydanı’nın ortasında duran F16 askerî uçağı, o yılın 28 Ocak’tan bu yana meydanı işgal eden göstericilerin üstünden alçak bir rakımda uçmuştu. Amaç, Mübarek’e karşı ayaklanmaya katılanları korkutmaktı. O da birkaç gün sonra istifa etti.
Yine 30 Haziran 2013’te Apache askerî uçakları meydanın üzerinden uçmuştu ancak bu sefer medya ve Tamarrud (asi) kampanyası tarafından erken seçime çağrılan diğer göstericileri selamlamak için (daha sonra raporlar BEA fonuna ve istihbarat desteğine bağlantısını ortaya çıkardı). Protestocular, ilk sivil başkanları Muhammed Mursi’ye karşı sokaklara gitmeye teşvik edildi. Uçak, protestocuların askerî ticari satış mağazalarından toplayabileceği hediye kuponları atıyordu. Ordu, 3 Temmuz’da darbeye neden olan gösterileri kamuoyunda destekliyordu.
Ülkenin teröristlere karşı güvence altına alınması iddiasıyla başlıca insan hakları ihlalleri, Mısır’ın modern tarihindeki kamusal alanda en kanlı eylemlerden biri olan barışçıl protestocuların katliamı (Ağustos 2014 Human Rights Watch Raporu) ve 2013’ten bu yana Sina’da on binlerce kişinin yerinden çıkması ve Rafah kentinin sınırı genişletmek için yakılıp yıkılması (ürbisit)[2] söz konusu olmuştur (Human Rights Watch, 2015, 2018). 3 Temmuz 2013’teki darbeyi izleyen yıllar, ordunun artan siyasi rolünden -yeterince çalışılmamış bir egemenlik boyutu da dâhil olmak üzere yani toprak tahsisinden söz ediyoruzsivil toplumu ele geçirmeye, toprağın satın alınmasına, sınırların değişmesine ve insanların güvenlik ve kentsel gelişme adı altında geniş çapta yerinden edilen insanlara kadar bir dönüşüme şahit olmuştur. Rejimi destekleyen ve kapasitesini önemli ölçüde artıran silah anlaşmalarını finanse eden -ki iktidar üzerindeki hâkimiyetini sağlamlaştırdı- Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile koalisyonuyla birlikte yasama ve kentsel planlama, darbe sonrası yıllarda ordunun iki ana savaş alanı olmuştur. Daha sonra iki rejim, Mısır’ın askerî desteğini aramak için bu sermayeden yararlanmıştır. Mısır rejimi Yemen’de yer almamış ancak Libya’da askerî operasyonlar yürütmüştür. O zaman arazi tahsisinin yönetimi daha kolaydı ve imtiyazlar çok büyüktü ve BEA, Sisi’nin yeni “kentsel militarizmini” desteklemekteydi, bununla beraber yeni başkentin tasarımını etkilemiştir (Dubai’nin yanı sıra 2011’den bu yana devam etmekte olan askerî şehirciliğin temel lehtarlarından biri hâline geldi). Burada odak bölgesel olanlara değil yasal olanlardan başlayıp kente doğru hareket eden yerel sahnede olacaktır.
Yakılmış Bir Dünya Olarak Kamusal Alan
Mübarek’in başlangıcından sonra Silahlı Kuvvetler Yüksek Kurulu, sistemin koruyucusu ve devletin fiilî yöneticisi olarak öne çıkmıştır. SCAF sadece iktidarı ele geçirip farklı devrimci gruplarla uğraşmaya başlamamış, siyasi partiler ve hareketler kurmakla kalmamış aynı zamanda hegemonik bir güç olarak hareket etmiştir. SCAF’ın ayaklanmadan sadece iki ay sonra Mart 2011’de yapılacak bir referandumda seçmen kitlesinin kitlesel katılımı ile onaylanan anayasa değişikliğinde, değişiklik yapma hakkını aldığını ve önceden istişare etmeden gücünü derinleştiren maddelerle anayasa bildirgesini ilan etmesi çarpıcıdır. Daha sonra aktif gençlik liderleri farklı toplantı turlarında bir araya getirmeye çalışıldı ve entelektüeller ile siyasi şahsiyetler ve SCAF arasında diyalog sağlayacak bir forum kuruldu. Anayasa komitesi kurulduğunda SCAF temsil edildi ve ordunun konumunu güvence altına alan yeni anayasanın taslağına 2012 yılında bir dizi subay katkıda bulundu.
Bu süreçte hiçbir şekilde geçiş dönemi adaleti gözetilmedi ve ordunun ekonomiye ve politikaya katılımım gücüne karşı koyma mücadelesi de olmadı. Seçilen parlamento, Yüksek Anayasa Mahkemesi tarafından zaten feshedilmişti ve SCAF’ın yargıyı desteklemesiyle Müslüman Kardeşler ve yargı arasındaki gerginlik tırmanmaktaydı. Temmuz 2013’teki darbeden sonra SCAF, Abdülfettah Sisi’nin (darbeyi yöneten) Savunma Bakanı olarak adaylığını onadığını ve Adly Mansour’u Haziran 2014’te yapılan ilk seçimlere kadar cumhurbaşkanı olarak atadığını bildirdi. 50 seçilmiş figürandan oluşan komite, 2015 ordusunun bütün gücünü yeniden güvence altına alan bir anayasa hazırladı.
Burada bir parantez açarak, 1952’den bu yana her zaman anayasa değişikliğinin yapılmaya çalışıldığını ve bunun her zaman esas olarak rejimin çıkarlarını korumak olduğunu belirtmek önemlidir. Eldakak, Mısır’daki devrim sonrası sahneden önce ve sonra yasanın nasıl ele alındığının izini sürmektedir ve göze çarpan üç zorluk vardır; anayasal karışıklık, acil durum yasası ikilemi ve sivillerin askerî davaları (Eldakak, 2012, ss. 300-306).
Yargı, darbeden sonra terör örgütü ilan edilen Müslüman Kardeşler’e karşı mücadelede, rejimin müttefiki olsa da hâkimlerin atanması, yargı ve cumhurbaşkanının yüksek konseyi arasında bir savaş hâline geldi. Daha sonra Nisan 2019’da bir dizi anayasa değişikliği, 2011’den sonra anayasaya aykırı olarak genişlemesini eleştirmekten kaçınmak için askerî yargıyı resmî olarak yasal sisteme soktu (Mamdouh, 2019).
