Giriş
Bildiğimiz üzere sivil toplum, çağdaş toplumlarda demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, vatandaşlık, adalet ve serbest piyasa ile birlikte sürekli tartışılan modern kavramlardan biridir (Sajoo, 2002, s. 35). Geleneksel anlayışa göre sivil toplum, devletten ayrılan, özerklikten yararlanan, kâr amacı gütmeyen bir şekilde faaliyet gösteren ve çıkarlarını ya da değerlerini korumak veya genişletmek amacıyla toplumun üyeleri tarafından gönüllü olarak oluşturulan örgütler tarafından doldurulan, aile ile devlet arasında aracı olma işlevine sahip, ilişkisel ve özerk bir varlık alanıdır. Öte yandan politik ekonominin gelişmesiyle birlikte sivil toplum kavramının bu mevcut kullanım şekli ya da devlet ve sivil toplumun kavramsal karşıtlığı, önde gelen Batılı entelektüeller ile ayrılmaz bir şekilde ilişkilendirilmiştir (Bhargava ve Acharya, 2014, s. 194). Bu kavrama göre ticaret, piyasadaki anonim bireyleri birbirine bağladığından ‘sivil toplumdaki’ nezaket ve zarafetin kaynağıdır. Öte yandan devlet, hukuk ve adalet alanlarını meşru olarak tekelleştirebilirken devletin görevleri barışın, düzenin ve güvenliğin sağlanması ve sürdürülmesi şeklinde dar bir kapsama indirgenir (Bhargava ve Acharya, 2014, s. 194). Bu nedenle İskoç Aydınlanma düşüncesine göre sivil toplum, kapitalist politik ekonominin bir ürünü olan modern ticaret temelli topluma verilen bir isimdir (Bhargava ve Acharya, 2014, s. 194). Bu anlayışa göre sivil toplum alanı, siyasal toplum ya da devletten sınırları net bir biçimde ayrılmıştır. Aynı zamanda sivil toplumun ahlaki temelleri, Aydınlanma düşünürlerinin 17. yüzyıl düşüncesinden özellikle de Locke’tan miras aldığı bireycilik felsefesine dayanır. Bireyler, saf çıkarları tarafından yönlendirilen özel hayatlarını sürdüren özerk sosyal aktörler olarak görülür (Bhargava ve Acharya, 2014, s. 194). 18. yüzyılda ilk kez sistematik olarak ortaya çıkan bu özel modern sivil toplum anlayışına göre devletten farklılaşan ancak ne kamusal ne de özel olan ya da belki de yalnızca hane halkının sahip olduğu özel alan ve devletin kamusal alanı dışında değil daha belirgin bir biçimde kendine özgü bir ekonomik ilişki ağı oluşturacak şekilde aynı anda hem kamusal hem de özel olan insan ilişkileri ve faaliyet alanlarını temsil eden bir dizi sosyal etkileşimdir (Wood, 1990, s. 26). Dolayısıyla bu görüşe göre sivil toplum, geleneksel kimliklerin gerçek bütünlüğünün parçalandığı ve bireysel kişisel çıkar temelinde yeni yapay bütünlüklerin ortaya çıktığı toplumdur. Fakat bu yeni yapay bütünlük biçimleri hususiyle piyasa alanında var olan özerk ekonomik ilişkiler alanına aittir. Kısacası sivil toplum, kapitalizmin temel dayanağıdır ve herhangi bir toplumda liberalleşmeyle ayrılmaz bir ilişkiye sahiptir.
Sömürge sonrası düzende, çoğu üçüncü dünya ülkesinde sivil toplumun ve liberalizmin ortaya çıkışının tarihsel bağlamı, Batı’da olduğundan çok farklıdır (Bhargava ve Acharya, 2014, s. 202). Bunun temel nedeni, bu toplumların çoğunda Avrupa’nın tarihsel olarak tecrübe ettiği mutlakiyetçi egemen bir devlet hâkimiyetinin yaşanmamış olmasıdır (Bhargava ve Acharya, 2014, s. 202). Sudipta Kaviraj’ın Hindistan örneği üzerinden tartıştığı gibi çoğu sömürgeleştirilmiş ülkede toplum, devletten bağımsız bir örgütlenme düsturuna sahipti. Devlet otoritesi genellikle toplumun işleyişine müdahale etmezdi ve geleneksel olarak bakıldığında Avrupa tarihindeki mutlakiyetçi devletler kadar otoriter olamazdı. Sömürge devletleri ise egemen iktidarın ideolojisi tarafından yönlendirildi ve bunu kullanarak bu toplumlar üzerinde kontrol sağlamaya çalıştılar (Kaviraj ve Khilnani, 2001). Sömürgecilik döneminde sivil toplumun piyasa ilişkilerinin ve medeni hukukun alanı ve devletten önce ve devletten bağımsız olarak var olan yoğun bir gönüllü kuruluşlar ağı olduğu fikri ister istemez sınırlı bir değere sahipti (Kaviraj ve Khilnani, 2001). Bunun nedeni, sömürge devletinin sivil toplumu hiçbir zaman özgür bireysel vatandaşlık alanı olarak kabul edememesidir. Öyle ki sivil toplumun amacı, vatandaşlardan ziyade yabancı yönetimi meşrulaştırması beklenen konuları tanzim etmek ve yerleştirmekti (Kaviraj ve Khilnani, 2001). Sömürgecilik döneminde sivil toplum benzeri alanın başlangıcı tarihsel olarak sömürgeci rejimlere karşı milliyetçi mücadelelere kadar götürülebilir. Diğer eski sömürge ülkelerinde olduğu gibi Hindistan Alt Kıtası’nda da modern siyasi kurumlar yalnızca sivil toplumun kendi tarihsel dinamiklerinden kaynaklanmıyordu (Bhargava ve Acharya, 2014, s. 202). Aynı zamanda sömürge sistemiyle tanışmasının bir sonucuydu. Sömürgeci devlet, merkezî bir hukuk sistemi, birleşik idare, nüfus gruplarının sayımı, seçilmiş yasama meclisleri (başlangıçta kısıtlı imtiyazlar ile) ve modern İngilizce eğitimi gibi kendi işleyişi için gerekli olan modern kurumların temelini attı (Bhargava ve Acharya, 2014, s. 202). Bu eğitim kademeli olarak toplumda, Avrupa siyasi fikir ve kavramlarıyla temas hâlinde olan bir kısım insanlar üretti. İngilizler tarafından eğitilen sınıflar, bu yeni fikirlerin etkisiyle kendi kültürlerini engelleyen özgürlük ve eşitliklerin bir kısmına eleştirel yaklaşmaya başladı. Sonrasında yavaş yavaş sömürgeci devlete de eleştirel yaklaşmaya başladılar. Dolayısıyla sömürgecilik sonrası ülkelerde modernleşme sürecinde bireycilikten ziyade ilkel sadakatler kilit rol oynamaktadır (Bhargava ve Acharya, 2014, s. 202). Pakistan, kendine özgü bölgesel ve kültürel özellikleri ve kırılgan ekonomik kurumları ile sömürgecilik sonrası dönemde kurulmuş bir devlettir (Malik, 1997, s. 12). Prototip olarak sömürge karakterli devlet yapısını miras almıştır. Sıklıkla gönüllü ortaklar ve seçilmiş elitler olarak hareket eden toprak aristokrasisi ile birlikte Pakistan siyaseti, sömürgeci patronaj geleneğine dayanmaktadır. Pakistan’da toplum temelli ilişkiler ve patronaj ilişkileri, liberal bireycilikten daha güçlüdür. Daha önce de belirttiğim gibi modern sivil toplum, liberal bireycilik varsayımı üzerine kurulmuş olsa da Pakistan’da yakın gelecekte liberal kimliğin hüküm süreceği öngörülmemektedir. Pakistan’da sivil toplumun kapsamını ve liberalizmin dinamiklerini anlamak için öncelikle Pakistan Devleti’nin ve toplumunun özelliklerini analiz etmeliyiz. Buradan hareketle öncelikle Pakistan’da liberalizmin ilerleyişini ve gelecekten beklentilerini aşağıdaki sorulara odaklanarak değerlendirmeyi öneriyorum: (1) Toplumsal düzen ne ölçüde “piyasalaştırmanın” işleyişine maruz kaldı? (2) Bu maruziyet toplumsal olarak ne ölçüde meşrulaştırıldı? (3) Bireycilik Pakistan’da ne ölçüde gelişiyor?
