Giriş
Soğuk Savaş sonrasında küresel güç kaymaları ve dünya düzeni tartışmalarının en önemli öznelerinden biri şüphesiz Çin oldu. Zaman zaman ABD’nin hegemonik gücüne meydan okuyan bir aktör olarak tanımlandığı gibi zaman zaman da ABD ile işbirliği yapabilecek/yapması gereken bir güç olarak konumlandırıldı (Wang, 2011, s. 68 aktaran Temiz, 2019, s. 189). Avrasya’da ortaya çıkan yeni dönüşümlerde kimi zaman Rusya’nın rakibi kimi zaman da ABD karşısında Rusya’yla işbirliği yapan bir aktör olarak ortaya çıktı. Bu konumlandırmaların hepsinin doğruluk payını teslim etmekle birlikte, Çin için Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru ivme kazanan ve Soğuk Savaş sonrasında üzerinde uzlaşmaya varılan en doğru tanımlama “ekonomik bir küresel güç” olduğudur.[1]
Soğuk Savaş sonrasında ABD ve AB’nin krizlerle meşgul olduğu, Rusya’nın Sovyetlerin dağılmasıyla güç kaybı yaşadığı bir dönemde Çin tüm çabasını ekonomik büyümeye yoğunlaştırarak ekonomik rekabet gücünü artırmıştır.[2] Kendi iç siyasi konsolidasyonunu sağlama ve ekonomisini dünyaya açma hedeflerine odaklanmış, kendi bölgesinde çatışmaların olmadığı görece daha sakin bir alanda ekonomik hinterlandını tahkim etmiş, bölgenin ekonomik lokomotifi haline gelmiştir (Davutoğlu, 2020, s. 122). 11 Eylül sonrasında ise “kontrollü siyaset-küresel rekabete açık ekonomi” (Davutoğlu, 2020, ss. 122-124) ilkesini güçlendirici adımlar atmaya devam etmiş, 2011 yılında başlayan Arap Baharı’nın enerji fiyatları üzerinde yaptığı etki sonrasında ise Çin’in diğer bölgelere olan ilgisi artmıştır.[3]
1990’lı yılların başlarında Asya’daki ekonomik dönüşümlerin aktörleri olarak Çin’den ziyade başta Singapur olmak üzere Asya Kaplanları olarak ifade edilen ülkelerin adı anılıyordu. Küresel ekonomik dengeleri de etkileyen bölgedeki dönüşümler Çin’in dışından başlamış, Singapur ve Hong Kong’un rolü her ne kadar daha tartışmalı olsa da Japonya, Güney Kore ve Tayvan’ın rolü daha net olarak ortaya çıkmıştır (Jacques, 2016, s. 347). Ancak 1990’ların sonlarına doğru bu ülkelerden ziyade Çin bölgenin gündemini belirleyen bir aktör olarak anılmaya başlanmıştır. 1997-1998 Asya finans krizi sonrasında Güneydoğu Asya ülkeleriyle çok yakın ilişkiler kurmuş, ASEAN ülkeleri Çin’i farklı bir gözle görmeye başlamışlar, onlar için Çin korkulması ve şüpheyle karşılanması gereken bir rakip olmaktan çıkarak işbirliği yapılması gereken bir ortağa dönüşmüştür. ABD bölgenin ekonomik diplomasisinden fiilen dışlanmaya başlamıştır (Jacques, 2016, s. 355, 358).
Çin’in yükselişinin en belirgin biçimde hissedildiği yer hiç şüphesiz kendi çevresi oldu. Bu dönemde Japonya’nın en önemli ekonomi olma rolünü Çin devraldı. 1990’lı yılların ilk yıllarında Güney Kore, Singapur, Endonezya, Vietnam ve Brunei ile diplomatik ilişki kuran Çin, 1990’ların sonuna gelindiğinde çevresine yönelik çok farklı bir strateji izlemeye başlamıştı. Bu stratejinin ana unsurunu çatışmadan kaçınan, ikili ilişkilerde ekonomik enstrümanların daha yoğun kullanıldığı ve kamuoylarında olumsuz Çinli imajını değiştirmeyi amaçlayan barışçıl metotlar oluşturuyordu. Çin’in barışçıl yükselişinin en önemli uygulama alanlarından biri de Orta Asya ülkeleri oldu.
Bu bölümde ilk olarak Soğuk Savaş sonrası Çin’in Orta Asya’ya yönelik yeni ekonomi politikaları ele alındıktan sonra, genel Çinli göçü olgusu ve Orta Asya ulusları arasında gittikçe artan Çin ve Çinli karşıtlığı incelenecektir.
Soğuk Savaş Sonrası Çin’in “Barışçıl” Yükselişi ve Orta Asya
2000’li yılların başlarından itibaren çevre ülkelerle girdiği angajmanları artıran Çin 2003 yılında uygulamaya koyduğu Asya merkezli yeni dış politika çerçevesinde “komşuları zengin etmek”, “iyi komşuluk” ve “komşulara güven vermek” ilkelerini kapsayan “Çevresel Bölge Politikası”nı uygulamaya koymuştur (Xiangsheng, 2003, aktaran Ekrem, 2011, s. 12). Kuzeydoğu Asya (Kuzey Kore, Güney Kore ve Japonya), Güneydoğu Asya (Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’ne dâhil ülkeler ve Hindistan) ve Orta Asya’yı (Rusya, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri) kapsayan bu alanda Çin yeni dış politikasını “barışçı yükseliş” olarak tanımlamış ve Çin tehdidi algısını yatıştırmaya çalışmıştır (Niu, 2003, aktaran Ekrem, 2011, s. 13).