Askerî mahkemeler Mısır’da, 25 Sayılı Kanun ile 3 Şubat 2014’te çeşitli değişiklikler geçiren bir yasa ile 1966’da kurulmuştur. Bütün ülkelerde olduğu gibi Mısır askerî yargısı da silahlı kuvvetlerin bir bölümüdür. Askerî Yargı Kanunu’nda yapılan değişiklikler, daha sonra Şubat 2014’te yayınlandı -2014 anayasasının yayınlanmasından sadece bir gün sonra bir numaralı madde ile artık şu belirtilir-: “Birlik yargısı bağımsız bir yargı organıdır.” Bu nedenle askerî yargı tam teşekküllü bir yargı otoritesi hâline gelmiştir bu sayede hâkimler (yani silahlı kuvvetler görevlileri), hâkimlerin hak ve görevleri bakımından olağan yargıyı idare eden ve hak sahiplerinin idare ettiği hukukun hükümlerine tabidir ve Savunma Bakanlığı’na bağlı bir kuruluş tarafından yönetilir (Auf, 2015). Askerî rejim, bu mahkemeler sırasında aynı zamanda sistematik olarak avukatların alıkonulan ve tutuklanan kişilerin sorgularına katılmalarını engellemiş ve yasal anlatılarına meydan okumanın anahtarı olarak görülen avukatları da tutuklamaya başlamıştır (Ezzat, 2019).
Darbeden sonra kamusal alanın güvenceye alınmasına yardımcı olmak için göstericileri kriminalize eden (Kasım 2013 Tarihli 107 Sayılı Kanun) ve STK’lara yönelik yeni bir yasa (2017 Tarihli 70 Sayılı Kanun) çıkarıldı. 2011’den bu yana insan hakları kuruluşları dış fon almakla suçlandı ve mal varlıkları donduruldu ve liderleri yargılandı. 173/2011 numaralı dava, 400 STK’yı hedefliyordu. İki yasada değişiklikler yapılmıştı ancak 6 yıl sonra ve sivil toplumun ana aktörlerinin paralize edilmesi, hapsedilmesi veya sürgün edilmesiyle beraber kamusal alan da felç olmuştu. Hükûmet geçenlerde özellikle insan hakları organizasyonları bakımından muhtemelen olumlu bir değişikliğe sebebiyet vermeyecek iki kanunu, artan uluslararası eleştirileri savuşturmak için değiştirdi.
Buna paralel olarak hükûmet, medyayı sıkı bir şekilde kontrol ediyordu ve bu nedenle bu tür değişiklikler tartışılmayacak ya da müzakere edilemeyecekti: İş adamları, Mısır’da otuz yıl boyunca resmî olmayan gazete ve uydu kanallarının ana sahibi olmasına rağmen 2013’ten sonra çoğu medya kanallarını kapatmaya zorlandılar (Dream Kanalları bunun iyi bir örneği). 2017’de özel TV piyasası ve TV drama prodüksiyonu üzerinde tekelleşmek üzere 30 milyar dolarlık bir mega-medya TV şirketi kuruldu. Medya; aktivistlerin imajını zedelemenin, herhangi bir siyasi değişiklik olursa korkuyu yaymanın ve silahlı kuvvetlerin imajını ve bunların tüm ekonomik sektöre katılımını gerekli ve yararlı şekilde göstermenin ve hükûmetin tüm politika ve kararlarını desteklemenin ana aracıydı ve hâlâ öyle olmaya devam ediyor.
Ordu ve istihbarat, medya endüstrisine de girdi. 2017 yılının Eylül ayında, Falcon Güvenlik Hizmetleri Grubu’nun bir üyesi olan Tawasol Grubu, Al Hayat uydu ağını satın aldığını ve Aralık 2017’de SAE, Eagle Capital for Financial Investments, Egyptian Medya Grubu’ndan iş adamı Ahmed Abu Hashima’nın hissesini başarıyla aldığını açıkladı. Bu işlemlerle ilgili resmî verilerin henüz sunulmaması mevcut otoritenin bu tür anlaşmaların finansman kaynaklarına kesin gizlilik getirdiği anlamına geliyor (Ali, 2017).
Sosyal medya, 2011 ayaklanmasında kilit bir rol oynadığı için yetkililer, 2011-2013 yıllarında etkilerini azaltmaya, içeriğini eleştirmeye ve rejimi destekleyen ünlü sunucuların sunduğu TV şovlarında eleştirel bir şekilde yorum yapmaya başladı. Ancak darbeden sonra rejim bazı haber sitelerini yasaklamak için harekete geçti. Blog yazarları ve web aktivistleri defalarca sorgulandılar ve hatta kritik gönderilerinden dolayı tutuklandılar. 2018’de tüm medyayı kontrol eden, sosyal medyayı sansürleyen yeni maddelerle birlikte Basın, Medya ve Medya Medyası Üst Kurumu Yasası çıkarıldı. Bu yasada yer alan Medya Yönetmeliği Yüksek Kurulu, medya kurumlarının fon kaynaklarını izlemek için bir sistemin kurulmasından ve uygulanmasından sorumlu kılınmıştır (AFTEE Raporu, 2018). Yasa’da yer alan 19. Madde, tüm bu suçları tanımlamadan sahte haberlerin yayınlanmasını veya ortaya dökülmesini yasaklamak ya da yasaları çiğnemek; nefreti, şiddeti, ayrımcılığı, ırkçılığı ve radikalizmi yaymak veya tek tanrılı dinlere ve inançlara saldırmaktan dolayı çok şiddetli bir biçimde eleştirildi.
Aynı zamanda yukarıda belirtilen paragrafta belirtilenleri ihlal ettikleri takdirde SCM’ye bloglar ve sosyal medya ağlarının hesaplarını ve 5.000’den fazla abone veya takipçisi olan sayfaları içeren medya kuruluşunu askıya alma veya engelleme hakkı da verdi. Cezalar çok katı ve birçok web aktivisti zaten eleştirilerinin çıtasını düşürüyor ve hatta yasada belirtilen sınırlamayı önlemek için takipçilerinin çoğunu “arkadaşlıktan çıkarıyor” (Miller, 2018; Global Legal Monitor, 2018).
Bu yakılmış dünya politikası, silahlı kuvvetleri ve güvenlik aygıtı hegemonyasını dengelemede topluma hizmet eden tüm yasal varlıkları yok etmeyi amaçlayan ve özgürlük alanlarını ve eşit vatandaşlık alanlarını yeniden kazanmak için her türlü çabayı gösterecek askerî bir stratejidir.
Bu, otoriterliği, yasama sürecinin Amr Hamzawy tarafından sonucuna varılan etkileri, halkla ilişkiler ve politika konusundaki tartışmaların yanlış bilgiler, sahte haberler ve düpedüz yalanlarla yayılması, liberal ve sol partilerin güvenlik hizmetleri tarafından kontrol edilen siyasi arenada resmî bir şekilde yeniden domestisize edilip marjinalleştirilmesini ve uygulanabilir muhalefet hareketleri ve sivil aktivizmi ciddi şekilde engelledi. Özellikle İslamcı hareketler zayıfladı. Ülkenin istikrarını korumak adına güvenlik ve istihbarat servislerinden on binlerce insan gözaltına alındı, hapsedildi, işkence gördü veya öldürüldü (Hamzawy, 2017). İnsan hakları savunucuları ve sivil toplum kuruluşlarının, hükûmet yaptırımlarından sürekli olarak korkmalarından dolayı nesli tükeniyor.
