Giriş[1]
Tasavvuf, Kur’an ahlakını ve Peygamber Efendimizin manevi şahsiyetini örnek alma yoludur. İhsan mertebesine ulaşmayı hedefleyen sufiler bir yandan marifete ermenin çabasını güderken bir yandan da muhabbet duygusuna bezenmenin gayretini göstermişlerdir. Zühd dönemi olarak nitelendirdiğimiz hicri ilk iki asırda tasavvufun daha çok ameli boyutu esas kabul edilmiş, tasavvuf ahlakı üzerinde durulmuş, takva, verâ ve Allah korkusu üzerinde vurgu yapılmıştır. Hicri üçüncü ve dördüncü asra gelindiğinde tasavvufun tahakkuk boyutuna önem verilmiş, marifet anlayışı, keşf ve ilhama mazhar olma, ilm-i ledünne ulaşma konuları üzerinde yaklaşımlar benimsenmiştir. Hicri altıncı asırdan itibaren tasavvufi gelenek tekke, dergâh ve tarikatlar vasıtasıyla kurumsallaşma sürecine girip daha geniş kitlelere ulaşan bir sistem konumuna gelmiştir.
Tarikatların yaygınlaştığı ve kurumlaştığı diyarların başında Afrika kıtası gelmektedir. Zunnûn-ı Mısri (ö.245/859), Ebu Abdullah Muhammed el-Mağribi (ö. 299/911), Bünan Hammal (ö.310/922), Ebu Osman Said el-Mağribî (ö. 373/983), Ebû İmrân el-Fâsî (ö. 430/1038), Abdulaziz et-Tunûsî (ö. 486/1088), Ebû Cebel Ya’lî (ö. 503/1109), İbnü’1-Arif (ö. 536/1141), Ali İbn Hirizihim (ö. 559/1164), Ebu Medyen Şuayb b. el-Hüseyin el-Ensari el-Endelûsî (ö. 594/1198), Ebu’l-Abbâs es-Sebtî (ö. 601/1205), Abdüsselâm b. Meşîş el-Hasenî (ö. 625/1228), Ebu’l-Hasan eş-Şazilî (ö. 656/1258), Ahmed el-Bedevî (ö. 675/1276) ve İbrahim b. Abdülaziz ed-Desûkî (ö. 676/1277) gibi isimler Afrika’nın meşhur ilk dönem sufilerinden birkaçıdır.
İlk fetih hareketleri ile Mısır, Trablusgarb, Bingazi, Cezayir ve Tunus gibi Kuzey Afrika toprakları İslam dünyasının sınırları arasına girmekle birlikte bölge halklarının ve bedevi kitlelerin İslam’ı kabulleri genelde sufiler eliyle olmuştur (Gibb, 1953, s,120). Afrika’da tasavvuf erbabı gönül orduları olarak kabul edilmiş, halkların kalplerini İslam’a ısındıran isimler olarak görülmüştür. Daha baştan itibaren yaygınlık kazanan murabıtlık geleneği Afrika ülkelerinde manevi atmosferin güçlenmesine, İslami esasların hayata geçirilmesine, Müslüman halkların sorunlarının çözümüne öncülük etmiştir. İslam’ın kuzeyden güney istikametine yayılması orduların sevkiyatı yerine ticaret, ilim ve gönül erbabının gayretleri ile sağlanmıştır (Mûnis, 1947, s. 52). Afrika’da tarihi süreç içerisinde ilim erbabı ile tasavvuf erbabı arasında güçlü irtibat ve ittifak sağlanmış, medrese ile tekke birlikteliği devam ettirilmiş ve ulemanın sufileri, sufilerin de ilim erbabını tebcili, tutum olarak yaygınlık kazanmıştır. Gezginci derviş tiplemesi ile Afrika sufileri iç kesimlere düzenledikleri ticari seferlerle Nijer, Nijerya, Kenya, Sudan, Çad, Kamerun, Moritanya ve Gine topraklarında yerli pagan kitlelerin ihtida etmelerine katkı sağlamışlardır. İlk fetih hareketlerinden sonra İslam’ın Afrika’da üç ayrı dönemde yaygınlık ve güç kazandığı gözlemlenmektedir. Birincisi on birinci ve on ikinci yüzyıldaki kitlesel göçlerle (Morsy, 1984, s. 16), ikincisi on beşinci yüzyıldaki tasavvufi faaliyetlerle (Hiskett, 1984, ss. 6-10), üçüncüsü de on dokuzuncu yüzyıldaki gelişmelerle karşımıza çıkmaktadır. Her üç safhada da sufi, âlim ve tüccar zümrelerin büyük payı bulunmaktadır.
Ağlebiler (800-909), İdrisiler (788-985), Tolunoğulları (868-905), İhşidiler (935-969), Fatimiler (909-1171), Eyyubiler (1171-1250), Murabıtlar (1056-1147), Muvahhidler (1130-1269), Meriniler (1195-1470), Abdülvâdiler (1235-1550), Hafsiler (1228-1574) ve Memlüklüler gibi Müslüman devletlerle temsil edilen Kuzey Afrika toprakları 1517’de Mısır’ın fethiyle Osmanlı toprakları haline gelmeye başladı. Bu dönemlerde Afrika kıtasındaki tarikatlar diğer İslam topraklarındaki tarikatlarından farklı, kendilerine özgü bir çizgi takip etmişlerdir (Trimingham, 1978, s. 32-44). Tasavvuf ve tarikatlar gönül kazanma sanatını, insanlığa hizmet şiarını düstur edindikleri için Afrika’daki tarikatlar da Afrika insanının beklentilerine cevap verecek bir oluşum seyrine girmişlerdir. Bu tarikatların ismine baktığımızda bunların pek çoğu ülkemizde temsil edilmemiş kurumlardır. Afrika coğrafyasına özgü kurulup işlev gören bu tarikatlardan bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz: Kâdiriyye, Şâziliyye, Medyeniyye, Bedeviyye, Desûkiyye, Arûsiyye, Zerrûkiyye, Cezûliyye, Darkaviyye, Semmâniyye, Mirgâniyye, Nâsırıyye, Îseviyye, Reşîdiyye, Senûsiyye, Tîcâniyye, Kettâniyye, Bekkâiyye, Tayyibiyye, Medeniyye, Bekriyye ve Müridiyye.
Çalışmada Afrika tarikatlarının kendine özgü özellikleri ve etkinlikleri ele alınacaktır.
Afrika Tarikatlarının Kendine Özgü Özellikleri
İlim, Ahlak ve Ticaret Erbabı Olmaları
Afrika’da kurulan ilk medrese ve ribatlar, fetih hareketleri ile aynı zamanda inşa edilmiştir. Afrika’da İslam’ın varlık serüveni, İslami ilimlerin tahsilini de beraberinde getirmiştir. Afrika’da bilimsel öğretiler, ilmî birikimler, fikrî hareketler ve hikmet arayışları medreselerin bir ağ gibi kuzeyden güneye, doğudan batıya yaygınlık kazanmasını sağlamıştır. Gerçekleştirilen ilmî faaliyetler temel İslami kaynakların benimsenmesine, İslam’ın idrak edilmesine, kitlelerin dinî serüven yaşamalarına neden olmuştur (Morsy, 1984, s. 26).
İslam’ın yayılışından beri Afrika Kıtası’nda dikkat çeken en önemli hususiyet, ilim ve amel birlikteliğinin aksamadan devam etmesidir. Afrika’daki medreseler aynı zamanda birer zaviye ve ribat olarak bilinmiş, ulema aynı zamanda suleha, urefa, hukema, sufiyan, dervişan ve fukara adıyla anılmıştır. Diğer İslam beldelerinde olduğu gibi Afrika kıtasında da hicri ikinci asrın sonlarına doğru tasavvufi düşünce doğup gelişmeye başlamıştır. İlk dönem sufileri, daha çok zahid, salih ve abid kişilikleri ile tanınmışlardır. Tasavvufi ahlak, ameli tasavvuf, zühdi yaşam ilk dönem Afrika sufilerinin belirgin özellikleri olmuştur (Vincent, 1998, s. 4).
Afrika’da fıkıh, kıraat, hadis ve kelam eğitimlerinin, Arap dil ve edebiyatının talimi ile zühd akımı arasında yakın irtibat bulunmaktadır. Köy ve kentlerde mescit ve medreseler hızla yayılmış, kendini manevi hizmetlere adayan çok sayıda eğitim gönüllüleri yetişmiştir (Cüllâb, 1994, s. 23). Yürüttükleri din hizmeti ve eğitim faaliyetleri ile tanınan medreseler, yaşam zorluklarına ve imkansızlıklara rağmen halkın beklentilerini karşılamışlar, ilim ve irfan sevdalıları, yolcular ve ihtiyaç sahipleri için birer sığınak olmuşlardır (Şapolyo, 1964, s.443). Gelişen zaman içerisinde buralar, daha sonraları zaviye adıyla anılmaya başlamışlardır. Hem şeyh hem de müderris kisvesiyle tanınan medrese zaviyelerinin önderleri, talebeleri ve ziyaretçilerinin gözünde büyük itibar, kıymet ve değer kazanmışlardır. Gösterilen bu saygı, köylerdeki ve uzak bölgelerdeki diğer medreselere kadar uzanmıştır. Bu durum onların ilminden faydalanmayı, onlara iştiyak duymayı ve onlarla yakınlığı ortaya çıkarmıştır. Medresenin şeyhi, vefatından sonra medresesine veya medresesine yakın bir yere defnedilmiş, zamanla bu saygı onun şahsı yerine kabir ve türbesine gösterilir olmuştur (Cüllâb, s. 23).
İlk dönem zühd hareketleri, on ikinci yüzyıldan itibaren aynı zamanda birer hikmet ekolleri, marifet nazariyesinin temsilcileri, vahdet-i vücûd anlayışının öncüleri konumuna gelmeye başlamışlardır (Martin, 1976, s. 40). Endülüs’ün önemli kültür merkezlerinde yetişen mutasavvıflar hem fıkıh, hadis ve kelam bilgileri hem de tasavvuf ve felsefe bilgileri açısından güçlü bir konuma gelmişlerdir (Bardakçı, 2005, s. 46). Endülüs tasavvuf çizgisi zamanla Mağrip ve Afrika’da da önemli temsilcilerini yetiştirmeye başlamıştır.
Afrika ile diğer İslam beldeleri arasında sürekli ve canlı bir temas sağlanmıştır. Gerek ilmî seyahatler, gerek hac ziyaretleri, gerek ticari yolculuklar, gerekse manevi arayışlar Afrika Müslümanlarının İslam dünyasında gelişen fikir, düşünce, anlayış, akım, ekol ve felsefelerinin Afrika’da da temsilciler oluşturmasına sebebiyet vermiştir (el-Fâsî, 2002, s. 25). Afrika sufilerinin en başta gelen bir diğer özelliği, seyyah dervişler olmalarıdır. Diyar diyar dolaşmaları, hal transferi gerçekleştirmelerini sağlamıştır. Özellikle dervişlik geleneğinin öncü temsilcileri olan Moritanyalı sufiler, Timbuktu’daki medrese ve zaviyelerde yetiştikten sonra günümüz Afrika ülkelerinden Nijer, Nijerya, Kenya, Çad, Sudan, Tanzanya, Güney Afrika, Gambiya gibi geniş sahalara yayılmışlar, hem ilmî hem de irfanı yayma çabasına bürünmüşlerdir. Senegal’in Futa Tora ve Futa Jolon diyarlarında yetişen Tokolor uleması Orta ve Güney Afrika’da İslam’ın tebliğcileri olarak faaliyet yürütmüş, gezginci dervişler adıyla tanınmışlardır. Fas, Cezayir ve Tunus’un medrese ve tekkelerinde yetişen, Endülüs geleneğini temsil eden hikmet sevdalısı murabıtlar, uzun, yorucu ama bir o kadar da heyecanlı seyahatleri ile Afrika Kıtası’nı bir baştan öbür başa sarmaya başlamışlardır. Tarikat erbabı gönüllerde ateşledikleri iman ve takva meşalesini, putperest kitlelere sunmak için canla başla çalışmışlardır. Orduların fethedemediği bölgelerde dertlere derman olmuşlar, yaraları sarmışlar ve yoksulluklara varlık bahşetmişlerdir. Kabile çatışmalarına karşı birlik muştusu sunan meşâyih-i kirâm, İslam’ın gür sedasının özellikle on ikinci yüzyılda Afrika coğrafyasında yankı bulmasına sebebiyet vermişlerdir. Tarikatlar coğrafyası olarak tanınan Sudan, Somali, Etiyopya ve Madagaskar yöresindeki tarikat zümreleri zikir, tespih, hizmet, ülfet, ahlak ve edep yolculukları ile tarihi serüven içerisinde örnek Müslüman şahsiyetler ve maneviyat önderleri olarak belirginlik kazanmışlardır (Filibeli, 1992, ss. 19-20).
Afrika sufileri ilim, ahlak ve ticaret erbabı olma özelikleri ile bölgesel dokuyu fark etmişler, muhataplarını anlamaya çalışmışlar, bölgenin şartlarına özgü hizmet üretmişler, halkların beklentilerini karşılamaya çalışmışlardır. Afrika’da tekke demek hayat demektir. Afrika’da tekke demek yaşatmak, vermek, ilgi göstermek, sevmek, hizmet etmek ve gönül kazanmak demektir. Afrika topraklarındaki tekkeler, aynı zamanda birer medrese, kervansaray, klinik, misafirhane, ticaret merkezi, cami, güvenlik kuruluşu ve adliye merkezi niteliğindedir.
Tarikat-ı Muhammediyye Anlayışının Esas Kabul Edilmesi
Afrika sufileri genelde şark sufileri ile temas içerisinde olmuşlardır. Afrika tarikatları için hac ve ilim yolculukları adeta bir sülûk eğitimidir. Aylar, hatta yıllar süren bu yolculuklarda yöre halklarının Hicaz Bölgesi ile ünsiyeti sağlanmış, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleri ile yakın teması gerçekleştirilmiştir. Bunun en açık örneğini Ebû Muhammed Salih el-Mağîrî’nin (ö.631/1234) kurucusu olduğu Mağîriyye Tarikatında görmekteyiz. Yaklaşık üç dört asır boyunca Mağrip halklarının hac organizasyonluğunu yapan bu tarikat olmuştur. Afrika tarikatları Hicaz Bölgesi ile sıkı bir ünsiyet kurmalarından dolayı bağlılarının İslam dünyasındaki gelişmelerden haberdar olmasına, Muhammedî ahlaka bürünmelerine, sünnet-i seniyyeyi benimsemelerine özen göstermişlerdir. Salât-ı Fâtihiyye ve Salât-ı Ümmiye gibi salavat ağırlıklı zikir tarzlarını benimsemişlerdir. Bilhassa on dokuzuncu yüzyılda yaygınlık kazanan Ticaniyye, İdrisiyye, Senûsiyye, Darkaviyye ve Mürîdiyye gibi tarikatlar neo-sufism hareketleri olarak tanınmış, bidat, hurafe ve batıl inançlara karşı sünnetin yaygınlaşmasına öncelik etmişlerdir. Kısmen Selefî anlayışların etkisi de görülen bu hareketler Kur’an ve sünnetin ruhuna uygun hareket etmeyi temel prensip olarak kabul etmişlerdir. Tasavvufi uygulamalarda yer yer rastlanan kimi taşkınlıklara, şer’î anlayışa aykırı yaklaşımlara bayrak açmışlardır.