Orta Asya açısından bakıldığında 1994’te Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’la Şanghay Beşlisi’ni kurmuş, (Örgüt 2001’de Şanghay İşbirliği Örgütü adını aldı) Şanghay’da daimi büro açılmış, daha sonra örgüt Özbekistan’ı da içine almıştır. Şanghay İşbirliği Örgütü Anti Terör Merkezi Bişkek’te açılmış, 15 Ocak 2004’te Örgüt’ün sekreterliği Pekin’de resmî olarak kurulmuş, 11 Haziran 2004’te ise, Anti Terör Merkezi Taşkent’te faaliyetlerine başlamıştır. Örgüt giderek Çin’in Orta Asya ülkeleri ve Rusya ile askerî tatbikatlar düzenlediği bir platform haline gelmiştir (Ekrem, 2011, s. 27).
Daha sonraki yıllarda Hindistan, İran, Pakistan ve Moğolistan örgütte gözlemci statüsü elde etmiştir. Aşırı İslamcılıkla mücadele etmek, bölgedeki Amerikan etkisine direnmek ve Orta Asya ile işbirliğini artırmayı amaçlayan örgüt (Jacques, 2016, s. 354) Çin’in bölgedeki ekonomik yükselişine eşlik eden bir siyasi ve askerî yükselişi temsil etmeye başlamıştır.
11 Eylül sonrasında Rusya ve Çin’in üzerlerindeki baskıyı dengelemek için ABD ile askerî işbirliğini ve topraklarında Amerikan üslerini memnuniyetle karşılayan Orta Asya ülkelerinin 2021 yılında Amerika’nın Afganistan’dan çekilmesi sonrasında Rusya ve Çin’e siyasi, askerî ve ekonomik olarak mevcut yakınlıklarının devam etmesi beklenmektedir. Rusya, Çin ve ABD’nin yeni dönemde en önemli ortaklaştıkları alan aşırıcı hareketlerle mücadele olarak görülmektedir.
Çin’in yeni çevresel politikalarında siyasi ve güvenlik hedeflerinin arka planında büyük ölçüde ekonomik çıkarları yer aldı. Bunun en önemli nedeni yeni dönemde güvenlik-ekonomi ikilemi ile karşı karşıya kalmasıydı. Çin’in enerji ihtiyacını en kolay karşılayabileceği yer olan Orta Asya bölgesi aynı zamanda güvenlik ve istikrar açısından da önemli riskler içeriyordu. Orta Asya ülkelerinin bağımsızlığını kazanmasının ardından Doğu Türkistan’daki milliyetçi hareketin ivme kazanmasından korkan Çin, Orta Asya’nın istikrarına ve yönetimlerin aşırıcı hareketlerle mücadelesinde işbirliğine ayrı bir önem verdi. 2000’li yıllarda petrol tüketiminde dışa bağımlılığının artması Orta Doğu, Rusya, Afrika ve Orta Asya’dan petrol ithal eden bir ülke olması sonucunu yarattı. Petrol ihtiyacının karşılanmasında daha güvenli ve daha ekonomik olması bakımından ön plana çıkan Orta Asya ülkeleri içerisinde Kazakistan Çin için oldukça önemlidir. Çin’in enerji ithalatında önemli yer tutan hatlar Kazakistan-Çin petrol ve doğal gaz boru hattı, Türkmenistan-Çin doğalgaz boru hattı ve Özbekistan-Çin doğalgaz boru hattıdır (Xiaowen, Haoyun ve Shunhua, 2010, s. 9-11, aktaran Ekrem, 2011).
Bir Kuşak Bir Yol Projesi Çin’in Orta Asya’ya yönelik ekonomi politikalarının en temel ayağını oluşturdu. 2013 yılında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping tarafından başlatılan Bir Kuşak Bir Yol’un en önemli parçası olan İpek Yolu Ekonomik Kuşak (SREB-Silk Road Economic Belt) Projesi özelde Orta Asya genelde tüm bölge genelinde bir taraftan milyarlarca dolarlık yatırımları ve bir serbest ticaret bölgesi vizyonunu içerirken diğer taraftan da Çin için bir güvenlik kuşağı oluşturmayı öngörüyordu. Dolayısıyla Çin’in uzun dönemli olarak oluşturmayı planladığı serbest ticaret bölgesinin önündeki siyasi, ekonomik, fiziki ve güvenlik engellerinin aşılması oldukça önemliydi. Çin’in deniz yolları boyunca uzanan Deniz İpek Yolu ve Avrasya’dan Avrupa’ya uzanan karasal alanı kapsayan iki geniş yayda ilerlemeyi amaçlayan Yol ve Kuşak girişiminin en önemli karasal bileşenini oluşturan İpek Yolu Ekonomik Kuşak Projesi Çin ve dünyanın geri kalanı arasındaki yeni ticaret ve ulaşım altyapısına 1 trilyon dolara kadar yatırım yapmayı amaçlayan iddialı bir projeydi (Central Asia’s Silk Road Rivalries, 2017).
