Giriş
Demokrasilerde sol politik ideolojinin, işçi sınıfı ve işçi sendikaları ile aynı safta yer aldığı genel olarak kabul edilen bir durumdur. Ancak Mısır gibi siyasi partilerin politik gücün ana kaynağı olmadığı otoriter rejimler söz konusu olduğunda sol ideoloji, işçi sınıfını destekleme hatta ideolojik ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde gerekli gıdaları sunup onu besleme ve büyütme özgürlüğüne sahip değildir ya da bunu yapabilecek durumda değildir. Bu bölümde hedeflenen şey, Mısır’ın bodur kalan politik sol oluşumların, hareketlerinin ve hatta siyasi partilerinin büyümesinin engellenmesinin, özgür bir şekilde işlemelerine izin verilmemesinin işçi sınıfının ve bu sınıfın gelişiminin üzerinde olumsuz bir etki yarattığını göstermektir. Mısır’ın işçi hareketi başlangıçta Nasır’ın sosyalist hareketinin ihtiyaçlarına daha sonra ise Sedat’ın, Mübarek’in ve Sisi’nin çıkarlarına hizmet edecek şekilde özelleştirilmiş ya da diğer şekillerde şekillendirilmiştir. Bu hareketin politik ajandası, işçileri kontrol altında tutmak olmuştur; kesinlikle bağımsız işçi sendikalarını ve işçi sınıfına ait organizasyonları desteklemek ya da işçilerin haklarını korumak veya savunmak olmamıştır.
İlk Olarak: Mısır’daki Sol Politik İdeolojik Hareketler Kimler ya da Nelerdir?
Öncelikle -politik solu tanımlamaya girişmeden önce- Mısır, otoriter bir askerî rejim ile yönetildiğine göre politik otoriterizmin tanımlanması ve incelenmesi gereklidir. Freedom House tarafından 2019 yılında yayınlanan rapora göre; “Dünyada Özgürlükler (Freedom in the World), 2005 ile 2018 yılları arasına denk gelen 13 yıl boyunca politik haklar ve insan hakları noktasında endişe verici bir küresel düşüş yaşandığını kaydetmiştir” (Freedom House, 2019, s. 4). Temmuz 2013’te yönetimi ele geçiren Abdülfettah Sisi, Mısır’ı giderek daha da otoriter bir hâl alan şekilde yönetmeye devam etmektedir. Oldukça yakın bir zamanda (Nisan 2019) kendisinin 2030 yılına kadar başkan olarak kalmasını garantileyen ve ayrıca yargı sisteminin bağımsızlığını etkileyecek önemli değişiklikleri de içeren -yargı sistemini başkanın kontrolü altına alan anayasal değişiklikleri parlamentoya sunmuş ve parlamento da onaylamıştır. Anlamlı bir siyasi muhalefet fiilî olarak mevcut değildir çünkü hem liberal hem de İslami aktivistler cezai yaptırımlar ve hapis cezası ile karşı karşıya kalmaktadır. Terörizm, Sina Yarımadası’nda etkin olmaya ve hükûmetin terörizmle mücadele için agresif ve sıklıkla istismarcı yöntemler kullanmasına karşın Mısır’ı da vurmaya devam etmektedir. Mısır, hareketli bir siyasi söylemi desteklemek yerine kontrol odaklı olan mevcut rejimin yönetimi altında siyasi açıdan gerilemeye devam etmektedir. Daha fazla okul inşa etmek yerine siyasi tutuklular için daha fazla hapishane inşa etmektedir (Nineteen New Prisons, 2016). 2016 yılında, Arabic Network for Human Rights Information (Arap İnsan Hakları Bilgi Ağı, ANHRI) 2011’den bu yana Mısır’da on dokuz yeni hapishanenin inşa edildiğini bildirmiştir.
Politik otoriterizm, ünlü siyaset bilimcisi Juan Linz (ilk olarak 1964 yılında yayınlanmıştır) tarafından şu şekilde tanımlanmıştır:
Kısıtlı, sorumlu olmayan, politik çoğulculuk: Ayrıntılı ve yol gösterici bir ideoloji söz konusu değildir (ancak ayırt edici bir zihniyet mevcuttur) ne yoğun ne de kapsamlı bir siyasi seferberlik yoktur (gelişimleri esnasındaki birkaç nokta haricinde) ve burada bir lider (ya da nadiren küçük bir grup), resmiyette eksik bir şekilde tanımlanmış ancak aslında oldukça tahmin edilebilir olan sınırlar içerisinde gücü elinde bulundurur (akt. Purcell, 1973, s. 302).
Linz, otoriter rejimlerin genellikle küçük kilit gruplar kümesine dayandıklarını ve işçiler, solcular ve dinî gruplar gibi belirli grupların çıkarlarının ifade edilmesine engel olduklarını ifade etmektedir. Dolayısıyla geniş bir halk tabanını temsil eden tüm gruplar, sınırlı bir politik çoğulculuğu takip etmektedir tabii eğer çoğulculuk kavramından söz etmek mümkünse. Otoriter rejimler, çıkar gruplarını yani fi’a’yı (Arapça) örgütlemek için korporatist bir strateji kullanır özellikle de işçi sendikaları gibi işçilere ait organizasyonlarını örgütlemek için.
Otoriter rejimlerde totaliter rejimlerin aksine devlet; profesyonel, kültürel ve dinî organizasyonlar gibi bazı özel organizasyonlarla arasına belirli bir mesafe koyar ve örgütlenmelerine ve faaliyet göstermelerine izin verir. Bu davranış ya da zihniyet, bir liberalizm hatta ifade, örgütlenme vs. özgürlüğünün var olduğu izlenimini vermek üzerine “göz boyama” olarak tanımlanabilir. Daniel Brumberg (2002) bu davranışı, “liberalleştirilmiş otokrasinin tuzağı” olarak tanımlamaktadır. Otoriter rejimler ideolojilerden ziyade “zihniyetlere” sahiptir. Zihniyet, bir düşünme biçimi, bir tutumdur; ideoloji ise zihinsel bir içeriktir-. Zihniyet politik tayfın sol tarafından sağ tarafına geçişi mümkün kılan bir esneklik sağlar. Bu nedenle otoriter bir rejim esnek olabilir ancak insanları uzun bir zaman dilimi boyunca seferber etme ya da rejimle güçlü bir duygusal ve psikolojik özdeşleşme duygusu yaratma becerisi kısıtlıdır. Rejimin amacı, istikrarı sağlayacak ve politik çoğulculuğu kısıtlayacak şekilde vatandaşlarının politika ile ilişkisini kesmektir ve bir seferberlik söz konusu olsa bile bunu sürdürmek, gerçek bir katılıma yani demokratik bir katılıma yönelik bir hareket olmadığı sürece zor olacaktır. Otoriter rejimler, siyaseti, örneğin kamu çıkarlarının yönetimi gibi güvenli alanlara indirgemektedir. Ayrıca genellikle özel, hâkim ya da ayrıcalıklı bir tek-parti yönetimi ile karakterizedirler (Linz, 2000).
Otoriterizm, büyümeyi ketler ve bağımsız siyasi partilerin gelişimini kontrol altında tutar. Bu nedenle Mısır’da, bağımsız seküler siyasi partiler 1952’den beri büyümek ve gelişmek adına hiçbir zaman gerçek anlamda bir fırsat elde edememiş dolayısıyla solcu siyasi hareket, fikirleri olan ancak hiçbir zaman Mısır politikasının politik karar verme kapasitesi olan bir gücüne dönüşemeyen bir hareketi olarak kalmıştır. İşçi sınıfının desteğini sağlamak bir yana hiçbir zaman kamu politikasını etkilemek için ihtiyacı olan desteği toplayamamış ve gelişememiştir. “Askeriye/güvenlik aygıtları tarafından yönetilen bir devlet ile İslamcıların hâkim olduğu bir muhalefet arasında çapraz ateşe yakalanan seküler partiler, tutarlı kimlikler oluşturmanın yanı sıra destek ve finansman tabanı inşa etme noktasında da sorun yaşamışlardır” (Dunne ve Hamzawy, 2017, s. 4). Mısır’da siyasi partileri, politik ideolojilerine göre sınıflandırmak ve hatta tanımlamak kullanışlı bir yöntem değildir çünkü bu gerçekten de hiçbir şey ifade etmemektedir -partileri, rejimle olan ilişkilerine göre tanımlamak ya da sınıflandırmak daha doğru olacaktır-. Hükûmet destekçisi, hükûmet ile iş birliği yapanlar ve hükûmete muhalif olanlar (Dunne ve Hamzawy, 2017). Genellikle sol siyasetle ya da siyasi partilerle ittifak halinde olan işçi hareketleri, Mısır’da devletle ittifak halindedirler ya da daha doğru bir ifadeyle, devletle iş birliği içerisindedirler. Bu nedenle ortada iki politik aktör vardır: Solcu seküler siyasi partilerin ve işçi sınıfının ikisi de devlet ile iş birliği içerisindedir ve devlet tarafından kontrol edilmektedirler.
Dunne ve Hamzawy, şu ana özet maddelerini vermektedir: Devlet, itibarlarını düşürmeye yönelik kampanyalarla seküler politik partileri zayıflatmakta, onları iş birliğine zorlamakta, bozmakta ya da içlerinden bölmektedir. 2014 yılındaki darbeyi ve Başkan Sisi’yi destekleyen seküler partiler, bağımsızlıklarını bir derece de olsa korumaya çalıştıktan sonra bugün saldırı altındadırlar ve bu seküler partilerin çoğu başlangıçta gerçek anlamda bir rekabet içerisine girme niyetine sahip değildi ancak gelişme kaydettikçe ve iş birliğine ya da daha kötüsü kapanmaya vs. zorlandıkça bağımsızlıklarını kaybetmiştir ve Mısır’ın seküler partilerini sınıflandırmaya çalışırken genellikle kullanılan sağ ve sol ayrımını kullanmak da pek kullanışlı değildir. Partileri, hükûmetle olan ilişkilerine bağlı olarak sınıflandırmak daha yol gösterici olacaktır -partiler, hükûmeti alkışlamak üzere kurulmuş olan partilerden hükûmet politikalarına ve hükûmetin davranış biçimine gerçekten karşı olan ancak attıkları her adımda karşılarına bir engel çıkarılan partilere doğru bir skala üzerinde değerlendirilmelidir (Dunne ve Hamzawy, 2017). Devlet, bağımsız siyasi partilerin gelişimini yavaşlatacak ve hatta durduracak etkili araçlara sahiptir: “2013 yılında gerçekleşen askerî darbeden bu yana bir kez daha ortaya çıkan otoriter çerçevenin içerisinde hareket ederek politikaya katılmayı kabul eden partiler bile sistematik olarak tecrit edilmiş ve askeriyenin ya da güvenlik aygıtlarının politik ve ekonomik güç üzerindeki kontrolü güçlendikçe, otonom bir şekilde hareket edebilecekleri alanın giderek daraldığına şahit olmuşlardır” (Dunne ve Hamzawy, 2017, s. 4). Rejim, kayıt ve tasdik prosedürlerini kontrolü altında tutmaktadır. Yani yalnızca en güçsüz grupların onay alabildikleri bir siyasi parti ruhsatlandırma sistemi söz konusudur (Dunne ve Hamzawy, 2017, s. 9). Dunne ve Hamzawy’nin araştırma makalelerindeki, “Mısır’daki Seküler Partilerin Hükûmete Olan Yakınlıklarına Bağlı olarak Sınıflandırılması, 2017” başlıklı Şekil 1’e bakınız:
Şekil 1.