Pakistan Devleti’nin ve Toplumunun Yapısı ve Liberalizmin Dinamikleri
Pakistan, kentleşen bir toplumdur. Kentsel nüfusun toplam nüfus içindeki payı 1981’de %28,4 iken bu oran 2011’de %36,9’a yükselmiştir. Bununla birlikte akrabalık, kabile ve sınıf bilinci, baskın olmaya devam etmektedir (Ansari, 2017, s. 241). Bu durum dünya Müslümanları ile hayalî bir toplumsal birlik bilinciyle iç içe geçmiştir (Lieven, 2011). Akrabalık/kabile kimliği ile İslam kimliği arasında potansiyel bir gerilim bulunmaktadır (Lieven, 2011). Kast ve kabile değer sistemlerinin kökenleri, eski Hint geleneklerine dayanmaktadır. Dolayısıyla İran ya da Arap kültüründen çok Hinduizm’e daha yakındır (Lieven, 2011). Böylece hiyerarşi, sosyal ayrışma ve tikelciliği desteklerken yenilikçi evrenselci söylemlere ve uygulamalara pasif bir direniş gösterirler. Tipik bir Pakistanlı, pasif bir İslami bilince sahiptir. Bu pasif İslami bilinç, “İslam’ı resmî bir meşrulaştırma çerçevesi olarak kabul etmekle birlikte sosyal pratikte İslami normlardan sapmanın gerekliliğini de kabul etmek” şeklinde ifade edilir. İslami kimlik, devlet inşası projelerin eklemlenmesinde değil duygusal toplu iştiyak hâllerinde ifadesini bulur (Pakistan halkının dinî iştiyakı, 2018 yılında yapılan ve siyasetini küfür ve Ahmediye Mezhebi meselesi etrafında örgütleyen dinî parti olan Tehreeke Labbaik Pakistan’a Brelvi’nin [Barelvi Tahrik-i Lebbeyk Partisi] Ulusal ve İl Genel Meclisi’nde 6 milyondan fazla oy kazandığı ve ülkedeki dördüncü en büyük parti olduğu son seçimlerde görülebilir) (Lieven, 2011).
Bireycilik, geleneksel Pakistan kültüründe gelişmez. Pakistan kültüründe karşılıklı sosyal bağımlılık ve dayanışma yüksektir ve sosyal güçsüzlük duygusu derindir. Ayrıca iktidar gruplarına katılma ve tabi olmayı kabul etme konusunda güçlü bir dürtü vardır. Grup kimliği o kadar güçlüdür ki akraba grubunun yararına dinî ve yasal yükümlülüklerin ihlal edilmesi ahlaki olarak meşru ve mazur görülmektedir (Ansari, 2017, s. 247). Hem kendini duygusal olarak ifade etme eğilimi hem de tabi ve teslim olma eğilimi, babanın neredeyse yok hükmünde bir figür olduğu ve anne ile sıkı bir yakınlık ve samimiyetin olduğu tipik Pakistan aile yapısı tarafından desteklenir. Kurtarıcı bir figürün varlığı için duyulan psikolojik ihtiyaç, pirlerin (tasavvuf liderlerinin) kitlesel olarak takip edilmesi ile dışa vurulur. Müritlerin pir ile olan münferit ilişkisi esasen duygusaldır ve pirin politikaları, onun kişisel yanılmazlığı varsayımı temelinde onaylanmaktadır. Karizmatik kurtarıcının yanılmazlığının ilham verici hususi bir liderlik olmasının yanı sıra onun silsile yoluyla gelen liderliği, rutin olarak babadan oğula ve ondan da toruna geçen türde bir liderliktir (Ansari, 2017). Pakistan’da değer değişikliği yavaştır ve toplum, gelenekselci, İslamcı ve modern olmak üzere üç kesime bölünmüş olsa da Pakistanlıların ezici çoğunluğu gelenekselcidir (Ansari, 2017). Toplumsal tezahürler o kadar gelenekseldir ki modernleşen elitler bile Pakistan toplumunda muazzam bir güç ve esneklik olarak görülen akrabalık ağları ile entegre hâlde kalmaya devam etmekte, akrabalarının kaynaklarını geliştirme konusunda kararlılıklarını sürdürmektedirler. Akrabalıklara olan bağlılık, bir mesleğe ya da devlete olan sadakati aşmaktadır. Bu durum elitlerin sosyal projeler, devlet projeleri ve politikalarının modernize edici etkisini hafifletmektedir. Kısacası Pakistanlı elitler, liberal sosyal ve siyasi örgütlerin gerektirdiği rasyonelliği açık bir şekilde telaffuz etmemektedir. Öyle ki bu elitlerin politikalarını, öngörülebilir gelecekte liberalleşmenin gerektirdiği rasyonel seçimlere dayandırmalarını beklemek için de hiçbir neden yoktur (Ansari, 2017). Genel olarak Pakistan’ın toplumsal düzeni, elitleri, elit patronajından yararlanan kitlelere bağlayan derinlere yerleşmiş bir akrabalık-patronaj yapısı nedeniyle değişimlere karşı dirençlidir. Kentleşme şimdiye kadar geleneksel İslam’ın ya da geleneksel elitlerin etkisinin hafifletilmesine yol açmıştır. Çünkü yeni ve eski kentli kesimler, köyleri vasıtasıyla sosyal bağlılıklarını güçlü bir şekilde sürdürmektedirler. Pakistanlı topluluklar genel itibarıyla elit politikalardan üstün kabul ettikleri liberal olmayan tercihleri benimsemekte ve desteklemektedir. Bu, toplumsal adaletin sosyal hâkimiyetine yansımıştır (Devlet hukukunun uygulanmasını kısıtlayan jirga/ panchayat sistemleri ve devletin önleyemediği toplumsal olarak tasdik edilmiş insan hakları ihlalleri) (Ansari, 2017). Leiven’in görüşüne göre jirgas ve panchayats, Pakistan’daki tek demokratik kurumlardır ve bunlar liberal politikaları engellemektedir (Lieven, 2011, ss. 110-112). Pakistan’da bireylere atfedilen güç, bireylerin akrabalık-patronaj ağlarıyla, manevi otoriteyle ve servete erişimleriyle ilişkilidir.