Çin›i Kazakistan ve Rusya üzerinden Avrupa›ya bağlayan Yeni Avrasya Kara Köprüsü Ekonomik Koridoru; Moskova ile Kazan arasındaki yolculuk sürelerini on iki saatten üç buçuk saate indiren Rusya’da yüksek hızlı bir demiryolu bağlantısı; 2016’da Xi Jinping ve İslam Kerimov tarafından açılışı yapılan, Çin Demiryolu Tüneli Grubu tarafından inşa edilen bölgenin en uzun 19.2 km’lik Qamchiq Tüneli de dâhil olmak üzere, Fergana vadisi ile Taşkent arasında 1,6 milyar dolarlık yeni bir demiryolu bağlantısı; Tacikistan’ın Çin’in desteğiyle geliştirdiği iç demiryolu ve karayolu güzergahları ve Tacikistan-Afganistan-Türkmenistan demiryolu projesi gibi pek çok proje (Central Asia’s Silk Road Rivalries, 2017) Çin’in yeni ekonomik çevre politikalarında Orta Asya’nın taşıdığı hayati önemi ortaya koymaktadır.
Nüfusunun çok önemli bir bölümünü Orta Asya ve Türkiye ile tarihi bağları olan Müslüman Uygur ve diğer Türki gruplardan oluşan Sincan Özerk Bölgesi-Doğu Türkistan,[4] Çin açısından Yol Kuşak Girişiminin en hassas noktasını oluşturmaktadır. Çin projenin istikrarı açısından bu bölgenin geleceğine büyük önem vermektedir. Ancak devlet tarafından finanse edilen yatırımlar ve diğer bölgelerden gelen göç[5] Sincan’da hızlı GSYİH büyümesini teşvik etti ve bu da aynı zamanda etnik gruplar arasındaki ekonomik farklılıkları belirgin hale getirerek dolaylı olarak Uygurların kültürel asimilasyon konusundaki endişelerini artırdı ve özerklik taleplerini artırdı (Central Asia’s Silk Road Rivalries, 2017). Uygurların asimilasyon konusundaki endişelerini artıran tek faktör elbette ki bu değildi. Uygurların Çin yönetimi tarafından kültürel ve etnik açıdan karşı karşıya kaldığı ağır baskı, ayrımcılık ve insan hakları ihlalleri Çin ile ekonomik bağları giderek artan pek çok yönetim tarafından gözardı edilmekte ve Uygurların yaşam hakları ve gelecekleri ülkelerin çıkarlarına feda edilmektedir.
Orta Asya’nın üç ülkesi Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’la sınırı olan Çin’in güvenliği ve entegrasyonu açısından Orta Asya büyük önem taşımaktadır. Tarihsel olarak Rusya’nın güvenlik sistemleri açısından birincil aktör olduğu Orta Asya ülkelerinin son dönemde Çin’le askerî ilişkilerini de geliştirdikleri görülmektedir. 2015-2019 yılları arasında Çin’inki bölgeye yapılan toplam silah arzının %18’ini oluşturmaktadır (Zafar, 2022). Çin sadece küçük ve geleneksel silahlar sağlamakla kalmamakta, aynı zamanda insansız hava araçları ve hava savunma sistemleri gibi gelişmiş silahlar da ihraç etmektedir. 2015 yılında Özbekistan, Çin’den orta menzilli bir hava savunma sistemi olan HQ-9’u satın aldı. Çin’in bölgedeki silah arzı artmaktadır ancak bazı ülkeler bu konuda Çin ile yakın işbirliği içinde değildir. Kazakistan ve Kırgızistan bu eğilim içerisindedir. Tacikistan silah pazarında da Çin’in payı düşük seviyededir. Türkmenistan ise Çin’le daha yakın bir savunma işbirliği içindedir. Özbekistan’ın Çin’den silah ithalatında önemli bir ilerleme kaydettiği söylenebilir. Çin Orta Asya ile ikili ve Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesinde bölgesel çeşitli askerî tatbikatlar düzenlemektedir (Zafar, 2022).
Çinli Göçü ve Asya’daki Çinliler
20. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Çin’in ekonomik yükselişine önemli bir insan hareketliliği de eşlik etti. 1978 yılında başlayan ekonomik reformların yarattığı ivme ve 1985 yılında göç kısıtlamalarının kaldırılmasının etkisiyle Çin’in bugün vatandaşlarını belki de her zamankinden daha fazla yurtdışına gönderdiği bir gerçektir. Bugün Çin topluluklarının dünyanın uzak köşelerinde “küreselleşmesi”ne (Chang, 2012, s. 1,12) tanık olunan bir süreçten geçilmektedir. Yüz binlerce düşük vasıflı göçmenin dünyadaki varlığı, “Çin tipi küreselleşme”nin ayırt edici özelliklerinden biridir. Çin’in temel rekabet avantajı, geniş nüfusunda yatmaktadır. Örneğin bugün Çinli işletmeler Afrika’da inşaattan, enerjiye, telekomünikasyondan ticarete pek çok sektörde söz sahibi olmaya başlamışlardır.