Bu zaptın yeni aşamasını temsil eden en son vurgun, 2019 yılının Nisan ayında yapılmış olan anayasa değişikliklerindeki 200. ve 204. maddelerdi.[3]
Madde 200, Paragraf 1: Silahlı kuvvetler halka aittir ve misyonu; ülkeyi, onun güvenliğini ve toprak bütünlüğünü, anayasa ve demokrasiyi, devletin ve sivil karakterinin temel unsurlarını, halkın kazanımlarını ve bireylerin haklarını ve özgürlüklerini korumaktır. Sadece devlet bu kuvvetleri oluşturmakla yükümlüdür ve herhangi bir kişi, otorite, organ veya grubun askerî veya paramiliter oluşumlar oluşturması yasaktır.
Madde 204, Paragraf 2: Askerî tesislere, silahlı kuvvetler veya benzeri kamplara, askerî veya sınır bölgelerine, kuvvetlerin teçhizatına, araçlarına, silahlarına, mühimmatına, belgelerine doğrudan saldırı teşkil eden, askerî sırlarına, kamu fonlarına, askerî fabrikalara veya işe alımla ilgili suçlarda veya görevlilerinin yerine getirilmeleri için memurlarına veya üyelerine doğrudan bir saldırı oluşturan suçlar işlemediği sürece bir sivil mahkemede yargılanmayacaktır.
Madde 204, Paragraf 2 (revize edilmiş şekli): Askerî tesislere, silahlı kuvvetler veya benzeri kamplara, askerî veya sınır bölgelerine, silahlı kuvvetler tarafından korunan tesislere, silahlı kuvvetlerin teçhizatına, araçlarına, silahlarına, mühimmatına, belgelerine saldırı teşkil eden, askerî sırlarına, kamu fonlarına, askerî fabrikalara veya işe alımla ilgili suçlarda veya görevlilerinin yerine getirilmeleri için memurlarına veya üyelerine doğrudan bir saldırı oluşturan suçlar işlemediği sürece bir sivil mahkemede yargılanmayacaktır.
Askerî Şehircilikten Kentsel Militarizme
Çağdaş şehirleri, barış devrinin gözlüğüyle ve savaşı bir şekilde istisnai olarak görmeye meyilliyiz. Sadece insansız hava araçları, patlamalar, hava saldırıları olduğunda ürbisit ararız. Graham (2010) ise çalışmalarında, savaşın şehirlerin dokusuyla ve şehir planlamacılarının uygulamalarıyla örüldüğünü birçok yolla sergilemiş ve ortaya çıkarmıştır. Savaş, siyasetin analizinde bir metafor olarak kabul edilirse bugüne kadar her türlü silahlı kuvvetler tarafından özellikle ayaklanma ve isyan zamanlarında artan menkul kıymetleştirme ve kentsel alan kontrolüne odaklanarak son on yıl içinde Mısırlılara şehirleri savaş alanlarına dönüştürmenin somut anlamını göstermiştir.
Eyal Weizman, çalışmalarında, şehirlerin daima kendi devirlerini baskın askerî tekniklerini nasıl yansıttığını tartışır. Ulus devletler arasındaki lineer savaşın bitişi ve iç “teröristlere” karşı başlatılan lineer olmayan savaşların ortaya çıkmasıyla şehirler bizim birincil “savaş alanlarımız” hâline gelmiştir. Ordu şehir dokusunu (yanlış) kullanmakta ve savaş sırasındaki askerî harekâtlar kentsel planlamayı ve haritaları değiştirmeyi hedef almaktadır (Weizman, 2012).
Burada Weizman’ın daha önce ortaya koyduğu ve darbeden sonra Mısır’daki son gelişmelere dayanarak tersine çevrilebilecek olan “kentsel planlama olarak askerî operasyonlar” fikrini geliştiriyoruz. Bazı kentsel planlamalar özellikle silahlı kuvvetlerin çıkarlarını ve otoritesini güvence altına alan kentsel ayrımcılık gerektiriyorsa askerî bir operasyon olarak görülebilir.
2013 darbesinden sonra Kahire’de toprak üzerindeki kontrolün artması ve büyük kalkınma ve soylulaştırma planlarının uygulanması gerçekleşti. Mübarek döneminde birçoğu hazırlandı ama direnişle karşı karşıya kalmıştı. Artan askerî şehircilik ve mekânın kontrolü ile değişimin hızı ivme kazandı.
Nil Nehri’nin bulunduğu şehir alanı, doksanlı yıllardan beri kentsel gelişime maruz kalmıştır. Maspero üçgeni 288.500 metrekaredir, %80’i nesiller boyunca yaşamış 3.500 aileyi veya 18.000 kişiyi barındırıyor ve binaların çoğu 19. yüzyılın başlarına dayanıyor. Nüfusun yaklaşık %68’i Maspero üçgeninde, %22’si ise dışarıda çalışıyor. 1992’de Rod El-Farag’ın toptan sebze ve meyve pazarı, Kahire’nin dışına çıkmıştı ve yakınlardaki Maspero üçgeni, Nil sahili yakınındaki merkezî konumu nedeniyle kentsel gelişim için yatırımcılar tarafından hedeflenmişti ama yerel halkın direnişi sebebiyle plan yavaş yavaş devam etti. En nihayetinde tahliye, mevcut rejimin baskısı altında 2017/2018 tarihinde gerçekleştirildi. Bölgenin sakinleri, gelecekte kendilerine asla karşılayamayacakları konut birimleri veya uzun vadede kentin çok uzak bir bölgesinde Maspero’nun merkezî konumu ile karşılaştırıldığında daha az gelişmiş ve daha zayıf kamu hizmetleri ile onlara küçük bir daireyi tazmin edecek uzun görüşmelerden sonra ayrılmak zorunda kaldılar (Khalil, 2018).
Öte yandan 19. yüzyılın modern merkezi, Kahire şehir merkezinde inşa edilmiş olup özellikle bölgedeki otel ve eğlence endüstrisinde uluslararası ve büyük yatırımların artmasıyla 2008’den beri mütenalaştırılmaktadır. Bunlar, göstericilerin sendikaların şehir merkezinde bulunduğu bölgeye geri dönmesine izin vermeyen ağır menkul kıymetleştirme ile ve aynı zamanda şehir merkezindeki sokakları yıllarca işgal eden sokak satıcılarını tutuklayarak davetsiz misafirlerin ve haydutların serbest bırakılmasını sona erdirmek için doğrudan askerî müdahalesiyle korunmaktadır (Kingsley ve Berger, 2014; Naceur, 2016).
Ordunun sivil kentsel alana açıkça müdahale ettiği ve askerî baskınlık, tasarruf ve yabancı yatırım arasındaki örtüşmenin vurgulandığı son durumlardan biri, sakinlerini Nazlet El-Saman’ı Piramitler bölgesinde, Kahire’nin merkezinde Nil Al-Warraq Adası’nda yerinden etme davasıdır ve en son örneği Al-Fustat bölgesindeki Ail Al-Sira’dır.
Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi, “Devletin Mülklerine Yönelik Anlaşmazlıkların Kaldırılması” başlıklı bir konferans düzenledikten sonra Temmuz 2017’de hükûmet devlete ait arazileri restore etmeyi amaçlayan bir kampanya başlattı. Basın açıklamalarında, Bakanlar kampanyasının kentli ihlalcileri ve adadaki kalabalık olmayan binaları hedef aldığını söyledi. On binlerce insan zorla yerinden edildi. Bunun sonucu olarak, Mısır’ın Nil bölgesindeki en büyük ada olan, Giza’nın Warraq semtinde yer alan ve çoğunlukla tarım ve balık avına bağlı olarak yaşayan 60.000 kişiye ev sahipliği yapan Al-Warraq davasında, ada sakinleri, atık su şebekelerinin, tesislerinin ve hastanelerinin olmayışından ve ayrıca su kirliliğinden mustariptir.
Warraq sakinleri, Aralık 2017’de bir sabah adanın silahlı kuvvetler tarafından istila edildiğini ve polisten on yıllardır yaşadıkları evlerin mülklerinin sözleşmelerinin istendiğini öğrendi. Evlerini terk etmeleri istendi ve tahliye etmeleri gerektiği konusunda uyarıldılar onlar da protesto ettiler. Bir kişi çatışmalarda öldü ve göstericiler, haydut olmakla ve hatta Müslüman Kardeşler teröristleri tarafından desteklenmekle suçladılar. Tazminat ve basitçe ayrılma müzakereleri (arazileri çevrim içi aktivistlerin online olarak bulduğu ve sosyal medyada yayınladığı Dubai benzeri yeni bir Marina sahil projesi için uluslararası geliştiricilere sunmak için) Kahire Valisi tarafından değil Mısır Ordusu’ndaki inşaat (mühendislik) sektörü başkanı tarafından gerçekleştirildi. Alanın, kendi sakinlerinin yararına olarak geliştirilmesi gerektiğine dair belirsiz açıklamalar yapıldı.
Direniş yüksek olduğu ve olaylar medyada ve sosyal medyada geniş çapta yankı bulduğu için bir sessizlik dönemi yaşandı. Şubat 2018’in ortalarında Parlamento, 1990’daki mülkiyet yasasında yapılan değişiklikleri onayladı, cumhurbaşkanının otoritesini genişletti ve yetkilileri, arazilerin kamu yararı için imha edilmesine atadı. 2018 yılının başlarında, eski başbakan adada yeni bir kentsel topluluk kurulmasını emretti. Yetkili, yeni kent topluluğunun, görevlisinin NUCA’nın denetlediği topraklarla ilgili olarak kendisine verilen tüm yetkileri kullanma hakkına sahip olacağı Yeni Kentsel Topluluklar Otoritesi’ne (NUCA) bağlı olacağını açıkladı. Madamasr’ın tam kapsamı bu dava için mükemmel bir bağımsız e-gazetecilik örneğidir. Web sitesi, Mısır’da SCM tarafından yasaklandı.
Burada BEA inşaat ve yatırım şirketlerinin Warraq gelişimiyle bağlantılı olduğu gerçeğinin yanı sıra BEA EMAAR inşaat şirketinin şehir tasarımındaki rolü de belirtilmelidir (daha sonra Çinli şirketler de dâhil olmak üzere diğer ortaklar da katıldı). Yeni başkentteki ana otoyol, Mısırlı bir ulusal ya da tarihî şahsiyetin değil Abu Dabi’nin hükûmeti ve BAE’nin yardımcısının adını taşımaktadır: Muhammed Bin Zayed.
Askerî şehircilik sadece 2011 ayaklanmasından sonra netleşip körelmekle ve 2013 darbesinden sonra genişlemekle kalmadı ama aynı zamanda şehirdeki güç ilişkilerini planlayarak ve en iyi yerleri yabancı yatırıma tahsis ederek kendi iradeleri dışında tehdit ve baskılarla gelecekteki yasal sorumluluktan kaçmak için yasa değişikliklerini bir araç olarak kullanarak kent sakinlerini yerlerinden ettiler. 2015 yılında önceki hükûmetlerin isteksiz olduğu bir girişimi başlattı: Yeni bir başkent inşa etmek.
Hız, burada yeni başkentin arkasındaki askerî vizyonu anlamada kilit bir değişkendir. Sisi’nin yeşil bölgesini Kahire’nin yoğun nüfusundan uzakta tutması gerekmektedir (Dunne, 2018). Mısır, hükûmetini -parlamento, cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar ve elçilikler- sıfırdan inşa edilmiş bir başkente taşıyan ilk ülke olmayacaktı ancak bunu yaparken 45 milyar dolar harcayan ama sokaklarında ekmek isyanları patlak veren ilk ülke olacaktı ve bu sadece ilk etabın maliyetiydi. Kahire-Süveyş ve Kahire-Ain Sokhna yollarının arasında, Kahire’nin 45 kilometre doğusunda, kendi devasa elektrik jeneratörlerine sahip olacak Nil’den günlük su tedarikine sahip olacaktı ve aynı zamanda yerleşim yerlerinin ve hükûmet binalarının yanı sıra üst ordu subaylarının ve ailelerinin yüksek duvarların arkasındaki savunma bakanlığının yanında yaşayacağı askerî kapılı bir kompleks olacaktı. İlk bina, açılmasından iki yıl sonra ordunun sahipliğinde lüks bir Royal Al-Masa Oteline dönüştü.
Başkentin “eski” Kahire’den yalıtılması, sınıflar arasında net bir çizgi çizerek ana Kahire ve banliyölere kıyasla en yüksek fiyatlı olmasından anlaşılıyor. Ülkenin kuzey kesiminde inşa edilen yeni şehirleri birbirine bağlayan Ulaştırma Bakanı Genel Sekreteri’nin (Mısır ordusunda eski mühendislik ve proje birimi başkanı) denetimi altında yeni bir ulaştırma sistemi kuruluyor. Şehirler ve ulaşım sistemi yoksullar için ne erişilebilir ne de uygun fiyatlı olacak. Mevcut başbakan daha önce konut bakanıydı.
Daha fazla bilgiye sahip olmak için özel inşaat ve emlak şirketlerinin web siteleri veya internet dergilerinin İngilizce versiyonlarında, mülklerini oldukça yeni banliyölerde satmaya başlayan ve yeni başkentte yenilerini satın alan İngilizce konuşan üst sınıfa hitap eden web siteleri araştırılmalıdır.
Farklı şehirlerde ana kentsel alanları geliştirmek yerine 7 valilikte zenginleri çekip yoksullardan ayırmak için ülke genelinde yeni şehirler kuruluyor. Hepsi kapılı olacak ve güvenlik altına alınacak. Ordu, tüm bu şehirleri inşa etmede ana yüklenici ve hükûmetin herhangi bir büyük ulusal projeye teklif vermeden doğrudan yetki sağlaması için 2014’ten sonra bir yasa çıkardı. Projelerin, yolların inşası da dâhil olmak üzere silahlı kuvvetlerin mühendislik/inşaat sektörüne gittiğini ve dolayısıyla yol ücretlerinin ödemesinin kime yapılacağını da söylemeye gerek yok.