Pakistan’ın güçlü bir topluma ve zayıf bir devlete sahip olduğuna dair sıkça ifade edilen bir görüş vardır. Pakistan, devlet süreçleri ve toplumsal süreçlerin eş zamanlı ilerlediği süreçleri ayırt etme noktasında başarısız olmaktadır. Butto, Eyüb ve Müşerref gibi modernleşme yanlısı yöneticiler, siyasi gündemlerini, toplumsal yapıları ve değerleri hesaba katacak şekilde değiştirmek zorunda kalmışlardır. Bu, rejim değişikliğinin yönetişim sisteminde değişime yol açmamasının temel nedenidir (Ansari, 2017, s. 256). Hem askerî hem de demokratik rejimler, akrabalık bağlantılı müşterilere patronaj dağıtmak için devlet kaynaklarını kullanmıştır. Pakistan’da devlet, rekabet hâlindeki akrabalık patronaj ağları arasında pazarlık ve uzlaşma için alan sağlayan bir müzakere merkezidir (Ansari, 2017, s. 256). Buna rağmen siyasi liberalizm, Pakistan’ın her biri İslami siyasi norm ve uygulamaların liberal bir yorumunu sunan üç anayasasında da kutsal kabul edilen resmî bir akidedir. Resmiyette anayasal çerçeve (liberal haklara meydan okumayan ılımlı-İslami bir yeniden yorumlama ile birlikte) liberal olmaya devam etmektedir (Ansari, 2017, s. 252). 1947’den bu yana vatandaşlara resmî olarak sunulmuş liberal haklar bulunmaktadır ve askerî rejimler medeni hakları önemli ölçüde kısıtlamamıştır. Parlamento ve parti mekanizmaları, akrabalık-patronaj ağlarına hizmet etmek için maniple edilmektedir. Parlamentodaki çoğunluğa kalıcı bir tehdit teşkil eden siyasi partilerin bariz bölünme eğilimi, patronaj dağıtımı için kaynaklar üzerindeki çekişmeye birebir olarak yansımakta ve bu eğilimin ideolojik bir temeli bulunmamaktadır. Büyük siyasi partiler yani Halk Partisi, Müslüman Lig, Awami Ulusal Partisi, hanedanvari liderlik yapılarına sahiptir. Siyasi liderlik, toprak sahipleri hanedanlar, pirler, aşiret liderleri ve birkaç kodamanın boyunduruğu altındadır (2018’de yapılan son seçimler, müşteri-patronaj ilişkilerinin politik gücüne dair tanıklık teşkil etmektedir. Bu seçimde, hanedanvari hiyerarşilerin ve siyasi partilerdeki patronaj ağlarının en büyük muhalifi olan Pakistan Tehreeke Insaaf (Pakistan Tahriki İnsaf Partisi), pirlerin de desteğiyle Pakistan’ın en büyük ili olan Pencap’taki koltukların çoğunluğunu kazanan parti olmuştur). Açık ve net bir siyasi programın olmamasıyla birlikte siyasi partiler çürümekte ve örgütsel olarak zayıflamaktadır. Önde gelen politikacılar, Pakistan elitlerinin bel kemiğini oluşturan bir feodal altyapıya sahiptir. Siyasi elitler, İngilizler tarafından yaratılan “hukuk devletini” yok etmiştir ve (Niaz’ın bürokratik olarak tanımladığı) Babür İmparatorluğu’nun politik kültürüne geri dönmüştür. Ulusal güvenlik, demokrasi ve kalkınma söylemleri ise bu elitler tarafından söz konusu gerileme sürecini meşrulaştırmak için kullanılmıştır (Niaz, 2010). Sömürgecilik dönemi İngiliz-Hint “hukuk devleti”, liberal düzenin unsurlarını ne ölçüde içeriyorduysa bu durum da o derece liberal norm ve yapılardan bir geri çekilme şeklinde yorumlanabilir. Pakistan’ın siyasi elitleri, ticari bürokratik imparatorlukların oldukça keyfî, varlıklı ve demokratik düzenine çok yakın bir iktidar kültürünü desteklemiştir. Yöneticiler gün geçtikçe İngiliz döneminin yasal psikolojik ve kültürel engellemelerinden daha fazla izole edilmiştir. Yönetici elit (mandarinler, praetoranlar, divanlar), bir yandan kalkınmacı/demokratik bir retoriğe öte yandan zanaat üzerine Orta Çağ vari otoriter ve keyfî bir devlet zanaatını ifade eden parçalı bir zihniyete sahiptir (Niaz, 2010, s. 256).
Devlet kurumları, sömürgeci kökenleri nedeniyle yetersiz kalmıştır. Bu kurumlar yalnızca akrabalık-patronaj ağlarının baskın yapısını daha da rahat hâle getirmek adına kısmi olarak yeniden yapılandırılmıştır. Böylece işbaşına seçim olmadan gelmiş yöneticilerin sahip oldukları çok geniş yetkiler korunmuştur. Polis kuvveti, yerel akrabalık ağları tarafından güç kullanımı için bir araç hâline getirilmiştir. Müşteri-patronaj ağları aynı zamanda yargı sistemini gerçek manada çarpık -ki uzlaşmalar yıllarca sürmektedir- ve imkânları az ve temel sosyal haklardan yoksun olan kişilere karşı ciddi ölçüde ön yargılı hâle getirmiştir. Dil bu sisteme erişimde büyük ölçüde engel oluşturmaktadır. Yargı sisteminde, yargı sürecini sömürücü, haksız ve etkisiz olarak gören Pakistanlıların büyük çoğunluğu tarafından bilinmeyen İngilizce kullanılmaktadır (Niaz, 2010). 1990’ların sonundan bu yana hükûmetin yasama ve yargı organları, yargı kararlarına uymayı ve bunları uygulamayı genellikle reddetmiştir. Buna karşı jirga/panchayat (toplumsal adalet) sisteminin fikir birliğine dayalı karar verme sürecine büyük saygı vardır. Devletin kendisi jirga sistemini bizzat kullanmaktadır ve bu nedenle devlet ile toplumsal jirga kurumsal ağları arasında geçiş yapmak mümkündür. Toplumsal hukuk, akrabalık grupları arasında uzlaşma arar (hak edilen ceza/adalet). Jirga sisteminin varlığı aynı şeriat mahkemelerinin varlığı gibi Pakistan Devleti’nin liberal anayasal temelini baltalamaktadır. Elit sivil bürokrasinin de (aynı askerî bürokrasi gibi) devletin gerilemesinin coşkulu bir savunucusu olması muhtemel değildir ve işe alımların yapısı da üst sınıftan “orta” sınıfa doğru kaymıştır. On yıldan fazla bir süredir kamu hizmetine yeni giren elitlerin kariyer tercihi polis hizmeti olmuştur. Bu, kamu hizmetine yeni giren elitlerin otoriter değerleri ve politik patronaj ağlarının güçlendirilmesini tercih ettiklerini göstermektedir (Niaz, 2010).