Çinli göçü ve “Çin tipi küreselleşme” elbette ki 20. yüzyıla ait bir olgu değildir. Dünyanın diğer bölgelerine doğru yaşanan Çinli göçü 19. ve 20. yüzyılları içine alan yeni bir olgudur ancak Çinlilerin Güneydoğu Asya’ya göçünün binlerce yıllık bir geçmişi vardır. Bugün 136 ülkede yaklaşık 45 milyon (bazı kaynaklar bu rakamı 50-60 milyona kadar çıkarmaktadır) Çinli yaşamaktadır.[6] Denizaşırı Çinliler’in ana damarını 1850 öncesi Güneydoğu Asya’ya göç etmiş olan tüccarlar oluşturmaktadır. 1850-1920 yılları arasında Amerika ve Avustralya’ya göç eden Çinlilerin çoğu ise vasıfsız işçi grubunda yer almaktadır. Bir başka göç, 1911 yılından sonra emperyal Çin’in çökmesinin ardından milliyetçi saiklerle gerçekleşen, iyi eğitimli Çinlilerin göçüdür. Bu gruba göre Çin ulusunun ve kültürünün denizaşırı Çinliler arasında gelişmesi için eğitimin çok önemli bir yeri vardır. Bu nedenle 1920’li yıllarda pek çok Çinli öğretmen yurt dışında yaşayan Çinlilerin eğitimi için göç etmek durumunda kalmıştır. Bu durum 1950’li yıllara kadar devam etmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan “yeni göçler”, gerçekten de çok yeni bir olgudur ve diğerlerinden farklı birtakım özellikler ihtiva etmektedir. Her şeyden önce bu yeni göçmen grup gittiği yerlerde çok değişik bir çevre ile karşılaşmış ve eski Çinli göçmenlerden farklı cemaatler ortaya çıkarmıştır. Son elli-altmış yıl içerisinde, özellikle Kuzey Amerika ve Avustralya’da anti-Çinli yasaların kaldırılması ve vatandaşlık kanununda sağlanan kolaylıklar Çinli göçünü teşvik eder niteliktedir. 1990’lı yıllarda Kuzey Amerika, Hong Kong ve Tayvan’da konferanslar düzenlenmiş ve bu konferanslarda denizaşırı Çinliler’in ekonomik aktiviteleri, iş ağları, göçleri, popüler kültürleri, kimlik tartışmaları, siyasi katılımları ve aile yapıları ele alınmıştır. Bir kuşak müteşebbis ile diğeri arasındaki süreksizlik, bölgesel olarak ortaya çıkan farklılaşmalar ve aynı zamanda denizaşırı Çinliler arasında etnik kimlik inşa süreçlerinin farklılaşması, bu konularda genellemeler yapmayı zorlaştırmaktadır. Bununla birlikte, “denizaşırı Çinli müteşebbisler”in özellikle Güneydoğu Asya bölgesindeki ve Çin’deki yatırımları ile iş alanındaki başarıları dikkat çekmektedir.[7]
Literatürde Çin Halk Cumhuriyeti dışında yaşayan Çinlileri ifade etmek için tek bir tanım kullanılmamaktadır. Söz konusu Çinlileri ifade etmede karşılaşılan zorluğun temel nedenlerinden biri yabancı ülkelerde yaşayan Çinlilerin çoğunun o ülkenin vatandaşlığına geçmiş olmalarıdır. Bu durum Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşlığına sahip, fakat başka bir ülkede azınlık olarak yaşayan Çinliler ile o ülkenin vatandaşlığını kabul etmiş, fakat etnik köken itibariyle Çinli olanları birbirinden ayırmayı önemli hale getirmektedir. Bununla birlikte böyle bir ayrımı yapmanın zorluğu ortadadır. Ancak şu kadarını söylemek mümkün ki diaspora kelimesi Çin dışında yaşayan Çinlileri tanımlamak için bizlere uygun bir perspektif sağlamamaktadır. Zira her ne kadar özellikle Güneydoğu Asya ülkelerine doğru gerçekleşen Çinli göçünün binlerce yıllık bir geçmişi olsa da bu, diaspora tanımını gerektirecek kadar trajik bir geçmiş değildir. Konunun uzmanlarının tercih ettiği tanım da zaten diaspora değil, “denizaşırı Çinliler-overseas Chinese” tanımıdır.[8]
Dünyadaki en kalabalık göçmen gruplarından birini oluşturan denizaşırı Çinliler, toplam Çin nüfusu düşünüldüğünde pek fazla bir şey ifade etmiyor olsa bile, dünyanın hemen her yerinde bulunmaları nedeniyle, özellikle dikkate alınması gereken bir grup olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendilerini kabul eden ülkelerle tam olarak bütünleşmemeleri, bu ülkelerde önemli baskı grupları oluşturmaları, ciddi bir ekonomik gücü temsil etmeleri ve aralarındaki olağanüstü dayanışma gibi özellikleri ile tanınmaktadırlar. Denizaşırı Çinliler tarafından ortaya konulan aile işletmelerinin oluşturduğu iş bağlantıları dikkat çekicidir.
Orta Asya Kamuoyunda Artan Çin Karşıtlığı
Son dönemde yeni Çin göçünün en dinamik olduğu bölgelerden biri daha az görünür olmakla birlikte Rusya, Doğu Avrupa ve Orta Asya’yı kapsayan eski Sovyet coğrafyasıdır. Sovyetler Birliği’nin çözülmesi sonrasında Pekin’in bu bölgeyle olan diplomatik ilişkilerini artırması ve yeni yatırımları bu bölge için yeni bir Çin göçünden söz etmeyi mümkün kıldı. İstikrarsız ekonomilerde yerleşmeyi tercih eden Çinliler için yeni fırsatlar yarattı (Chang, 2012, s. 12).