İslam Dininin Yayılmasındaki Rolleri
Afrika’daki sufi tarikatlar İslam’ın kıtada yayılmasına öncülük etmiş olan kurumlardır (Bedevi, 1975, s. 15). İlk fetih hareketlerinden sonra sadece kuzey sahil şeridinde varlığını sürdüren ama iç kesimlere henüz sirayet edememiş olan İslam’ın kıtada hâkim din haline gelmesi sufiler eliyle sağlanmıştır desek abartmış olmayız. Zira Tilemsen, Timbuktu, Merakeş, Agadir, Bornu, Kanem, Kunta ve Bekkai şeyh ve âlimleri İslam’ın Moritanya, Nijer, Nijerya, Kenya, Sudan, Çad, Somali, Senegal gibi Orta ve Batı Afrika ülkelerinde, daha sonra Afrika’nın güney istikametinde yayılmasını sağlamışlardır (Hiskett, 1982, s. 211). Afrikalı tarikat erbabının genel özelliği tüccar ve seyyah olmalarıdır (Hiskett, 1982, s. 246). Sahra ticaret yolları asırlardır ticaret koordinatörleri diyebileceğimiz bu tarikat şeyhlerinin elinde olmuştur (Hiskett, 1982, s. 246). Ticari faaliyetler sonucu özellikle on üç ve on beşinci yüzyıllarda Mali, Gine, Songay ve Hevsa halklarının Müslümanlaşmasını ve devletleşmesini sağlamışlardır (Shinar, 1962, s. 272-285). Ticaniliğin Batı Afrika’da (Nasr, 1971, s. 100-141), Kadiriliğin Orta ve Batı Afrika’da (Nasr, 1971, s. 100-141), Şâziliyyenin Kuzey Afrika’da (Abbad, 1327, s. 10) ve Senûsiyyenin Afrika’nın iç kesimlerinde yürüttüğü İslamlaştırma faaliyetleri ilk etapta hatırlanacak etkinliklerdi (Bilgin, 1986, s. 86). Afrika meşâyıhı manevi telkinleri, tasavvufi irşatları, örnek kişilikleri, sade yaşantıları, dillerden düşmeyen ilahileri, bestelenen hikmetleri, ezberlenen şiirleri ve yerel kabile dillerindeki iletişimleri ile yerli putperest kabileleri İslam’a kazandırmışlardır. Bu yüzden, batılılarca “Afrika’da Ekvator bölgelerini İslamlaştıran, tarikatlardan biri değilse, mutlaka başka bir tarikattır”(Gündüz, 1993, s. 223) hükmünün verildiği tespit edilmektedir. Afrika’daki İslami ve tasavvufi hareketler, İslam dünyasının başka yerlerine göre, daha fazla siyasi ve daha çok direniş ruhludurlar (Fazlurrahman, 1992, s. 293).
Afrika’da tekke demek aynı zamanda ribat demekti. Ribatlar sınır boylarında kurulur, gönüllü Müslüman neferlerin İslam topraklarına yönelik dışarıdan gelebilecek tehlikeleri önlemek gayesi ile nöbet tuttukları askerî kuleler, garnizonlardı. Bu ribatlarda hem dış tehlikelere karşı vatan sathının korunması eğitimi hem de nefis ve şeytan dediğimiz iç düşmanlara karşı gönül dünyamızın korunması için tasavvufi eğitim verilirdi. Murabıtlar dönemindeki Fas ribatları ile on dokuzuncu yüzyılda Muhammed Bello’nun Nijerya ve Kamerun’da kurduğu ribatlar sunulabilecek en güzel örneklerdir.
İslam Kültür ve Medeniyetinin Canlı Kılınması
Afrika’da tekke demek okul demekti. Medrese ve tekke bir bütündü. Afrika şeyhleri aynı zamanda Müslüman bilim adamları idi. Arapçanın hâkim dil olması meşâyıh sayesinde gerçeklemiş oldu. Afrika meşâyıhının bir diğer özelliği velûd isimler olmasıydı. Her bir tarikatın kendine özgü bir külliyatı, kütüphanesi ve tasavvufi yapıtları bulunmaktaydı. Okur-yazar oranının artmasında büyük paya sahiptiler. On iki ile on sekizinci asırlar arasında Afrika’nın kültür dokusu İslam dünyasının genel yapısına göre çok da geri değildi. Hasan eş-Şazilî, Süleyman Cezûlî, Abdülaziz Debbağ, Ahmed Zerrûk, Ömer el-Fûtî, İmam Samuri, Şeyh Muhammed Emin, Rabih Fadlullah, Ahmet Ticânî, Osman b. Fûdî, Muhammed Bello, Abdullah b. Fûdî, Muhammed b. Ali es Senûsî, Muhammed Abdullah Hasan, Şeyh Avis ve Abdulkadir Cezâirî gibi isimler İslam kültürünün bölgede zenginlik kazanmasına hız veren isimlerden bir kaçıdır.
Sömürgeciliğe Karşı Özgürlük Mücadelesi
Afrika tarikatlarının yaygın oldukları ülkelerde gerçekleştirdikleri en önemli fonksiyon idari, siyasi ve askerî boşluğu doldurmalarıdır. Eskiden beri Afrika’da tasavvuf erbabı ile ilmiye sınıfı toplumda önemli mevkilerde bulunmuş, kabilelerin saygı duyduğu isimler olmuş, bölgesel siyasetin motor güçleri haline gelmişlerdir. Sömürge güçlerinin izledikleri politika sonucu, siyasi otoritenin yok olması, geleneksel yerel kurumların yıkılması, temsil yetkisinde bulunan güçlerin Avrupalıların kontrolü altına girip batılı ideolojileri enjekte etmeleri üzerine milli değerleri, yerel dilleri, manevi duyguları ve ulusal çıkarları koruma hususunda tarikat liderleri sorumluluk hissetmeye başladılar. Afrika halklarının zor kullanılarak köleleştirilmesi bu tarikat çevrelerince sert tepkiyle karşılandı. Olanca teknik üstünlükleri, modern silahları, zırhlı araçları ve ekonomik güçlerine rağmen batılı devletler kolonileştirdikleri Afrika ülkelerinde yine de zor anlar yaşamışlardır. On beşinci yüzyılda Fas’ı işgal eden İspanyol güçlerine karşı Cezuliyyenin teyakkuzu bunun ilk örneğidir. On dokuzuncu yüzyılda Senegal’i işgal eden Fransızlar karşılarında el-Hac Ömer et-Tall isimli Ticaniye şeyhini, Ahmedü Bamba isimli Müridiyye pîrini, Seku Ahmadu isimli Fülânî önderini bulmuştur. “Sudan Mehdisi” olarak tanınan Semmaniyye Tarikatı şeyhi Muhammed Ahmed b. Abdullah Mısır ve Sudan’da İngiliz sömürgesine karşı mücadele vermiştir. Benzer şekilde “Somali Mehdisi” olarak tanınan ve Salihiyye tarikatı şeyhi olan Muhammed b. Abdullah Hasan Somali’de İngiliz ve İtalyan işgal kuvvetlerine karşı mücadele vermiş, Somali halkının istiklal savaşı öncüsü kabul edilmiştir. İdrisiyye Tarikatının halifelerinden Abdullah Hasan öncülüğündeki Petri Hareketi Sumatra’da, Osman el-Mirgânî öncülüğündeki Mirgani Akımı Eritre’de ve Abdullah el-Mevarzi öncülüğündeki Mevarzi Hareketi Sudan’da yabancı istilası karşısında bağımsızlık mücadelesi veren tasavvuf önderleri olmuştur.
Batı Afrika’daki etkinlikleri ile dikkat çeken Karamoko İbrahim Musa, İbrahim Sori, Muhammed Said, Musa Ba, Süleyman Bal, İmam Abdülkadir ve Malik Si gibi Fülânî önderleri on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda İslamlaştırma faaliyeti sürdürmüşler ve yabancı işgaline karşı sert tepki göstermişlerdir. Batı Afrika’nın on sekizinci yüzyıldaki bağımsızlık mücadelesi Kadiriye Tarikatı şeyhi Osman b. Fûdî’nin öncülüğünde devam ettirilmiştir. Osman b. Fûdî’nin önderliğini yaptığı Fülânî Hareketi on dokuzuncu yüzyılın başında Gobir isimli yerel pagan saltanatının varlığına son vermiş, bir asır kadar süren Sokoto Halifeliği isimli büyük bir hilafet merkezi oluşturmuştur. Muhammed Bello ile zirveye ulaşan Sokoto Devleti İngiliz işgaline karşı varlık mücadelesi vermiştir.
Sosyal Hayattaki Yapıcı Faaliyetler
Tasavvufun içe dönük olduğu kadar dışa yönelik yaklaşımından dolayı tarikatlar kimi dönemlerde sivil toplum kuruluşları olarak değişik fonksiyonlar icra etmişlerdir. İşte bunun en önemli örneğini Afrika tarikatlarında görmekteyiz. Memleketlerinin, topraklarının, ev ve yurtlarının talan edildiğini gören Afrika meşayihi kendilerine özgü bir tarzda çözüm yolları aramaya koyulmuşlardır. Adeta her bir tarikat bir bölgenin sözcülüğünü üstlenmiştir. Örneğin Ticaniye ve Müridiyye Senegal’in, Kadiriye Nijerya’nın, Reşidiyye Eritre’nin, Mirganiyye ve Semmaniyye Sudan’ın, Salihiyye Somali’nin, Arûsiyye ve Medeniye Tunus’un, Darkaviyye, İseviyye ve Kettaniyye Fas’ın, Şaziliyye Mısır’ın ve Senusiyye Libya’nın halkları tarafından benimsenen milli tarikatlar olmuştur (Özköse, 2013, ss. 37-64).
Sahra’nın sıcak, kurak ve çöl ikliminde her kesimden kitlelerin uğrak yeri tarikat zaviyeleri olmuştur. Afrika’da zaviye demek misafirhane, hastane, okul, yurt, idare merkezi, ticaret merkezi, eğlence merkezi, ibadet mahalli, aşevi, emniyet ve danışma bürosu demekti. Mağdur olan kesimlerin dertlerine çare aradıkları, çaresiz kalanların güven tazeledikleri, evsiz ve barksız kalanların sığındıkları yerlerdi. Kısaca zaviyeler hayatın can damarıydı.
Sosyal hayatın gereksinimlerini karşılamış olmalarından dolayı on dokuzuncu yüzyıldan itibaren ortaya çıkan Ticaniyye, Müridiyye, Salihiyye, Semmaniyye, Medeniyye, İseviyye, Hammaliyye, İdrisiyye, Darkaviyye, Mirganiyye, Senusiyye ve Reşidiyye gibi tarikatlara Neo-Sufism ve Tarikat-ı Muhammediye adı verilmektedir. Bu tarikatların ortak özelliği bir ıslahat hareketi özelliği taşımalarıdır. Her bir tarikat içerisinde yaşanan çağı buhranlar asrı olarak görmüş, faaliyet yürüttükleri bölgelerde dönüşüm trendini sağlamak istemiş, asr-ı saadet dönemine dönüşü ülkü olarak benimsemişlerdir. Selefî hareketleri andıran tutumları ile bidat, hurafe ve batıl inançlar karşısında kesin tavır sergilemişlerdir. Müntesiplerini derviş kisveleri ile sade yaşam sürmeye, sıkıntıları göğüslemeye, iradelerini sağlam tutmaya ve geleceklerinden ümitli olmaya sevk etmişlerdir (Özköse, 2000, ss. 215-222). Sahra topraklarında, Afrika’nın kavurucu sıcağı altında ve buhranların içerisinde ölüm kalım mücadelesi veren kitlelerin yegane sığınağı zaviyeler olmuştur. Afrika zaviyeleri kapılarını herkese açmak suretiyle devlet kurumlarından yoksun topraklarda devletten beklenen hizmetleri yürütür olmuşlardır. Sağlık hizmetleri ve tıbbi tedavi imkanları dönemin ve şartların elverdiği oranda en işlevsel tarzda dergahlarda gerçekleşirdi. Tekkeler ruhsal bozuklukları tamir ettiği kadar biyolojik ve bedensel rahatsızlıkların da tedavi edildiği merkezlerdi. Zaviyelerde sıtma, boğmaca ve tifo gibi bulaşıcı hastalıklara karşı karantina uygulamalarına imkân hazırlanmış, sağlıklı beslenmeye önem verilmiş, temizlik alışkanlıkları kazandırılmış, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi üzerinde durulmuş ve tıbbi ilaçların kullanımını alışkanlık haline getirilmiştir. Bu gibi usulleri bölge halklarına kazandırmaya çalışan tarikatlara örnek olarak Zerrukiyye, Cezuliyye, Şaziliyye ve Senusiyye gibi tarikatların isimlerini özellikle zikretmemiz yerinde olacaktır.
On dokuzuncu ve yirminci yüzyıla gelindiğinde kıtada kabile kavgalarının önü alınamaz olmuş, kan davaları yaygın hale gelmiş, kıta emniyetinden bahsedilememiş, deniz korsanları ya da karadaki silahlı çetelerle eşkıya zümreleri yüzünden yol güvenliği kalmamıştır. İşte böylesi bir ortamda tarikatların İslam kardeşliğini, toplumsal dayanışmayı, paylaşma kültürünü, birlikte yaşama tecrübesini, hak ve hukuka saygıyı öğütledikleri gözlemlenmiştir. Böylesi yerinde çabaların öncülüğünü ise Ticaniyye, Arûsiyye, Medeniyye ve Kadiriyye zaviyeleri yapmıştır. Bahsi geçen tarikatlara ait bu zaviyeler bölgede sulh ve sükunun sağlanmasına katkıda bulunmuşlardır (Ziadeh, 2006, ss. 149-182).
Açlık, kıtlık, kuraklık, yoksulluk ve savaşlar yüzünden zor anlar yaşayan Afrika halkları bilhassa on beşinci yüzyıldan itibaren sıcak ekmeği, pişmiş aşı, ağız tadı ile karnını doyurma imkânını ve düzenli beslenebilme alışkanlığını zaviyelerde sunulan imkânlardan faydalanarak kazanmışlardır. Zira Afrika’daki zaviyelerin hemen hemen hepsi birer aşevi ve misafirhane işlevini görmektedir. Kimliği, rengi, dili veya dinî ne olursa olsun her yabancının rahatlıkla kalabileceği sükunet atmosferi zaviyelerdir. Zaviyelere konuk olan yerli veya yabancı kimseler üç gün süreyle ücretsiz ağırlanır, yol azıkları sağlanır, beklentileri karşılanır, sorunlarına yardımcı olunur, hatta yanına güvenlik sorumlusu verilerek ulaşacağı yere kadar eşlik etmesi sağlanırdı. Gündelik hayatın nabzı zaviyede atardı. Akşam zaviyedeki sohbet ve zikir ortamına iştirak eden yerli halklar hemen hemen her akşam tüm aile fertleri ile birlikte bağışta bulundukları veya destek gördükleri dergah sofrasında karınlarını doyururlardı (Özköse, 2008, ss. 285-309).