Pakistan’ın tüm devlet kurumları arasında askeriye, Pakistan’daki en iyi örgütlenmiş devlet oluşumudur. İyi tanımlanmış ve tamamen operasyonel otoriter yapısıyla Pakistan’ın en modern devlet kurumu olmasına rağmen askeriye dahi kısmen de olsa akrabalık-patronaj ağları içerisine dâhil olmuştur. Genelkurmay başkanı etkili bir şekilde rejim geçişini kontrol eder. Genelkurmay başkanının verdiği karar sonucunda tüm asker kökenli başkanlar, güçlerinden feragat etmişlerdir. Üstelik ordu, atama ve terfi konularında siyasi müdahaleye karşı çıkmaktadır (Lieven, 2011, s. 162). Tüm askerî darbeler halk tarafından desteklenmiştir. Ordu, büyük bir ekonomik varlık tesis etmiş ve ordunun patronaj-akrabalık ağı bağlantıları, devlet kaynaklarını edinmek ve bunları katılımcıları arasında dağıtmak için bir mekanizma görevi görmektedir. Ordunun özellikle toprak sahibi elitler ile olan bağları güçlüdür (Lieven, 2011, s. 192). Kendi çıkarlarını ulusal çıkarlara önceleyen ordu “yağmacı” olarak tanımlanmaktadır. Orduya verilen halk desteği, ordunun Hindistan’la üç savaşın herhangi birini kazanamaması, (bu konudaki çekincelerine rağmen) Amerika’nın terör savaşında yer almaya devam etmesi ve uzun süren askerî hükûmet dönemlerinde devletteki yolsuzluk ağlarına dâhil olması ile birlikte azalmıştır. Müşerref ve Eyüb Han gibi nispeten liberal yönetici tarzlarına ve bu yöneticilerin münferit sosyal liberalleşme girişimlerine rağmen (örneğin; Müşerref tarafından medya üzerindeki devlet kontrolünün kaldırılması, Eyüb tarafından şeriat karşıtı Müslümanların aile hukuku düzenlemesinin yürürlüğe girmesi) ordunun Pakistan’da hiçbir zaman siyaseti liberalleştiren bir rol oynaması beklenmemiştir (Lieven, 2011, ss. 441-461).
Pakistan’ın ekonomi politikası, en azından 1988’den bu yana liberal bir yeniden yapılanmaya tamamen bağlı kalmış ve rejim değişikliği bu bağlılığı zayıflatmamıştır. Hükûmetin büyüklüğü son yirmi yılda önemli ölçüde azalmıştır. IMF programları sık sık uygulanmaktadır ve hükûmetin program yükümlülüklerini yerine getirme konusunda sık sık başarısız olmasına rağmen IMF programının tamamlanamaması nedeniyle politikanın liberal yönelimi değişmemiştir. Pakistan’ın küresel ekonomik sisteme katılımı önemsiz denecek düzeydedir. 2010-2011 döneminde Pakistan’da kişi başına düşen millî gelir1.254 dolardı ve 178 milyar dolarlık GSYH ile küresel gelirin %0,3’ünden daha az bir paya sahipti (Ansari, 2017, s. 257). 2010-2011 döneminde toplam ihracat 21.41 milyar dolar ve toplam ithalat 37,5 milyar dolar olmuştur. Dünyadaki ticaret hacimleri düşünüldüğünde bu veriler neredeyse hiç hükmündedir. Dış ticaretin (ithalat ve ihracat) GSYH’ye oranı 2010-2011 döneminde yüzde 32’dir ve sermaye ve finansman bilanço fazlasını önemli ölçüde aşmıştır. Yine aynı dönemde ülkeye toplam yardım ve kamu kredisi girişi 1.5 milyar dolar olarak gerçekleşirken borç faizleri 1.2 milyar dolar olmuş, bu nedenle net kredi girişi (267 milyon dolar olmuştur ki bu miktar GSYİH’nin %0,1’inden azına ve 1.3 milyar dolar civarında olan toplam yatırımın (doğrudan ve portföy yatırımlarının) yaklaşık %0,7’sine tekabül etmektedir) önemsizdir ve 6,1 milyar doların üzerine çıkarak en yüksek seviyeye ulaştığı 2007-2008’den bu yana her dönemde azalmış olan toplam yatırım/ doğrudan yabancı yatırımın yaklaşık %3,8’ine tekabül etmektedir. Endüstriyel büyüme hem ücretliler hem de gecekondu sakinlerinin genişlemesini körükleyen kentsel büyümenin gerisinde kalmıştır (Ansari, 2017). Profesyonellerin “kendi içinde bir sınıf” oluşturduğuna dair hiçbir işaret görülmese de ücretli ve profesyoneller (özellikle askerî ve sivil bürokrasi) Pakistan toplumu ve devletinde dönüşüme talip olan unsurlar olarak ortaya çıkmıştır. Ancak aradıkları dönüşüm liberal bir siyasi düzen değildir. Öte yandan dönüşüm kabiliyetleri tüm kapsamlı akrabalık-patronaj ağları ile içe içe geçtikleri için sınırlıdır. Buna ek olarak iş dünyası da güçlü dinî ve milliyetçi duyguları dile getirmekte ve genel itibarıyla piyasa reformlarının ve liberal hakların genişlemesini değil hükûmetten tavizler ve özel iyilikler istemektedir (Ansari, 2017).
Kimliklerin piyasalaşması noktasındaki ilerleme, yakın zamanda Maliye Bakanlığı ve Pakistan Devlet Bankası’nın talebi üzerine yaptırılan “Finansmana Erişim Çalışması” anketinde de görülebilir. Anketin amacı; Pakistan’da finansın niteliğini analiz etmektir. 10.000’in üzerinde görüşme (anket, görüşme, odak grup tartışmaları) gerçekleştirilmiştir. Finansmana Erişim Çalışması’nın temel bulguları aşağıdaki gibidir:
Kentsel ve kırsal kesimde yaşayan Pakistanlıların toplamda %89’unun banka hesabı bulunmamakta ve banka hesabı bulunmayanların yalnızca %38’i banka hesabı açmak istemektedir.
Toplam yetişkin nüfusun %56’sı resmî veya gayriresmî olarak tasarruf/ yatırım yapmaktadır. Bununla birlikte bunların %53’ü gayriresmî olarak tasarruf ederken resmî olarak tasarruf edenlerin oranı ise sadece %3’tür.
Kentsel ve kırsal kesimde yaşayan erkek ve kadınların yüzde %84’ü en az bir ‘komitenin’ (bisee) bir parçasıdır (Zaidi, 2015, s. 581).
Kayıt dışı sektördeki borç ve kredi kaynağının her yere nüfuz etmiş olan tefeciler olduğu yönündeki genel beklentilerin aksine toplamda insanların yalnızca %3’ü tefecilerden borç alırken %78’i yerel esnaf ve bakkallardan borç almaktadır.
Kent sakinlerinin %70’i dükkân sahiplerinden %55’i aile ve arkadaşlarından borç almaktadır ve bu borçların çoğu da yiyecek almak için alınmaktadır.
Hane halkının %80’inin kendi evi bulunmaktadır.
Kent sakinlerinin yalnızca %5’i konut satın almak, inşa etmek veya mevcut konutlarını yenilemek için borç para almaktadır (Zaidi, 2015).
Çalışma, Pakistan’da kimliklerin piyasalaşmasının oldukça zayıf olduğunu, ekonomik işlemlerde bile insanların ilişki odaklı olduklarını açıkça göstermektedir. Pakistanlılar, ekonomik işlemlerde banka, sigorta şirketleri vb. finansal kurumlar yerine yerel bağlantılara bağımlıdırlar.