Çin’den Orta Asya’ya giden tüccar ve işçiler Doğu Türkistan’dan giden Uygur, Kazak ve Hui Müslümanları da içeren diğer Müslüman gruplarla Han Çinliler’den oluşmaktadır. Müslümanlar dinî ve kültürel yakınlık dolayısıyla bölgede daha rahat hareket edebilirken Han Çinlilerine daha az güven duyulmaktadır. Bazı araştırmacılar Uygur ve diğer Müslümanları Çin diasporasının bir parçası olarak görmemektedirler. Ayrıca Çin yatırımlarından Çinliler kadar fayda sağladıkları da söylenemez. Ancak belirtmek gerekir ki Çin göçü çok ırklı bir olgudur, çünkü Çin’in kendisi çok ırklı, etnikli ve çok uluslu bir yapıdır (Chang, 2012, s. 6). Hükümetlerin ticaret, yatırım ve güvenlik işbirliği taahhütleri sadece mühendisler gibi kurumsal olarak desteklenen göçmenlerin değil, aynı zamanda Çinli şirketlerde çalışan işçiler ve küçük Çinli tüccarların önünü açan bir görüntü arz etmektedir.
Çinlilerin ve Çin yatırımlarının giderek daha görünür hale gelmesi Orta Asya toplumlarında Çin’e yönelik endişelere neden olmuştur. Çin’den gelen finansal akış seçkinleri memnun ederken, Orta Asyalı halklar arasında şüphe ve zaman zaman da yabancı düşmanlığına yol açmaktadır. Çin yatırımlarına yönelik yolsuzluk algısı[9], sanayiinin yol açtığı çevre kirliliği ve bunlara tepki olarak yükselen milliyetçilik endişe ve karşıtlığın temelini oluşturmaktadır.
Orta Asya’da Sinofobi olarak da ifade edilebilecek Çin karşıtlığı çeşitli faktörlere dayanmaktadır. Özellikle Kazakistan ve Kırgızistan’da Orta Asya Türk halklarının Çin’e karşı duyduğu olumsuz tarihi algılar, Çin sanayisi, fabrikaları ve yatırımlarının Çin’in sömürge politikaları olarak görülmesi, Çin yatırımlarına bağımlılık konusunda korkuların artması, fabrikaların daha çok Çinlileri çalıştırması dolayısıyla yerli halkın işsiz bırakılması, halkın madencilik haklarının Çinlilere verilmesi, Çinli işçilerin Kırgız kadınlarla yaptığı evlilikler, artan Çinli göçmen akını korkusu, Kazak topraklarının yaklaşık yirmi beş yıl süren imtiyazlarla kiralanmasına izin veren 2016 toprak reformu planları ve Doğu Türkistan’da Uygurların yanı sıra Kazak ve Kırgızlar üzerindeki Çin baskı ve tutuklamaların artması gibi pek çok faktör (Gupta, 2020) yerli halklardaki Çin karşıtlığına ve protestolarına neden oldu. Genelde protestoların temel talebi Pekin’e olan bağımlılıkların ortadan kaldırılması idi.
2012 yılında Kırgızistan Aravan kentinde yerel sakinlerin Çin tarafından işletilen çimento fabrikasının çevreye verdiği zararlarına tepki olarak yapılan gösteriler, 2016 yılında Kazakistan’da meydana gelen protestolar ve Bişkek’te Çin büyükelçiliğine yapılan intihar saldırısı Pekin’de korkuları artırdı (Central Asia’s Silk Road Rivalries, 2017). Kazakistan’da Nur Sultan ve Çimkent gibi büyük şehirlerden Karaganda’ya kadar pek çok insan protesto gösterilerine katıldı ve Çin’e olan bağımlılığın azaltılması çağrısında bulundu. Bu protestolar Çin fabrikalarının inşasına karşı yapılan kitlesel mitingle başladı. Kazakistan ve Çin arasında imzalanan anlaşmalar uyarınca Pekin’in 27 milyar ABD dolarıyla elliden fazla fabrika kurmayı planlaması, artan yolsuzluk ve Çin doğrudan yatırımlarına bağımlılık korkusunu artırdı. 2019’da Kırgız köylüler Çinli bir şirket tarafından işletilen bir madene girdi ve Han Çinlileriyle aralarında çatışmalar yaşandı (Gupta, 2020).
Kazakistan ve Kırgızistan’da giderek daha fazla kişinin Çin’i bir ortaktan çok bir ekonomik tehdit olarak gördüğünü bunun karşılığında Rusya, Türkiye ve AB’yi daha önemli ekonomik ortaklar olarak gördüklerini söylemek mümkündür. Çinli ziyaretçiler için vize rejiminin gevşetilmesi gibi girişimler milliyetçi kesimler tarafından eleştirilmiştir. Çinli şirketlerin yerel işçiler yerine Çinlileri işe alma eğilimi bir başka eleştiri konusudur. Çinli göçmenlerin giderek artacağına dair korkular vardır. Çin yatırımları hakkındaki üst düzey yolsuzluk raporları ve çevreye verilen zararlar en çok eleştirilen konular arasındadır (Central Asia’s Silk Road Rivalries, 2017).