Öyleyse neden Mısır’ın generalleri Kahire’yi uzaktan yönetmeyi planlıyor? Yeni başkenti “Kahire karşıtı” olarak adlandıran Ursula Lindsey, soruyu ortaya koyuyor ve resmî iddianın başkenti hareket ettirmenin tarihî merkezdeki tıkanıklığı gidereceğine değindiğini söylüyor -sanki tek sorun, kaynakların eşitsiz tahsisi veya kamusal alan geliştirme konusundaki özensizlik değil de insanların sayısıymış gibi-. Greater Kahire daha eziyetli bir trafikten, trajik bir kirlilikten ve şiddetli su sıkıntısından mustarip 20 milyondan fazla insanın enerjik ama işlevsel olmayan bir megapolü demek. Onlarca yıldır planlamacılar, şehir merkezindeki sorunlara katılmak yerine yükseköğrenim, üretim veya lüks yaşam alanlarında uzmanlaşmış uydu şehirler inşa ederek bölgeyi yerelleştirmeye çalıştılar.
Ursula, seksenlerin başından beri tüm yeni şehirlerin çoğunlukla Kahire’nin merkezine yakın bölgelerde bir milyondan az insanı çektiğini belirtti. Sadece bir dizi Mısırlının kent merkezindeki sosyal ağlardan, işlerden ve transit geçişlerden vazgeçmeye istekli oldukları ortaya çıktı (Lindsey, 2017). Lindsey, yeni başkentin cumhurbaşkanının ve rejiminin, askerî şehircilik ve bir ürbisit tezgâhının olası senaryoları için bir propaganda nesnesi olduğu sonucuna vardı.
Tüm bunların yanı sıra rejimin yoksulluk artarken bu tür harcamalara karşı artan itirazlara yeni şehirler için fonların devlet bütçesi dışında olması -ki bunun arkasında yabancı yatırımlar varcevabını vermesi ilginç ancak bu aynı zamanda etkileşimlerin kamu sorumluluğunun dışında olduğu anlamına geliyor (Madamasr, 25 Mayıs 2019) fakat bu aynı zamanda darbeyi finanse eden Körfez ülkelerinden gelen bölgesel ortaklar ile yüksek finansmanlı küresel yatırımın da bir parçası demek. Ordunun kendi kapılı karargâhına sahip olduğu ve kapitalizm tarafından inşa edilen bir başkent…
Stephen Graham, askerî şehirciliği ele alırken yeni şehirlerin inşasını, stratejik/askerî hedeflere hizmet ediyorsa kentsel militarizm olarak isimlendirir. Sadece kamplar değil aynı zamanda şehirler de normal ötesi zamanlarda askeriyeye yönelik siteler olabilir. Al-Alamein New City, yeni kentsel militarizm için daha iyi bir örnek. ANC, II. Dünya Savaşı (1942) sırasında gerçekleşen çarpışmanın ardından isimlendirilmiş bir sitede yer almaktadır. Mısır hükûmeti, kuzeybatı kıyısında, “yeni bir ölçüt getirmesi beklenen ve Mısır’daki yeni nesil sürdürülebilir şehirler için bir model” olması beklenen yeni şehre ev sahipliği yapacak ve markalaşma sürecinden geçen bir yer seçti (Attia, 2019). Attia, bölümün inşaatının en az 2 yıldan beri devam etmesine rağmen şehir ana planını tanımlayan ilk özgün yayınlanmış materyal olduğunu iddia ediyor.
Burada ilginç olan 22 Temmuz 2017 Cumartesi günü Mısır’ın İskenderiye’nin yakınında bulunan Orta Doğu’daki en büyük askerî üssünü açmasıdır. Yeni üs, 1.100’den fazla bina, 72 eğitim alanı, iki konut kompleksi ve büyük bir kongre merkezi içeriyor. Açılışa Abu Dabi’nin Prensi Muhammed Bin Ziyad ve BAE Silahlı Kuvvetleri Yüksek Komutan Yardımcısı katıldı. Bir Suudi heyeti de katıldı. Ülkede sera tarımı için yapılan mega projeye ek olarak 3,3 milyar dolarlık bir Disneyland tarzı tema parkı için bir ABD-Suudi Arabistan yatırım projesi 2019’un ortalarında Alamein’de açıklandı. Temmuz/Ağustos 2019’da Mısır kabinesi, Al-Alamein New City’de 3 oturum düzenledi; biri Jennifer Lopez’e denk gelen ve 3 bakanın katıldığı ve hâlen yapım aşamasında olan bir şehirde konser verdi. Bu; kamp, şehir, eğlence ve sera bitkisi kompleksinin ise Mısır’da eşi benzeri yoktur.
Bu tahminin kaynakları hem Leopold Lambert’in (2012) yarattığı “silahlı mimari” kavramı hem de Suriye’deki Baas rejiminin kentsel politikalarının şehirleri mezhepler ve sınıflar arasında nasıl bölüştürdüğünü ve burada rejime karşı olan alanların bombalanmasını nasıl kolaylaştırdığının bir okumasıdır.
Toprak ile ilgili boyutlardan biri de Tiran ve Sanafir Adaları sorunuydu. 24 Haziran 2017’de Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi, bir yıldan fazla bir süre Mısır ve uluslararası haber ve sosyal medyaya hâkim olacak tartışmalı Tiran ve Sanafir Anlaşmasını resmen imzaladı. Mısır ve Suudi Arabistan arasındaki Nisan 2016 tarihli anlaşma, Suudi Arabistan’ın Akabe Körfezi’nin ağzındaki iki Kızıldeniz adası üzerindeki egemenliğini sağlayacaktı.
Sisi’nin imzası, hükûmetin adaların transferi için hazırlık yapmaya başlamasına izin verirken anlaşmaya dair 16 aylık bir tartışmanın sona ermesini şart koşmuyordu. Mesele, anlaşmanın yasallığı, otoritesi ve sonuçları hakkındaki argümanlar ve Mısır’ın yürütme, yasama ve yargı organlarında ve kamusal alanda eş zamanlı olarak meydana gelen tartışmalar nedeniyle sıkıntılıdır. Bu tartışmalar sadece geniş ve karmaşık olmakla kalmıyor aynı zamanda ateşlenmeye de maruz kalmaktadır: Tepkinin harareti, bazı gözlemcilerin adaların durgunluğunu Arap ordularını travmatize eden 1967 mağlubiyetiyle karşılaştırmasına bile neden oldu.
Bu durum, meşruiyeti darbeden ve etrafında farklı siyasi aktörlerin farklı tutumlara sahip olduğu Rabia katliamından daha çok baltaladı. Kuşkusuz halkın orduya olan güvenini sarstı ve birçok soru işaretini ortaya çıkardı (Lotito, 2018; TIMEP, 2018).
Sendikalar ve milletvekilleri itiraz ettiler ve bir mahkeme anlaşmayı feshetti ancak göstericiler dağıldı ve katılımcılar 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı, tutuklandı ve sonra da Anayasa Mahkemesi Tiran ve Sanafir Anlaşması’nı onayladı, önceki üst mahkemenin kararını da bozdu. Adalar Suudilere verildi.