Pakistan’da değer değişimi yavaş olmuştur ve toplum, Qadeer’in “gelenekselci, İslamcı ve modern” olarak adlandırdığı üç kesime bölünmüş olsa da “Pakistanlıların ezici çoğunluğu gelenekselcidir.” (Qadeer, 2009, s. 87). İslam her zaman Pakistan ulusal kültürünün çekirdeğini oluşturmuş ve İslami değer sistemlerine karşı doğrudan yapılan kitlesel meydan okumalar genellikle kaybetmeye mahkûm olmuştur (Qadeer, 2009, s. 192). Öte yandan geleneksel İslami uygulamalar, devrimci İslami ideolojinin kabul edilmesinin önündeki engeller olarak görülmüştür. Ancak İslami kültürel gücün etkisi, politik zayıflık nedeniyle azalmaktadır. Ulusal yaşamın tüm yönlerinin kapsamlı bir şekilde İslamlaştırılmasını talep eden ana akım İslami partiler, hiçbir zaman halkın desteğini almamıştır (Qadeer, 2009, s. 167). Bu durum sadece (2002 hariç) tüm ulusal seçimlerde oyların küçük bir kısmını elde etmelerine sebep olmamış aynı zamanda seküler partilerin seçim manifestosundan neredeyse ayırt edilemeyecek olan seçim manifestolarına da yansımıştır. Pakistan’daki çoğu İslami parti kendilerini mezhepçilik üzerinden ifade etmektedir. Mezhep gruplarının ortaya çıkması kısmen de olsa devlet elitinin ortodoks İslami parti kesimlerini destekleme girişiminin bir sonucudur. Mezhepçilik aslında maddi bir yoksunluk duygusu temelinde gelişen seküler bir fenomendir. Ebu Zahab “mezhepsel militanlığı” marjinalleşmiş ve yerinden edilmiş aşırı yoksul(luk çeken) insanlar(ın arasındaki) artan güvensizlik ve umutsuzluk duygusuna karşı bir tepki olarak tanımlamıştır. Mezhepçi ulema, topluluğun ekonomik bağlılıklarını korumak adına küçük teolojik farklılıkların altını çizseler de onların “liberal haklar” söylemlerine başvurmaları doğası gereği araçsaldır. Mezhepçilik gibi etnik bilinç de modern bir olgudur. Bu çok daha yaygındır ve dikkate değer iki istisna olan Pencap ve Azad Keşmir dışındaki her yerde güçlü bir kimlik göstergesidir. Bu etnik milliyetçilik esasen ekonomik faktörlerin sürdürdüğü bir fenomendir. Dolayısıyla bu etnik milliyetçi hareketlerin çoğunun bölgesel olarak dağınık olması, ayrılıkçı ifadeyi geçersiz kılar. Etnik milliyetçi hareketler öncelikli olarak ayrılıkçılıktan ziyade devlet kaynaklarının kendi toplulukları için ele geçirilmesiyle ilgilenmektedir. Toplum ve devletin liberalleştirilmesine dair hem mezhepçi hem de etnik milliyetçi hareketlerin tutumu araçsalcı bir tutum olmaya devam etmektedir. Bu siyasi ve sosyal örgütler (Pakistan’daki tüm siyasi partiler gibi) katı bir şekilde otoriter olmaya devam etmektedir. Ancak bu, onlara maddi açıdan bir yarar sağladığı takdirde liberal yönetişim süreçlerini yürütme noktasındaki istek ve arzuları devamlılık göstermektedir (Ansari, 2017, s. 254).
Ansari devlet ve toplum yapısını aşağıdaki tabloda şöyle özetler:
Tablo 1. Pakistan’ın Bireysel, Toplumsal ve Devlet Özellikleri
Liberalizm |
Pakistan’a Özgü Özellikler |
|
Kimlik |
||
Sekülerden dinî olana değer geçişi |
Eksik değerler, seküler işlemler için gerektiği gibi dinî meşrulaştırmayı değiştirir. Geleneksel İslam’dan güçlü bir biçimde etkilenmiştir. |
|
Politikaya karşı tutum |
Katılımcı değildir. Politik süreçten pasif fayda beklentisi vardır. Kuvvetli bir güçsüzlük duygusu ve başarısızlıkları sürekli olarak komplo teorileri ile açıklamaya meyletme durumu vardır. |
|
Bireyselleşme |
Zayıf. Şeref ve haysiyetin, akrabalık gruplarının kaynaklarının teşvik edilmesine katkıdan kaynaklandığı görülür. Topluluk temelli ahlaki kurallar hâkimdir. |
|
Materyalist sonrası |
Son derece sınırlıdır. Çok küçük bir kozmopolit elitler grubunun çok küçük bir bölümü ile sınırlıdır. |
|
Düşünce yapısı |
Duygusal: Güçlü kurtarıcı figürlere bağımlılık ihtiyacı vardır. Komplo teorileri paylaşılır. Bireysel özerklik net değerlenmiştir. |
|
Kozmopolit kimlik |
Yardımla finanse edilen projeleri yöneten teknokratik ve bürokratik elitler ve siyasi söylem noktasında baskın olsa da uygulamalar noktasında baskın olmayan İngilizce konuşan entelijansiya ve kadın liderler ile sınırlıdır. |
|
Toplumsal Özellikler |
||
Bilimsel yöntemin toplumsal olarak üstünlüğü |
Bilimsel metodolojiler, formüle edilmiş politikaları meşru kılmak adına siyasi söylemlerde düzenli olarak kullanılır. Ancak politikalar, akrabalık-patronaj çıkar ağlarına hizmet etmek amacıyla uygulanır. |
|
Teknolojik olarak kalifiye bir orta sınıfın sosyal egemenliği |
Teknolojik olarak kalifiye orta sınıf, politikaların gerçekleştirilmesi ve meşrulaştırılmasına güçlü bir şekilde etki ederken politika oluşturma ve uygulamalarına etki etmez. Birçok farklı tahmine göre orta sınıf oldukça küçüktür. |
|
Burjuvazinin sosyal egemenliği |
Politika oluşturma ve uygulama aşamasında endüstriyel ve ticari burjuvazinin rolü oldukça sınırlıdır. Toprakla ilgili çıkarlar ile bağlantılı ve akrabalık-patronaj ağı aracılığıyla maaş alan üst burjuvazi kademesi bulunur. Güçlü, gelişen ve başarılı bir “çarşı” burjuvazisi, kayıtlı ekonominin dışında faaliyet göstermektedir (az vergi öderler, rutin olarak devlet politikalarının açıklarından faydalanırlar). |
|
Küresel piyasalara katılım |
Hem ticaret hem de sermaye akışı bakımından az ve gittikçe azalmaktadır. Göçmenlerden gelen döviz havale miktarları ise artmaktadır. |
|
Etnik çeşitlilik |
Belirgin ve güçlü bir kimlik göstergesi olan mezhep çeşitliliği gerçekte olduğundan daha belirgindir. Etnik milliyetçilik zayıftır ve mevcut sosyopolitik sistem içinde uzlaşma aramaktadır. |
|
Derneklerin toplumsal bilinirlikleri |
Hem kentsel hem de kırsal toplulukları hem zengin hem de fakirleri hem yeni ortaya çıkan hem de geleneksel elitleri içeren akrabalık-patronaj bağlantı ağlarının egemen olduğu toplumdur. Pakistan toplumunun istikrarı ve gücü, her yere nüfuz eden ve tüm toplumu kapsayan akrabalık-patronaj ağlarının hâkimiyetinden kaynaklanmaktadır. Modern dernek grupları, meslek birlikleri ve sendikalar zayıftır ve etkileri azalmaktadır. STK ağları özellikle de kadın hareketi ile ilişkili olanlar, giderek artan bir biçimde sosyal olarak etkili hâle gelmektedir. Ancak bu ağlar büyük ölçüde patronaj finansmanının dağıtımı için araçlardır ve kitlesel olarak net değer dönüşümü noktasındaki potansiyelleri oldukça sınırlıdır. |
|
Göreli sosyal eşitsizlik |
Güney Asya veya gelişmekte olan ülke standartlarına göre yüksek olmasa da son yirmi yılda yükselmektedir. Sosyal performans göstergeleri çok zayıftır. |
|
Devlet Özellikleri |
||
Liberal milliyetçilik |
Müslüman milliyetçiliği, liberal milliyetçiliğin bir çeşididir. Başlangıçta kitleler Müslüman milliyetçiliğine şiddetle bağlı kalmışlarsa da başlangıçtaki idealizm, siyasetin akrabalık-patronaj ağlarıyla örülmesi dolayısıyla zayıflamıştır. |