Çin’in ekonomik yatırımları hızla artarken bölgedeki itibarı azalmaktadır. Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan toplumlarında Çin’e ve Çinlilere yönelik algı değişimi üzerine Central Asia Barometer (Orta Asya Barometresi)’nin 2017-2021 yılları arasında yaptığı anket bu ülkelerde Çin’e yönelik olumlu algıda istikrarlı bir düşüşe işaret etmektedir (Woods ve Baker, 2022). Buna karşılık Çin yatırımları hızla artmaktadır.
Kazakistan’da Çin’e yönelik kamuoyu algısındaki istikrarlı düşüşün en temel nedenlerinden bir diğeri de hiç şüphesiz Çin’in Kazakistan sınırında yer alan Doğu Türkistan’da Uygur, Kazak ve Kırgız Müslümanlara yönelik olarak gerçekleştirdiği insan hakları ihlalleridir. Bu ihlaller Kazakistan’ın en büyük şehirleri Almatı ve Nur-Sultan’da çok sayıda protesto eylemine yol açmıştır. Pek çok Kazak Cumhurbaşkanı Tokayev ve hükümetini Kazakistan’ın Çin’e olan ekonomik bağımlılığı nedeniyle Türk gruplarına yapılan zulmün suç ortağı olarak görmektedir (Woods ve Baker, 2022).
Özbekistan’da da Kazakistan’ınkine benzer bir trendden bahsetmek mümkündür. 2020’de Özbekistan’ın Çin’e olan borcu 3 milyar dolara, toplam dış borcunun %20’sine ulaştı. ABD’li yetkililerin sık sık dile getirdiği Çin’in yarattığı borç tuzağı bölge için önemli bir endişe kaynağı haline geldi. Kırgızistan, Tacikistan ve bazı Afrika ülkelerinde bu konu ciddi bir endişe (Alperen, 2019, s. 254) kaynağı haline gelmiş durumda. Cumhurbaşkanı Mirziyoyev döneminde Özbekistan’ın Çin’e ekonomik bağımlılığının giderek artması dış politikada Kerimov’dan devralınan dengeleme politikasından uzaklaşıldığı yolunda eleştirilere neden olmuştur.
Orta Asya hükümetlerinin Çin’e karşı yapılan halk protestolarını ve Çin karşıtı duyguları genellikle ya görmezden geldiği ya da bazı durumlarda bastırdığı bilinmektedir. Beş Orta Asya ülkesi üzerinde hatırı sayılır bir ekonomik etkiye sahip olan Çin’in Orta Asya ile ticaretinin 2007 ile 2018 yılları arasında neredeyse ikiye katlanarak 40 milyar dolara ulaşmak suretiyle Rusya ve AB’yi geride bırakması ayrıca 2018 yılı itibariyle Orta Asya ülkelerine 14,7 milyar dolar tutarında doğrudan yabancı yatırım ve koşulsuz kredi imkanları sağlaması ve bu ülkelerin Çin’e olan borçlanma oranlarının yüksekliği Orta Asya hükümetlerinin Çin yanlısı tutumlarını açıklamaktadır (Gupta, 2020).
Sonuç
Orta Asya ülkeleri bağımsızlığını ilan ettikten sonra bu ülkeleri ilk tanıyan ve diplomatik ilişki kuran ülkelerden biri Çin oldu. 1991’de bu ülkeleri tanıyan Çin, 1992 yılı boyunca bu ülkelerle diplomatik ilişki kurdu. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ilk yıllarda daha çok Rusya’ya ekonomik, siyasi ve askerî bağımlılıkları ile gündeme gelen bu ülkeler 2000’li yıllarda yalnızca Rusya değil Çin ile ilişkileri bağlamında da gündeme gelmeye başladılar. Çin 1996’da tarihindeki ilk bölgesel işbirliği platformu olarak Şanghay Beşlisi’ni 2001’de örgüte dönüştürmek suretiyle yeni çevresel politikalarında Orta Asya’ya verdiği siyasi ve stratejik önemi ortaya koymuştu. 11 Eylül saldırıları sonrası Amerika ve Batı’nın bölgeye ilgisinin artmasına Çin bu şekilde cevap geliştirmiş oluyordu. Yalnızca Rusya’nın değil Batı’nın Orta Asya’ya müdahalesinin engellenmesi Çin’in temel dış politika hedeflerinden biri haline geldi.
Çin’in Orta Asya’ya yönelik politikalarının yeni dönemde en önemli ayağını hiç kuşkusuz Bir Kuşak Bir Yol girişimi çerçevesinde planlan ve gerçekleştirilen yatırım ve projeler oluşturdu. Orta Asya elitleri açısından bakıldığında Çinli yatırımların getirdiği ekonomik dinamizm ve ekonomilerine yaptığı katkı olumlu karşılanıp desteklenirken, bu ülkelerde yaşayan halklar üzerinde aynı etkiyi yaptığı söylenemez zira yapılan kamuoyu araştırmaları bu ülkelere yönelik gerçekleşen yeni Çinli göçü olgusuna karşı şüpheci ve olumsuz algının arttığını göstermektedir. Yolsuzluk ve çevreye verdiği tahribat dolayısıyla Çinlilerin yatırım ve projelerine yönelik olarak yerli halklar tarafından gerçekleştirilen protesto gösterileri de bu olumsuz algıyı doğrular niteliktedir.