Andrea Teti (2011), 2011 ayaklanmalarını, önemli aktörlerini ve çeşitli etkilerini ele almaktadır. Teti, Mısır siyasi hareketlerini İslamcı, solcu ve liberal olarak sınıflandırır ve misyonlarını, metodolojilerini ve en önemli aktörlerini irdeler. Sol ve bağımsız işçi sendikası hareketi hâlâ Mısır’ın Helwan ve el-Mahalla el-Kubra gibi sanayi üretiminin kalbi olan bölgelerinde güçlü etkisini korumaktadır. İdeolojik olarak doğaları gereği işçi sınıfına mensup Mısırlıları temsil etmeleri gereken Sol partiler, çok daha iyi finanse edilen liberal ve İslamcı partilerin ardında kalmıştır ve kendi seçmenlerinin bulunduğu merkez bölgeleri haricinde kayda değer bir destek toplama noktasında sıkıntı yaşamaktadırlar. Tagammu Partisi (UİBP) hâlâ en büyük solcu parti olmaya devam etmektedir (Teti, 2011, s. 12). Peki Tagammu Partisi kimdir ya da nedir? Teti şunları söylemektedir:
1952 yılında yapılan darbeyi gerçekleştiren Hür Subaylardan bir olan Khaled Moheiddin de dâhil olmak üzere solcular tarafından 1976 kurulan Ulusal İlerici Birlik Partisi (UİBP ya da Tagammu) Nasırcıları, Marksistleri ve Arap milliyetçilerini kendisine çekmiştir. Bir zamanlar işçi sınıfından, sendikalardan, üniversitelerden ve entelektüellerden güçlü bir destek almış ancak kendilerini Mübarek’in rejimine sattıklarına dair eleştiriler yükseldikçe etkileri de zayıflamıştır. Bununla birlikte Mübarek karşıtı ayaklanmalar esnasında Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman ile diyaloğu ilk kesen grup olmuşlar ve o zamandan beri Müslüman Kardeşler’i açık bir şekilde eleştirmişlerdir. İhtilaflı bir şekilde, Tagammu önce seçimlerde bağımsız adaylar olarak yer alan ve sonrasında partilere katılan adayların partiye katılımının yasaklanmasını reddetmektedir; bu, daha önceki Ulusal Demokratik Parti (UDP) üyelerinin parlamentoya dönmeleri için kullanılan bir yoldur (Teti, 2011, s. 13).
UDP, Mübarek’in destekçisi ve hükûmetin resmi siyasi partisidir ki 2011 ayaklanmalarından sonra meşruiyetini geri kazanmaya çalışmaktadır.
Mısır İşçi Hareketi İçerisinde Yer Alan Mısır’ın İşçi Sınıfı
Mısır işçi hareketinin temel organizasyonu olan Mısır İşçi Sendikaları Federasyonu (MİSF), resmî olarak Nasır rejimi tarafından 1957 yılında kurulmuştur ve korporatist bir kurum olarak yani devlete sadık olarak doğmuştur ve devletin ekonomi politikalarını, işçi sınıfı aracılığıyla gerçekleştirmesini ve desteklemesini sağlamak için devlet tarafından kullanılmıştır. Genellikle bir işçi sendikasının rolü olduğu üzere işçilerin haklarını savunmak ya da korumak üzere kurulmamıştır. İşçilerin büyük çoğunlukla devlet tarafından istihdam edildiği büyük bir kamu sektörünün Milliyetçi -sosyalist ajandasını kullanarak, ekonomik alanda bir kontrol kurmak ve istikrarı sağlamak için bir sözcü görevini üstlenmiştir-. İşçilerin haklarını ve siyasi çıkarlarını gerçek anlamda savunan bağımsız bir işçi hareketi 2004-2006 yıllarında ortaya çıkmıştır. Bu hareket, Ocak 2011 ayaklanmalarıyla sonuçlanan önemli bir rol oynamakla birlikte dağıtılmış ve yasaklanmış ya da daha doğru bir ifadeyle 2013 askerî darbesi sonrasında boyun eğmeye ve korkuyla hareket etmeye zorlanmıştır.
Sol ile işçi sınıf arasındaki ilişkinin gelişimi daha en başından engellenmiştir ve sol politikanın zayıf olduğu ve boyun eğdiği, işçi sınıfının ise hayatta kalmasını devlete borçlu olduğu garip ve tanımlanması zor olan bir ilişki olmaya devam etmektedir.
İşçilerin büyük bir çoğunluğu devlet tarafından kontrol edilen kamu sektöründe çalışmaktadır ve dolayısıyla bu durum, “işverene” karşı “isyan etmeyi” zorlaştırmaktadır nihayetinde söz konusu işveren tüm gücü elinde bulunduran devlettir. Hatta özelleştirme uygulamaları giderek artsa da bu özel işverenler, rejime sadık bir ortamda giderek zenginleşmektedirler. Politik sol ve işçi sınıfı dengesini bulamamış, sağlıksız ve işlevsiz bir ilişki içerisindedir ve bu nedenle 2011 ve 2013 yılları sonrasında politik söylemde gerçek anlamda bir değişiklik, gelişme ve ilerleme olması olası değildir
Bir Çıkar Grubu Olarak İşçiler ve 2011 Ayaklanmalarındaki Rolleri
Bu noktada, Mısır’da işçilerin nasıl görüldüğü ve nasıl bir izlenim bıraktıklarını açıklamaya yardımcı olacak bir arka plan bilgisinin verilmesine ihtiyaç vardır. İşçiler, Arapçada “fi’a” olarak isimlendirilirler. Bu işçiler, 2011’de rejiminin çökmesine katkıda bulunan bir hareketin oluşmasına ön ayak olmuştur ancak yine de genel olarak gerçek bir güce sahip olmayan özel bir çıkar grubu olarak algılanmaktadırlar.
Arapça bir terim olan fi’a, “grup” anlamına gelmektedir ancak zaman içerisinde olumsuz yan anlamlar da kazanmıştır ve belki de “özel çıkar grubu” teriminin Amerikan işçi sınıfını hor görmek için kullanılmasına benzer bir kullanıma sahip olduğu söylenebilir. Mübarek sonrası rejimde, devlet görevlileri, bu terimin sıfat hâli olan fi’awi kelimesini servetin dağılımına ilişkin bir talepte bulunan her türlü gösteri, grev ya da oturma eylemi için, söz konusu faaliyetler ister beyaz yakalılar ister mavi yakalılar tarafından gerçekleştirilsin ve ister yüksek maaş, daha iyi haklar, daha iyi çalışma koşulları istesinler ister yozlaşmış bir yönetici personelin değiştirilmesini istesinler, kullanmışlardır. Bu terimin günümüzdeki kullanımı, kamu sektörünü ve özel sektörü kapsıyor gibi görünmekte ve hem tek bir devlete ait işletme içerisindeki küçük bir protesto kadar sınırlı bir kapsamı olan, hem de mesleki bir sendikanın hoşnutsuz üyeleri tarafından gerçekleştirilen ülke çapınca bir grev kadar geniş bir kapsamı olan her türlü kolektif eylem için kullanılmaktadır (Sallam, 2011, s. 1).
Bu terimin kullanımı, işçilerin taleplerini ve şikâyetlerini küçümsemek ya da azaltmayı amaçlamaktadır. İşçileri özel bir çıkar grubu şeklinde göstermek, onların daha genel anlamda bir bütünün, kitlelerin ve halkın temsilcileri olmadığını ima etmektedir.[1] Sallam, işçilerin Mübarek sonrası Mısır’ında özellikle de güçlü ve iyi organize olmuş olsalardı, işçilerin amaçlarına gayet başarılı bir şekilde hizmet edebilecek siyasi partilerin son derece zayıf oldukları bir ortamda, politik ajandayı etkilemek ya da taleplerinin yerine getirilmesini sağlamak noktasında ne kadar zorluk yaşadıklarına işaret etmektedir. Ayrıca işçi sınıfının bir de karşı karşıya oldukları bir horgörülme ortamı söz konusudur -işçilere yönelik algı, onların devlet adına çalıştıkları ve dolayısıyla minnettar olmaları ve şikâyet etmemeleri gerektiği düşünülmektedir-.
2011 öncesinde (2004 yılında başlamakla birlikte) pek çok ekonomi sektöründe gerçekleşen denetimsiz grevler, el-Mahalla el-Kubra işçileri ve Gayri Menkul Vergi Yönetimi (GMVY) çalışanları tarafından büyük oranda etkilenmiştir. Onlara, şikâyetlerinin duyulması için gerekli destek için omuz vermiş ve ihtiyaç duydukları cesareti sağlamışlardır. Giyim ve tekstil sektörü işçileri ve GMVY çalışanları, işçilerin geri kalanlarına devletin misilleme yapmasından duydukları korkudan kurtulmaları için yardımcı olmuştur. Bu işçiler yalnızca statükoyu korumaya çalışmakla meşgul olan MİSF’e karşı değil aynı zamanda geniş kapsamlı neoliberal ekonomik reformların bir sonucu olarak ortaya çıkan ekonomik önlemlere ve değişikliklere karşı protestolarda bulunmuştur. Ahmed Şukr şunları yazmıştır: “MİSF yaklaşık olarak 4 milyon üyeye sahiptir ve bu üyelerin çoğu kamu sektörü kuruluşlarında ve devlet memuru olarak çalışmaktadır. Bu kurum, 2011 ayaklanmalarına kadar işçilerin temsil edilmesi noktasında fiilî bir tekel sahibi olmuştur. 1957’deki kuruluşundan bu yana federasyon düzenli olarak bağımsız işçi grevlerini baltalamış ve rejime sadık olan isimlerin sendikalardaki en üst konumlara yerleşmelerini garanti altına almıştır. Ancak son 20 yıldır işçilerin omuzlarındaki giderek ağırlaşan baskılar -düşük maaşlar, enflasyon ve iş güvenliğini kaybetmek denetimsiz işçi protestoları dalgasını tetiklemiştir ve bu dalga, Mısır’ın bir yarım yüzyıldır şahit olduğu en geniş ve en uzun süre devam eden toplumsal hareketi olmuştur. 1998 ve 2010 yılları arasında 2 milyonun üzerinde işçi grevlere, oturma eylemlerine ve diğer kolektif eylemlere katılmıştır. Bu seferberlikler iki cephede yürütülmüştür: Çoğunluk daha iyi yaşam koşulları için ve özelleştirmelere karşı protesto yaparken, aktivistlerden oluşan daha küçük bir grup, daha uzun vadeli bağımsız işçi organizasyonlarının kurulması için mücadele etmiştir” (Shokr, 2012). Bağımsız işçilerin oluşturduğu toplumsal hareket, başlangıçta ekonomik bir söylem kullanarak ortaya çıkmış ancak politikanın etkisi fark edildiği ve dolayısıyla bir reform yaratmanın tek yolunun politika olduğu anlaşıldıkça bu söylem kısa süre içerisinde politik bir söyleme dönüşmüştür.