Burada, sınırların yeni başkent sorunundan ve sıfırdan inşa edilmiş diğer yeni şehirlerden ayrı olmadığını bilmek gerekiyor. Kentsel militarizm değilse de militer kentçilik ve toprak alımı açık bir şekilde gösterdi ki gelecekte ürbisit, 2011 isyanının bir daha gerçekleşmemesini sağlamak için akıllı silahların hedefi hâline gelebilecek eski şehirlerdeki herhangi bir muhalifin silahlı bir şekilde bastırılması konusunda da ciddi bir potansiyele sahip olabilir. Hızla artan fiyatları karşılayabilenlerle birlikte hükûmetin, parlamentonun, bakanlıkların, elçiliklerin ve ordu subaylarının kapılı bir “şehir kampına” ev sahipliği yapmaları, çıkarları pekiştirmek ve gücü arttırmak olarak görülmelidir. Yeni şehirler büyük ölçüde menkulleştirilecek, milletin ayrışmasına veya devletin doğasının değişmesine neden olacaktır.
Ordunun hukuk alanındaki hegemonyasını ve askerî şehircilik alanını güçlendirmedeki hızı önemli bir rol oynarken hızı yavaşlatmanın siyaset alanındaki bir strateji olduğunu belirtmekte fayda var. Siyasi partilerin, sosyal hareketlerin ve parlamentonun dinamizminin 2011’den önceki ayaklanma sahnesiyle karşılaştırılması, Mısır parlamentosunun 2011 yılından bu yana ülkenin siyasi gelişmelerinden tamamen dışlandığını gösteriyor. İslamcılar, temsilî organları kazanmak için tüm çabalarını harekete geçirmeye odaklanırken gerçek direniş mücadeleleri ve SCAF ile tekrar tekrar başarısız olan müzakereler başka çevrelerde gerçekleşti. 2012 seçimleri çok canlı olmasına rağmen Temsilciler Meclisi’nin gerçek siyasi performansı oldukça zayıftı ve 2012 yazında feshedildi, bunu takiben 2013 yazında Şura Konseyi (eski üst ev) sona erdi. Defalarca ertelenen yeni seçimler sonunda 2015 sonbaharında yapılana kadar hiçbir parlamento mevcut değildi. Bu “gecikme”, yargının desteğiyle ordunun, bu yılları bir parlamentoya girmeden, rejime muhtemelen meydan okumayacak bir yasama meclisinin kurulmasını sağlayan bir seçim yasası taslağı hazırlama fırsatını yakalaması nedeniyle bir “stratejinin” bir parçasıydı (Völkel, 2017).
Sonuç
Étienne Balibar’dan yola çıkarak Zygmunt Bauman ve Carlo Bordoni’nin getirdiği “kriz durumunun” analizi, yönetim yoluyla gerçekleşen “devletsiz devletçilik” kavramını vurguluyor ve bu, siyasi gücün halkın temsilcisi ve bu nedenden ötürü demokratik olarak yerel düzeyde, rutin yönetim yönetimine indirgenmiş, küresel gücün temsiliyet olmadan ve bu nedenden ötürü demokratik olamayarak “artan sıklık” ile getirdiği sorunları ele alamadığı ve çözemediği felç edici bir etki yaratıyor. Bu durumu incelemek için şehirleri siteler olarak görüyorlar. Siyasetle ilgili olarak değiştirilen şey yönetim olamaz (Bauman ve Bordoni, 2014, s. 15).
Agamben’in tanımladığı gibi sivil savaş alanı burasıysa Virilio ve Lotringer’e göre “saf olmayan savaş” durumudur. Klasik ve politik “büyük savaş”tan sonra “artık grupsuzların, grupların ve diğer paramiliterlerin asimetrik ve trans-politik” savaşına sahibiz (Virilio ve Lotringer, 1983).
Zeinab Abul-Magd (2014, s. 187), 2011-2013 yılları arasında Mısırlı generallerin devrimciye döndüğünü doğru bir şekilde gözlemledi. Hüsnü Mübarek ve Müslüman Kardeşler olmak üzere iki rejime yönelik kitlesel ayaklanmaları destekledi ve her ikisini de azletti. Bunun yerine generallerin her zamanki gibi iş yaptığını söylemek de doğru olurdu: Savaşla.
Kentsel savaş alanını yönetmede başarılı olmakla birlikte özellikle İsrailliler ile ilan edilen iş birliği ve Rusya ve İngiltere başta olmak üzere yabancı ordularla tekrar tekrar ortak eğitim verilmesiyle birlikte Sina’da DAEŞ’in sona ermemesindeki başarısızlık büyük bir soru işareti doğuruyor. Neredeyse her ortak eğitimde kentsel savaş üzerine bir oturum olması dikkat çekici. Şu ana kadar askerî şehircilik terörle mücadeleden daha başarılı oldu.
Yakın tarihli bir kitapta, Kenneth Pollack neden Arap militanlarının savaşta sürekli olarak kötü performans gösterdiğini sordu. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana Orta Doğu savaş alanlarındaki Arap askerî etkinliğini inceledi. Siyasileşmiş sivil-askerî ilişkilere rağmen Arapların etkisizliğini suçlamak için başka faktörlerin sorumlu olduğunu teyit eden, Araplardan daha iyi bir performans gösteren askeriyeler üzerinde bir karşılaştırma yaptı. Arap toplumunda ve kültüründeki az gelişme, Arap militanlarının dayanıklılık yeteneklerini, muharebe mühendisliğini, eğitim rejimlerini ve operasyonların hızını etkiliyor. Pollack’ın ana argümanı, Arap tarzı eğitim süreçleri tarafından telkin edilen kültürel olarak motive edilmiş davranış kalıplarının, Arap askerî zayıflığını öncül nedeni olduğu yönündedir. Örgütsel esnekliğin, inisiyatifin, becerikliliğin, yaratıcılığın ve taktik özerkliğin olmayışının tümü, Arapların zayıf karma sınıf ve manevra savaşının teşhirine katkıda bulunuyor. Arap Baharı’nın toplumu değiştireceği ve savaş teknolojisindeki gelişmelerin yanı sıra orduların gelecekteki etkinliği için bir fırsat penceresi sunması ise analizindeki paradokstur.
Bir başka basit cevap, orduların bir devletin diğer tüm işlevlerini yaptıkları ve başarılı şehir savaşlarının eğitim ve kültürde reformun önündeki asıl engel olduğu için yetersiz kalması olabilir. Bilgi teknolojisinin kendisi bile etkinliği geliştirmek için değil muhalifliği azaltmak için kullanılıyor. Mısır’da birçok bağımsız web sitesi yasaklanıyor ve Google, Mısır’ın baskıcı hükûmeti ile iş birliğini derinleştiriyor (Ryan, 2019).
Arap Baharı, David Harvey’in (2012) işgalci hareketleri tanımlarken kullandığı ifadeyle kentsel devrimleri temsil eder. Mısır örneği, Malesevic ve diğerleri (2010) tarafından sunulan geleneksel savaş sosyolojisinin ötesinde normal ötesi askerî şehircilik hakkında daha fazla bilgi içeren bir teori sağlayabilir. Ülkeyi terörizmden kurtarmak, askerî darbenin temel iddialarından biriyse ordunun politikaları ve kurumları yönetmedeki etkinliği, resmî medyanın ve Sisi’nin söylemine göre 2011’deki ‘düzensizlik’ten sonra ‘düzeni ‘sağlamak için yayılan bir nedendi.