Diğer yandan zaviyeler, iman, ahlak, edep, erkan ve insanlık eğitimin verildiği dergah ve mescitlerdi. Halkın moral kaynağı, umut merkezi ve hayal dünyası zaviyelerdi. Afrika tarikatları arasında uzun zamandır yaşatılan bir diğer gelenek ise tarikatlar arası çekişmenin olmaması ya da çatışma ortamının asgariye indirilmesidir. Adeta Afrika toprakları farklı tarikatlar arasında taksim edilmiş vaziyette idi. Senegal denince Müridiyye, Moritanya denince Ticaniye, Fas denince Darkaviyye, Tunus denince Arûsiyye, Cezayir denince Medyeniyye, Mısır denince Şaziliyye, Libya denince Senusiyye, Nijerya denince Kadiriyye, Sudan denince Mirganiyye ve Eritre denince Salihiyye akla gelmektedir (Abdullah, 2008, ss. 30-35).
Günümüz Sahra Altı Coğrafyası ile Doğu Afrika’da İşlevsellikleri ile Dikkat Çeken Tarikatlar
Toplumsal alandaki etkinlikleri, kültürel sahadaki katkıları, siyasal zemindeki katkıları, bağımsızlık mücadelesindeki öncülükleri ve tasavvufi ahlak çizgileri ile dün olduğu gibi bugün de tarikatlar Afrika coğrafyasının bir katma değeridir. Afrika’nın kuzeyinden Sahraltı coğrafyasına uzanan geniş sahada varlıklarını sürdüren tarikatların tekkeleri bugün güçlü sivil teşekküller olarak varlığını devam ettirmektedir. Burada bahsi geçen tarikatlardan Sahra Altı coğrafyasında faaliyet yürüten, tekkelerine rastlanan, müntesipleriyle ihtida hareketlerine öncülük eden ve sosyo-kültürel çabalarıyla dikkat çekenlerden yedisini örnek çalışma olarak ortaya koyarak konuya açıklık getirmek istiyoruz.
Kadiriyye Tarikatı
Abdülkadir-i Geylânî’nin (ö. 561/1166) ismine izafeten Kadiriyye adını alan tarikat, günümüze kadar ulaşan en eski tarikat olmasının yanında, günümüzde de en fazla müntesibe sahip ve en yaygın tarikatlardan birisi durumundadır. Kadiriyye daha kurucusunun kendi zamanında merkezinden binlerce kilometre uzaktaki diyarlara ulaşmış durumdadır. Hem âlim hem de sufi olan Abdülkadir-i Geylânî, ilim ve tasavvuf faaliyetlerini birlikte devam ettirmiştir. Sohbet, irşat ve ders halkaları yanında telif ettiği eserlerle de hizmetlerini sürdürmüştür. Abdülkadir-i Geylânî, sünni tasavvufun sıkı bir takipçisidir. Bu açıdan onun tasavvuf anlayışında zahir ve batın çelişmesi veya çekişmesi yoktur. Kendisinden sonra gelenlerce, başta İbnü’l-Arabî olmak üzere “kutub” ve “insan-ı kamil” olarak tavsif edilmiştir (Yılmaz, 1994, s. 136).
Abdülkadir-i Geylânî’nin ilmi, manevi, tasavvufi ve saygın kişiliği, İslam dünyasının dört bir yanına yayılan çocuklarının faaliyetleri, müritlerin gayretleri, İslam toplumunun o dönemki durumu ve Moğol İstilası gibi etkenler Kadiriliğin kısa zamanda uzak diyarlara kadar yayılmasını sağlamıştır. Tasavvuf tarihinde büyük tarikatların çoğunda az veya çok, şubelerin teşekkül ettiğine rastlıyoruz. Hakiki olsun, tali olsun kendilerini Kadiriliğe nispet eden ve Kadiriliğin kolu sayılan tarikatları şu şekilde sıralayabiliriz: Hikemiyye, Esdiyye, Beceliyye, Fârıziyye, Ehdeliyye, Gaysiyye, Uceyliyye, Nehâriyye, Zeylaiyye, Tavâşiyye, Müşerriiyye, Yâfiiyye, Cebertiyye, Dâvûdiyye, Urâbiyye, Eşrefiyye, Bekkâiyye, Cüneydiyye, Gavsiyye, Kemâliyye, Kumeysiyye, Nevşâhiyye, Sumâdıyye, Rûmiyye, Bû Aliyye, Nablûsiyye, Hilâliyye, Semmâniyye, Ammâriyye, Nesîmiyye, Resmîyye, Menziliyye, Muhtâriyye, Müştâkıyye, Hâlisiyye, Fâzıliyye, Enveriyye, Niyâziyye, Kesnezâniyye, Mürîdiyye, Kâsımiyye, Mikşâfiyye, Garîbiyye (Hindiyye), Zincîriyye, Şer‘iyye (Çakır, 2018, s. 170).
İslam’ı yayma çalışmalarını sistematik hâle getiren tarikatların başında Kadiriyye gelmektedir. Tarikatın müntesipleri Afrika’da misyonerlerin önünü kesmekle kalmamış, İslam’ı bölgenin hâkim dinî haline getirmişlerdir. Yerli halklar, misyonerlerden çok Kadiriyye gibi tarikat zümrelerine ilgi ve alâka göstermişlerdir (Abu’n-Nasr, 2000, s. 11).
Kadiriliğin Afrika’da ilk intişarı, Abdülkadir-i Geylânî’nin torunu Seyyid Ahmed b. İbrahim’in Bağdat’tan Kahire’ye, oradan da Endülüs’e hicreti ile başlamıştır. Kuzey Afrika’da kısa zamanda intişar eden Kadiriyye 853/1450’lerde Fas’ta iyice tanınmıştır (Özköse, 2019, ss. 220-221).
Tarikatın ilk intişarından itibaren Afrika’da yoğun bir müntesip edindiği anlaşılmaktadır. Bugün Afrika’nın doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine kıtanın her tarafında müntesiplerine sıkça rastlanmaktadır. Bu sebeple bazı araştırmacılar Kadiriyyeyi bu kıtadaki en çok müntesibi olan ve en yaygın tarikat kabul ederler. Sanhâce kabilesi sayesinde tarikat bir yandan Mağrib’de Takedda’ya kadar yayılırken, diğer taraftan da Merkezi Afrika’da Agades’e kadar uzanmıştır. Tarikatın Kuzey Afrika’dan iç kesimlere neşrini sağlayan kabile, Kel es-Suk kabilesi olmuştur. Kel es-Suk kabilesi Agallal ve Azavad kentlerini tarikatın önemli merkezleri konumuna getirmiştir.
Batı Afrika ve Bilâdü’s-Sudan’da Kadiriyye Tarikatının yayılmasını sağlayan en güçlü zümre ise Kunta şeyhleri olmuştur. Kunta şeyhleri kendilerini meşhur Kadiriyye şeyhi Ahmed el-Bekkâî’ye (ö.908/1504) nispet etmişlerdir. Velata şehrini tarikatlarının merkezi haline getiren Kunta şeyhleri buradan Timbuktu’yu mesken tutmuşlar, Bilâdü’s-Sûdân ve Mağrib’den Kayravan, Trablusgarb ve Kahire’ye müritlerini güçlü bir ilmî zümrenin teşekkülüne öncülük etmişlerdir. Timbuktu’da kurdukları medrese ve zaviyeleri ile İslam’ın güçlü temsilcileri konumuna gelmişlerdir. Muhtâr el-Kuntî’den sonra Kadiriyye Bilâdü’s-Sudan’da Muhtâriyye olarak tanınmaya başlamıştır (Özköse, ss. 220-221). Mağrip ve Bilâdü’s-Sûdân’da Muhtâriyyenin başlıca temsilcilerini; Muhammed b. Ahmed el-Azmûrî (ö. 1284/1867), Beşir b. Abdilhay el-Berbûşî es-Sahrâvî (ö. 1290/1873), Muhammed Emin b. Abdillah el-Haccâcî (ö. 1295/1878), Muhammed Sûdânî (ö. 1308/1891), Muhammed b. et-Tihâmî el-Vezzânî (ö. 1311/1894), Muhammed b. Ahmed el-Merâkeşî (ö. 1318/1901) olarak sıralayabiliriz (İbrahim, 1974-1984, 2/77; 7/ 21-29, 68, 91-92, 130-131).
Erken dönemlerden itibaren Sudan coğrafyasında faaliyet yürüten Kadiriyye Hicaz’dan gelen ilk temsilcileri ile varlığını görünür boyutta hissettirmiştir (Trimingham, 1970, s. 156). Kadiriyye tarikatı zaviye ağlarıyla geçmişten günümüze kadar Hartum, Dongola, Berbera, Taka, Sinnâr, Kordofan, Darfûr, Bahrü’l-Gazel, Harar, Vaday, Bornu ve Sokoto’da yaygın bir tarikat haline gelmiştir (Çaycı, 1995, s. 22). Böylesine güçlü zaviye ağlarıyla Kadiriyye şeyhleri Sudan’da dinamik ve canlı bir faaliyet çizgisi sergilemişlerdir. Diğer tarikatlara nazaran Sudan halklarıyla daha sıkı bir irtibat içerisinde olmaları Kadiriyye müntesiplerinin oldukça yaygın olmalarına yol açmıştır. Farklı tarikat zümreleriyle irtibatı sağlamaları, uyumlu kimlikleri, çatışma kültüründen uzak tabiatları, halkla olduğu kadar bürokrasi zümresiyle de yakın temas kurmaları, bölgenin sosyo-kültürel dinamiklerine sahip çıkması nedeniyle Kadiriyyenin Sudan’da bariz bir üstünlüğünün olduğu bilinmektedir (Grandin, 326).
Kadiriyye müntesiplerinin tarikat faaliyetleri bir yandan Müslümanların İslami kimliklerine sahip çıkmasını sağlarken diğer yandan da on yedinci yüzyıldan itibaren etkisini artırarak devam eden misyonerlik faaliyetlerine karşı İslam’ın tebliğine zemin hazırlamıştır (Ertan, 14). Sudan’da çok sayıda Kadiriyye zümresi bulunmaktadır. Zenciler arasında Kadiriyyenin özellikle üç kolu dikkat çekmektedir:
Bunlardan birincisi on beşinci yüzyılda Seyyid Ahmed el-Bekkâî tarafından kurulan Bekkâiyye koludur. İkincisi Kunta şeyhleridir. Üçüncüsü ise Şeyh Muhammed Fâzıl’ın (ö. 1284/1869) kurucusu olduğu Fâziliyye koludur (Hiskett, 1984, s. 50).
Kadiriyye Tarikatının on dokuzuncu yüzyılda varlığını daha da güçlü bir şekilde hissettirmesi Kadiriyye müntesibi Osman b. Fûdî’nin Fülânî Hareketi ile Ahmedü Bamba’nın mensup olduğu Mûridiyye Hareketi vasıtasıyla olmuştur (Schimmel, 2018, ss. 91-92). Sudan’ın siyahi halkları ve özellikle Sahra Tevârikleri arasında faaliyet gösteren Kadiriyye müntesipleri, hac yolculuklarını koordine etmeleri, virtlerini yaygınlaştırmaları, sesli ve coşkulu zikir merasimleri ile Tevâriklerin ilgi odağı haline gelmişlerdir (Kavas, 2018, s. 132).
Mısır ve Hicaz yöresinden gelip Bilâdü’s-Sûdân’da faaliyet yürüten meşâyıhtan en dikkat çeken isim Kadiriyye ve Halvetiyye şeyhi Cibril b. Ömer’dir. ilmî ve takvası ile tanınan Cibril b. Ömer Sudan halklarının maneviyat önderi ve İslam’ın güçlü bir tebliğcisi olmuştur (Fûdî, 1962, s. 589). Meşhur halifesi Osman b. Fûdî onun hakkında şu yerinde tespitlerde bulunmuştur: “Cibril b. Ömer’in teşvik ve gayretleri olmasaydı, sünnet-i seniyyeye gereği gibi ittiba etmemiz, bidatın karanlıklarından arzulanan kurtuluşu gerçekleştirebilmemiz mümkün olmayabilirdi. Sudan topraklarından batıl inançların ve günah yollarının önünü kesen odur. Biz onun eseriyiz. İcraatlarımız onun projeleridir.” (Bello, 1964, s. 55) Osman b. Fûdî başka bir ifadesinde şeyhi Cibril b. Ömer’in hayatını ahlâk-ı hamidenin göstergesi olarak nitelendirmektedir (Muhammed, 1957, s. 566). Bir diğer müridi Abdullah b. Fûdî ise eserlerinde Cibril b. Ömer’i şeyhler şeyhi ve Bediuzzaman şeklinde değerlendirmektedir. Onun ilim ve irfan sahibi bir zat, yaşadıkları asrın kandili, kapalı kapıların anahtarı ve i’lâ-yı kelimetullah davasına adanmış bir insan-ı kamil olduğunu belirtmektedir (Balagun, 1975, s. 32). Cibril b. Ömer Sudan’da İslam kültürünün yozlaştırılmasına karşı mücadele vermiş, Müslümanlara karşı uygulanan kimi baskı politikalarına tavır koymuş ve bazı siyasilerin İslam dışı uygulamalarından rahatsız olmuştur (Özköse, 2019, ss. 59-62). Konu hakkındaki rahatsızlıklarını şu şekilde dile getirmiştir:
Bizler Sudan diyarlarında siyasilerin ne tür bir politika izlediklerini, icraatlarının İslami mi, gayri İslami mi olduğunu yakından takip etmekteyiz. Kıldıkları namazlar, tuttukları oruçlar ve Müslümanlıklarını itiraf etmek suretiyle zulümlerini gizlemeye çalışmaktadırlar. Müslüman olduklarını söylemelerine rağmen, ülkelerindeki bidat, hurafe ve batıl inançlara karşı vurdumduymaz tutum takınmaktadırlar. Onların bu ilgisiz hâlleri, ülkemizde İslam dışı adetlerin yayılmasına yol açmaktadır (Trimingham, s. 142).
Başka bir değerlendirmesinde ise şunları söylemektedir:
İdarecilerimiz vatanımızda sevapla günahı, sünnetle bidatı imanla küfrü bir tutar konuma gelmişlerdir. Onlar zulümlerine, orucun ve namazın aydınlığını karıştırmışlardır. Sözde Müslümanlıklarına zavallı ve cahil halkı inandırmışlardır. Hâlbuki onlar Müslüman sayılamaz (Bello, ss. 207-208).
Cibril b. Ömer’den Halvetiyye icazeti alan Osman b. Fûdî, Muhtar b. Ahmed el-Vâfî el-Kuntî’den (ö.1226/1811) Kadiriyye icazeti almıştır. İrfani yaklaşımları ve tezkiye çalışmalarıyla Osman b. Fûdî’nin ıslahat hareketini teşekkül ettirmesinde Muhtar el-Kuntî ilham kaynağı olmuştur (Bello, ss. 220-221). Tasavvufi ıslahat çalışmasını daha çok günümüz Nijer ve Nijerya topraklarında yürüten Osman b. Fûdî bir Halvetiyye ve Kadiriyye şeyhi olarak Sudan ve Çad topraklarında da etkili olmuştur. Kurucusu olduğu Sokoto Halifeliğinin sınırları Sudan coğrafyasına nüfuz etmiştir. Halvetiyye ve Kadiriyye şeyhleri olarak Osman b. Fûdî, Abdullah b. Fûdî ve Muhammed Bello üçlüsü yetiştirdikleri müritleri ve halifeleri vasıtasıyla on dokuzuncu yüzyılda Kadiriyyenin hâkim konuma gelmesine vesile olmuşlardır (Espie, 1970, s. 271; Hiskett, s. 160).