Orta Asya’da yeni Çin etkisi ve Çin’li göçünün kimlikler üzerindeki etkisinin ötekileştirme üzerinden şekillendiği görülmektedir. Ancak bu konuda kapsamlı analizler yapabilmek için oldukça erkendir. Orta Asya halkları arasında Çin hakkındaki olumsuz tarihî yargıların son dönemdeki olumsuz Çin imajı ile birleşmesi halklara Rusya korkularını hatırlatmaktadır. Orta Asya halklarının yeni bir sömürgeci gücün bölgede etkili olmasını istemedikleri açıktır. Ancak Çin olgusu bölgede devam eden Rus varlığıyla karşılaştırıldığında gerçekten yeni bir olgudur ve ağırlıklı olarak ekonomik araçlara yaslanmaktadır. Çin’in bölgede ekonomik olduğu kadar siyasi ve kültürel bir güç haline geldiğini söylemek zordur. Yatırımlar aracılığıyla gelen bir Çinli göçünden bahsetsek de bunun Çin’in bölgede kültürel bir aktör olduğunu iddia etmek için yeterli olmadığı açıktır. Çarlık Rusyası döneminde başlayan ve Sovyetler Birliği döneminde Orta Asya’ya yönelik olarak devam eden sistematik Rus göçünün sonucunda ortaya çıkan bugünkü Rus azınlık varlığı (Bkz. Alkan Özcan, 2003) ve Rusça’nın güçlü etkisi Rusya’yı hala birinci siyasi ve kültürel bölgesel güç yapmaktadır. Ayrıca Rusya’nın devam eden askerî varlığı ve etkisini de unutmamak gerekir. Orta Asya uluslarının modern etnik ve İslami kimliklerinin inşasında Rus yayılmacılığı ve emperyalizminin baskıcı ve ötekileştirici etkisi, bu kimliklerin karşı kimlikler olarak konumlanmasında belirleyici rol oynamıştır. Ortodoks Rusya ve Rusluk bu kimlikler açısından her ne kadar yüzyıllara dayanan bir birlikteliği ifade ediyor olsa da kültürel ve siyasal olarak ötekiyi temsil etmiştir. Bugün Çin açısından da her ne kadar benzer bir öteki durumu söz konusu olsa da bu halklar açısından Çin kültürü, Rus kültürü ile karşılaştırıldığında daha yabancı bir konumdadır. Nitekim kendilerine bir tercihle karşı karşıya kalmaları durumunda kimi ehven-i şer olarak görecekleri sorusu sorulduğunda Rusya ve Ruslar olduğunu söyleyeceklerdir. Bağımsızlık sonrası bu ülkelerin gittikçe güçlenen ulus ve kimlik bilinci düşünüldüğünde böyle bir tercihle karşı karşıya kalmayı asla kabul etmeyecekleri de açıktır. Ancak daha önce de ifade edildiği gibi Orta Asya’ya Çinli göçü etnik olarak Han Çinlilerini içerdiği kadar Doğu Türkistan kökenli Müslüman Kazak ve Kırgız unsurları da kapsamaktadır. Bu unsurların Orta Asya’ya dini, etnik ve dilsel yakınlıkları bu halklarla kolay iletişim ve etkileşim içinde olmalarını sağlamaktadır. Dolayısıyla olumsuz algı bu gruplardan ziyade Çin yatırımları ve Han Çinlileri üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Kaynakça
Alkan, Ö. S. (2003). Bir Sovyet mirası Rus azınlıklar, Küre Yayınları.
Alkan Ö. S. (2004, Mayıs). “Denizaşırı Çinliler”: Nam-ı diğer Çin diasporası. Anlayış. http://www.anlayis.net/makaleGoster.aspx?dergiid=12&makaleid=3480 adresinden erişildi.
Alperen, Ü. (2019). Geleneksel Çin merkezli (Sino-centric) bölgesel düzenden Çin karakteristiğiyle küresel düzene. M. Yağcı & C. Bakır (Ed.). Çin Bilmecesi: Çin’in Ekonomik Yükselişi İçinde, Uluslararası İlişkilerde Dönüşüm ve Türkiye. Koç Üniversitesi Yayınları.
Central Asia’s Silk Road Rivalries. (2017). International crisis group. https://www.crisisgroup.org/europe-central-asia/central-asia/245-central-asias-silk-road-rivalries#38496 adresinden erişildi.
Chang, F. B. (2012). Introduction: Globalization without gravitas: Chinese migrants in transition economies. F. B. Chang ve S. T. Rucker-Chang (Ed.), Chinese Migrants in Russia, Central Asia and Eastern Europe içinde. Routledge.
Davutoğlu, A. (2020). Systemic earthquake and the struggle for world order. Systemic Earthquake and the Struggle for World Order İçinde. Cambridge University Press. https://doi.org/10.1017/9781108751643 adresindene erişildi.
Dillon, M. (2016). Modernleşen Çin’in tarihi. İletişim Yayınları.
Ekrem, E. (2011). Çin’in Orta Asya politikaları. Ahmet Yesevi Üniversitesi.