İşçi protestolarının ve seferberliğinin yarattığı tsunami, çeşitli ekonomik faaliyetlere dokunmuş ve tekstil, çimento, demir yolu, tersane, kümes hayvancılığı, değirmen, posta teşkilatı ve kamu hizmetleri çalışanlarını; tren, kamyon, tramvay ve minibüs şoförlerini; vergi tahsildarlarını, adalet ve eğitim bakanlığı çalışanlarını ve diğer devlet memurlarını; doktorları, hemşireleri, eczacıları, profesörlerini, öğrencileri ve diğer uzmanları bünyesine dâhil etmiştir. Kahire sirk işçileri bile düşük maaşları ve Ulusal Sirk’in özelleştirilme önerisini protesto etmek için oturma eylemleri düzenlemiştir (Shehata, 2010).
Hükûmet, 2005 yılından 2010 yılının sonuna kadar milyonlarca Mısırlı işçinin tartışmalı kolektif seferberliği dolayısıyla zorlu bir mücadele ile karşı karşıya kalmıştır. Protestolar tam anlamıyla “politik” olmamakla birlikte siyasi partilerin ve Müslüman Kardeşler’in nispeten sessiz kaldıkları bir dönemde düzenli olarak isteklerde ve taleplerde bulunan temel toplumsal hareketi teşkil etmişlerdir. “İşçi protestoları lokal bir şekilde örgütlenmiş ve gerçekleştirilmiştir ve farklı fabrikaların işçileri arasında sınırlı bir temas ve koordinasyon gerçekleşmiştir. Ayrıca hükûmetin aksi yöndeki iddialarına karşın mevcut siyasi partiler ya da Müslüman Kardeşler fiilî olarak bu harekete dâhil olmamışlardır” (Shehata, 2010, s. 268). Mısır’ın politik ekonomik koşulları değişmekte ve kötüleşmekteydi ve bu durum -giderek artan neoliberal ekonomik reformlar, hızla yükselen enflasyon ve artmayan maaşlar dolayısıyla doğrudan işçileri ve aileleri tarafından doğrudan hissedilmiştir-. Bu durum, işçileri hâlâ birincil olarak hükûmetin sahip olduğu kamu sektöründen oluşan işverenlerine karşı ellerindeki tek silahı kullanmaya zorladı.
Rejimin perspektifinden bakıldığında, kendisini protesto eden yüz binlerce işçinin istikrarı bozma potansiyeli, mevcut muhalefet partilerinden ya da Müslüman Kardeşler’den daha fazlaydı. Bağımsız işçi birliklerinin oluşturulması beklentisi, işçi sınıfını sıkı bir kontrol altında tutmaya alışkın olan bir rejim için tehdit edici bir unsurdu. Bunlar, hükûmetin işçilerin protestolarına doğrudan ve yalnızca güç kullanarak karşılık vermek yerine uzlaşma ve bastırma politikalarından oluşan bir karışımla karşılık vermesinin nedenlerinden bazılarıdır. Ayrıca hükûmet görevlilerinin, rejimin mevcudiyetinin kendisine karşı olan Müslüman Kardeşler ya da Kifaye gibi grupların aksine işçileri doğrudan “satın alabileceklerini” düşünmüş olmaları da muhtemeldir (Shehata, 2010, s. 268).
İşçilerin protesto dalgası, Mısır’ın yarım yüzyıldan daha uzun bir süredir şahit olduğu en büyük toplumsal hareketin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu işçi eylemleri, Kifaye (Yeter) oluşumu tarafından organize edilen, demokrasi için düzenlenen Değişim için Mısır Hareketi isimli bir kampanya ile aynı zamana denk geldiği için ve diğer gruplar temel olarak kentli orta sınıftan ve entelektüel işçilerden oluştuğu için daha da güçlenmiştir. Ancak işçiler ile bu hareketler arasında yalnızca zayıf bağlar mevcut olmuştur (Beinin, 2010). Grev hareketi, Mısır’ın kıymetli El Mahalla el Kubra fabrikasının merkezinde ve kalbinde başlamış ve öğretmenler, yüksek öğrenim profesörleri, doktorlar vb. gibi profesyonel beyaz yakalı mesleklerin yanı sıra ekonominin hemen hemen tüm sektörlerine sıçramıştır. Devlet görevlilerinin militanca davranışlarına karşın gayrimenkul vergisi tahsildarları ve öğretmenler gibi hükûmete bağlı işçiler “militan işçiler” olarak görülmemişlerdir ve bu işçiler, devlet aygıtının içerisindeki pozisyonlarını kullanarak devletin elini zorlama gücüne sahiptiler. Ancak işçi protestolarındaki artış, ulusal ya da bölgesel bir ölçekte örgütlenmemiştir. Ülke düzeyinde tanıtımı yapılan geniş kapsamlı grevleri takip eden bazı taklit eylemlerle birlikte lokal düzeyde başlamışlardır. Mısır hükûmeti, ciddi bir meşruiyet ve itibar krizi ile karşı karşıya kalmıştır. Halkın büyük bir çoğunluğuna vaat ettiği iyileştirilmiş koşulları sağlayamamıştır ve aynı zamanda bol bol reklamı yapılan demokratik reformlar da büyük oranda göz boyama girişimleri olarak kalmıştır. Beinin 2010 yılında şunları yazmıştır: “İşçi hareketi, devlete kendi halkının sesini dinlemek ve uzun vadeli politik ve ekonomik politika değişiklikleri yapmak için bir fırsat sunmaktadır. Bunu yapmakta başarısız olmak, Mısır’ın iş güvenliğini, refahını ve bölgesel etkisini büyük oranda baltalayabilir” (Beinin, 2010, s. 15). Bu, 2010 yılında yapılmış ve Ocak 2011’de itibaren başlayan olaylar serisini öngören oldukça isabetli bir ifadedir.
Ancak bir blog yazarı olan Hasan El Hamalawy gibi işçi hareketini gözlemleyen bazı kişiler, ayaklanmanın son haftasındaki işçi grevlerinin, olayları geri dönüşü olmayan bir noktaya getiren ve Mübarek’i istifa etmeye zorlayan unsur olduğuna inanmaktadır. Henüz, Mübarek’i ofisini terk etmek zorunda bırakan olaylar zincirini tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Yine de Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin (SKYK) yönetimi ele geçirdikten sonra yaptığı ilk şeyin grevlere son verilmesini sağlamak olduğu göz önünde bulundurulursa, iş bırakma eylemlerinin Mübarek’in son günlerinde etrafında olan generalleri ciddi bir biçimde endişelendirdiği söylenebilir. Dolayısıyla bu aktivitelerin Mübarek yönetimine son verilmesini hızlandırdığı iddiası oldukça akla yatkın görünmektedir (Sallam, 2011). Akla yatkın olduğundan daha fazlasını söylemek mümkün değildir çünkü işçi sınıfının geleneksel rolü, işçilerin devlet rejimi tarafından iş birliğine zorlanmış olmalarından dolayı her zaman görmezden gelinmiştir.
Mübarek sonrasında yönetime gelen hükûmet de işçi hareketiyle mücadele etmiş ve ona karşı olmuştur. Ocak 2011’de gerçekleşen ayaklanmaların faydalarından biri, iki bağımsız işçi sendikası federasyonunun kurulması ve bağımsız sendikaların fiilen kabul edilmesi olmuştur.
MİSF, Mübarek sonrası dönemde Mısır’da işçi ilişkilerinin yeniden tanımlanmasına yönelik mücadelede kilit unsurlardan biri olarak kalmaya devam edecektir. Ancak tıpkı gelişmekte olan işçi hareketinin daha önceki yönetim açısından bir diken konumunda olması gibi -ve bazı verilerin gösterdiği üzere söz konusu yönetimin nihai çöküşüne neden olan bir unsur olması gibiMısır’ın yeni yönetimi için de böyle olmaya devam etmesi oldukça olası olacaktır. Grevler, protestolar ve iş yerlerindeki seferberlikler, Mübarek yönetiminin devrilmesinden bu yana daha da artış göstermiştir ve devam etmeye hazır gibi görünmektedir (Sallam, 2011, s. 15).
Bu yazının daha önceki bölümlerinde de ifade edildiği üzere Mübarek sonrası hükûmet döneminde işçilere karşı çok daha kötü bir muamele gösterilmiştir ve bu durum, ilk başta devrim sonrasında daha aydın bir rejimin hemen elde edilemeyeceğine işaret etmektedir.
Bir diğer kanıt, siyasi partilerin özellikle de sol partilerin durumunun zayıf olmasıdır ve bu partiler, Shadi Hamid tarafından ifade edildiği üzere mukavvadan yapılma gibidir yani aslında canlı değildirler ve bir etkileri de yoktur. Hamid, editörlüğünü Kamrava’nın üstlendiği kitabın “Political Party Development Before and After the Arab Spring” (Arap Baharı Öncesinde ve Sonrasında Siyasi Partilerin Gelişimi) başlıklı beşinci bölümünde şunları yazmıştır:
2011 ayaklanmalarının arifesinde, Mısır’ın resmî partilerinin çoğu, örneğin, yüzlerle ya da binlerle sayılabilecek sayıda üyeye sahipti ve “mukavva partiler” ya da ahzab cartoniya oldukları söylenir ve alay konusu edilirlerdi. Liberal Vefd Partisi bu noktada bir istisna olarak görülebilirdi çünkü bu parti, Mısır’ın 1930 ve 1940’lı yıllarda yaşanan, kısa ömürlü “liberal dönemi” boyunca bağımsızlık destekçisi olan politik partilerinden biri olduğu rivayetine dayalı iddiasına yaslanabilirdi. 1981 yılında Hüsnü Mübarek Başkan olduktan sonra yaşanan kısa süreli bir politik pencere süresince, kendisini 1970’li yıllarda yeniden yapılandırmış olan Vefd Partisi, daha önce sahip olduğu şöhretin bir kısmını yeniden kazanmaya hazır gibi görünüyordu. Ancak 1984 seçimlerinde sağlam bir görünüm sunmakla birlikte hemen sonrasında sahnelerin dışında kalmış ve otoriter bir bağlamda sağlıklı bir parti politikası geliştirmenin imkânsızlığını gözler önüne sermiştir (Kamrava, 2014, s. 132).
Mısırlılar, 1930’lu yıllarda yaşanan kısa ömürlü “liberal dönem” sırasında politik partilerin içinde bulunduğu durum açısından geleneklerine ve geçmişteki ihtişamlarına özlem duyabilirler. Ancak gerçekte bugün bu tür bir bağımsızlık ancak tarihin sayfalarında bulunabilir, mevcut durumda değil.