Sudan’da Kadiriyye Tarikatının bir diğer önemli temsilcisi Şeyh Laminû adıyla da bilinen Muhammed Emin el-Kanimî’dir. Öğrenimini Fizan, Merzûk, Bornu ve Hicaz’da tamamlayan Kanimî, on sekizinci yüzyılın başında Bilâdü’s-Sûdân’da tasavvufi hayatın canlanmasına ve Kadiriyye tarikatının güç kazanmasına katkı sağlamıştır (Hiskett, s.195). Bornu şeyhi olarak tanınan Kânimî, Ngala şehrindeki zaviyesinde Kadiriyye virdi üzerine irşat faaliyetlerini yürütmüş ve bölgede İslam’ın yayılışına katkı sağlamıştır (İbrahim, 1990, s. 40). Aynı dönemde Kadiriyye şeyhi olarak Osman b. Fûdî Sokoto Halifeliğinin kurucusu kabul edilirken, Kanimî bir Kadiriyye şeyhi olarak taşıdığı Kanem-Bornu Devleti’nin hamiliğini üstlenmiştir (Özköse, 2004, ss. 189-230).
Sudan’da Kadiriyye meşâyıhının en önemli özelliği genelde velut müellifler olmalarıdır. Kadiriyye zümreleri tarafından kaleme alınan eserler hem Bilâdü’s-Sûdân hem de Mağrip coğrafyasında yegâne başvuru kaynakları olarak kabul edilmektedir. Bunlardan bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
Muhammed Arabî b. Tayyib el-Kādirî’nin Tuhfetu ehli’s-sıddîka isimli eseri,
Abdüsselam b. Tayyib el-Kādirî’nin İğâsetu’l-lehfân bi-esânîdi evle’l-irfân, el-Maksadu’l-Ahmed, Mu’temidu’r-râvî ile Nuzhetu’l-fikr fî menâkıbi’ş-şahsayni Sidi Muhammed ve vâlidihi Sidi Ebî Bekr ed-Delâî isimli eserleri,
Ahmed el-Kādirî’nin Nesimâtu’l-âs fî hucceti Seyyidinâ Ebi’l-Abbâs Ahmed el-Kādirî isimli eseri, ez-Zuhru’l-bâsim,
Muhammed b. Tayyib el-Kadirî’nin Neşru’l-mesânî fî ehli’l-karni’l-hâdî aşar ve’s-sânî isimli eseri (Benabdillah, 2001, s. 56-63),
Muhammed b. et-Tihâmî el-Vezzânî’nin (ö. 1311/1894) Hatmetü Muhtasarı’ş-Şeyh Halil ile Takyîdün fî İmani’l-Mukallid isimli eseri (İbrahim, s. 91-92),
Muhammed b. Abdülkerim es-Semmânî’nin Risâletü’n-nefahâti’l-ilâhiyye fî keyfiyyeti sülûki’t-tarikati’l-Muhammediyye ile Risâtetü igâsetü’l-lehfân ve müvâsâti’1-velvân isimli eserleri,
Ahmed et-Tayyib’in el-Cevherü’l-ferîd fî ilmi’t-tevhîd, Havâssu’l-esmâ ve Risâletün fi’1-kimyâ isimli eserleri bunların en dikkat çekenleridir.
Hartum’a 35 km. kadar uzaklıkta bulunan Umm Davan Bane isimli kasaba bugün bir Kadiriyye şeyhinin emaneti olarak görülmektedir. “Bir ışık belirdi” anlamına gelen Umm Davan Bane isimli bu kasabaya on dokuzuncu yüzyılda bir Kadiriyye şeyhi gelir. Kasaba halkı onun yaktığı hakikat meşalesinden yararlanır, öncü olur, ışık saçar, kasaba halkının maneviyat yolunu aydınlatır. Verdiği derslerle hakikat ışığını yakar ve cehaletin zifiri karanlıklarını dağıtır. Bölge halkı da bu gerçeği beyan sadedinde işaretle “bir ışık belirdi” demişlerdir. Kasabanın adı böylece ortaya çıkmış ve halen her yıl düzenlenen ihtifallerde kurbanlar kesilmekte, yoksullar doyurulmakta, ikramlar yapılmakta, şeyhin türbesi ziyaret edilmektedir. Kitleler halinde gelen Kadiriyye dervişleri burada buluşup virtlerini icra etmektedirler. Umm Davan Bane halkının ifadesiyle bu kandil 100 yıldır hiç söndürülmeden yanmakta ve şeyhin manevi nüfuzu halen devam etmektedir (Arpa, 2013, s. 205).
Sömürge güçleri Somali’yi işgal edince Somali halkının sert direnişi ile karşılaştılar. Somali Müslümanları arasında tasavvufi çizgideki hareketler adeta Somali halkının sesi konumuna gelmişlerdi. Tasavvufi öğretileri, İslami hassasiyetleri ve bölgedeki nüfuzları ile dikkat çeken üç önemli tasavvufi hareket öne çıkmaktadır. Bunlar da Kadiriyye, Ahmediyye ve Salihiyye tarikatları idi. Kadiriyye Tarikatının Somali’de faaliyet yürüten Zailiyye ve Üveysiyye diye iki kolu vardı.
Kadiriyye Tarikatının Somali’de yayılmasına Harar emirlerinin doğrudan ve dolaylı katkıları olmuştur (Allen, 2022). Kadiriliği Somali’ye taşıyan Kadiriyye şeyhi Şerif Ebu Bekir b. Abdullah el-‘Aydarus olmuştur. Kadiriliğin Somali’ye girişi Somali’de dinî hayatın neşvünema bulmasına yol açmıştır. Bölgede İslami hayatın güç kazanması kadar sömürge döneminde Somali Müslümanlarının bağımsızlık mücadelesine öncülük etmesi bakımından da önemli rol oynamıştır (Allen, 2022).
Afrika’nın doğusunda Kadiriyyenin adeta pîr-i sânisi olarak addedilen Şeyh Üveys b. Muhammed el-Baravi Somali halkının hamisi addedilmiştir. 1847 yılında Somali’nin Baraave şehrinde doğan el-Baravi, tasavvuf eğitimini Bağdat’ta tamamlamıştır. 1883 yılında Bağdat’tan dönen el-Baravi, Somali’de Kadiriyye Tarikatının şeyhliğini üstlenmiştir. Somali’den Tanzanya’ya kadar uzanan geniş sahada Kadiriyyenin yayılmasını sağlamıştır. sufi kimliği kadar kanaat önderi olarak da öne çıkan el-Baravi, sosyal ve politik yaklaşımlarıyla Somali halkının geleceğine dönük çalışmalarda bulunmuştur. Ticaret erbabını desteklemesi, köle ticaretine yönelik tepkisel tavrı, kadınların sosyal statü kazanması ve çocukların eğitimi konusunda toplumun her kesimiyle yakından ilgilenmiştir (Allen, 2022). Somali topraklarındaki yerel dinamikleri tehdit eden, geleneksel toplum yapısını bozan, kabile ve aşiret kavgalarını körükleyen sömürge güçlerinin ne denli büyük tehdit oluşturduğunu erken fark eden el-Baravî söylem ve yaklaşımlarıyla sömürge güçlerine karşı mücadelenin fitilini ateşlemiştir. Faaliyetlerini stratejik öneme haiz yaklaşımlarla sürdürmeye çalışan el-Baravi, Somali’nin güneyini işgal altında tutan İtalyan yönetimiyle temkinli ilişkiler kurmuş, Somali’nin güneyindeki Almanlara, Kenya, Tanzanya ve Zengibar’daki İngilizlere karşı tepkisel tavrını sergilemiştir. Öyle ki Zengibar Sultanı Bargaş b. Said onun samimi bağlılarından biri olmuştur. Bargaş b. Said’in desteğiyle Kadiriyye Tarikatının kıyı şeridi boyunca yayılmasını sağlamış, özellikle Alman kolonisine dâhil olan limanlarda varlığını artırmıştır (Martin, 1969, s. 474).
el-Baravî ile Zengibar Sultanı arasındaki bu özel yakınlık Kadiriyye Tarikatının bölgedeki etkinliğine güç katmıştır. Deniz ticareti için merkez olma özelliğine sahip olan Zengibar Hanedanlığı yürütülen denge siyasetiyle sömürge güçlerine rağmen varlığını sürdürmeye çalışmıştır (Allen, 2022). Zengibar adasının seçkin kesimlerine, bürokrasi ve entelektüel zümrelerine hitap edebilen bir tarikat olarak Kadiriyye seçkin bir konum kazanmıştır (Allen, 2022). Zengibar’daki dinî, ilmî ve ticari faaliyetlerini dengeli bir şekilde yürütmeye çalışan el-Baravi, yerli halkların sömürgeci İngilizlere karşı direnişe geçmesini sağlamıştır.
Salihiyye Tarikatı
Ahmed b. İdris el-Fâsî’nin (ö. 1253/1837) kurucusu olduğu İdrisiyye Tarikatı alt kolları durumundaki Mirganiyye, Reşidiyye ve Senûsiyye şubeleri vasıtasıyla Somali topraklarında saygın bir konum edinmişti. Ahmed b. İdris el-Fâsî’nin Somali coğrafyasına gönderdiği meşhur halifesi Şeyh Ali Maye, tebliğ faaliyetlerine hızlı başlayıp çalışmalarını daha çok Aşağı Shabelle bölgesinde yaygınlaştırmıştı. Aşağı Shabelle, Banadir ve güneydeki kimi yerleşim birimlerinde İdrisiyye Tarikatına mensup geniş taraftar kitlesi edinmeye başlandı. Ahmed b. İdris el-Fâsî’nin meşhur halifesi İbrahim er-Reşid (ö. 1291/1874) idi. Reşidiyye kolunun kurucusu kabul edilen İbrahim Reşid’in en gözde halifesi ise Salihiyye şubesini tesis eden Muhammed İbn Salih idi. Muhammed İbn Salih’in halifesi Muhammed Abdullah Hasan vasıtasıyla Salihiyye Tarikatı Somali’de kök salmıştır (Elmi, 2012, ss. 102-103). Bölgede Kadiriyye şeyhi el-Baravî’nin mücadelesinden daha güçlü bir etki uyandıran isim hiç şüphesiz Salihiyye şeyhi Muhammed Abdullah Hasan olmuştur. Muhammed Abdullah Hasan’ın başlattığı cihat hareketi sömürgeciliğe karşı direnişin adresi olmuş, Somali topraklarını işgal eden İngiltere, İtalya ve Etiyopya’ya büyük kayıplar verdirmiştir (Allen, 2022).
Muhammed Abdullah Hasan 1856 yılında Ogaden bölgesinde doğmuş ve ilk dinî tahsilini buradaki âlimlerden almıştır (Lewis, 1976, s. 180). Genç yaşta Kur’an’ı öğrenen Muhammed Abdullah Hasan babasının vefatı üzerine o dönemde İngiliz işgali altında olduğu için “İngiliz Somalisi” olarak adlandırılan Somaliland bölgesine taşınmıştır. Burada dayılarının gözetiminde Arap ve Somalili hocalardan eğitim alan Muhammed Hasan; matematik, astronomi ve Arap dili ve edebiyatı ilimlerini öğrenmiş, Arapçasını güçlendirmiştir. Bir süre sonra tekrar Ogaden’e geçerek Ogaden âlimlerinden fıkıh, usul ve siyer dersleri almıştır. Daha sonra dönemin ilim merkezlerinden biri olan Mogadişu’ya geçerek burada ilim tahsilini sürdürmüştür (Marife, 2022). 1890 yılında hacca giden Muhammed Hasan, 6 yıl kadar Hicaz ve Yemen’de kalmıştır. Hicaz uleması ile yakın temas kuran Muhammed Abdullah Hasan burada ilmî müzakerelere katılmıştır (Merzûk, 1964, s. 16). Hicaz ve Yemen’de aldığı eğitim sırasında ümmetin birliğini, Müslümanların ittihadını, ümmetin derdiyle dertlenmeyi kendisine şiar edinmiştir (Martin, s. 181). Bu şekilde ilim meclislerindeki kazanımlarını sürdürürken Mekke’de Ṣaliḥiyye Tarikatının kurucusu Sudanlı Şeyh Muhammed İbn Salih ile görüşüp kendisine intisap etmiştir (Karrar, 1958, s. 109; Marife, 2022). Şeyhi Muhammed İbn Salih’in tecdid, ıslah, zikir, mücahede ve riyazete dayalı fikirlerinden ileri düzeyde etkilenen Muhammed Abdullah Hasan, şeyhinin halifesi vasfıyla 1895 yılında Somali’ye gönderilir ve şeyhinin emri doğrultusunda ıslahat çalışmasını sürdürür (Mezkûr, s. 16). Bidat ve hurafelere karşı mücadelesi, günah ve isyandan kaçınmaya dönük öğretileri, zararlı alışkanlıklara karşı tavrı, helal ve haram çizgisine riayet etmeyen ibahiyeci yaklaşımlara karşı reddiyesi, İslami yükümlülükleri yerine getirmede vurdumduymaz yaklaşımlara yönelik uyarıları, batıl inançların dinde yerinin olmadığına dair hatırlatmaları ile Muhammed Abdullah Hasan halkın İslami hassasiyete bürünmesinde doğrudan katkı ve tesirleri olmuştur (Lewis, s. 66). İdrisiyye Tarikatının diğer temsilcileri gibi Muhammed Abdullah Hasan da taklide dayalı din anlayışı yerine tahkike dayalı bir iman kalitesine bürünmeyi öngörmüş, mezhep taassubuna karşı uyarılarda bulunmuş, içtihat kapısının açık olduğunu savunmuş, içtihat ve cihadın savunucusu olmuştur (Özköse, 2001, s. 180).
Somali’ye döndükten sonra Somali halkının İslam’a olan bağlılıklarını güçlendirmeye çalışan Muhammed Abdullah Hasan bir yandan da misyonerlerin ve sömürge güçlerinin artan tesirlerini gidermeye çabalamıştır (Martin, s. 180). Kitleleri harekete geçiren güçlü hitabeti, halka tesir eden karizmatik şahsiyeti, insanları etki altında bırakan manevi nüfuzu ile Somali’deki İngiliz işgaline karşı kitleleri uyandırmaya, Somali halkını topraklarına sahip çıkmaya, özgürlüklerini korumaya, kendi kazanımlarını kaybetmemeye çağırmıştır (İsa, 1965, s. 55). Somali topraklarını bir baştan bir başa dolaşan, bireysel ve kitlesel görüşmeler gerçekleştiren, kitleleri coşturan vaazlar veren Muhammed Abdullah Hasan ülkesinin İngiliz işgaline maruz kalmasını asla hazmedemez. “Allah İngilizlerden büyüktür” (Merzûk, s. 37; İsa, s. 59) diyerek endişe ve korkuya mahal bırakmaz. Aden’den Barbera’ya geldiğinde, gümrük ödemeden bagajlarını almasına izin vermeyen İngiliz gümrük memuruna Muhammed Abdullah Hasan, “Siz bu topraklara girerken gümrük ödediniz mi? Bu topraklara hangi gümrükle girdiniz? Hem size ülkemize girme iznini kim verdi?” cevabını vermiştir (İsa, s. 60). Böylesi cesur tabiatı ve dobra konuşması İngiliz komutan J. Hayes’ın Muhammed Abdullah Hasan’ı “Deli Molla” (Martin, s. 180) yaftasıyla nitelendirmesine yol açmıştır. Muhammed Abdullah Hasan’ın cihat bayrağını açarak İngilizlere karşı silahlı mücadelesini başlatmasına yol açan ve bardağı taşıran en son olay İngiliz Sömürge Valisi’nin Barbera’da ezanı yasaklaması ve bu yasağa uymayıp halen ezan okumaya devam eden bir müezzini öldürmesidir (Merzûk, s. 20; İsa, ss. 60-61). Barbera ve Ogaden’de halkı sömürgeci güçlere karşı direnişe geçmeye davet eden Muhammed Abdullah Hasan müritlerini silahlandırmaya ve halk kitlelerinin kendi müritleriyle birlikte ortak hareket etmesine çaba göstermiştir (İsa, s. 64). İşgal ve sömürünün kitleler nezdinde büyük yaralar açtığı 1899 yılının Mart ayında Somalili bir güvenlik görevlisi İngiliz güçlerine hizmet etmekten vazgeçip Muhammed Abdullah Hasan’ın cemaatine sığınır. Kaçan bu güvenlik görevlisini kendilerine teslim etmesini istemelerine rağmen Muhammed Abdullah Hasan’ın bu şahsı İngilizlere teslim etmemesi mücadelesinde yeni bir safhanın başlamasına yol açar. Bu yaklaşımı İngiliz sömürge yönetimini ciddi oranda rahatsız eder. Artık o günden sonra Muhammed Abdullah Hasan İngiliz güçleri tarafından asi olarak ilan edilir (Jardine, 1923, s. 40; Özköse, s. 180). İngiliz güçlerine karşı cihadını resmen ve fiilen sürdüren Muhammed Abdullah Hasan bir yandan da İtalyan güçlerinin istila ve sömürge girişimlerini durdurmaya çalışır. Diğer yandan sömürge güçlerinin desteğini alan Etiyopya güçlerinin yayılmacı tavrına karşı Somali topraklarını korumaya çalışır (Marife, 2022).