|
İşçi ve sermaye sınıfı arasındaki iş birliği |
İşçi sınıfının pazarlık gücü son derece zayıftır. Toplu pazarlık işlevsel olarak kurumsallaşmamıştır. |
|
Demokratik kurumların ve sivil özgürlüklerin gelişmesi |
Tüm anayasalar sivil özgürlükleri güvence altına almıştır. İnsan hakları ihlalleri genellikle devlet tarafından desteklenmezken bu ihlaller, münferit vahşetler veya emir rıza ilişkisi içerisinde verilen kararlardır. Tüm devlet kurumları -yasama, yürütme ve yargı- akrabalık-patronaj ağı tarafından etkin bir şekilde kapsanmıştır. Bu durum Pakistan’ın en modern devlet kurumu olan ordu için daha az geçerli olmakla birlikte ordu, devlet tarafından müşterilerine aktarılan patronaj kaynaklarının dağıtıcısı işlevini görür. Ordu, toplumsal akrabalık-patronaj ağlarıyla ilişki içerisindedir ve küresel sistem hegemonuna (yani Amerika’ya) bağlıdır. Genelde anayasal çerçevenin dışında faaliyet göstermektedir. |
|
Otoriter rejimlerde bölünme |
Üst düzey generallerin hâkim olduğu askerî rejimler. Geçiş, özellikle Amerika ve Suudi Arabistan başta olmak üzere yabancı güçlerin etkisi altındadır. Otoriter ve demokratik rejimlerin hem yönetişim hem de politika süreçlerindeki süreklilik içerisinde oldukları aşikârdır. İktidar koalisyonlarında yaygın olarak görülen bölünmeler nedeniyle otoriter rejimlerden demokratik rejimlere geçiş sağlanmıştır. |
|
Kozmopolit demokrasi içerisindeki entegrasyon |
Zayıf Pakistan: Ticaret, sermaye ve teknoloji akışı bakımından çok küçük bir küresel oyuncudur. Hindistan hem ekonomik hem de stratejik olarak çok daha önemli bir ülkedir. ABD’nin Afganistan’dan çekildikten sonra Pakistan ordusuna bağımlılığı önemli ölçüde azalacaktır. |
|
(Ekonomik) Performansın meşruiyeti |
Ekonomik performans, rejimin meşruiyetinin önemli bir belirleyicisidir çünkü siyasi katılım her şeyden önce devletten akrabalık-patronaj ağına kaynak aktarımının bir aracı olarak görülmektedir. Geçiş süreci “Dönüşüm” veya “değiştirme” yerine “karşı yerleştirme”ye yol açmaktadır. |
|
Devletin parçalanması (egemenliğinin zayıflaması) |
Devletin egemenliği, Amerika’nın vermiş olduğu terör savaşına katılım ve IMF, Dünya Bankası ve Asya Kalkınma Bankası’nın ülkedeki ekonomi politikalarının oluşturulmasında (uygulanmamasında değil) rol almasının kabul edilmesi nedeniyle zayıflamıştır. |
|
Yardım temini |
İmtiyazlı kalkınma yardımları makul seviyede iken askerî yardım (özellikle teknik ve eğitim desteği şeklinde) önemlidir. Devletin, mezhepsel şiddeti, etnik milliyetçi ve İslami isyanları kısıtlamadaki sınırlı başarısı göz önüne alındığında ise zayıftır. |
|
Küreselleşmenin etkisi Bilinmeyen liberal elitler |
Devletin, mezhepsel şiddeti, etnik milliyetçi ve İslami isyanları kısıtlamadaki sınırlı başarısı ve yenilikçi rejimlerin (Eyüb, Butto, Müşerref) politika gündemlerinin revizyona uğraması göz önüne alındığında ise zayıftır. |
|
Kaynak: Ansari, 2017, s. 247.
Yukarıda verilen tablo, Pakistan Devleti’nin ve toplumunun yapısal durumunu göstermektedir (Ansari, 2017). Bu tablo bütünüyle Pakistan’da yakın bir gelecekte liberal kimliğin gelişmesi olasılığının çok az olduğunu göstermektedir.
Sivil Toplumun Kapsamı
Pakistan’da sivil toplumun temel aktörü, etkisi küçük ölçekte olan STK sektörüdür. Ancak 1980’lerden itibaren Pakistan’da büyük ölçekte STK’lar ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu STK’lar, insan hakları savunuculuğunda da aktif rol almışlardır. Pakistan’da dört tip STK vardır:
Özellikle fakirlere ve yoksullara sosyal hizmet sağlayan refah odaklı, hayırsever veya iyiliksever örgütler.
Bölgenin veya insanların kalkınması ve ekonomik ve sosyal olarak daha iyiye gitmesi için belirli hedef topluluklarla çalışan temel kalkınma örgütleri. Bir görüşe göre bunlar genellikle hükûmetin yerini alan hizmet sağlayıcılar veya yüklenicilerdir.
Sadece kadınların/kadınlar için olan STK’lar değil artan sayıda birçok STK artık savunuculuk temelli, farklı yasalar, hükümler vb. şeyler için lobicilik faaliyetleri yürütür hâle gelmiştir. Bunlar; insan hakları grupları, adalet ve tüketiciyi koruma gruplarıdır.
Özellikle kadınların ekonomik ve sosyal durumlarıyla ilgili konuları hedef alan ve bunlara odaklanan kadın STK’ları. Bu STK’ların faaliyetleri sadece sosyal hizmetlerin sunulması ile sınırlı değildir. Araştırma, bilgi, yaygınlaştırma, yasal tavsiye ve savunuculuk ve diğer kalkınma konuları da bu STK’ların gündemlerindedir (Zaidi, 2015, s. 609).
Pakistan’daki STK’larla ilgili en önemli şeylerden biri, STK’ların çoğunun refah odaklı olmasıdır. Çoğunlukla mahalle düzeyinde faaliyet göstermekte ve sağlık, eğitim ve diğer hayırseverlik faaliyetleri gibi vatandaşlara rahatlık sağlayan imkânların temin edilmesinde rol almaktadırlar. Son 10 yıldan beri sayıları artmakta olan insan hakları temelli STK’ların toplum üzerindeki etkileri çok az iken bu STK’lar genellikle elit sınıfları etkilerler. 2007 yılında tam zamanlı ve resmî olarak faaliyet gösteren yaklaşık 264.000 STK’nın %64’ü eğitim ve (cinsiyetle ilgili konular dâhil olmak üzere) insan hakları savunuculuğu sektörlerinde faaliyet göstermekteydi. Kerry Lugar Yasası’nın ABD’de kabul edilmesinden bu yana Pakistan hükûmeti, STK’ların yabancı bağış fonlarına doğrudan erişilebileceğini kabul etti. Bu yasadan önce John Hopkins çalışma örnekleminde dış finansman, STK gelirinin sadece %6’sını oluşturuyordu. Bu gruplar temel olarak “modernleşme yanlısı”dır (yani dinî olmayan STK’lar). Pakistan’daki STK hareketinin iyi bilinen liderlerinden biri, STK’yı özellikle nükleer enerjinin yayılması ve basın özgürlüğü gibi konularda daha gelenekselci sosyal güçlerle çatışan kurumlar olarak görmektedir. Müşerref döneminde bazı STK’lar hızlı bir şekilde büyümüşse de çoğu kendilerini demokratikleşme sürecinin temsilcisi olarak sunmaya çalışmaktadır. Pakistan’daki tipik bir STK ise bir halk örgütü değildir. STK’lara genellikle önde gelen bir organizatör ve finansör yön verir. Ancak iki büyük STK girişimi -Ağa Han Kırsal Destek Programı (AKRSP) ve Orangi Pilot Projesi (OPP)- yararlanıcı toplulukları demokratik olarak örgütlemeye çalışmıştır. Hâlen faaliyet gösteren hükûmet, Gelir Destek ve Gençlik İstihdam programları bilinçli olarak AKRSP ve OPP üzerine modellenmiştir. Savunuculuk yapan STK’lar, USAID ve bazı İskandinav bağışçıları tarafından militan İslam ile mücadelede ortaklar olarak görülmektedir. USAID, ulusal düzeyde bir STK koalisyonu oluşturmak için aktif olarak çalışmıştır (Ansari, 2017, s. 258).