Mısır’ın Merkezi Kamu Mobilizasyonu ve İstatistikleri Ajansı’nın (CAPMAS) yayınladığı son raporda, yoksulluktan etkilenen Mısırlıların %32,5’e ulaştığı ve aşırı yoksulluk oranının %6,2 olduğu belirtildi (Egyptian Streets, 30 Temmuz 2019). Askerî kurumun kentsel kontrolü özellikle 2013’ten sonra yıllarca süren suiirade krizlerine neden oldu (Abul-Magd, 2017, ss. 232-233) ve hükûmet, Müslüman Kardeşler’i her seferinde suçlayarak yanıt verdi. Son zamanlarda farklı yeni şehirlerde cumhurbaşkanı ve SCAF üyeleri için inşa edilen devasa lüks sarayların sosyal medyadaki haberleri (Google haritalar linkleriyle tutturulmuş) dolaşıyor ve öfkeye neden oluyor ve 20 ve 27 Eylül 2019 Cuma günü farklı valiliklerde bazı protestolar gerçekleşiyor.
Burada Samer Soliman’ın (2011) 1981-2003 yılları arasında “Güçlü Rejim ve Zayıf Devlet” başlığı altında Arapça yayımlanan politik ekonomi üzerine yaptığı çalışmalarını hatırlatmalıyız. Aslında yukarıda uzunca tartışıldığı gibi artık zayıf rejime ve güçlü orduya geçişe tanık olmaktayız. Bu bağlamda Tilly’nin savaşmayı ve devlet oluşumunu örgütlü suç olarak ele alması, korku ve siyaset arasındaki bağlantıyı açıklamak bakımından önemlidir (Tilly, 1985, ss. 185-186). Terörle mücadele, devlet oluşumunun bir aşaması olarak değil uzun süreli bir koşulu olarak devlet terörizmini meşrulaştırıyor. Sisi’nin defalarca halka açık bir şekilde mevcut durumu yürüyen bir savaş (yapımdaki bir devletiz) diye ifade etmesine şaşmamalı.
Mısır aklı bu tür meselelerden uzaktı ve farklı entelektüel çevrelerin ve hareketlerin, normal olmayan likidite ve karmaşıklık dönemleriyle yüzleşmek için gündemini yeniden gözden geçirme zamanı geldi.
Kaynakça
Abul-Magd, Z. (2017). Militarizing the nation, the army, business, and revolution in Egypt. N.Y: Columbia University Press.
Agamben, G. (1998). Homo sacer: Sovereign power and bare life. D. Heller-Roazen (Çev.). Stanford: Stanford University Press.
Agamben, G. (2005). State of exception. K. Attell (Çev.). Chicago: The University of Chicago Press.
Agamben, G. (2015). Stasis: Civil war as a political paradigm. N. Heron (Çev.). Stanford California: Stanford University Press.
Ali, N. (9 Mart 2017). Egypt: New private TV channel funded by the army and owned by generals. Middle East Observer.
Attia, S. (2019). Al alamein new city, a sustainability battle to win. S. Attia vd. (Ed.). New cities and community extensions in Egypt and the Middle East: Visions and challenges içinde (ss. 1-18). Switzerland: Springer.
Auf, Y. (6 Nisan 2015). A legal analysis of Egypt’s military judiciary, Atlantic Council Monday.https://www.atlanticcouncil.org/blogs/menasource/a-legal-analysis-of-egypt-s-military-judiciary/ adresinden erişilmiştir.
Ayubi, N. (1995). Overstating the Arab state: Politics and society in the Middle East. London: I. B. Tauris.
Bauman, Z. (1999). Urban space wars: On destructive order and creative chaos. Citizenship Studies, 3(2), 173-185.
Bauman, Z. ve Bordoni, C. (2014). State of crisis. Cambridge: Polity Press.
Bilgin, P. (2006). What future for Middle Eastern studies? Futures, 38, 575-585.
Dunne, M. (27 Kasım 2018). Sisi builds a green zone for Egypt. https://carnegieendowment.org/2018/11/27/sisi-builds-green-zone-for-egypt-pub- 77803 adresinden erişilmiştir.
Egyptian Streets. (30 Temmuz 2019). CAPMAS: Egyptians affected by poverty reach 32.5 percent. https://egyptianstreets.com/2019/07/30/capmas-egyptians-affected- by- poverty-reach-32-5-percent/ adresinden erişilmiştir.
Eldakak, A. (2012). Approaching rule of law in post revolution Egypt: Where we were, where we are, and where we should be, UC Davis. Journal of International Law & Policy, 18(2), 261-307.
Ezzat, A. (24 Mayıs 2019). Challenging the legal ideology of the state: Cause lawyering and social movements in Egypt, Arab reform initiative. https://www.arab-reform.net/ publication/challenging-the-legal-ideology-of-the-state-cause-lawyering-and-social- movements-in-egypt/ adresinden erişilmiştir.
Foucault, M. (1979). Society must be defended. D. Macey (Çev.). New York: Picador.
Graham, S. (2004). Cities as strategic sites: Place annihilation and urban geopolitics. S. Graham (Ed.). Cities, war, and terrorism: towards an urban geopolitics içinde (ss.31-53). Oxford: Blackwell.
Graham, S. (2010). Cities under siege: The new military urbanism. London: Verso.
Grawert, E. ve Abul-Magd, Z. (2016). Businessmen in arms: How the military and other armed groups profit in the MENA region. N.Y.: Rowman and Littlefield Publishers.
Hafez, S. ve Slyomovics, S. (2013). Anthropology of the Middle East and North Africa: Into the new millennium. Indiana University Press.
Hamzawy, A. (16 Mart 2017). Legislating authoritarianism: Egypt’s new era of repression carnegie endowment. Carnegie Paper.
Harvey, D. (2012). Rebel cities: From the right to the city to the urban revolution. London: Verso.
Hourani, A. (1983). Arabic thought in the liberal age 1798-1939. Cambridge: Cambridge University Press.
Human Rights Watch. (12 Ağustos 2013). All according to plan: The Rab’aa massacre and mass killings of protesters. www.hrw.org/ar/report/2014/08/12/256580 adresinden erişilmiştir.
Human Rights Watch. (22 Eylül 2015). Look for another homeland-forced evictions in Egypt’s Rafah.
Human Rights Watch. (22 Mayıs 2018). Egypt: Army intensifies sinai home demolitions destroys homes, farmland around ‘Buffer Zones’.
Human Rights Watch. (28 Mayıs 2019). Egypt: serious abuses, war crimes in north sinai army’s conduct crushed, alienated local residents. https://www.hrw.org/news/2019/05/28/egypt-serious-abuses-war-crimes-north-sinai adresinden erişilmiştir.
Kandil, H. (2012). Soldiers, spies, and statesmen: Egypt’s road to revolt. London: Verso.
Kandil, H. (2016). The power triangle: Military, security, and politics in regime change. Oxford: OUP.