Bilhassa 1901-1903 yılları arasında gerçekleşen atak ve taarruzuyla Muhammed Abdullah Hasan İngiliz güçlerine büyük kayıplar verdirdi. İngiliz ve İtalyan güçleri mücahitlerin saldırılarını püskürtemez konuma geldi. A. Phunkett komutasındaki İngiliz birliklerini pusuya düşüren derviş birlikleri İngiliz güçlerinin işgal ettikleri bölgelerden geri çekilmelerini sağladı. Hindistan’dan, Uzakdoğu’dan ve Afrika yerlilerinden teşekkül ettirilen İngiliz birliklerine düzenlenen baskınlarla ağır kayıplar verdirildi (Moyse-Bartlett, 1956, ss. 178-181).
Somali’de kurmaya çalıştıkları koloni güçlerine karşı Muhammed Abdullah Hasan’ın önemli bir tehdit unsuru haline geldiğini anlayan İngilizler kendisini askerî güçle dizginleyemeyeceklerini anlayınca bu kez Muhammed Abdullah Hasan’ın halk nezdindeki itibarını yitirme girişimine başladılar. Muhammed Abdullah Hasan hakkında karalama kampanyaları başlattılar. İngiliz entrikası o kadar ileri boyuta gider ki meşruiyetini şeyhi Muhammed b. Salih’ten alan Muhammed Abdullah Hasan’ın şeyhiyle irtibatını koparmaya çalışırlar ve bunu da başarırlar. Şeyh Muhammed İbn Salih 1909 yılında gönderdiği bir mektupla müridi Muhammed Abdullah Hasan ile irtibatının kalmadığını ilan eder (Jardine, ss. 183-186; Özköse, s. 182). Bu mektup üzerine Salihiyye müritlerinden bir kısmı Muhammed Abdullah Hasan’ın yanından ayrılır. Bu da Somali’de sömürgeciliğe karşı sergilenen bağımsızlık mücadelesinin önemli ölçüde yara almasını sağlar.
Cihadın olanca hızıyla devam ettiğini gören İngiliz güçleri bu kez Muhammed Abdullah Hasan’a bağlı dervişlerin kullandıkları su kaynaklarını kuruttular, yiyecek ve temel ihtiyaç maddelerini temin ettiği yolları kapattılar, Eritre, Cibuti, Etiyopya ve Hicaz üzerinden gelen silah ve cephane desteğinin ulaşmasına engel oldular (Martin, s. 182).
Yıldırma, engelleme ve karalama kampanyalarına rağmen ilerleyişini sürdüren ve sahada önemli kazanımlar elde eden Muhammed Abdullah Hasan sonunda kendi devletini ilan eder (el-Merci, 2022). Taleh’i merkez ittihaz edinen Muhammed Abdullah Hasan kontrol altında tuttuğu bölgeleri müstahkem hale getirir, savunma kaleleri kurar, dışarıdan gelecek saldırılara karşı savunma hatları oluşturmaya çalışır. Barbera ve çevresini hâkimiyeti altında tutmayı başarır. Osmanlı Devleti ile yakın temas içerisinde olur, umudunu Osmanlı Hilafetine bağlar, hatta Birinci Dünya Savaşında Osmanlı güçlerini destekler (Özköse, s. 182). Osmanlı Devleti ise Balkanlar’da Yunanistan ve Makedonya meseleleri ile uğraşırken Somali gibi uzak coğrafyadaki sorunlarla ilgilenecek durumda değildir (Orhonlu, s. 161-162). Buna rağmen Muhammed Abdullah Hasan 1916 yılında Ahmed Şirva b. Mahmud isimli elçisini Aden’e gönderir. Aden’deki Osmanlı ordusu komutanı Ali Said Paşa’yla görüşmesini ister. Ahmed Şirva şeyhinin Osmanlı Sultanı V. Mehmet Reşad’a bağlılığını, Osmanlı hilafet makamına olan saygısını iletir. Bu samimi yaklaşımı yerinde bulan Ali Said Paşa, Muhammed Abdullah Hasan’ı ve devletini tanıdıklarını ilan eder.
Sömürge güçlerine karşı verdiği mücadeleyle Somali Müslümanlarının umudu haline gelen Muhammed Abdullah Hasan’a Osmanlı yetkilileri destek olmuş, en azından ihtiyaç duyduğu silah ve cephane yardımında bulunmaya çalışmış, kendisinin yanında olunduğu mesajını vermek istemişlerdir. Bu maksatla bölgeye gönderilen Mazhar Bey hazırladığı raporla Muhammed Abdullah Hasan’a destek verilmesi gerektiğini acil koduyla İstanbul’a bildirmiştir. Mazhar Bey’in Somali bölgesinde yapılması gerekenlere dair hazırladığı rapor Enver Paşa tarafından yerinde bulunmuştur. Buna göre, Muhammed Abdullah Hasan’a Somali Emîri veya Şeyhü’l-meşâyih unvanları tevcih edilmek istenir. Kendisine verilecek silah ve cephane yardımı yanında Somali topraklarında kurmaya çalıştığı yönetimin tanınması öngörülür. Doğu Afrika Müslümanlarının ilgisini çekecek çalışmaları devam ettirmesi amacıyla Mazhar Bey’e geniş salahiyet verilir. Osmanlı yetkililerinin bu yerinde girişimlerinden rahatsız olan İngiliz güçleri bölge halklarını daha sıkı bir şekilde kendi kontrolleri altında tutmaya çalışır. Harar’da faaliyetlerini sürdüren Mazhar Bey 1915 yılına kadar bölgede Osmanlı nüfuzunu devam ettirmiş, Muhammed Abdullah Hasan’a verilen Somali şeyhü’l-meşâyih ve Somali Emiri unvanı ile Şeyh’in mücadele şevki artırılmıştır (Orhonlu, ss. 171-172; Özköse, s. 180).
Osmanlı-Alman birliklerinin Kanal Cephesinde yaşadıkları mağlubiyet ve Osmanlı güçlerinin bölgeden çekilmesi üzerine İngiliz kuvvetleri 1918 yılında bütün güçleri ile Muhammed Abdullah Hasan’ın üzerine yürümeye başlar. Modern silahlarla donatılmış orduları ile İngiliz kuvvetleri Muhammed Abdullah Hasan’ın derviş kuvvetlerini kara, deniz ve havadan kuşatırlar. Muhammed Abdullah Hasan’ın bin bir emekle inşa ettiği savunma hatlarını kırar, tahkim edilen kalelerini yıkarlar. Yoğun bombardımanlarla büyük zayiat verdirdikleri Muhammed Abdullah Hasan’ı bir türlü ele geçiremezler. Taleh’i terk etmek zorunda kalan Şeyh Ogaden’e geçer, ancak burada geçirdiği ağır rahatsızlık sonucu 1920 yılında vefat eder (Martin, s. 194).
Muhammed b. Abdullah Hasan’ın 1899-1920 yılları arasında 20 yıl süren cihadını İngilizler sonlandırmışlar ve kurduğu derviş devletini ortadan kaldırmışlardır ama onun dirilttiği bağımsızlık ruhunu Somali halkının göğsünden sökememişlerdir. Bir tarikat temeli üzerinde gelişerek güçlenen Somali Mehdisi Muhammed Abdullah Hasan’ın siyasi mukavemet hareketi başarıya ulaşamasa da Somali’nin tarihinde mümtaz bir konuma sahip olmuştur (Orhonlu, ss. 161-162). Somali halkı Muhammed Abdullah Hasan’ı “Mehdî” olarak tanımıştır (Martin, s. 179). Muhammed Abdullah Hasan’ın yaktığı bağımsızlık meşalesi günümüze kadar yanmaya devam etmiştir.
Tîcâniyye Tarikatı
Cezayir, Fas, Tunus, Mısır, Batı Afrika, Nijer, Senegal, Gambia ve Habeşistan gibi Afrika’nın farklı ülkelerinde kısa zamanda yayılan son dönem tarikatlarından en dikkat çekeni Tîcâniyye Tarikatı olmuştur. Ahmed et-Ticânî tarafından Mağrib’de kuruluşu gerçekleştirilen Tîcâniyye Sudan’da da ses getiren tarikatlardan biri olmuştur. Islahat ve ihya çizgisinde düşünce sistemi ve uygulama esaslarıyla dikkat çeken bir tarikattır. Afrika’da İslam’ın yayılmasında öncelikli rol oynamış ve İslam kültürünün yaygınlaşmasında büyük katkılar sağlamıştır. Tarikatın etkin çabaları sonucu sömürgeci güçler tarikatın nüfuzunu dizginleme çabasına bürünmüşlerdir (Özköse, ss. 130-133).
Tîcâniyyenin Sudan’da yayılmasını sağlayan en önemli temsilcisi Beşir b. Muhammed olmuştur. 1244-1248/1828-1832 yılları arasında meşhur Tîcânî şeyhi el-Hac Ömer et-Tall (ö. 1281/1864) ile Medine’de görüşüp kendisinden icazet almıştır. El-Hac Ömer’in tensibiyle Yemen’e gönderilmiş, Yemen’de zaviye kurup tarikat hizmetlerini yürütmüştür. el-Hac Ömer et-Tall’in Senegal’de başlattığı cihada katılmak arzusuyla Bilâdü’s-Sudan’a gitmiştir. Sudan coğrafyasında vazifelendirdiği dört meşhur mukaddemiyle Tîcânîyyenin Sudan’da yayılışına öncülük etmiştir (Nasr, ss. 253-258).
Tîcânîyyenin Sudan’da yayılışını sağlayan ikinci önemli Tîcâniyye şeyhi Muhammed Muhtar olmuştur. Saygın bir tüccar olarak halkın her kesimiyle irtibat kuran ve bölgede etkin faaliyetleriyle saygınlık uyandıran Muhammed Muhtar, Darfur Sultanı Ali Dinar tarafından Sultan II. Abdülhamid’e elçi olarak gönderilmiştir (Nasr, ss. 253-258).
Sultan II. Abdülhamid’in ittihad-ı İslam siyasetine destek veren Sudan’da faaliyet yürüten bir diğer Tîcâniyye şeyhi Mısır Sudanı ve Mısır Ortadoğu’ya giden Tîcânî tebliğcilerinin sürekli uğradıkları, tarikatın tanınması için yoğun çaba sarf ettikleri bilinen bir yerdir. Onlardan bir kısmı ziyaret ettikleri ülkenin siyasi arenasında önemli rol üstlenmekteydi. Bunlardan ismini anmamız gereken önemli sima, Masina Müslümanlarından Muhammed b. Fadıh b. Ahmed ez-Zerrûk’tur. Onun bu siyasi ve tasavvufi nüfuzu sayesinde Tîcâniyye, Darfur Müslümanları arasında hızla yayılmıştır (Nasr, ss. 253-258).
Yakın dönemde Tîcâniyyenin Sudan’da neşrini sağlayan bir diğer önemli Tîcâniyye şeyhi Muhammed b. Abdilmelik el-Alâmî (ö. 1353/1934) olmuştur (Nasr, ss. 253-258).
İdrisiyye
Tasavvufi ıslahat çizgisinde hareket eden yeni sufi akımların bir diğer örneği İdrisiyye Tarikatı olmuştur. İdrisiyyenin kurucusu Ahmed b. İdris el-Fâsî’dir. 1173/1760 yılında Meysûr’da doğan Ahmed b. İdris, Fes’teki Karaviyyîn medresesinde İslami ilimlerdeki ihtisasını tamamlamıştır. Karaviyyin medresesinde bir yandan zahiri ilimlerdeki tahsilini ikmal ederken bir yandan da kendisinden tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerinde eğitim aldığı Abdülvehhâb et-Tâzî’den Hıdîriyye Tarikatı, Ebü’l-Kâsım el-Vezîr’den Nâsıriyye Tarikatı icazeti almıştır. Dolayısıyla Ahmed b. İdris’in hocaları zahirle batını birleştiren, tarikatla şeriat usulünü bir bütün olarak tedris kılan, fetva ve takva yollarına birlikte hâkim olan isimlerdir. İhtisasını tamamladıktan sonra 1212/1797 yılında Fes’ten ayrılan Ahmed b. İdris, bir süre Cezayir, Tunus, Trablusgarb ve Mısır’da bulunmuş, 1214/1799 yılından itibaren Mekke’de ikamet etmeye başlamıştır (Şükrü, 1948, s. 21). Mekke’de bulunduğu 30 yıllık zaman zarfında bir sufi olarak Vehhabilerin yoğun baskı ve eleştirilerine maruz kalmıştır (Trimingham, s. 229). Cemâziye’l-âhir 1245/Aralık 1829 tarihinde Vehhabilerle Ahmed b. İdris arasında uzun soluklu ilmî münazaralar gerçekleşir (Anîş, t.y; el-Hibşî, 1396/1976, ss. 38-39). Bu toplantıda ilmî vukufiyeti Vehhabiler tarafından da tescil edilir. 21 Receb 1253/21 Ekim 1837’de Sabya’da vefat eden Ahmed b. İdris’in çocukları ve torunları Asir İdrisî Sultanlığı adıyla bir devlet kurarlar. Suudi Arabistan’ın güneyindeki Asir bölgesinde 1352/1933 yılına kadar varlığını devam ettiren bu devlet, 1933 yılında Suudi Arabistan Krallığı’na katılır (Trimingham, s. 230).