Solun ve İşçi Sınıfının Tarihsel Gelişimi
Nasır iktidar partisi olarak Arap Sosyalist Birliği’ni kurarken, Sedat farklı bir yaklaşım benimsemeyi tercih etmiştir ve Müslüman Kardeşler bayrağı altındaki İslamcıları farklı bir oluşuma doğru yönlendirmiştir: “Müslüman Kardeşler’in toplumda sahip oldukları ağırlığı dengelemek ve aynı zamanda kendisine her zaman kullanışlı olan, dine dayalı bir meşruiyet kazandırmak amacıyla rejim bir diğer İslamcı hareket kolu olan Selefiliği desteklemiştir. İslam’ın ilk günlerindeki değerlere dönme fikrini savunan Selefiler, kendisi için pek çok açıdan avantajlı olmuştur. Asli olarak hayırseverlik ve tebliğ konularında aktif olan bu hareket, merkezîleşmiş bir hareket değildi. Tarihsel olarak her zaman politikadan uzak durmuş ve yöneticiye itaat edilmesi gerektiğini savunmuşlardır” (Kamrava, 2014).
Mübarek, düzmece çoklu parti sistemini devralmış ve Başkan Sedat’ın seküler muhalefet ile mücadele etmek için canlandırdığı İslamcı hareketi yeniden harekete geçirmiştir -başarılı olmak için kilit bir öneme sahip olduğunu düşündüğü şey, dine yönelik bir söylem olmuştur-. İsrail’le yapılan 1967 yılı sonrasında, Altı Gün Savaşı’nda alınan yıkıcı yenildiğinin ardından zaten İslami bir uyanış yaşanmaktaydı.
1970’li yılların başında, Nasırcılar ve solcular, Sedat’ın ekonomik liberalizasyon hedefinin ve Sovyetler Birliği’nden Amerika Birleşik Devletleri’ne dönmeye yönelik stratejik hareketinin önündeki ana engellerdi. Sedat, Liberallere karşı da her zaman tetikte olmuş ve gözünü üzerlerinden ayırmamıştır. Nihayetinde Sedat, karşılarına çıkan ilk muhalefetin liberallerden geldiği Temmuz 1952 subaylarının sonuncusu idi. Temmuz rejimi, farklı biçimlerde liberallerden ve küçük ama aktif soldan elde edilen ganimetler üzerine ve her ikisine de karşı kazanılan zafer üzerine inşa edilmiştir. Siyasi ve dinî alanların birbirinden ayrılması fikrine bağlı olan bu seküler kamp aynı zamanda sivil otoriterinin askerî otoriteden daha üstün olması gerektiğini de düşünmekteydi ki bu ilke, Temmuz rejimi için kabul edilemez bir fikirdi. Solun büyük bir kısmı, Başkan Cemal Abdülnasır 1961 yılında bir yarı sosyalist dönüş yaptıktan sonra rejime katılmış ya da onu desteklemiştir (Awad, 2013).
Tipik bir otoriter bağlamda Mübarek, sistematik olarak liberalleri ve sol siyasi hareketini güçsüzleştirmeye devam etmiş ve bu hareketlerin çoğulculuğunu ya da meşru katılımcı özünü onlardan çekip almıştır; bu örgütlerin içlerine sızan güvenlik birimleri ile ve onların potansiyel hedef kitlelerine ulaşmasına engel olarak etkili siyasi partilerin oluşturulması sürecine engel olmuştur.
Solcu, sağcı ya da orta yolcu, bağımsız bir politik düşüncenin gelişimine, otoriter rejimlerin yönetimi altında yüksek düzeyde müdahale edilmektedir. Mısır, kısa liberalleşme süreçleri haricinde, modern zamanlarda ve özellikle de 1952’den bugüne, bu tür otoriter rejimler tarafından yönetilmektedir. 1952 yılı öncesinde, 1920’li ve 1930’lu yıllarda, kısa süreli bir “liberal deney” süreci yaşamıştır. Mısır’daki liberal deney nedir ve ne zaman gerçekleşmiştir? Mısır’ın politik uyanışı, 1882 yılında ülkedeki sömürgecilere, İngilizlere karşı başlamış ve yeni doğan siyasi hareketler ve bu hareketlerin liderleri için bir karmaşa dönemini de beraberinde getirmiştir. Cook, şunları söylemektedir: “Kralın yetersizliği, yönetimde olan liberallerin açgözlülüğü ve hâlâ aşağılayıcı bir şekilde Süveyş Kanalı’nı işgal altında tutan İngilizlerin sinsi entrikaları arasında Mısır’ın liderleri oldukça zor bir durumdaydı” (Cambanis, 2011). Mısır’ın Liberal Deneyi, Afaf Lütfi Seyyid Marsot gibi pek çok tarihçiye göre 1922 ve 1936 yılları arasında gerçekleşmiştir. Kendisi, 1918-1919’daki Milliyetçi devrimden 1936 yılında imzalanan Anglo-Mısır İttifak Anlaşması’nın sonuçlanmasına kadar geçen süre içerisindeki Mısır politikasının ayrıntılı bir tarihsel dökümünü yapar. Yazar, bu iki savaş arası dönem için şunları da ekler:
Kendi politik programları ve eylemleri kadar kapsamlı olan etkileyici Fransız ve fellah (köylü) kültürü, Mısır’ın “Liberal Deneyinin” simgesi olmuştur. Temel güçlerin rollerini ayrıntılı bir şekilde değerlendirir; Vefd Partisi’nin Saad Zağlul yönetimi altındaki kibri ve uzlaşmazlığı ve Nahhas yönetimi altındaki benmerkezciliği ve “aşırılığı”; Liberal Meşrutiyetçiler’in ilkeleri ile eylemleri arasındaki büyük uçurum; Kral Fuad’ın salt yalnızca Sultan olarak kalmak yerine hükmetmesinin yıkıcı etkisi ve elbette kendi çıkarlarını korumak isteyen İngilizlerin müdahalesi. (Jankowski, 1978, s. 778)
Ancak Kral ile İngilizler arasındaki farklılıklara karşın çeşitli görüşlere sahip grupların ketlenmemiş, canlı ve etkili politik söylemleri söz konusuydu. Seyyid Marsot, İngilizlerin kendi sömürgeci çıkarlarını korumak amacıyla parlamentonun etkinliğini geliştirmesine nasıl engel olduklarını göstermiştir. Mısır’ın sınırlı bağımsızlığı ve meşruti yönetimi, yolsuzluğa ve hayal kırıklığına yenik düşmüştür. Bunun sorumlusu olarak Mısır’ın ulusal karakterinin değil belirli politik ve sosyal unsurların sorumlu tutulması gerekmektedir. Profesör Seyyid Marsot, seçilmiş meclis üyelerinin sorumluluklarını üstlenmelerinin engellendiğinin oldukça açık olduğunu yazmıştır (Jankowski, 1978).
Son olarak, Mısır’ın gerçek anlamda bağımsız bir politik söyleme ve rekabete sahip olmamasının bir sonucu olarak bu rolü üstlenme eğilimi gösteren alan, savunuculuk yapan sivil toplum kuruluşları (STK) gibi sivil toplum örgütleri olmuştur. “Son on yılda [1990’lı yıllar] liberalleşmekte olan Arap rejimlerindeki önemli eğilimlerden biri, savunucu sivil toplum kuruluşlarının, muhalefet partilerinin neredeyse tamamen marjinalleştirilmesi karşısında otoriterliğe karşı muhalefet eden birincil kurumlar pozisyonuna yükselmesidir” (Langohr, 2004, s. 181). 1990’lı yıllarda liberalleşmekte olan rejimler (Mısır dâhil), Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) da dâhil olmak üzere Batı dünyasından daha fazla yardım ve ekonomik destek aramaktaydı ve bu nedenle politik açıdan daha liberal görünmeleri gerekiyordu. Ne yazık ki sivil toplum kuruluşlarının rolü politik bir rol değildir ve politik partilerin rollerini ve işlerini devralmaları da mümkün değildir. Bu nedenle bu STK’lar içerisinde gerçekleşen politikanın büyük bir kısmının kendi gerçek hedefleri ve görevleri açısından uygun olmadığı gerçeği ile karşılaşırız dolayısıyla sivil toplumu, ideolojik savaşlar adına kendi aralarında mücadele veren politik varlıklar hâline getirmek ve uygun politik alanlarda mücadele vermelerini engel olmak, onların da yozlaşmasına neden olmaktadır.
İkinci Olarak: Mısır’daki İşçi Sınıfı Kimdir?
Mısır İşçi Hareketinin Önemli Tarihsel Noktaları
Modern Mısır’daki işçi sendikalarının tarihi üzerine yapılacak bir tartışma, iş gücü, ekonomi ve bunların politik açıdan rolleri üzerine konuya ilişkin literatür ve uzmanlık yazıları gözden geçirilmeden başlayamaz. Bu noktada, Joel Beinin ve Zachary Lockman’ın Workers on the Nile (Nil Nehrinde İşçiler) isimli, Mısır’ın işçi sınıfının 1882 ile 1952 yılları arasındaki tarihini sunan çalışması ile başlamak gerekir. Söz konusu tarihi, bir Marksist sınıf mücadelesi perspektifinden özellikle de Mısır’ın ekonomisindeki değişiklikler ile birlikte sunmuş ve açıklamışlardır: Mısır’ın tarım temelli bir ülkeden endüstriyel bir ülkeye dönüşmesi ve sonrasında da dünya ticaret pazarının bir üyesi haline gelmesi resmedilmiştir. Ayrıca Ellis Goldberg’ün iş gücünün toplumsal tarihi ve giyim ve tekstil işçilerinin tarihi üzerine yazdığı çalışması da göz ardı edilemez. Lockman sonrasında Orta Doğu’daki işçiler ve işçilerin mücadeleleri üzerine yazılmış olan ve Mısır, Türkiye, İran ve Suriye gibi pek çok ülke hakkında düşündürücü bölümler içeren harika bir kitabın editörlüğünü yapmıştır. Posusney, resmî işçi sendikalarının yapısını ve nasıl örgütlendiklerini ve ayrıca neoliberal ekonomik yeniden yapılanmanın Mısırlı işçiler üzerindeki etkisini inceleyen Labor and the State in Egypt-Workers, Unions, and Economic Restructuring (Mısır’da İşgücü ve Devlet-İşçiler, Sendikalar ve Ekonomik Yeniden Yapılandırma, 1997) isimli eserini yazmıştır. Bianchi, 20. yüzyıl Mısırlı işçi hareketinin ve dernek ortamlarının “başa çıkılamaz” korporatist yapışımı ele almıştır. Diğer yandan Vitalis bize ticaret/sermaye sınıfının içinde bulunduğu duruma 1920’lerden başlayarak Hür Subaylar’ın 1952 darbesini gerçekleştirdiği zamana kadar göz atma fırsatını sunar.
Mısır işçi hareketi, temel olarak demiryolları sektörü ve şeker üretim endüstrisindeki resmî organizasyonlar ile 1880’lerin başında başlamıştır. 1919 yılına gelindiğinde, işçi hareketi Vefd Partisi’nin desteklenmesinde ve Ahmed Urâbî liderliğindeki, Mısır’ın ismen (kâğıt üzerinde) İngilizlerden bağımsızlığını kazanmasını sağlayan ayaklanmalarda önemli bir rol oynamıştır. Vitalis’in kitabında da ele alındığı üzere, Banque Misr grubu, İngilizlerin itirazlarına karşın Mısır ekonomisine yatırım yapmaya başlayan temel yatırım gruplarından biri olmuştur. Marksist ve komünist etkiler, denizleri aşarak Mısır’ın işçi hareketine sızmanın bir yolunu bulmuştur. 1950’li yılların başlarına gelindiğinde, Mısır’ın mavi yakalı iş gücü artış göstermiş ve resmî işçi sendikaları kurulmuştur.