Gupta, P. K. (2020). Local perception of China’s growing role in Central Asia. https://www.vifindia.org/article/2020/october/10/local-perception-of-chinas-growing-role-in-central-asia adresinden erişildi.
Hui, W. (2017). Çin’in yirminci yüzyılı: Devrim, geri çekilme ve eşitliğe giden yol. Yordam.
Jacques, M. (2016). Çin hükmettiğinde dünyayı neler bekliyor? Akılçelen.
Temiz, K. (2019). Çin dış politikasının hedefleri ve kaynakları. M. Yağcı & C. Bakır (Ed.). Çin Bilmecesi: Çin’in ekonomik yükselişi İçinde, Uluslararası İlişkilerde Dönüşüm ve Türkiye. Koç Üniversitesi Yayınları.
Temiz, K. (2021). Chinese foreign policy toward the middle east. Chinese Foreign Policy Toward the Middle East İçinde. Routledge. https://doi.org/10.4324/9781003180333 adresinden erişildi.
Woods, E., ve Baker, T. (2022, Mayıs). Public opinion on China waning in Central Asia. The Diplomat. https://thediplomat.com/2022/05/public-opinion-on-china-waning-in-central-asia/ adresinden erişildi.
Yao, S. (2007). Konfüçyen Kapitalizm. Küre Yayınları.
Yağcı M. ve Bakır, C. (Ed.), Çin bilmecesi: Çin’in ekonomik yükselişi, uluslararası ilişkilerde dönüşüm ve Türkiye. Koç Üniversitesi Yayınları.
Zafar, J. (2022). China-central asia military relations. Near Asia Forum. https://yakasya.com/en/china-central-asia-military-relations-22 adresinden erişildi.
[1] Çin’in iktisadi yükselişinin kapitalist sistemin dönüşümündeki ve dünya düzeni tartışmalarındaki yeri, Çin’in Batı kulübünden farklı bir yol izleyip izleyemeyeceği, Çin’in olası iç çelişki ve problemleri üzerinde iktisadi gelişmenin etkileri için China’s New World Order kitabının yazarı Çin edebiyatı ve düşüncesi alanında profesör Wang Hui ile yapılan söyleşi için bkz. Hui (2017, ss. 318-339) (Orijinal eserin yayımlanma tarihi, 2016).
[2] Çin’in ekonomik yükselişinin farklı yönleriyle ele alındığı Türkçe bir derleme için bkz. Yağcı ve Bakır (2019).
[3] Detaylı bir literatür değerlendirmesi ve spesifik olarak Çin’in Orta Doğu’ya yönelik politikaları için bkz. (Temiz, 2022).
[4] Uygur direnişi tarihi için bkz. Dillon (2016, ss. 404-409). (Orijinal eserin yayınlanma tarihi 2010)
[5] Diğer bölgelerden Doğu Türkistan’a yönelik göç, kırsal alanda yoğunlaşan Müslüman nüfus ve kentlerde yoğunlaşan Han Çinli nüfus ve bunun yarattığı etnik gerilimler, azınlıkların eğitiminde Çin dilinin baskın karakteri ve bunun sosyo-ekonomik eşitsizler üzerindeki etkileri için bkz. Hui (2017, ss. 298-304).
[6] Yurt dışındaki Çinliler ile ilgili değerlendirmeleri için ayrıca bkz. Jacques (2016, ss. 334-339, 649).
Bu rakamlar Çinlilerin dünyanın hemen hemen tüm ülkelerine dağıldığını göstermektedir. Fakat bu dağılım dengeli değildir. Tüm dünyada yaşayan denizaşırı Çinlinin %88’i Asya’nın gelişmiş ülkelerinde (sırasıyla Endonezya, Tayland, Hong Kong, Malezya, Singapur ve Vietnam); %9’u Kuzey ve Güney Amerika’da, %2’si Avrupa’da, %1’i ise Okyanusya ve Afrika’da yaşamaktadır. Dört ülkede Çinliler nüfusun çoğunluğunu oluşturmaktadır. Hong Kong nüfusunun %97’si, Maccau’nun %95’i, Singapur’un %77’si ve Chrismas Island’ın %73’ü “denizaşırı Çinliler”den oluşmaktadır. Dört ülkede (Malezya %30, Brunei %18, Nauru %18) ise nüfusun %10’undan fazlası Çinlidir.
[7] Denizaşırı Çin kültürü, Konfüçyen değerler ve ticari yayılma, başarı ve dayanışma arasındaki ilişkiye eleştirel bir yaklaşım için bkz. Yao (2007).
[8] Denizaşırı Çinliler ile ilgili burada yer alan değerlendirmelerim 2004 yılında Anlayış Dergisinde yayımlanan “Denizaşırı Çinliler”: Nam-ı Diğer Çin Diasporası başlıklı makalemde de yer almıştır (Alkan, 2004).
[9] Çin’le ilgili yolsuzluk konusu elbette ki sadece Çin’in yurt dışındaki yatırımları ile ilgili bir konu değildir. Çin içinde de yolsuzluğun derecesini belirlemek çok zordur ve özellikle reform dönemi boyunca Çinli yetkililerin en önemli endişe kaynaklarından biri olmuştur ve reform konuları içinde yer almıştır (Dillon, 2016. s. 438).