Tecdit anlayışına sahip olan Ahmed b. İdris, hayatı boyunca ilim adamı olarak temayüz etmiş, fıkhi donanımı ile tanınmış, tasavvuf ile fıkhı birleştirmiştir. Onun yegane derdi bidat ve hurafeleri ortadan kaldırmak, ifrat ve tefritten uzak bir din anlayışını kitlelere benimsetmek, Kur’an ve sünnet bütünlüğünü sağlamak olmuştur. Mezhep kavgalarının önüne geçmiş, ümmetin vahdetine önem vermiş, Müslümanlar arasındaki ayrılıkçı zihniyetlerle çatışmıştır (Trimingham, s. 228; The Sûfî Orders, s. 115). Şâziliyye Tarikatı mihverinde hareket edip düşüncelerini İbn Ataullah el-İskenderî’nin (ö. 709/1309) Hikem-i Atâiyye’si üzerine temellendirmiştir. Vehhabilere karşı mücadelesini onların mihver şahsiyet olarak kabul ettikleri Ahmed b. Hanbel ve İbn Teymiye’nin görüşleri üzerinden gerçekleştirmiş, her ikisini de ilmî birikiminin öncü isimleri olarak kabul etmiş, kendilerine her fırsatta saygı ve hürmet hissiyle yaşamıştır. Tarikatların söylem dünyasıyla Vehhabilerin keskin yaklaşımları arasında orta yolu bulmaya çalışmış, Selefîlerle sufiler arasında köprü kurmaya çalışmıştır. Her ne kadar kendisi özel muhitlerinde Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin Füsûsü’l-Hikem’inin okuyup okutmuşsa da geniş kitlelere dinî tebliğ ederken vahdet-i vücûd anlayışı yerine tarikat-ı Muhammediyye çizgisini telkin etmiştir (Chevalier, Sûfilik, 1986, s. 72). Eş’ârî mezhebinin bir mensubu olarak selef-i sâlihînin İslam anlayışını ön plana çıkarmıştır (Martin, Muslim Brotherhoods, 1976, s. 103). Abdurrahman b. Süleyman ez-Zebîdî tarafından terceme-yi hali kitaplaştırılmış, Hasan b. Ahmed el-Anîş ise Münâzarâtü Seyyidî Ahmed b. İdris ve fukahâi’n-necdiyye adlı eserinde Ahmed b. İdris’in Asir’de Vehhabî grubuyla yaptığı münazaraları metne dönüştürmüştür. Ahmed b. İdris hakkında eser kaleme alan diğer isimler arasında Lütfullah b. Ahmed Cahhâf, Abdullah Muhammed el-Hibşî, İbrahim Reşid ve Muhammed Osman el-Mirgânî özellikle zikredilmesi gereken müelliflerdir (Özköse, 2019, ss. 39-42).
Ahmed b. İdris’in görüşleri Mekke’ye gelen hacılar vasıtasıyla kısa zamanda İslam dünyasının farklı diyarlarında yayılır olmuştur. Ahmediyye ve İdrisiyye Tarikatı olarak bilinen tarikatı Hicaz, Yemen, Endonezya, Suriye, Filistin, Irak ve Afrika kıtasında hızla yayılmıştır. Ahmed b. İdris vefatıyla birlikte geride üç önemli halifesini bırakmıştır. Bunların herbiri de İdrisiyyenin kendi isimlerine izafe edilen üç önemli şubesini tesis etmişlerdir. Bunlardan Muhammed b. Ali es-Senûsî, Senûsiyye; İbrahim Reşid, Reşîdiyye; Muhammed Osman el-Mirgânî, Mirgâniyye tarikatlarının kurucusu olmuştur (Trimingham, 1959, s. 25; 1952, s. 243). Sumatra’daki Abdullah Hasan’ın öncülüğündeki Petri Hareketi, Eritre’deki Mirgânî akımı ve Sudan’daki Abdullah el-Mevarzî hareketi de İdrîsiyye Tarikatına bağlı müntesiplerinin mücadele ve tebliğ hareketleridir (Trimingham, 1971, s. 116).
Mîrgâniyye
İdrisiyyenin Mirgâniyye, bir diğer ismiyle Hatmiyye kolu Ahmed b. İdris el-Fâsî’nin meşhur halifesi Muhammed Osman Mirgânî tarafından kurulmuştur. 1208/1793 tarihinde Taif’in Selâme köyünde doğan Muhammed Osman Mirgânî, Ahmed b. Muhammed el-Bennâ el-Mekkî, Saîd el-Amûdî el-Mekkî ve Ahmed Abdülkerîm el-Özbekî el-Hindî’den Nakşibendiyye, Şeyh Amûdî’den Kadiriyye ve Şâziliyye tarikatları üzerine terbiye gördü. Tasavvufi iştiyakını Ahmed b. İdrîs’in yanında kemale erdirdi (Trimingham, 1949, s. 232). Seyr u sülûkunu tamamladıktan sonra Mîrganî, 1228/1813 yılında şeyhi Ahmed b. İdrîs tarafından Eritre’ye gönderildi. Ceberte Müslümanları arasında başarılı tebliğ ve irşat faaliyetlerinde bulunan Mirgânî, Balgha Sultanının tepkisini çekti. İrşat faaliyetleri Balgha Sultanının otoritesini sarsmaya başlayınca sultan, Mirgâni’yi zehirlemeye kalkıştı. İrşat faaliyetlerini yürütmeye imkân verilmeyince Mekke’ye döndü. Bir süre sonra şeyhi Ahmed b. İdris ile birlikte Yukarı Mısır’a gidip Luksor şehrinde görevlendirildi. Luksor şehrine yakın Zeyniye köyünde irşat faaliyetlerini yürütürken şeyhi tarafından bu kez de daha güneydeki Menfelût ve Asyût yöresine gönderildi. Eritre’de siyasi sultanın engeli, Luksor’da da yerleşmiş tarikat çevrelerin sınırlamasıyla rahat bir çalışma yürütemeyen Mirgânî, şeyhinin izniyle Sudan’a gitti (Yerinde, 2005, c. 30, s. 152). Func Hanedanlığının hüküm sürdüğü Nûbe, Kunüz, Sukkût ve Mehas’ta müritler edinmeye başladı. Nûbe yöresine meşhur halifesi Şerîf İdrîs b. Muhammed’i bırakıp kendisi daha güneye gitti ve Dongola şehrine yerleşti. Dongola’da meşhur müridi Sâlih Sivârü’z-Zeheb’i bırakarak kendisi Dâbbe’ye gitti. Şaykıye bölgesinde zühd ve takvasıyla tanınan Muhammed Hayr b. Muhammed Sâlih el-Irâkī, Muhammed Hayr en-Nazîf ve Muhammed Hammâd gibi mümtaz şahsiyetlere tarikat icazeti verdi. Şevval 1231 / Eylül 1816 tarihinde Sudan’ın batısında yer alan Kordofan bölgesine geçti, bölgedeki Bâre şehrinde üç yıl kadar kaldı. Kordofan’da Hammâd el-Beytî, İsmail el-Veli, Muhammed b. Malik, Muhammed b. Abdülhalim ve Malik Cinayd ve Kordofan kadısı Arabî el-Hatîb el-Hevvârî başta olmak üzere iki yüz kadar seçkin sima kendisine intisap etti (Sell, 1976, s. 39). 1232/1817 yılında Sinnâr’a giden Mirgânî, her ne kadar ilim ve siyaset erbabı tarafından ciddi muhalefetle karşılaşmış olsa da başta Ahmed İsa gibi bölge halkından çok sayıda kimsenin desteğini kazanmıştır. 1820 yılında faaliyetlerini Sudan’ın Metemme gibi önemli bir ticaret merkezinde sürdüren Mîrganî burada inşa ettiği cami ve zaviyesiyle irşat faaliyetlerini yaygınlaştırmış, Şerîf Şeyh Reyyâh gibi gözde şahsiyetlerin desteğini almıştır. Şindi, Dâmir, Tâkâ ve Keselâ bölgelerinde de İslam’ı tebliğ faaliyetlerini hızla devam ettiren Mîrganî ve takipçilerinin Sudan’daki varlıkları, 1821-1885 yılları arasındaki Türk-Mısır hâkimiyeti döneminde başta Mısır Valisi Hurşid Ahmed Paşa olmak üzere Mirganiyye müntesiplerine verilen imtiyazlarla huzurlu bir süreç yaşamışlardır. 1230-1237/1815-1822 tarihleri arasında Sudan’da kalan Mîrganî Mekke’ye geri dönmüş ama daha sonra da üç defa Sudan’a gitmiştir. Bu ziyaretlerinden ilkini eşi ve oğlu Muhammed Hasan ile birlikte Tâkâ’ya, ikincisini 1832’de Sevâkin’e gerçekleştirmiştir. Bu ziyaretleri esnasında Sevâkin’de birkaç zaviye kurmuş ve Muhammed eş-Şâfiî’yi Sevâkin zaviyelerinin sorumlu mukaddemi kılmıştır. Üçüncü ziyaretini de oğlu Muhammed Hasan ile yine Sevâkin’e gerçekleştirmiştir. Bu ziyarette oğlu Muhammed Hasan’ı Mîrganiyye’nin Sudan temsilcisi olarak tayin etmiş ve kendisi Mekke’ye dönmüştür (Arnold, 1970, s. 364). 1243/1827-28 tarihinden şeyhi Ahmed b. İdris’in vefat ettiği 21 Ekim 1837 tarihine kadar şeyhi ile birlikte Asir’de yaşayan Mîrganî, şeyhinin vefatının ardından Mekke’ye dönüp İdrisiyye Tarikatını Mekke’de temsil etmeye çalışmıştır (İbrahim, 1990, s. 26, 90). Şeyhi Ahmed b. İdris’e uygulanan Mekke’deki Vehhabi baskısı kendisine de yöneltilmiş ve çalışmalarını rahat sürdürebilmek amacıyla Taif’e gitmiş ve 22 Şevval 1268/9 Ağustos 1852 tarihinde burada vefat etmiştir (Trimingham, 1949, s. 233). Naaşı Mekke’ye nakledilip Muallâ Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Kur’ân ve sünnet bütünlüğüne önem veren, ehlisünnet anlayışına bağlı olan, vahdet-i vücûd, nûr-ı Muhammediyye, hatm-i velaye, kutub nazariyesine ve mehdilik anlayışına sahip olan Mîrganî, şeyhi Ahmed b. İdris’in ıslahat çizgisini devam ettirmiştir. Mehas halifesi Şeyh İdrîs, Sudan halifesi Hamed es-Sâdık, Mekke halifesi Şeyh Ahmed Kattân ve Mısır halifesi Şeyh Ahmed Ebû Hüreybe gibi sayıları binden fazla halifenin yetişmesini sağlamıştır (Yerinde, “Mirgânî”, c. 30, s. 153).
Yetiştirdiği çok sayıdaki halifesi kadar kaleme aldığı elliye yakın eseriyle dikkatleri üzerine çekmiştir. Mîrganî’nin kaleme aldığı eserlerin bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
Tâcü’t-tefâsîr
el-Esrârü’r-rabbâniyye fî mevlidi eşrefi’l-ḫalâʾikı’l-insâniyye
el-Mevlidü’l-ʿOs̱mânî
en-Nefeḥâtü’l-Mekkiyye ve’l-lemeḥâtü’l-ḥakkıyye fî şerḥi esâsi’ṭ-ṭarîkati’l-Ḫatmiyye
en-Nûrü’l-berrâk fî medḥi’n-nebiyyi’l-miṣdâk
en-Nefeḥâtü’l-Medeniyye fi’l-medâʾiḥi’l-Muṣṭafaviyye
el-Füyûżâtü’l-ilâhiyyetü’l-müteżammine li’l-esrâri’l-ḥikemiyye
Raḥmetü’l-aḥad fî iktifâʾi es̱eri’r-Resûli’ṣ-ṣamed
Miṣbâḥu’l-esrâr fi’l-kelâm ʿalâ Mişkâti’l-envâr
Mecmaʿu’l-ġarâʾibi’l-müferrekāt
Mecmûʿatü Fetḥi’r-Resûl
er-Resâʾilü’l-Mîrġaniyye
el-Cevâhirü’l-müstaḥżara mine’l-künûzi’l-ʿâliye
Nûrü’l-envâr
Ṣalâtü’ş-şühûdi’l-Muḥammedî
Münciyetü’l-ʿabîd
el-Fetḥu’l-mebrûk fî kes̱îrin min âdâbi’s-sülûk
el-Hibâtü’l-muktebese li-iẓhâri’l-mesâʾili’l-ḫamse ve’l-ʿaṭâya’d-dakīka fî esrâri’ṭ-ṭarîka
el-Ḥużûr fi’ṣ-ṣalât li’s-süʿadâʾ min ehli ḥażreti Allâh
eẓ-Ẓuhûrü’l-fâʾika fî taʿrîfi ḥukūki’ṭ-ṭarîkati’ṣ-ṣâdıka
Risâletü’l-Ḫatm fî baʿżi’l-mübeşşirât (Yerinde, “Mirgânî”, c. 30, ss. 153-154)
Reşidiyye
İdrisiyye Tarikatının Mirgâniyye yanında ortaya çıkan ikinci önemli şubesi Reşidiyye Tarikatıdır. Reşidiyye Tarikatının kurucusu İbrahim Reşîd b. Sâlih ed-Dünkulâvî eş-Şâikī’dir (ö. 1291/1874). 1228/1813 tarihinde Sudan’ın kuzeyindeki Dongola yakınlarında yer alan Düveyh kasabasında dünyaya gelen İbrahim Reşid, Şâzeliyye’nin şubelerinden Yûsufiyye’nin kurucusu İbrâhim Ahmed b. Yûsuf Reşîd’in (ö. 930/1524) neslindendir. Temel eğitimini Dongola’da tamamladıktan sonra Mekke’ye giden İbrahim Reşid, burada Ahmed b. İdrîs’e intisap etti. Şeyhiyle birlikte Asir bölgesine gidip Sabya kasabasına yerleşti. Sabya’da seyr u sülûkunu tamamlayan İbrahim Reşid, şeyhinin vefatından sonra Sabya’dan ayrılıp Sudan’a gitti. İbrahim Reşid açtığı zaviyelerle Dongola ve Lüksor’da irşat faaliyetlerini sürdürdü. 1856 tarihinde tekrar gittiği Mekke’de gerek İdrisiyye Tarikatının diğer şubeleri olan Senûsiyye ve Mirgâniyye şeyhleri ile temsil yetkisine dair tartışmalara gerekse benimsediği tasavvuf anlayışı nedeniyle Vehhabilerin tepkisine maruz kaldı. Kendisine yöneltilen suçlamalara verdiği ikna edici cevaplar onun Mekke’de tanınmasına, Suriye ve Hindistan hacıları tarafından kabul görmesine yol açmıştır. Gerçekleşen bu olumlu atmosfer içerisinde zaviyesindeki faaliyetleri canlanmış ve etkinlikleri vefatına kadar Mekke zaviyesinde gerçekleştirilmiştir. Vefatından sonra yerine yeğeni Muhammed b. Sâlih er-Reşîdî (ö. 1326/1909) geçti. İbrahim Reşid’in Mekke ve Sudan arasında sıkı irtibat kurması gibi halifesi Muhammed b. Sâlih de Mekke ile Somali arasında mekik dokumuştur. Somali’de kurduğu zaviye canlı tasavvufi atmosfer oluşturmuştur (Kurtuluş, 1994, c. 10, s. 57).