Banque Misr grubu, “Mısır’ın ekonomi tarihindeki hem muzafferlerin (Milliyetçiler) hem de istisnacılığın (neo-Marksistler) en önemli parçası olmuştur… ve endüstriyel yatırım grubuna, açık sözlü genel başkanı Tla’at Harb liderlik etmiştir” (Vitalis, 1995, s. 7). Harb ve arkadaşları, amaçları tamamen Mısırlıların sahip olduğu bir endüstri sektörü yaratmak olan hevesli bir Mısırlı sanayi burjuvazisinin ortaklığının sembolü haline gelmiştir (Beinin ve Lockman, 1987) ki bu, kendi endüstriyel ihtiyaçlarını desteklemek için Mısır’ın temel olarak bir tarım ülkesi olarak kalmasını isteyen İngilizler için oldukça nahoş bir durum olmuştur. Bu Milliyetçi Banque Misr yatırımcılar grubu, 1960’lı ve 1970’li yıllarda da görüldüğü üzere yerel Milliyetçi ateşi besleyen sürekli bir etki bırakmıştır. Bu anlayış, 1970’li yılların ortalarında başlayan ve daha sonra Mübarek döneminde de devam eden özelleştirme çabalarını ile kafa kafaya çarpışmıştır. Ancak Misr grubu, 1930’ların sonlarında, büyük oranda İngiliz şirketlerinin hâkim olduğu bir ortamda hayatta kalabilmek için yabancı sermaye ile ortaklıklar kurmak zorunda kalmış ve bu noktada, “Misr grubu ‘ulusal karaktere’ sahip olmayı bırakmıştır” (Beinin ve Lockman, 1987). Vitalis, 1940’lı yıllardaki ve 1950’li yılların başındaki radikal muhalefet akımlarına ve söylemlerine bir bağlam kazandırılmasına yardımcı olur “Rashid Al Braawi, Muhamad Maza ‘Ulaysh’ın (1945) ve Shudi ‘Atiya Al Shafi’nin ve diğerlerinin yazıları da dâhil olmak üzere” (Vitalis, 1995, s. 8). 1952 yılına kadar iş dünyası topluluğu Mısır hükûmet politikalarında ve toplumunda ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuştur.
1952’de Hür Subaylar tarafından gerçekleştirilen askerî darbe öncesindeki yıllarda kapitalistlerin bir sınıf olarak sahip oldukları güç, Gramsci’nin hegemonya kavramını akla getirmektedir. Bu kavram, temel olarak kurumsal kapitalistler ile hükûmet görevlileri arasında istikrarlı, çok düşük bir demokrasi düzeyine sahip ilişkinin, politik güçlerin hakkında mücadele vermesinin söz konusu olmadığı bir konu olduğu ileri düzey kapitalist demokrasilerin, sistemlerin çağdaş işleyişleri ile ilgilenmektedir (Vitalis, 1995).
Bunun aksine Mısır, 1952 darbesinden sonra ticari ayrıcalıkları konusunda bir uzlaşma sağlayabilme noktasında zorluk yaşamıştır ancak hükûmet iş performansından tatmin olmadığı sürece her zaman bu tür ayrıcalıkları reddetme seçeneğine sahipti (Vitalis, 1995, ss. 11-12). Nasır rejimi ile birlikte 1954 yılından itibaren yeni devlet eliti özel piyasa temelli ekonominin temel kurumlarına meydan okumaya başladıklarında olan şey de tam olarak budur (Vitalis, 1995, s. 12).
Ancak 1952’den sonra işçi hareketi hükûmet tarafından bir ulusal federasyonun oluşturulması ve faaliyetleri üzerindeki kontrolün arttırılması ile birlikte korporatist bir yapıya dönüşmüştür. Tüm bunların amacı, işçilerin ihtiyaçlarına ve taleplerine hitap etmekten ziyade ulusal hedeflere hizmet etmektir. “Korporatizm, yapı birimlerinin sınırlı sayıda tekil, zaruri, rekabetçi olmayan, hiyerarşik bir şekilde düzenlenmiş ve işlevsel olarak farklılaşan kategorilere ayrılacak şekilde organize olduğu, liderlerinin seçiminde ve taleplerinin ve desteklerinin ifadesinde belirli kontrollere izin vermeleri karşılığında devlet tarafından tanınan ya da ruhsat verilen (tabi baştan devlet tarafından oluşturulmadılarsa) ve kasti bir temsili tekel hakkı verilen bir çıkar temsilleri sistemi olarak tanımlanabilir” (Vitalis, 1995, s. 12). İş gücünün toplum içerisindeki ve politik alan içerisindeki yerine yönelik araştırılmasına da burada başlanmaktadır. İşçi sınıfının 1952 sonrası dönemdeki taviz ve “toplumsal sözleşme” yükü, işçi sınıfının politik rolünü derinden baltalamıştır.
Mısırlı İşçi Kimdir?
Öncelikli olarak cevap aranması gereken temel bir soru şudur: “Mısırlı işçi kimdir?” Bu durumda 19. yüzyılın başlarına (1805) ve modern Mısır’ın kurucu babası sayılan, Osmanlı İmparatorluğu altındaki yöneticisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa ’nın dönemine gitmemiz gerekir. Mısır’ı temel olarak feodal el sanatlarına dayalı bir iş gücüne sahip olmaktan endüstriyel iş gücüne dayalı bir fabrika kapitalizmine tek bir sıçrayış ile geçiren sanayileşme süreci onun yönetimi altında başlamıştır.
Onun dökümhanelerinde silahlar, makine imalat aletleri ve hatta buhar makinaları üretilmiştir. Fabrikaları kumaş, kâğıt, cam, yağ, şeker vs. üretmiştir… Ancak bu sanayiler temel olarak ordunun tüketimine yönelik olarak geliştirilmiştir. Osmanlı-İngiliz Serbest Ticaret Anlaşması tarafından teşvik edilen yabancı ürünlerin saldırısından korunamamışlardır. Bu nedenle Mısır sanayisi harabeye dönmüş ve yeni bir endüstriyel doğuş yaşamak için 1920’li yıllara kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun ve İngiliz sömürge yönetiminin sonunun gelmesini beklemek zorunda kalmıştır (Issawi, 1947, s. 16).
Bu endüstrilerin sınırlı üretimi (yalnızca ordunun tüketimi için) kendi sonunu hazırlamıştır. Daha sürdürülebilir bir Mısır endüstrisini destekleyecek şekilde yerel tüketicilerin satın alma gücünde bir gelişme yaşanması, 20. yüzyıldan önce gerçekleşmemiştir.
Peki bir işçi kimdi? Goldberg’ün Tinker, Tailor and Textile Worker (Tamirci, Terzi ve Tekstil İşçisi) kitabına göre; “bir kişiyi toplumsal ve kültürel olarak, tek bir kategori altındaki önemli bir dallanma ile bir işçi olarak tanımlayan dört nitelik söz konusuydu” (Goldberg, 1986, s. 19). Mısır Arapçası lehçesini konuşan kentli erkek Mısırlılar, elleriyle çalışıp o elleri kirletirken, makinelerle çalışanlar ellerini kirletmeden çalışmıştır. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda Mısır Arapçası lehçesini konuşanlar, kendi milletlerinin görünümüne sahipti ve uluslararası bir görünümleri yoktu. Yüzyılın başlarında, Mısır’daki vasıflı işçilerin çoğu yabancıydı -Türklere ve Levant’tan gelen ve Arapça konuşan ancak konuştukları lehçe Mısır lehçesinden kolayca ayırt edilen Arapların yanı sıra Avrupalılar-. Özellikle Avrupalılar, yönetim pozisyonlarında bulunma eğilimindeydiler ve ayrıca vasıflı işçilerdiler dolayısıyla hem deneyim hem de otorite sahibiydiler (Goldberg, 1986, s. 21). İşçiler, iş yerinde karşılaştıkları zorlukları ve aralarındaki dayanışmayı ifade etmek için popüler kültürü şarkılar ve zajal adı verilen bir şiir türü formunda kullandılar -bu formlar pek de resmî sayılmazdı ve klasik “kaside” de değildi-. İskenderiye’de emekli bir giyim ve tekstil işçisi olan Fathallah Mahrous,[2] işçilerin zamanında söyledikleri bu şarkıların ve şiirlerin pek çoğunu nakletmiştir. “Hiçbir temel sendika birimi ya da bir sendika gazetesinin bir sayısı, bir işçinin kullandığı bu formların en azından bir örneğini kapsamına almadan bırakmamıştır” (Goldberg, 1986, s. 22). Bu gelenek bugün dahi devam etmekte ve işçilerin milliyetçi eğiliminin ve tutkusunun ifadelerini göstermektedir. Bir halk sanatı formu olan “zajal” şiiri, işçilerin günlük yaşamlarını ve yaşadıkları zorlukları anlatmaktadır ve bu nedenle sömürgeci yöneticilere ve sahiplere karşı milliyetçi bir coşkuya dönüştürülmüşlerdir. “Tekstil işçileri sendikası, Fathi Al Magrabi’de, Ben Bir İşçiyim başlığı altında tamamen zajaldan oluşan koskoca bir cilt yayınlamıştır” (Goldberg, 1986). Bu tür şiirler, işçilerin politik ve sosyal inançları ve görüşleri hakkında oldukça bilgilendirici olmaktadır. Ayrıca bir sınıf olarak, statü ve ekonomik koşullar açısından işçiler arasındaki farklılığı da yansıtmaktadır -elleri ile çalışanlar ve elleri ile çalışmayanlar arasındaki farklılık (Goldberg, 1986). Al Magrabi, Bayram Al Tunis ve Sayyid Darwish gibi şairler tarafından üretilen bu tür şiirler, işçilerin politik inançlarını yansıtmıştır. Şu da belirtilmelidir ki Müslüman olmak işçiler tarafından doğrudan kullanılan bir nitelik olmamıştır çünkü işçiler arasında Müslüman Mısırlıların olduğu gibi çok sayıda Kıpti Mısırlı da bulunmaktaydı. Arapça konuşan ve Mısırlı biri olmak, 1952 öncesi dönemde özellikle de 1930’lu yıllarda sendikaların kurulduğu zaman üstün olmak anlamına geliyordu.
Lockman’ın araştırma çalışması, Mısırlı işçinin kim olduğuna dair çeşitli görüşleri ve araştırmaları yansıtmaktadır. Birbirinden farklı görüşleri özellikle de Nahas ve Jean Vallet’ın 1911 yılında yayınlanan çalışmalarını okumak son derece etkileyicidir. Vallet daha önce yapılan çalışmaların üzerine katkıda bulunur ve daha önceki çalışmalarda ihmal edilen büyük endüstri işçilerine odaklanır. Bu ihmali açıklamak için çeşitli nedenler önermekle birlikte bunlar arasında “çoğu insan için Mısır’da büyük bir endüstrinin olmaması” da vardır (Lockman, 1994, s. 98). Kendisi büyük endüstriyi, ciddi düzeyde sermaye kullanan ve çok sayıda ve aralarında iş bölümü olan personelin çalıştığı operasyonlar olarak tanımlar ve bu tanımdan yola çıkılırsa, Mısır’da büyük endüstri vardır (Lockman, 1994, s. 99).