İnsan hakları savunucusu olan STK’ların değer dönüşümündeki başarısı, ülkedeki düşük okuryazarlık oranı ve aile hayatının güçlü akrabalık-dinî bağları nedeniyle sınırlı olmaya devam etmektedir. Özellikle de İslami STK’ların rolü belirsizdir çünkü İslami modernizm etkili bir şekilde meşrulaştırılmamıştır. Bununla birlikte STK’ların baskısı, cinsiyet, çevre ve azınlık hakları konularıyla mücadelede etkili olmuştur. Ancak “demokratikleşmeye katkıda bulunma” potansiyelleri önemsizdir ve hem askerî hem de sivil hükûmetlerle çalışmanın eşit derecede kolay ve rahat olduğunu keşfetmişlerdir.
1980’lerin başında örgütlenen en önemli hareket, Ziya rejiminin (Muhammed Ziyaülhak) İslamlaştırma girişimlerine verilen tepkiydi. Bu hareket temelde temsili olmayan, lideri olmayan, ani ve kendiliğinden gerçekleşen bir hareketti. Bu hareket, toplumsal liberalleşme için bir güçtü. Bu hareketin temel başarısı, İslami gelenekçiler de dâhil olmak üzere tüm siyasi elit kesimlerin “kadın haklarını” meşru bir değer olarak kabul etmesi olmuştur. Weiss’a göre “geleneksel” kadınlar, ev işlerinin dışına çıkmaya giderek daha fazla isteklidir ve çoğu ‘geleneksel’ kadın burkalarını çıkarıp atmıştır (Weiss, 2002, s. 65). Kadın iş gücüne katılım oranı son on yılda mütevazı bir oranda artmıştır: 1999-2000 yıllarında %13,7 iken 2009-2010 yıllarında %21,9’a çıkmıştır. Ancak muhtemelen bu değişimde kadın hareketinin örgütlenmesi veya söylemlerinin etkisinden ziyade ekonomik yoksunluğun etkisi daha fazladır (Weiss, 2002).
Kadın hakları gruplarının sayısı -Kadınlar Eylem Forumu (WAF), Tecavüze Karşı Savaş (WAR)- son yıllarda artmıştır. Bunlar (ataerkilliğe itiraz eden) feminist hareketler değil temel olarak liberal haklar için mücadele eden hareketlerdir. Bu haklar prensipte gün geçtikçe daha fazla kabul görmekte ise de sosyal ve ekonomik uygulamalarda açıkça dile getirilmemektedir -bu haklar genellikle topluluk rızasına dayalı kararlar temelinde ihlal edilmektedir. Kadın hareketi “kadınların kişisel yaşamlarına dokunmamıştır”-. Dinî kimlik, hak söylemleri ve artan ekonomik katılımla birlikte azalmamıştır. Pakistan’da kadınlar dinî yükümlülüklere erkeklerden daha bağlıdır. WAF gibi bu tarz örgütlerin tanınmasıyla birlikte bu örgütlerin şeriata karşı muhaliflikleri, İslami referanslarla meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Bu nedenle Pakistan’daki kadın hareketi, kadınların liberal haklarının genişletilmesi yoluyla kadınlar için “daha iyi bir anlaşma”yı müzakere etmeye odaklanmış bir hareket olarak görülmelidir. Kadın hareketinin entelektüel liderliği, diğer kimlikçi (etnik milliyetçi, mezhepçi) hareketlerden önemli ölçüde daha büyüktür (Weiss, 2002).
Sivil toplumun Pakistan’daki başarısızlığının iki ana nedeni vardır. Birincisi, hükûmeti özellikle askerî yönetimi eleştiren bu STK’ların ve grupların daha sonra askerî hükûmetlere katılmaları ve bu yönetimlerle ortak hareket etmeleri ile birlikte bu STK’ların ‘sivil’ toplumun bir parçası olduğuna dair güvenin sorgulanmasıdır. Açıkçası herhangi birisi sivil toplum aktörlerinin ‘diğer tarafa’ katıldıklarında artık sivil toplumun bir parçası olmadıklarını iddia edebilir (Zaidi, 2015, s. 709). Bu ise Pakistan’da sivil toplumun başarısızlığının önde gelen bir diğer nedenidir. Ordunun Pakistan’daki diğer sosyal aktörler gibi topluma ve siyasete egemen olma eğiliminin başlıca nedenlerinden biri de sivil toplum mensuplarının son olarak 1999’da General Müşerref’in gerçekleştirdiği darbeden sonra olduğu gibi askerî hükûmetlerle ortak olmaya ve onlara “hizmet etmeye” istekli olmalarıdır. Birçoğu geçmişte demokrasi korosuna katılmış olan sivil toplum grupları ve aktörleri belki de demokratlara olan nefret ve güvensizlikleri noktasında hiçbir tereddütleri olmayan teknokratlar gibi Genel Müşerref ve hükûmetini hevesle kucakladılar ve 1999’da gerçekleştirilen askerî darbeyi onayladılar (Zaidi, 2015). Pakistan sivil toplumunun önemli ve saygın üyeleri, Müşerref Hükûmeti’nde bakan oldular ve seçimle iş başına gelmemiş, demokratik olmayan, otoriter fakat liberal ve etkili bir hükûmetin liberal olmayan etkisiz ve gün geçtikçe otoriterleşen bir demokrasiye tercih edilmesi gerektiğini savunarak askerî hükûmete demokrasi pahasına vermiş oldukları desteği meşrulaştırdılar (Zaidi, 2015). Bu aktörler için Pakistan’da uygulandığı şekliyle demokrasi başarısız olmuş ve ikinci plana atılmıştır. Önemli olan sivil-askerî ayrımı değildir. Görünen o ki bir generalin bizzat kendisinin tek adam olarak takip ettiği liberal politikalar, seçilmiş temsilcilerin izlediği liberal olmayan politikalara müreccahtır. Pakistan sivil toplumu geçmişte Pakistan’daki askerî hükûmeti, demokrasi pahasına güçlendirmek ve desteklemek konusunda kilit bir rol oynamıştır. Diğer pek çok ülkenin aksine Pakistan’da sivil toplum aktörleri ve grupları, askerî hükûmetlere karşı çıkmak yerine onlarla çatışmamış ve karşı çıkmamış ve hatta onlarla iş birliği yapmıştır. Pakistan’da sivil toplumun başarısız olmasının bir diğer önemli nedeni de STK’lar ile dış finansman arasındaki ilişkidir. Daha önce de belirttiğim gibi Amerika Birleşik Devletleri’nin Kerry Luger Yasası’nın yürürlüğe sokulmasıyla birlikte Pakistan hükûmeti, dış finansmanı, STK sektörüne yönlendirmiştir. O zamandan beri radikal sivil toplum örgütleri, özel çıkarları ya da gündemleri olan bağışçılardan fon almakta ve bu kuruluşların “siyaseti” sessizleşmektedir (Zaidi, 2015, s. 610). Pakistan’daki en büyük sivil toplum bağışçıları arasında yer alan İngiliz ve Amerikan hükûmetlerinin Irak ve Afganistan’ın işgalindeki ve hatta Pakistan’daki drone saldırılarıyla ilgili rolleri ile alakalı çok fazla protesto gösterileri yapıldığı görülmemektedir. Bu politikalar, bu örgütleri, halkın gözünde şüpheli hâle getirmiş ve bu da onların nüfusun geniş kesimlerinden yabancılaşmasına yol açmıştır (Zaidi, 2015, s. 621). Liberalizmin dinamikleri ve sivil toplumun kapsamı pek de berrak değildir. Liberal çerçeve nihayetinde yalnızca kimlikleri modernize etmenin yolunu açan ilkel sadakatleri, dinî çıkar ve topluluk çıkarlarını en üst düzeye çıkarmada araçsal bir role sahiptir.