Muhammed b. Sâlih er-Reşîdî’den sonra ise Reşidiyye şeyhi Muhammed Gûlîd er-Reşîdî (ö. 1334/1918) olmuştur. “Somali Mehdîsi” adıyla tanınan Seyyid Muhammed b. Abdullah Hasan da Reşidiyye Tarikatına intisap etmiştir (Kurtuluş, 1994, c. 10, s. 57). Somali Mehdisi ile birlikte tarikat Salihiyye adını almıştır. İbrahim Reşid’in halifelerinden Ebü’l-Abbas ed-Denderâvî ise Reşîdiyyenin Mısır’da yayılmasını sağlamış kendisiyle birlikte de tarikat Denderâviyye adıyla tanınmıştır. Reşidiyye Tarikatını Sudan, Mısır, Suriye ve Malezya’da yaymayı başaran Derderâvî, ilmî birikime sahip olmamakla beraber ümmi kişiliğiyle saygın bir şahsiyet konumuna gelmiştir. Tasavvufi geleneğin sade ve saf dokusunu temsil etmenin gayretine bürünmüştür (Öteleş, 2019, ss. 141-160). Bugün Reşîdiyye Sudan’da Meruve ve Dongola bölgesinde yayılmıştır. Tarikatın Umdurman zaviyesi merkezi hüviyet arz etmektedir (Grandin, s. 344). Suriye, Sudan, Doğu Afrika, Güney ve Güneydoğu Asya’ya kadar geniş bir alana yayılma imkânı bulan Reşidiyye Tarikatının Hindistan halifesi İsmail el-Nevvâb (ö. 1327/1910) olmuştur.
Senûsiyye
İdrisiyye Tarikatının üçüncü önemli şubesi Senûsiyye Tarikatıdır. Senûsiyye Tarikatının kurucusu Muhammed b. Ali es-Senûsî, 12 Rebiu’l-evvel 1202/22 Aralık 1787 tarihinde, Cezayir’in Mustaganem kentinde dünyaya gelmiş (Stoddard, 1934, c. II, s.140; Ziadeh, 1958, s. 35), 1220-1235/1804-1819 tarihleri arasında Fes’teki Karaviyyin Medresesinde tahsilini tamamlayıp müderrislik görevini yürütmüştür (Deccânî, 1967, s. 44; Martin, 1976, s. 134; Morsy, 1984, s. 273; Şükrü, 1948, s. 13; Ziadeh, s. 36). Hadis, fıkıh, tefsir, belagat ve neseb ilimlerinde aldığı ilmî icazetleri yanında (Cemile, 1986, s. 143), Ticâniyye, Darkâviyye, Kâdirîyye, Şaziliyye Cezûliyye, Nâsırıyye, Habibiyye tarikatlarından aldığı icazetlerle Fes’te zahiri ve batıni eğitimini tamamlamaya çalışmıştır (Şükrü, 1948, s.14; Ziadeh, s.37; Morsy, 1984, s. 273). 1235/1819 yılında Fas’tan ayrılan Muhammed b. Ali es-Senûsî (el-Müeyyed, 1896, s. 66), bir süre Kahire’de ikamet ettikten sonra Hicaz’a gitmiş ve 1825-1837 yılları arasında Mekke’de bulunmuştur. Mekke’de Ahmed b. İdris el-Fâsî’ye intisap eden Seyyid Senûsî, şeyhinin 1837 yılında gerçekleşen vefatına kadar şeyhine eşlik etmiş, şeyhinin vefatından sonra Ahmed b. İdris el-Fâsî’nin üç önemli halifesinden biri olmuştur. Kurucusu olduğu Senûsiyye Tarikatını İdrisiyyenin bir şubesi olarak temellendirmiştir. Muhammed Osman Mirgânî ile İbrahim Reşid’in Mekke ve Sudan arasında gerçekleşen bir trafiğe koyulmaları gibi Seyyid Senûsî de 1837-1859 yılları arasında Mekke ile Trablusgarb arasında mekik dokumuştur. Trablusgarb topraklarında şekillenen tarikatını Afrika coğrafyasına yaymış, en önemli faaliyet alanlarından biri olarak da Sudan coğrafyasını tercih etmiştir. Şeyhi Ahmed b. İdris gibi hukukçu kimliğine sahip olan Seyyid Senûsî’nin Arap dili ve belagatı, kelam, fıkıh, tarih, neseb, hadis ve tasavvuf ilimlerine dair pek çok eser kaleme almıştır. Bu eserlerden bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
Kitabu’l-mesaili’l-aşera/Buğyetu’l-mekasid fi hulasati’r-rasid
es-Selsebilu’l-muayyen fi’t-turuki’l-erbaîn
İkazu’l-vesenân fi’l-ameli bi’l-hadisi ve’l-Kur’ân
el-Menhelu’r-rave’r-râik fî esânidi’l-ilmi ve usûli’t-tarâik
ed-Dureru’s-seniyye fî ahbari’s-sülâleti’l-İdrîsiyye
Risaletu’l-muselselâti’l-aşera fi’l-ehâdisi’n-Nebeviyye
Risaletu mukaddimeti Muvattai’l-İmami’l-Malik
Şifâu’s-sadr bi-arai’l-mesâili’l-aşer (Deccânî, 1967, s. 133).
İdrisiyye gibi Senûsiyye Tarikatı da tecdid ve ihya hareketi olarak temayüz etmiştir. Sünnet-i seniyyeye ittiba, işrakî ve burhanî tarikat anlayışları, riyazet ve mücahede uygulamaları, sıkı bir tasavvuf eğitimi, fıkıh-tasavvuf birlikteliği, ilim-amel bütünlüğü, Selefîlikle tasavvufi gelenek arasında köprü oluşturma çabası, bidatlerle kesintisiz mücadele, tevhid hassasiyeti, saf ve mutedil tasavvuf çizgisi, istikamet hassasiyeti, tarikatlar arasında bütünlüğün sağlanması, tarikat-ı Muhammediyye düşüncesi, telfik-i mezahib anlayışı, ittihad-ı İslam politikası, cihad azmi, uhuvvet ve teavün prensibi, kabileler arası barış, zaviye teşkilatı, sosyal adalet, toplumsal kardeşlik, ticaretin yaygınlaştırılması ve tüccarların himayesi, ulemanın saygınlığı, zaviyelerin saygınlığı, asayişin sağlanması tarikatın benimsediği tecdid düşüncesinin temel ölçütleridir (Trimingham, 1971, s. 119; Chevalier, 1986, s. 72; Stoddard, 1934, c. II, s. 142, 401; Sell, 1976, s.107; Cemile, s. 144; Ziadeh, Sanusiyah, s.114; Libya, 1966, s. 71; Morsy, 1984, s. 277; Pritchard, 1949, s. 78; Esed, 1988, s.403; Fazlurrahman, 1992, s. 288).
İdrisiyye Tarikatının Mirgâniyye ve Reşidiyye şubeleri Sudan merkezli faaliyetler yürütürken Senûsiyye şubesi Libya merkezli bir kuruluş gerçekleştirip hinterlandını Sudan’ı da kapsayacak şekilde genişletmiştir. Bornu, Vaday ve Ennedi’de siyasi teşekküller oluşturmuş ve Bilâdü’s-Sudan topraklarında güçlü teşkilat kurmuştur (Evans, 1949, s. 23; Palmer, 1936, s. 49). Sahra’daki Fransız yayılmacılığına karşı tarikatın şeyhi Muhammed Mehdi’nin öncülüğünde uzun soluklu Senûsiyye cihadı gerçekleşmiştir. Bornu, Vaday, Ennedi, Vacanka ve Tibesti gibi Sahra-altı coğrafyasında hâkimiyet sahasına sahip olan Senûsîlik, uzun süre Fransa, İngiltere ve İtalya’nın yayılmacılığına karşı mücadele vermiştir (Tarhan, 1973, s. 58; Cemil, 1970, ss. 493-503; Trimingham, 1949, s. 158).
Semmâniyye
Tasavvufi ıslahat hareketi olarak Sudan’da öncelikli ve güçlü nüfuz alanı kazanan en önemli tarikat Semmâniyye olmuştur. Func Sultanlığı dönemindeki sosyo-kültürel çabalarıyla tarikat dikkat çekmiştir. Halvetiyyenin Mısır’daki en önemli kolu olan Bekriyye Tarikatının Hıfniyye şubesinin bir alt kolu olan Semmâniyye’nin pîri Ebû Abdillah Muhammed b. Abdilkerim es-Semmân el-Hâşimî el-Medenî’dir (ö. 1189/1775). Halvetiyyenin yanı sıra Kâdiriyye, Şâzeliyye ve Nakşbendiyyeden de icazetli bulunan Şeyh Muhammed es-Semmân, tarikat usul ve erkânını, icazetli bulunduğu diğer tarikatların usullerini birleştirerek şekillendirmiştir. İrşat faaliyetlerini bir süre Harem-i Şerif’te Babüsselam’ın yanında kendi adıyla anılan zaviyesinde devam ettirmiştir. Şeyh Muhammed Semmân Medine’de doğmuş, orada yaşamış ve orada vefat etmiş, âlim bir zâttır.
Mısır, Sudan, Nijerya, Senegal, Yemen, Hindistan, Sumatra ve Endonezya gibi farklı coğrafyalarda yaygınlık kazanan Semmaniyye, Ekberi geleneğin esaslarını bir bütün olarak benimsemiş ve hakikat-i Muhammediyye anlayışı üzerine kurulmuştur. Şeyh Muhammed Semman Peygamber Efendimizin şahs-ı manevisini, üsve-yi hasene oluşunu ve sünnet-i seniyyeyi referans kaynağı olarak benimsemeyi vurgulayıp Peygamber Efendimize bağlılığı telkin etmiştir. Peygamber Efendimize gönülden bağlılığın yanında şer’î emirleri de eksiksiz yerine getirmekle hâsıl olan itaat çizgisine sûrî bağlılık adını verirken, Peygamber Efendimizin hilye-yi şerifinin göz önünde canlandırılarak Peygamber Efendimize yapılan rabıta ile başlayıp hakikat-i Muhammediyye anlayışını içselleştirmeye manevi bağlılık adını vermektedir (İbrahim, 1990, s. 88).
Sudan’daki Kevâhile, Halvin, Hamer ve Bekare kabileleri Semmâniyyenin candan bağlıları konumuna geldi. Tarikat Nil boyunca hızla yayıldı. Hamer kabilesi vasıtasıyla tarikat Kordofan’da yayıldı (İbrahim, 1990, s. 88).
Şeyh Muhammed es- Semmân’dan sonra tarikat, Tayyibiyye ve Feyziyye adıyla iki ayrı şubeye bölünmüştür. Feyziyyenin pîri Feyzeddin Hüseyin evrâd sahibi bir şeyh olarak Mısır’da yetişmiş ama İstanbul’da vefat etmiştir. Tayyibiyyenin pîri Ahmed et-Tayyib b. Mevlânâ el-Beşîr (ö. 1239/1824) ise tarikatın Sudan’daki varlığını artırmıştır (Ceyhan, 2011, ss. 94-95). Nil’in güneydoğusundaki Ümmü Merah cihetinde doğan Ahmed et-Tayyib, memleketinde seçkin ilim erbabının yanında başladığı İslami ilimlerdeki tahsilini Hicaz’da devam ettirmiştir. Seyr u sülûkunu tamamlayıp Nakşbendiyye, Halvetiyye ve Kâdiriyye tarikatlarından icazet alan Şeyh Ahmed et-Tayyib, daha sonra Sudan’a dönmüş ve burada ilmî faaliyetleri ile irşat çalışmalarını sürdürmüştür (Gürer, 1999, s. 372).
Yusuf Muhammed el-Emin el-Hindî (ö. 1361/1942) tarafından kurulan ve Şerîfiyye adıyla da tanınan Hindiyye Tarikatı Semmâniyyenin Sudan’daki bir kolu olarak faaliyet yürütmektedir. Keramet ve menkabeleri ile tanınan Şerif Yûsuf’un belirlediği evrâd ve ezkâr bugün Sudan halkımnın dilden düşürmedikleri dua ve hizblerdir. Kendisinin kaleme aldığı Mevlid-i Şerif metni Sudan’da sıklıkla okunmaktadır. Tarikat özellikle Kavâhla halkları, Mavi Nil coğrafyası, Hartum çevresin, Karsak vilayeti ve Kordofan yöresinde yayılmıştır. Burrî’deki türbesinin bulunduğu yer tarikatın merkez zaviyesi konumundadır. Merkeziyetçi bir yönetim anlayışına sahip olan Hindiyye Tarikatı Sudan’da yerel ve milli değerleri korumuş, bağımsızlık hareketinde öncülük etmiş dinî faaliyetlerinin merkezi olmuştur, Sömürge yönetimi altında kurulan Hindiyye, siyasi bir rol üstlenmeye daha çok adapte olmuş olan Sammaniyye’ye nispetle daha modern bir tarikattır. Tarikat erkânı bakımından Sammâniyyeye oranla daha sade ve daha derli topludur. Tasavvufi yaşantıdan çok teşkilat boyutuyla dikkat çeken bir akım olmuştur. Tarikat liderlerinin siyasi yetkililerle sıkı bir iritabı bulunmaktadır. Örneğin 1982 yılının Şubat ayında vefat eden tarikatın şeyhi Seyyid Sıddîk Yûsuf el-Hindî, Nemeyrî rejiminin başlıca muhaliflerinden biri olmuştur. Böylesi siyasal tercihler Hindiyyenin dinî konumunu geri plana itmiştir. Bugün Hindiyye, tasavvufi bir tarikattan çok siyasi bir teşkilata dönüşmüştür (Grandin, ss. 339-340).
Sonuç
Afrika’da tasavvufi hayat yaşamın bir parçasıdır. Hatta Afrika bir tarikatlar coğrafyasıdır. Afrika halkları misyonerlik, sömürgecilik, emperyalizm, işgal, savaş, kıtlık ve açlık fecaatlerine rağmen hâlen kendi değerleri ile birlikte ayakta kalabilmişlerse bunu en çok yaşam kaynağı gördükleri tarikat şeyhlerinin öncülüğü ve rehberliğine borçlu hissetmişlerdir. Fakat bu tespitlerimiz ışığında Afrika’da tarikatların menfi, yanlış ve eksik tutumları bulunmamaktadır, şeklinde bir anlam çıkarılmamalıdır. Müspet ve yapıcı yönleri ağır basması nedeniyle biz çalışmamızda daha çok Afrika tarikatlarının öncü rollerini sunmaya çalıştık. Daha doğrusu bu tespitler sadece Müslüman araştırmacıların değil batılı ve yabancı araştırmacıların da ortak tespitleridir. Zira özellikle Fransızlar, Afrika’daki sömürge girişimlerine engel teşkil eden bu akımları dejenere etmek, birbirine düşürmek, hatta kendi saflarına çekebilmek için çok yoğun ve uzun soluklu bir politika izlemişlerdir. Tarikatlar yakın takibe alınmış, aralarına ajan ve casuslar sokulmuş, büyük parasal ödenek ayrılmış ve çok güçlü yatırımlar yapılmıştır. Bu politikalarında kısmen başarılı sayılsalar da umduklarına nail olamamışlardır.
Çalışmamızda tarikatların en temel fonksiyonunun ilim, ahlâk ve ticaret sahasındaki öncü çalışmaları olduğunu belirttik. Medrese ve tekke bütünlüğünün tarihi süreç içerisinde korunduğu, ilmiye sınıfı ile tarikat çevrelerinin bütünlük oluşturduklarını, tarikat şeyhlerinin aynı zamanda bölgenin ticaret kolonizatörleri konumunda işlev gördüklerini belirttik.