1911 yılında Jean Vallet, Contribution A L’etude De La Condition Des Ouvriers De La Grande İndustrie Au Caire (Kahire’deki Büyük Endüstrilerde Çalışan İşçilerin Koşulları Üzerine Yapılan Çalışmalara bir Katkı) isimli, büyük endüstrilerde çalışan işçilerin küçük atölyelerdeki zanaatkârlardan ve el işçilerinden ayrıştırılması gerektiğini ısrarla vurguladığı çalışmasını yayınlar. Devletin bu “yeni sınıfı” ciddiye alması ve bu işçilerin karşı karşıya oldukları berbat koşulları iyileştirecek çalışma kanunları ve sosyal mevzuatlar çıkarması gerektiğini vurgular. O an için işçi sınıfı hâlâ suskun ve çekingen durmaktadır ancak Vallet’a göre önceki on yıl boyunca Mısır’ın şahit olduğu grevler ve sendika hareketleri göz önünde bulundurulduğunda “eğer kritik dönem uzayıp giderse kim bilir işçilerden oluşan kitleler ne şiddette bir yıkıcı enerji kapasitesine sahiptir?” Dolayısıyla Lockman bu durumu, bir tür kutsal savaş mücadelesi ile birleşen kolektif bir eylemin, Mısır’da gerçekleşebilecek toplumsal bir mücadeleye fazladan şiddet katabileceğini söyleyerek özetler (Lockman, 1994, s. 99). Bir misyona sahip bir kolektif eylem yani bir bağlılık, değer duygusu, birlik ve yüksek sayıda insan, Tilly’nin tanımına göre ayırt edilebilir bir şekilde toplumsal bir harekettir.
Joseph Nahas’ın kitabında da ele alındığı üzere tarlalarda yapılacak kazançlı işçiler giderek azaldıkça ve endüstriyel fabrikalardaki işler daha da arttıkça işçiler, kentli ücretli işçilere dönüşmeye başlamıştır. Ancak Nahas’a göre, Mısır hâlâ tarımsal bir bölgedir ve söz konusu dönem boyunca da öyle kalması oldukça muhtemeldir. Dolayısıyla “fellahların” (köylülerin) içinde bulundukları ekonomik ve toplumsal koşulları incelemenin ve söz konusu koşulları iyileştirmenin yollarını aramanın ne kadar önemli olduğunu vurgular. Ancak Nahas’a göre fellah terimi yalnızca tarımla uğraşan nüfus yani köylerdeki köylüler için değil “aynı zamanda şehirlerdeki zanaatkârlar ve alt sınıf insanlar için de ve […] aralarında bir ayrım yapmadan Müslümanlar ve Kıptiler için de geçerlidir” (Lockman, 1994, s. 95). Mısırlı işçinin kim olduğu konusundaki anlaşmazlık hâlâ devam etmektedir çünkü “fellah” özellikleri hâlâ kentli ücretli işçiler tarafından taşınmaya devam etmektedir ve hepsi değilse bile çoğu söz konusu dönemde de bugünde de varoluşlarının saf özünde ve ruhlarında “fellah” köylüleri olmaya devam etmektedirler.
Mısırlı işçinin doğası ve karakteri, Mısır’ın ekonomisi kalkındıkça değişmiştir. Mısır, 19. yüzyıldan başlayarak büyük oranda bir tarım üreticisi olmaktan çıkıp daha endüstriyel bir ekonomiye sahip bir ülke olmaya başlamıştır.
Mısır, çok uzun bir süre boyunca öncelikli olarak bir tarım ülkesi olmuştur ve dolayısıyla iş gücünün büyük bir kısmı geçimini topraktan saplayan ve kırsal bölgelerde birincil kullanım amaçları tüketim olan mahsulleri üreten köylülerden oluşmuştur. Sonrasında ekonomik kalkınma politikaları dolayısıyla köylüden işçiye doğru bir dönüşüm gerçekleşmiştir. Modern Mısır’ın kurucu babası olan Mehmet Ali Paşa (1805-1849), 19. yüzyılın başında hâkim olan geçim ekonomisinden ‘modern’ bir kompleks ekonomiye geçişi sağlamaya çalışmıştır. Bunu gerçekleştirmekte başarısız olmuş ancak bunun yerine Mısır’ın ihracat odaklı bir ekonomi olma yoluna girmesini sağlamıştır (Issawi, 1961, s. 5). Vergilerden toprak mülkiyetine, haberleşme ağlarına, sulama işlerine, tekelci bir sistem içerisinde gerçekleşen ticarete ve uzun iplikli pamuk ekimine kadar çok sayıda politika değişikliğini gerçekleştirmiştir. Pamuk ekimi, 1821 yılında ticaret yapacak düzeyde başlamış ve kendisine Avrupa’da hazırda bekleyen pazarlar bulmuştur. 1824 yılına gelindiğinde, 200.000 kantardan fazla pamuk ihraç edilmiştir ve 1845 yılında bu rakam 345.000’i bulmuştur (Issawi, 1961). Pamuk, fiyatı oldukça yüksek olan özellikle de uzun iplikli pamuk, Mısır’la birlikte anılır hâle gelmiştir.
Pamuk Nasıl Mısır’ın Ekonomik Faaliyetlerinin Bu Kadar Baskın Bir Parçası Hâline Geldi?
- yüzyılın ilk 30 yılı ve 20. yüzyılın başları boyunca pamuk, delta alanındaki hemen hemen tüm toprak sahiplerinin temel gelir kaynağını teşkil etmiştir (Owen, 1969). Bunun sonucu olarak da pamuğun Mısır’ın genel ekonomisi üzerindeki etkisi oldukça büyük olmuştur. Arazi fiyatları üç katına çıkmıştır, devlet hazinesine giren para ciddi bir şekilde artmış ve devlet gelirinin %70’ine ulaşmıştır, giderek daha fazla sayıda yabancı tüccar ve bankacıyı Mısır’a çekmiştir, tüm ülkedeki tarım ve sulama uygulamalarını dönüştürmüştür, sulama sistemleri iyileşmiş, çok sayıda sulama kanalı inşa edilmiş ve bakım altında tutulmuştur, tüm bu süreç içerisinde pek çok köylü ve işçinin istihdam edilmesini sağlamıştır, binlerce kilometre telgraf teli döşenmiştir, çok sayıda Mısırlı gence deniz aşırı ülkelere gönderilme ve teknik becerileri öğrenme fırsatı sunmuştur, Akdeniz’in en önemli limanlarından biri olan İskenderiye’nin altyapısı geliştirilmiştir, demir yollarının uzunluğu artmıştır ve bu vesileyle pek çok gelişme daha yaşanmıştır… (Owen, 1969). II. Dünya Savaşı’ndan önce Mısır’da, uzmanların, enerjinin ve hem yerli hem de yabancı girişimcilerin ekonominin diğer alanlarına yönelmesini sağlayan bir sermaye bolluğu söz konusu olmuştur. Bu ihracat ürünü, yabancı sermayeyi ülkeye çekerek Mısır’ın ticaret hesaplarının gelişmesini sağlamıştır. İmal edilen tüketim malları için oluşan pazar ve şehir altyapısında iyileştirmeye duyulan ihtiyaç açık bir biçimde daha fazla işçiye -vasıflı ve vasıfsız işçilere- ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur. Dolayısıyla Mısır, bu işleri doldurmak için işçilere yönelik talepte bir artışa sahne olmuştur.[3]
Ancak Owen, pamuğun işlenmesinin ve ihracının “ekonomide modern bir sektörün gelişimine” yol açmadığını yazmıştır. “Bu tür bir ilerlemenin gerçekleşmesine engel olunmuştur, kısmen geleneksel sektörün kayıtsız doğasından kısmen belirli fiziksel ve politik engellerden ötürü” (Owen, 1969, s. 375). Bir diğer önleyici unsur da başarılı ve müreffeh bir ihraç sektörünün mevcut olmasıdır ancak Owen analizinin sonunda Mısır’ın pamuktan elde ettiği çok daha fazla avantaj olduğu sonucuna varır. Yine de bu durum 1914 yılından sonra değişecektir.
Mısır’ın 1952 Olaylarına ve İşçi Sınıfının Gelişimine Neden Olan Ekonomisi
Mısır, 1798 ile 1882 yılları arasında feodalizmden kapitalizme geçişi yaşamıştır. Sonrasında ise 1882 ile 1952 yılları arasında bir ulusal, sömürgeci güçlere karşı ilk protestolarla birlikte ulusçu bir döneme girmiştir. “20. Yüzyılın erken dönemlerinde kentli işçiler, II. Dünya Savaşı sona erdiğinde Mısır’da oldukça görünür olan ve politik anlamda önemli bir güç hâline gelen yeni bir toplumsal sınıf teşkil etmeye başlamıştır. Hem iş yerlerindeki ekonomik mücadeleye hem de Milliyetçi politik harekete kolektif bir şekilde katılmalarının sonucu olarak pek çok işçi nihayetinde işçi sınıfının toplum içerisinde kendine has ve bağımsız bir politik güç olduğunu görmüştür” (Beinin ve Lockman, 1987, s. 448). Saygı duyulan ve Mısır’ın politik, ekonomik ve toplumsal bağlamlarında önemli bir yere sahip olan toplumsal bir hareket başlatılmıştır. Pamuğun ve Mısır’da üretilen diğer tarım ürünlerinin Avrupa’ya ihracı üzerinden dünya piyasasının bir parçası hâline gelinmesi, Mısır’da kapitalizmin gelişimini teşvik etmiştir. Büyük oranda tarım sektörüne yatırılan yabancı sermayede ve ulaşım sektörü, bazı endüstriler ve hizmetler gibi diğer sektörlerde yapılan yatırımları şahlandıran “mutamassır-Mısırlılaştırılmış” sermayede bir artış söz konusu olmuştur. Yatırım, bugün Mısır’ın eleştiri altında olan kamu sektörünün birer parçası olan özel girişimlerin ve ulusal endüstrilerin -uçakların, gemicilik şirketlerinin, kimya tesislerinin, tarımla ilgili sanayilerin, iplik ve dokuma fabrikalarının- inşa edilmesini mümkün kılmıştır (Vitalis, 1995). Diğer ekonomik girişimleri finanse eden tarım burjuvazisi sayesinde sermaye mevcut olmuştur.
Misr Grup’un ya da Banque Misr’ın bir rakibi vardı.“Rekabetçi, iki savaş arası dönemdeki ağır elektronik ürünler endüstrisinde yeni ihracat pazarları arayan ve uluslararası bir konsorsiyum altında güçleri bir araya getiren Ahmad ‘Abbud isimli bir girişimci” (Vitalis, 1995, s. 56) Aswan üzerindeki yeni bir baraj üzerinden tüm ülkeye elektrik sağlama projesini desteklemiştir. 1880 ile 1960 yılları arasında Mısır’daki yerli kapitalistlerin temel tanımlayıcı nitelikleri şunlardır: Kamu kaynaklarına dayanma, yabancı sermaye ile iş birliği ve birden fazla ekonomi sektöründe faaliyet gösteren holdingler (Vitalis, 1995, s. 57).