Kassab, B. (25 Mayıs 2019). The new administrative capital: Outside the state budget or outside public accountability? https://madamasr.com/en/2019/05/25/feature/economy/the-new-administrative-capital-outside-the-state-budget-or-outside-public-accountability/ adresinden erişilmiştir.
Khalil, O. (14 Haziran 2018). From community participation to forced eviction in the maspero triangle. https://timep.org/commentary/analysis/from-communityparticipation-to-forced-eviction-in-the-maspero-triangle/ adresinden erişilmiştir.
Kingsley, P. ve Berger, M. J. (3 Kasım 2014). Why the battle for control of downtown Cairo is a fight for the future of Egypt. The Guardian.
Lambert, L. (2012). Weaponized architecture: The impossibility of innocence. Barcelona: DPR.
Lindsey, U. (2017). The anti-Cairo. Places. https://placesjournal.org/article/the-anti-cairo/ adresinden erişilmiştir.
Lotito, N. (30 Ekim 2018). Public trust in Arab armies. https://carnegieendowment.org/sada/77610 adresinden erişilmiştir.
Madamasr. (25 Mayıs 2019). The new administrative capital outside the state budget or outside public accountability. https://madamasr.com/en/2019/05/25/feature/economy/the-new-administrative-capital-outside-the-state-budget-or-outside-public-accountability/ adresinden erişilmiştir.
Maleševic, S. (2010). The sociology of war and violence. Cambridge: Cambridge University Press.
Mamdouh, R. (7 Ağustos 2019). Normalizing the military judiciary: How the constitutional amendments bring the armed forces into Egypt’s judicial system. https://madamasr.com/en/2019/08/07/feature/politics/normalizing-the-military-judiciary-how-the-constitutional-amendments-bring-the-armed-forces-into-egypts-judicial-system/ adresinden erişilmiştir.
Mann, M. (2003). The dark side of democracy, explaining ethnic cleansing. Cambridge Cambridge Univesity Press.
Miller, E. (28 Ağustos 2018). Egypt leads the pack in internet censorship across the Middle East. The Atlantic Council. https://www.atlanticcouncil.org/blogs/menasource/egypt-leads-the-pack-in-internet-censorship-across-the-middle-east/ adresinden erişilmiştir.
Mitchell, T. (2004). The Middle East in the past and future of social science. D. Szanton (Ed.). The politics of knowledge: Area studies and the disciplines içinde (ss. 74-118). California: University of California Press.
Naceur, S. P. (27 Ocak 2016). Gentrification in Egypt: Urban counter-revolution in Cairo. Qantara.de.
Pierson, P. (2004). Politics in time: History, institutions and social analysis. New Jersey: Princeton University Press.
Pollack, K. M. (2019). Armies of sand: The past, present, and future of Arab military effectiveness. Oxford: Oxford University Press.
Raggal, A. E. ve Raouf-Ezzat, H. (2015). Can a revolution be negotiated. I. W. Zartman (Ed.). Arab Spring: Negotiating in the shadow of intifada içinde (ss. 80-115). London: The University of Georgia Press.
Raouf-Ezzat, H. (18 Ekim 2018). Islamists and rights activists in Egypt: The Potential for convergence. Arab Reform Initiative. https://www.arab-reform.net/en/node/1388 adresinden erişilmiştir.
Raouf-Ezzat, H. (2004). Beyond methodological modernism: Global civil society and multi-culturalism. Global Civil Society Yearbook 2004. London: Sage Publications and the Centre for Global Governance-LSE.
Raouf-Ezzat, H. (2015). Political imagination of Islamists. Beirut: The Arab Network for Research and Publishing.
Ryan, V. (18 Ağustos 2019). Google deepening its involvement with Egypt’s repressive government. The Intercept. https://theintercept.com/2019/08/18/google-egypt-office-sisi/ adresinden erişilmiştir.
Salvatore, A. (2007). The exit from a westphalian framing of political space and the emergence of a transnational Islamic public. Theory, Culture, Society, 24(4), 45-52.
Salem, P. (1994). Bitter legacy: Ideology and politics in the Arab world. Syracuse: Syracuse University Press.
Sassen, S. (2006). Territory, authority, rights: From medieval to global assemblages. New Jersey: Princeton University Press.
Sassen, S. (2010). When the city itself becomes a technology of war. Theory, Culture & Society, 27(6), 33-50.
Sassen, S. (2014). Expulsions: Brutality and comlexity in the global economy. Cambridge: CUP.
Sayigh, Y. (1 Ağustos 2012). Above the state: The officers’ republic in Egypt. Carnegie Middle East Center.
Schmitt, C. (2007). The concept of the political. G. Schwab (Çev.). Chicago: The University of Chicago Press.
Shalakany, A. (2013). The rise and fall of Egypt’s legal elite: 1805-2005. Cairo: Dar Al-Shorouk.
Soliman, S. (2011). The autumn of dictatorship: Fiscal crisis and political change in Egypt under Mubarak. Stanford California: Stanford University Press.
The Library of Congress. (6 Ağustos 2018). Egypt: Parliament passes amendments to media and press law. Global Legal Monitor. https://www.loc.gov/law/foreign-news/article/egypt-parliament-passes-amendments-to-media-and-press-law/adresinden erişilmiştir.
TIMEP. (2017). Tiran and sanafir: Developments, dynamics, and ımplications. Cairo: The Tahrir Institute for Middle East Policy. https://timep.org/wp-content/uploads/ 2017/08/Tiran-and-Sanafir-Developments-Dynamics-and-Implications-web.pdf adresinden erişilmiştir.
Tilly, C. (1985). Örgütlü bir suç olarak savaşmak ve devlet oluşumu. T. Skocpol vd. (Ed.). Bringing the state back içinde (ss. 171-187). Cambridge: Cambridge University Press.
Virilio, P. (2006). Speed and politics. M. Polizzotti (Çev.). L.A: Semiotexte.
Virilio, P. ve Lotringer, S. (1983). Pure war: Twenty five years later. M. Polizzotti (Çev.). Los Angeles: Semiotext(e).
Völkel, J. C. (2017). Sidelined by design: Egypt’s parliament in transition. The Journal of North African Studies, 22(4), 595-619.
Weizman, E. (2012). Hollow land: Israel’s architecture of occupation. London: Verso.
[1] Mısır aklı, zihinlerde bir Mısırlının tahayyülüne ve zaman içinde oluşagelmiş düşünce yapısına tekabül eder ancak kelime çevirisi olarak ‘Mısır düşüncesi’ yer yer yanıltıcı yer yer ise eksik kalmaktadır (çev. notu).
[2] Orijinal kelime urbicide ve sözlüklerde karşılığı yok. Sosyolojik çevirisi ürbisit diye geçiriyor. Birkaç kez daha ürbisit olarak çevrildiğine şahit olacağız. Urbicide: yakıp yıkmak, şehri talan etmek (çev. notu).
[3] İtalik olarak gösterilen değişiklikler, ordunun hegemonyasının devlet üzerindeki ya da devletten üstün yeni aşamasını vurgulamaktadır.