İkinci önemli noktanın benimsenen tarikat-ı Muhammediyye anlayışı olduğunu belirttik. Afrika’nın tarikat çevrelerinde bidat, hurafe ve batıl inançlarla mücadele edilmiş, Peygamber Efendimizin sünnetine uyma hassasiyeti gösterilmiştir. Peygamber sevgisi ve Peygamber Efendimizi örnek alma çabası tarikat eğitimlerinin temelini oluşturmuştur. Afrika tarikatları daha çok asr-ı saadet dönemi Müslümanlığına dönüş hareketi olarak gün yüzüne çıkmışlardır.
Afrika tarikatlarının en önemli işlevselliği İslam dinini yaymak olmuştur. Afrika’da İslam’ın yayılması daha çok tarikatlar eliyle gerçekleştirilmiştir. Yerli kabilelerin dillerini konuşmaları, Afrika içlerine kadar sirayet etmeleri, tutum ve davranışlarıyla kabile çevrelerinin takdirini toplamaları zamanla İslam’ın benimsenmesine yol açmıştır. İlahileri, kasideleri, şiirleri, edebi yapıtları, menkabeleri ve tarihi şahsiyetleriyle Afrikalı sufiler bölge halklarının ilgi odağı olmuşlardır. Dolayısıyla Afrika’da İslam fetih ordularının düzenli seferleriyle değil tarikat çevrelerinin planlı ve düzenli gönül kazanma seferleriyle gerçekleştirilmiştir.
Üzerinde durduğumuz dördüncü husus Afrika’da tarikatların İslam kültür ve medeniyetini canlı kılınmaya yönelik çalışmalarıdır. Arapçanın kıtada yaygınlaşması, eğitim kurumlarının kıta içlerine kadar sirayet etmesi, göçebe kitlelerin yerleşik hayata geçmesi, yerinde yönetimin gerçekleştirilmesi daha çok tarikat çevrelerinin aktiviteleriyle güç kazanmıştır. Kıtada iktidar boşluğunun yaşanmaması, İslami ilimlerin öğretilmesi, modern dünyanın imkanlarından faydalanılması, dış dünya ile irtibatın sağlanması tarikat şeyhlerinin yoğun gayretleriyle gerçekleştirilmiştir.
Afrika tarikatların varlık mücadelesinde ortaya çıkan beşinci önemli sonuç onların sömürgeciliğe karşı verdikleri özgürlük mücadelesidir. Berlin Konferansı sonucu Afrika coğrafyası adeta batılı güçler arasında paylaştırılmıştır. Sömürgeci güçler sahip oldukları askerî üstünlüklerle ve kıtaya sevk ettikleri ateşli silahlarıyla kıta halklarına zor kullanmışlar, kıtanın yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmüşlerdir. İnsan haklarını ihlal eden, toprakları gasp eden, insanları köleleştiren ve sanayi devriminin çarklarını döndürmek için kaynakları sömüren bu batılı güçlere karşı yerel halklardan gelen en büyük tepki daha çok tarikat liderlerinin öncülük ettiği bölgesel hareketlerden gelmiştir. Adeta birer siyasi lider, halkın sorunlarına tercüman birer halk önderi, birer karizmatik lider konumlarıyla tarikat şeyhleri sömürge güçlerine karşı uzun soluklu ve amansız mücadele vermişlerdir.
Araştırmamızda dikkat çektiğimiz tarikatlara ait faaliyet alanlarından bir diğeri sosyal hayata dair katkılarıdır. Afrika’daki tarikat çevreleri halkla içiçe yaşamışlardır. Tekkeler ücra köşelere değil merkezi noktalara kurulmuştur. Dervişler hücrelerinde sadece halvetleriyle meşgul olmamışlar aynı zamanda çarşı ve pazarda, okul ve mekteplerde, sokak ve caddelerde, tarla ve bahçelerde, atölye ve işyerlerinde, dost meclislerinde, tasa ve sevinçte, köy ve kasabalarda bölge halklarıyla birlikte olmuşlardır. Kardeşlik, dostluk, barış, huzur, samimiyet, içtenlik, işbirliği ve dayanışma onların varlık sebebi olmuştur.
Kaynakça
Abbas b. İbrahim. (1974-1984). el-İ’lâm bi-men halle ve Merakeş ve Ağmât mine’l-A’lâm, Abdülvehhab Benmansur (Tah.). Rabat.
Abdullah b. Muhammed Fûdî. (1957). “Ida al-Nusukh”, Mervyn Hiskett (Ed.). Bulletin of the School of Oriental and African Studies, XIX/3.
Abdürrezzậk İbrahim Abdullah. (2008). Afrika’da tasavvuf ve tarikatlar (K. Özköse, Çev.). Konya: Ensar Yayıncılık.
Abun Nasr, Jamil. (1971). The Tijaniyya a sufi order in the modern world. London: Ibadan University and Thomas Nelson’s Sons;.
Abun Nasr, Jamil M. (2008). Modern dünyada sufi tecrübe -Tîcậniyye tarikatı örneği-. K. Özköse (Çev.). Konya: Ensar Yayıncılık.
Ajayi, J. F. Ade & Espie, Ian. (1970). A thousand years of West African History, London.
Anîş, Hasan b. Ahmed. (ty). Münâzarâtü Seyyidî Ahmed b. İdris ve fukahâü’n-necdiyye, Kahire.
Arnold, T. (1970). ed Da’vet ile’l-Islam, Hasan İbrahim Hasan ve diğerleri (Çev.). Kahire.
Balagun, İsmail A.B. (1975). The Life And Works Of ‘Osman Dan Fodio (The Muslim Reformer Of West Africa), Ibadan.
Bardakçı, M. N. (2005). Endülüslü sufi İbnü’l-Arîf ve Mehâsinü’l-Mecâlis, İstanbul: Sır Yayıncılık.
Bedevi, A. (1975). Tarıhu’t-tasavvufı’l-İslami munzu’l-bidâye hatta nihayeti’l-karni’s-sani. Kuveyt.
Bello, M. (1964). İnfâku’l-meysûr fî tarîhi bilâdi’t-Tekrûr (2. Baskı). Nijerya.
Benabdillah, A. (2001). Meâlimetu’-tasavvufi’l-İslami. Rabat: Daru Neşri’l-Marife.
Bilgin, İ. E. (1986). Afrika’da İslam’ın Yayılmasında Tasavvufun Rolü, İlim ve Sanat Dergisi, Mayıs/Haziran, 7, 85-91.
Canon Sell, D.D.M.R.A.S. (1976). The religious orders of Islam, Londra.
Cemil, Ş. (1970). Tarihu Keşfi ‘Ifrikiyye ve isti’maruha, Kahire, ss. 493-503; Trimingham, A history of Islam in West Africa, s. 158.
Ceyhan, S. (2011). Üç Pîrin Mürşidi Köstendilli Ali Alâeddin el-Halvetî ve Telvihât-ı Sübhâniyye, İstanbul: İSAM Yayınları.
Chevalier, J. (1986). Sûfilik. A. Kotil (Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Çakır, A. (2018). “Kâdiriyye”, İçinde S. Ceyhan (Ed.). Türkiye’de tarikatlar Tarih ve Kültür, (2. Baskı, ss. 159-220). İstanbul: İSAM Yayınları.
Çaycı, A. (1995). Büyük Sahra’da Türk-Fransız rekabeti (1858-1911). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Jardine. (1923). The mad mullah of Somaliland, Londra: Herbert Jenkins.
Deccânî, A. S.(1967). el-Hareketü’s-Senûsiyye neşetuha ve numuvvuha fi’l-garni’t-tasi’l-aşer. Kahire.
Elmi, A. A. (2012). Somali kimlik İslami hareketler ve barış. Zekiye Baykul (Çev.). İstanbul: Açılımkitap.
Esed, M. (1988). Mekke’ye giden yol, Cahit Kaytak (Çev.). İstanbul: İnsan Yayınları.
Evans-Pritchard, E.E. (1949). The Sanusi of Cyrenaica. Oxford: Clarendon Press
el-Fâsî, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdilkerim et-Temîmî, (2002). el-Mustefâd fî menâkıbi’l-ubbâd bi-medineti Fes ve mâ yelîhâ ani’l-bilâd. Muhammed Şerif (Tah.). Kulliyetu’l-Âdâb bi’l-ulûmi’l-insâniyye, Tetvan.
Fazlurrahman, İ. (1992). İslam. M. Dağ ve M. Aydın (Çev.). Ankara: Selçuk Yayınları.
Gibb, H. (1953) Mohammedanism: An historical survey. New York, NY: Oxford University Press: Geoffrey Cumberlege.
Gündüz, İ. (1993). Osmanlılarda devlet-tekke münasebetleri, İstanbul: Seha Neşriyat.
Hiskett, M. (1984). The Development of ıslam in West Africa. New York.
İbrahim, A. A. (1990). ‘Advau ala’t-turuki’s-sûfiyye fi’l-Garrati’l-‘Ifrikıyye. Kahire: Matbaatu’l-Fenniyye.
İsa, C. Ö. (1965). Tarihu’s-Sumal fi’l-usûri’l-vustâ ve’l-hadise, Kahire.
Jullab, H. (1994). al Harakat al-Sufi bi-Marakash ve asaruha fi adab. Marakash: al-Matbaa al-Varaka al-Vatani.
Karrar, A. S. (1958). The sufi Brotherhoods in the Sudan, London: C Hurst & Co Publishers Ltd.
Kavas, A. (2018). Osmanlı’nın merkezi Afrika’ya açılan kapısı fizan sancağı. İstanbul: Marka Basım.
Lewis, I.M., (1965). The modern history of Somaliland. London: Weidenfeld & Nicolson.
Marife, “Muhammed Abdullah Hasan”, https://www.marefa.org/محمد عبد الله حسن , 10.04.2022.
Martin, Bradford, G. (1976). Muslim Brotherhoods in Nineteenth Century Africa, London.
Martin, B.G. (1969). “Muslim Politics and Resistance to Colonial Rule: Shaykh Uways B. Muhammad Al-Barawi and the Qadiriya Brotherhood in East Africa.” The Journal of African History, 10(3), 471-486.
Merzûk, A. (1964). Sair mine’s-Sumal Molla Muhammed Abdullah Hasan, Kahire.
Morsy, M. (1984). North Africa 1800-1900 - a survey the Nile Valley to the Atlantic -. London: Longman ELT.
Moyse-Bartlett, H. (1956). The King’s African Rifles, A study in the military history of East and Central Africa. Aldershot: Gale & Polden.
el-Müeyyed, Sadık el-Müeyyed el-Azm, (1896). Afrika Sahray-ı Kebiri’nde seyahat. İstanbul.
Mûnis, H. (1947). Fethu’l-Arab li’l-Mağrib. Kahire.
Neccar, A. (1978). et-Turuku’s-Sufiyye - neş’etuha, nizamuha, rivaduha (Rifai-Geylani-Bedevi-Şazili). Kahire.
Palmer, H.R. (1936). Bornu, Sahara and Sudanç London: J. Murray.
Osman b. Muhammed Fûdî, (1962). en-Nesâihu’l-ümmeti: An Islamic Tradition of Reform in the Western Sudan from the Sixteenth to the Eighteenth Century. Bulletin of the School of Oriental and African Studies, XXV-1/3, XXV-3.
Özköse, K. (2000). Muhammed Senûsî hayatı, eserleri ve hareketi. İstanbul: İnsan Yayınları.
Özköse, K. (2008). Sufi ve iktidar (Fülậnî Islahat Hareketi). Konya: Ensar Yayıncılık.
Özköse, K. (2013). Mağrib’de tasavvuf. Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları.
Özköse, K. (2019). Libya’da tasavvufi hayat Senûsiyye Tarikatı, (3. Baskı). İstanbul: Kalem Yayınevi.
Özköse, K. (2019). Fas’ta Tasavvufi Hayat, (3. Baskı). İstanbul: Kalem Yayınevi.
Özköse, K. (2019). Nijerya’da Tasavvuf, (3. Baskı). İstanbul: Kalem Yayınevi.
Özköse, K. (2001). “Başlangıçtan Günümüze Kadar Afrika’da İslam ve Tasavvuf”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 7, 157-184.
Özköse, K. (2012). Tîcânî, Ahmed b. Muhammed. İçinde TDV İslam Ansiklopedisi (C. 41, ss. 130-133). İstanbul: TDV İslam Araştırmaları Merkezi.
Özköse, K. (2004). Fülânî Hareketi Önderleri İle Bornu Ulemasından el-Kânimî Arasında Gerçekleşen, Savaş Barış, Tekfir Uhuvvet Tartışmalarının Yer Aldığı Mektuplaşmalar. Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 13, 189-230.
Özköse, K. (2020). Kanem’den Bornu’ya Sahraaltı Coğrafyasında Osmanlı Nüfuzu. İçinde Hasan Özalp & Rıza Bakış (Ed.). Gök Medrese İlahiyat Araştırmaları 6 (ss. 31-47). Ankara: Sonçağ Akademi Yayınları
Öteleş, Z. (2019). “Tarikat Dönemi Sonrası Tasavvufi Hareketler: Dandaravî Topluluğu Örneği”, AKADEMİAR Dergisi, 7, 141-160.
Şapolyo, E. B. (1964). Mezhepler ve tarikatlar tarihi. İstanbul: Türkiye Yayınevi.
Schimmel, A. (1982). Tasavvufun boyutları. Ender Gürol (Çev.). İstanbul: Adam Yayıncılık.
Schimmel, A. (2018). Tasavvuf notları. Dilara Yabul (Çev.). İstanbul: Sufi Kitap.
Şehbenderzade, F. A. H. (1992). Senûsîler ve Sultan Abdülhamid. İstanbul: Ses Yayınları.
Shinar, P. (1962). Note on the Socio-Economic and Cultural Role of Sufi Brotherhoods and Marabutism in the Modern Maghrib, Proceedings of the First International Congress of Africanists, 272-285. Accra.
Stoddard, L. Hadıru’l-Alemi’l-İslami. Emir Şekib Arslan (Trc. ve Thk.). Cîf 1352/1934
Şükrü, M. F. (1948). es-Senûsiyye dînün ve devletün. Kahire: Dârü’l-Fikrî’l-Arabî.
Tarhan, İ. (1973). İmparatoriyyetu’l-bornu’l-İslamiyye. Kahire.
Trimingham, J. S. (1971). The Sufi orders in Islam. Oxford: Oxford University Press.
Trimingham. J. S. (1952). Islam in Ethiopia. London: Oxford University Press, G. Cumberlege.
Trimingham. J. S. (1949). Islam in the Sudan. Geoffrey Cumbrtlrge, London: Oxford University Press.
Trimingham, J. S. (1959). Islam in West Africa. London: Oxford University Press.
Vincent, J. C. (1998). Realm of the Saint: power and authority in Moroccan Sufism. Austin: The University of Texas Pres.
Yılmaz, H. K. (1994). Anahatlarıyla tasavvuf ve tarikatlar. İstanbul: Ensar Neşriyat.
Ziadah, N. A. (2006). Tasavvuf ve siyaset hareketi Senusilik. K. Özköse (Çev.). İstanbul: Risale Yayınları.
[1] Bu bölüm Sufiyye Dergisi’nde yayımlanan “Psycho-Social, Cultural, Historical and Islamic Dynamics of Sufi Orders in Africa” isimli makalenin yeniden düzenlenmiş ve genişletilmiş halidir (Sufiyye, Sayı 13, Aralık 2022, ss. 210-226).