Köylülerin İşçilere Dönüşümü
- Dünya Savaşı ile 1952 yılındaki Hür Subaylar darbesi arasındaki zaman dilimi politik, ekonomik ve toplumsal bir kargaşaya şahit olmuştur. “II. Dünya Savaşı sonrasındaki yıllar, sömürge sonrası durumda politik sınıfın güçlerini sağlamlaştırması için elverişli zamanlar değildi. 19451946 yıllarında kentli iş gücünün ve öğrencilerin protestolarının yeniden güçlenmesi zaman zaman görülen meşum politik suikast kampanyalarının ve Avrupalı ve Yahudi kurumların bombalanması, Filistin krizi üzerine dolayısıyla görülen galeyanın vs. … bir araya gelmesi, görece geniş bir kesimden gelen Mısırlıların politik ajandayı yeniden şekillendirmeye niyetli olduklarının işareti olarak yorumlanabilir” (Vitalis, 1995, s. 228). Mısır toplumunda, çağ dışı bir sömürge kapitalizmi türü ile inanılabilir ya da uygulanabilir çözümler sunamayan feodalizmle burjuva arasında derin bir yapısal kriz söz konusuydu. Ülkenin ekonomik sorunlarının çoğuna yönelik bir çözüm olarak ve köylülere daha iyi bir yaşam sürme fırsatı vermesi açısından toprak reformu pek çok Mısırlının aklını meşgul etmekteydi. Ne yazık ki son derece ihtiyaç duyulan ve uzun vadeli avantajları olan toprak reformu Mısır’da gerçekleşmedi ve Alan Richards’a göre: “Modern Mısır ekonomi tarihinin şahit olduğu pek çok trajediden biridir” (Richards, 1992, s. 2). Vitalis yazısını, Harb ve ‘Abbud’u daha fazla güç ve etki sahibi olabilmek için baskı yaparken bir yandan da Mısır’ı yabancı yatırımın kontrolünden korumak için mücadele veren isimler olarak resmederek sonlandırır. 1940’lı ve 1950’li yıllarda ekonomik Milliyetçilik; radikal gerçekten de anti-kapitalist bir içerikle yeniden yazılmış ve oligarşi mensuplarıyla mücadele etmek için kullanılmıştır (Vitalis, 1995, s. 230). Bu durum büyük bir kamu sektörüne sahip bir Milliyetçi sosyalist sistemin oluşturulması için ortamı hazırlamış ve özel iş sektörünün toplu bir şekilde kamulaştırılmasına meşruiyet sağlamıştır.
Mısır’ın işçi sınıfı ve işçi hareketi tarihsel olarak çeşitli unsurlar tarafından şekillendirilmiştir. Öncelikle hükûmet ya da işgalci ordular, tarım dışı ücretli iş gücünün en büyük istihdam edicisi olmuştur. Ücretler ve çalışma koşullarını belirleyen devlet olmuştur. İkinci olarak Avrupalı sermaye, 19. yüzyılın başlarından 1950’li yıllara kadar Mısır ekonomisini hâkimiyeti altına almıştır. Yabancı denetçiler, Mısır işçilerine hâkim olmuş ve onları aşağılayarak muamele etmiştir. Üçüncü olarak, İngiliz işgali süresince Milliyetçi hareketler ve işçi hareketleri birbiriyle sıkı bir şekilde iç içe gelmiştir. Grevler ve diğer kolektif işçi hareketleri genellikle Avrupa’nın ekonomik hâkimiyetine ve İngiliz işgaline karşı politik mücadelenin bir parçası olarak anlaşılmıştır (Beinin, 2010, s. 5).
Vasıflı işçi eksikliği ne yazık ki Mısır’ın umulan endüstriyel gelişimine engel olmuştur. Mısır, fakir bir ülke olarak görülmekteydi ve iç piyasa yaratmak bir yana bir ihraç piyasası yaratmayı bile umabilecek bir durumda değildi. Sanayileşme daha fazla iş olanağı sunarak nüfustaki artışı karşılayamamıştır. “[20.] yüzyılın başından beri iş gücü kendi koşullarını geliştirmeye çalışmaktadır. Parlamentoda temsil edilmedikleri ve kayıtsız ya da düşmanca bir kamuoyu ile karşılaştıkları düşünülünce, [işçilerin] takip edebilecekleri tek yol grev yapmaktı” (Issawi 1961, s. 95). Issawi, 1947 yılında Mısır’ın karşı karşıya olduğu temel sorunların, daha fazla iş olanağı sunmak gibi çözümlerle bu durumu yönetemeyen bir hükûmetin idaresi altında yaşanan nüfus artışına ek olarak mali/devlet geliri krizi olduğunu yazmıştır.
- yüzyılın ikinci yarısında, işçilerin büyük bir kısmı küçük el işi atölyelerinde çalışmaktaydı ve büyük fabrikalardaki işçilerle aynı şekilde tepki göstermeleri mümkün değildi. Üretim, ticaret ve hizmet aktiviteleriyle ilgilenen kentli Mısırlılar, loncalar oluşturacak şekilde örgütlenmişlerdi (Beinin, 1987, s. 32). Coğrafi olarak geniş bir alana yayıldıkları için bilgi toplamak ve işçileri kolektif eylemler gerçekleştirmek üzere örgütlemek görece daha zor bir iş olmuştur. Ayrıca üst tabakalardan vasıflı ve yabancı olan doğal liderler mevcut olmuş ve Mısırlı işçilerle iş birliği yapmak kolay olmamıştır -dil, gelenek ve görenek farklılıkları iş birliğine engel olmuştur-. Bu yabancı işçiler temel olarak Yunanlılardan, İtalyanlardan, Ermenilerden ve Levantlı Araplardan oluşmuştur. Diğer bir zorluk da 1991 yılında işçiler arasında %90’lara vardığı tahmin edilen okuma yazma bilmeme durumu olmuştur (Issawi, 1961, ss. 95-96). Yabancı işçiler, Mısır’a yeni fabrika makinaları için teknisyenler ve ayrıca denetmenler olarak gelmiştir. Genellikle Mısırlı işçilerin aldığından daha yüksek maaşlar almışlardır. Ancak bu yabancı işçiler, sosyalizm ve işçilerin kolektif eylemler aracılığıyla maaşlarını iyileştirmeye hakları olduğu fikrini de beraberlerinde getirmiştir. Bunun bir sonucu olarak da Mısır’ın bağımsız işçi sendikalarının ilk liderlerinin çoğu yabancılar arasından çıkmıştır. İlk işçi sendikası 1899 yılında bir Yunanlının liderliğinde Eastern Cigarette Şirketi’nde örgütlenmiştir. Bu lider, 1899 Aralık ayında başlayan iki aylık büyük bir greve öncülük etmiştir. Yunanlı işçiler, Mısırlılara bir grevin ne olduğunun ayrıntılarını ve haklarını elde etmek için bunu nasıl kullanabileceklerini öğretmişlerdir.[4]
1890 yılından sonra işçi sendikaları, sigara, ulaşım ve metal bilim endüstrilerinde yardımlaşma kurumları ve dernekleri oluşturmaya başlamışlardır. 1914-1918 yılları arasında, I. Dünya Savaşı sırasında iş gücü faaliyetleri canlanmış ve 1919 yılına gelindiğinde işçi sınıfı Mısır’daki İngiliz sömürge güçlerine karşı olan Milliyetçi Urâbî hareketinde oldukça aktif bir rol almaya başlamıştır. Sonrasında işçi sınıfının 6-7 yıllık bir dönem boyunca politik olarak çok aktif olduğu 1930’lu yıllarda işçiler, “sessiz bir moda” girmiştir. İşçi sendikalarının sayısı artmış ve birbirileri ile daha yakın ilişkiler kurmuşlardır (Issawi, 1961, s. 96) ve daha güçlü bir dayanışma inşa edilmiştir. İşçi Sendikaları Federasyonu kurulmuş ancak hukuki olarak 1942 yılına kadar tanınmamıştır; tanınmaları ise Vefd Partisi’nin ve Prens Halim Abbas’ın desteği ile mümkün olmuştur. Bu şekilde işçi hareketine siyasetin karışması olumlu bir deneyim olmamıştır. 1937 yılından sonra bu birlik tekrar örgütlenmiş ve bu kez bunu, politikacıların desteği olmadan yapmıştır.
1938 yılı, buğday fiyatlarındaki artış nedeniyle şiddetli grevlere sahne olmuştur ve El Mahalla Spinning and Weaving (El Mahalla Eğirme ve Dokuma) Şirketi’nin 1.100 işçisi, fabrikayı işgal ederek bir grev yapmıştır. 1942 yılında yine yaşam maliyetindeki artışlardan dolayı daha da fazla grev gerçekleştirilmiştir. Dönemin hükûmeti bu tür işçi etkinliklerine ve protestolarına sert bir şekilde karşılık vermiş ve işçi liderlerini tutuklamış ancak yine de nihayetinde işçi maaşlarında zam yapmıştır.
İşçi sendikaları hukuki olarak tanınmamakla birlikte devlet tarafından tolere edilmişlerdir. Ancak bu sendikaların kendilerine fon bulmak konusunda yaşadıkları sıkıntılar, faaliyetlerini kısa süreli çözümler bulmakla sınırlandırmıştır. 1942 yılında, işçi sendikalarına devlet çalışanlarını ve tarım işçilerini dışarıda bırakacak şekilde hukuki meşruiyet verilmiştir. Ancak sendikaların politik ya da dinî faaliyetlere dâhil olmaları yasalar tarafından yasaklanmıştır (Issawi, 1961, s. 97). Issawi, ikna edici bir dille şunları yazmıştır: “İşçilerin haklarını elde etmek için verdikleri mücadele açık bir şekilde tamamlanmış olmaktan çok uzaktır. Ve devlet, işçi sınıfı ile ilişkilerinde geçmişte gösterdiğinden çok daha üstün bir bilgelik göstermediği sürece bu mücadelenin şiddet içeren bir şekil almasına yönelik ciddi bir tehlike söz konusudur” (Issawi, 1961). Issawi’nin 1947 yılında kaleme aldığı öngörülü çıkarımları gerçek birer kehanet niteliği taşımaktadır ve 2013 yılında hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir.
Milliyetçiler ve Mısırlı İşçi Sınıfıyla Olan İlişkileri
Zackary Lockman (Workers and Working Classes in the Middle East-Orta Doğu’da İşçiler ve İşçi Sınıfları, 1994), yürüttüğü araştırmanın kapsamına II. Dünya Savaşı dönemindeki eğitimli orta sınıftan gelen Milliyetçilerı da dâhil etmektedir. 1906 yılı sonrasında Milliyetçi liderler ve aktivistler, kentli işçiler arasındaki hoşnutsuzluğun göstergelerini ve kolektif eylemlerde bulunmak ve örgütlenmek için sahip oldukları bariz kapasiteyi ilk kez anlamaya başlamışlardır -kötü bir şekilde örgütlenmiş bir hareket olarak değil Milliyetçi harekete bir uyum ve kolektif eylem becerisi getirerek yardımcı olacak bir hareket olarak örgütlenme kapasitesi (Lockman, 1994, s. 100). Tilly’nin tanımıyla bu, örgütlenmiş iş gücünün ve hoşnutsuzluklarını ve şikâyetlerini tutarlı bir şekilde göstermeye; liyakati, birliği, üyeleri ve adanmışlığı ile uyumlu taleplerde bulunmaya dayalı bir toplumsal hareketin başlangıç noktasına işaret etmektedir.