Sonuç
Pakistan’ın liberalleşmesine dair beklentilerin pek de berrak olmadığı yukarıdaki açıklamalardan açıkça anlaşılıyor. Bireyselleşme zayıftır ve vatandaşlar, akrabalık çıkarlarını desteklemeyi kararlı bir biçimde sürdürmektedir. Çok büyük bir nüfus, kayıt dışı ekonomide çalışmaktadır ve devletin piyasalaşma girişimleri, onların hayatlarına temas etmemektedir. Vızıltılı rasyonalite, topluluğa dayalı geleneksel ahlaki ekonomiye tabidir. Adalet duygusu, bireysel (insan) hak anlayışından değil akrabalık ağı yükümlülüklerinden kaynaklanmaktadır. Pakistan’ın kayıtlı olmayan ekonomisini karakterize eden katapleksi oyunu, faydaların (liberal piyasada olduğu gibi) üstün beceri ve şansa göre değil akrabalık-patronaj ağı hizmetlerine göre tahsis edilmesini uygun görür. Devlet ise akrabalık-himaye ağı uzlaşmalarının müzakere edildiği alandır. Bireysel hakların korunması ile meşrulaştırılmaz ve iktidarda olan belirli akrabalık-patronaj ağlarından yararlanmak adına uygun devlet kaynaklarının kullanımının ahlaki olarak zorunluluk olduğu kabul edilir.
Müslüman milliyetçiliği, liberal değerleri ve uygulamaları onaylayan bir yeniden yorum şeklinde yansıtılmaktadır. Ancak akrabalık patronaj ağlarının toplum aracılığıyla bütünleştirilmesi ve sağlamlaştırılması ile birlikte önemli ölçüde zayıflamıştır. Liberal bireyselliğin gelişimi, akrabalık-patronaj ağları tarafından arka plana itilmesi ve Pakistan’da neredeyse hiçbir sınıf bilincinin bulunmaması nedeniyle sınırlanmıştır. Liberal hakların kabulü ve devletin operasyonel prosedürleri resmiyette kalmış ve esas hâline gelememiştir. Devletin egemenliğinin ulusal ekonomik politikanın küresel kurumlara tabi kılınması ve Amerika’nın liderliğinde 2001’den bu yana devam eden terörle mücadele savaşına katılmasıyla birlikte kademeli olarak azalması sonucunda liberal beklentiler de zayıflamıştır. Pakistan’ın küresel ekonomik ve politik düzendeki önemsiz konumu, ülkenin kozmopolit demokrasiyi özümsemesini engellemektedir. Bu aynı zamanda katılımcı vatandaşlıktan ziyade geleneksel akrabalık-patronaj ağı ile zayıf bir bağlantısı olan ve zayıf ve nispeten küçük bir orta sınıfın varlığıyla yeniden yapılandırılmakta ve bu şartlarda gelişmektedir.
Pakistan’da rejim değişiklikleri sık görülse de yönetişim sisteminde önemli bir değişiklik yoktur. Demokrasi ve otoriter rejimler, liberal haklara ve anayasal biçimlere bağlı kalmaya devam etmişse de akrabalık-patronaj ağları ile iç içe olmaları, liberal yapısal değişimleri uygulamalarını engellemiştir. Rejim geçiş süreci “karşı yerleştirmeye” yol açmış ve yabancı güçler tarafından müzakere edilmiştir. Toplumsal olarak liberalleştirici bir rol oynaması beklenen unsurların sayısı azdır. Teknokratik, bürokratik ve İngiliz merkezli entelijansiya, devletten ve bağış kaynaklarından yararlanmak için müşteri-patronaj bağlantılarını korumaktadır. Öte yandan sivil toplumun kapsamı çok sınırlıdır; çünkü kitlesel ölçekte etkisi olan STK’lar daha çok refah odaklı ya da hayırsever kuruluşlarken liberal gündeme sahip savunuculuk ya da insan hakları temelli grupların kitle düzeyinde çok az etkisi ve nüfuzu bulunmaktadır. Bu STK’lar, elit kültürleri nedeniyle ya da dışarıdan finanse edildikleri için toplumun geri kalanından dışlanmakta ya da topluma yabancılaşmakta, bu yüzden oynadıkları roller halk tarafından şüpheli görülmektedir. Pakistan sivil toplumunun ikileminin özü, siyasete yönelik liberal tutumlarındaki ikilemden kaynaklanmaktadır. Bir yandan tüm geleneksel, ilkel ve dinî sadakatlerin üzerinde bir hukuk devleti için güçlü bir devlete ihtiyaçları vardır ve bu, geçmişte liberal askerî rejimleri desteklemelerinin ana nedenidir. Öte yandan ise bireyselleştirilmiş piyasa kimliğini ve siyasi liberalizmi geliştirmek için zayıf bir devlete ihtiyaç duyarlar. Sivil toplumun başarısızlığı, liberalizmin Pakistan’da başarısız olduğu anlamına gelmez. Pakistan’da liberal kapitalist düzen, modernizmin ilkel veya dinî gerekçelerle meşrulaştırılması gibi diğer sosyopolitik araçlar vasıtasıyla güçlenmektedir.
Kaynakça
Ansari, J. A. (2017). Capitalist values and Ideologies an Islamic Approach; The structure of Pakistani State. Karachi: BCCT Press University of Karachi.
Bhargava, R. ve Acharya, A. (2014). Political theory an ıntroduction. New Delhi: Pearson.
Kaviraj, S. ve Khilnani, S. (2001). Civil society history and possibilities. Cambridge: Cambridge University Press.
Lieven, A. (2011). Pakistan a hard country. London: Allen Lane.
Malik, I. (1997). State and civil society in Pakistan: Politics of Authority, Ideology, and Ethnicity. New York: St. Martin’s Press
Niaz, I. (2010). The culture of power and governance in Pakistan. Karachi: Oxford University Press.
Qadeer, M. A. (2009). Pakistan social and cultural transformation in a Muslim world. New York: Routledge.
Sajoo, A. (2002). Civil society in contemporary Muslim world. New York: Islamic Publications Limited.
Weiss, A. G. (2002). Power and civil society in Pakistan. Karachi: Oxford University Press.
Wood, E. (1990). The uses and abuses of civil society. Socialist Register.
Zaidi, A. (2015). Issues in Pakistan economy. Karachi: Oxford University Press.