Milliyetçiler, sınırları ile birlikte ulusları nasıl gördükleri açısından ve toplumu bir “tabaka” yani sınıfı oluşturan bireylerden oluşan bir kitle olarak gören yani kavramsallaştırmaları ile faydalı olmuşlardır. Bu şekilde elleriyle çalışan herkesin -“ummaal” işçileri ve sonrasında yeni bir politik aktörler kategorisini oluşturan kentli işçilerin- “kent nüfusunun çoğunluğunu kapsayan ve kendine has bir sınıf bilincine sahip olduğu söylenebilecek aynı zamanda daha geniş bir kitleyle kent nüfusunun işçiler olarak kategorize edilen ve sonrasında Avrupa menşeili bir anlatı olan işçi sınıfı kimliğine yerleştirilen büyük bir kesimiyle tamamen uyumlu olan bütünlüklü bir işçi sınıfını oluşturdukları kabul edilmiştir” (Lockman, 1994, s. 101).
Ellis Goldberg, Lockman’ın editörlüğünü yaptığı kitapta “Worker’s Voice and Labor Productivity in Egypt” (Mısır’da İşçinin Sesi ve İşgücü Verimliliği) başlıklı bir bölüm yazmıştır. İşçilerin yaptıkları şeyi neden yaptıkları sorusunu, tarihsel sosyoloji, makroekonomi ve politik kültür üzerinden ve aynı zamanda işçi-mülk sahibi ilişkileri açısından incelemiştir (Goldberg, 1994, s. 111). Goldberg, işçilerin algılarına ve nerede çalıştıklarına ve sermaye sahipleri ile aralarındaki ilişki ile ilgilenmektedir. İşçiler ile mülk sahipleri arasındaki ilişkiye bu biçimde bakmanın okuyucuyu Marksçı, Weberci, Durkheimcı ya da Foucaultcu yaklaşımlardan daha farklı bir yola çıkardığını tespit etmektedir (Goldberg, 1994). Goldberg’ün analizi, Marksçı, Weberci ve Durkheimcı modernizasyon kuramlarının[5] temelden kusurlu olduğuna dair inancını da içermektedir: “Kapitalistlerin diğer insanlardan daha rasyonel görünmediği gibi işçiler de daha az rasyonel görünmemektedir. Kapitalistlerin […] tam olarak da rasyonel olmadıkları ortaya çıkmaktadır” (Goldberg, 1994, s. 115). İş gücü ve sermayenin en uygun kombinasyonunu kullanmayabilirler ya da iş gücünü mutlaka verimli bir şekilde kullanmayabilirler en azından saf bir piyasa mekanizmasının onları yapmaya zorladığı şekilde değil (Goldberg, 1994, s. 115). Goldberg, okuyucuyu işçi sendikalarının şirketler için iş gücü arzı üzerinde bir tekel yaratmaya yeltendiğine ikna etmeye çalışır. “İster ahlaki bir amaçla olsun hatta ister kahramanca bir çaba ile … tüm işçiler sendika kurma maliyetini diğer işçilerin karşılamasını tercih ettikleri için pek çok “beleşçilik” girişimi görmeyi beklemeliyiz” (Goldberg, 1994, s. 114). İşçi sendikaları, işçilerin haklarını desteklemek ve sonrasında bir tehlike ihtimalinde dahi bu hakları savunmak ve korumak için orta bir hedef ve misyon uğruna gerçekleştirilen kolektif bir eylemdir. Ben, Goldberg’ün sendikaların kurulmasının altında yatan nedenlere dair analizine katılmıyorum; işçi organizasyonun rasyonalite ile çelişen ve güçlü bir misyon duygusuna, ahlaki bir göreve ve işçilerin haklarını korumaya adanmış bir tutuma dayanan yönleri vardır (Goldberg, 1994, s. 114).
Ellis Goldberg, Mısırlı işçilerin farklı dünya görüşlerini ve özelliklerini genel hatlarıyla tasvir etmiştir. İşçi örgütleri ve bu örgütlerin taleplerini ele almak için üç stratejiyi -üç düşünce okulunu- tanımlar. Sömürgeleştirilen Mısır’ın erken sanayileşme döneminde bir grup Leninci modelle ilişkili olmuş, istismarcı kapitalist mülk sahipleri karşısında işçiler için sınırsız haklar talep etmek için resmî organizasyonların kurulması gerektiğine inanmışlardır. Diğer bir grup işçilerin, bir elit grubu diğerinin yerine geçirme amaçlı kendiliğinden gelişen belirli kitle protestolarına denk düşen sosyal derneklere dayandıklarına inanmaktadır. Bu ikinci grup, kültürel olarak dindar anlatımlara sahip spesifik bir eğilimin söz konusu olduğunu farz etmektedir. Üçüncü bir grup ise ikinci grupla benzer göstermekle birlikte sekülerdir ve gerilimlerin ve toplumsal uzlaşmazlıkları hafifletmek adına politik hamilerin altında sosyal derneklerin kurulması gerektiğine inanır. Bu üç grup, işçi örgütlerinin sendikalar ya da karşılıklı yardımlaşma toplulukları ya da ikisinin bir tür bileşimi olarak algılanmasının anlaşılmasına yardımcı olmaktadır.
İşçi Sendikalarının Kısıtlanması ve Hükûmet Kontrolü
Mısırlı işçi hareketinin tarihi, Mısır Komünist Parti’nin tarihi ve solcu aydınların rolü ile iç içe geçmiştir. Bu tarihin içerisinde, işçi sendikalarının özgürlüklerine getirilen kısıtlamalar ve nihayetinde devletin işçilerin kontrol edilmesinde edindiği rolü de dâhildir. Tarih, kahramanlar ve şehitlerle doludur ve bunlar arasında hayatlarını işçilerin bağımsız sendikalar kurma hakkı için feda etmiş olan Khamis ve El Baqari (1952 yılında, Kafr El Dawwar olaylarındaki yüz kızartıcı dönüm noktasından sonra idam edilmiştir (bkz. Beinin ve Lockman, 1989, ss. 421-426).[6] Solcu liderler, daha geniş bir anlamda işçi hareketi çerçevesinde etki sahibi olmaya devam etmiştir ancak özellikle de sömürgecilik sonrasında ve Nasır döneminde kesintisiz bir mücadele söz konusu olmuştur. Bir araç olarak grev yapmaya duyulan inanç, erken dönemlerden itibaren işçilerin bilinçlerinin bir parçası olmuştur. Marks’ın getirdiği açıklama, bu gücü durdurmanın ya da sınırlandırmanın bir yolunun olmadığı yönündedir ve bu, işçilerin nasıl işlev gösterdiğinin sosyolojisidir. Maaşlar azalır ya da işler kaybedilir ve bu bir ölüm kalım meselesidir ve bu nedenle grev yapmaktan ve işverenden koşullarda iyileştirme yapmasını talep etmekten başka bir seçenek yoktur.
1918’den başlayarak 1940’lı yıllar boyunca Mısır’daki Komünist Parti, kendi zirvesini yaşamıştır. Üç tane toplumsal sınıf söz konusudur; kapitalistler, işçiler ve köylüler. Sınıf mücadelesi bu süreç içerisinde gelişmiş ve işçiler, kendi haklarını savunmak için işçi sendikaları kurmaya başlamıştır. Mısırlılar ile birlikte yabancı işçiler de bu sendikalar için mücadele vermiş ve pek çok durumda yabancılar ve Hristiyanlar, tüm çalışanlar için sendika liderleri olmuştur. Sendika örgütleri, hoşgörünün uygulandığı ve etnik köken, gelinen yer ya da din fark etmeksizin herkesin temsil edildiği yerler hâline gelmişlerdir. 1946 yılından itibaren işçi hareketleri hükûmete, Krala ve Britanya’nın Kral üzerindeki etkisine karşı verilen mücadelede politik güçler ve öğrenci hareketleri ile birleşmeye başlamıştır. Vefd Partisi’nden Britanya ile 1936 yılında yapılan anlaşmayı sonlandırmasını talep etmişlerdir. 1948 yılında, polislerin bastırma amacıyla müdahale ettiği büyük grevler gerçekleştirilmiş ve bu çatışmalar 1948 yılında Hür Subaylar’ın gerçekleştirdiği darbeye kadar devam etmiştir.
Fathallah Mahrous (lakabı baş belasıdır), 1936 yılında doğmuş (ve 2016 yılında vefat etmiş) ve annesine ve kardeşlerine destek olmak için 16 yaşında İskenderiye’de bir giyim ve tekstil işçisi olarak çalışmaya başlamıştır. Politik ve işçi sendikalarıyla ilişkili eylemleri dolayısıyla beş kez mahkûmiyet almıştır. Kral Faruk, Başkan Nasır, Başkan Sedat ve Başkan Mübarek tarafından tutuklatılmıştır. Yoldaş Fattallah, Mısır Komünist Parti’nin aktif bir üyesi olmuştur. Aşağıdakiler, kendisinin Mısır işçi hareketine, hareketin 1952 yılın öncesindeki tarihinin önemli noktalarına ve politika ile olan ilişkisine dair anlayışını vermektedir.
Mahrous, o günün solcu siyaseti ve bu siyasetin zayıf rolüne yönelik açık eleştirilerde bulunmuştur. Aslına bakılırsa soldan bahsederken “özürlü” ya da zamanının gerisinde kalmış olduğunu söylemiştir. Durumu netleştirmek gerekirse Mahrous, kendini adamış bir solcu olmakla birlikte sol yönetiminin Mısır işçi hareketine kendini kabul ettirme ve bu hareket üzerinde daha güçlü bir etkiye sahip olma noktasında gösterdiği başarısızlık karşısında hayal kırıklığına uğramıştır. Mısır’daki komünistlerin tarihi, 1930’lu yıllarda sanayi ve kapitalizmin yükselişi ile ilişkilendirilmiş ancak nihayetinde işçi sınıfı üzerindeki etkilerini sürdürmeyi başaramamışlardır. Sol yani komünistler, temel olarak Nasırcı/Sosyalist felsefeye karşı savaşmış ve sonunda Nasır’ın güvenlik güçleri tarafından hapse atılmış ve öldürülmüşlerdir. Nasır ve politikaları, işçileri tamamen kontrol etmeyi başarmıştır; işçi sınıfının hâlâ sürdürdüğü modern zamanların mücadelesi ve yükü, işte bu noktada yatmaktadır. Nasır ve askerleri, 1953 yılından itibaren işçileri tutuklamış ve böylece aktivist bağımsız işçi ruhunu sona erdirmiştir. Mahrous, işçilerin yükünden bahsederken bunun tıpkı Sisifos tarafından zar zor itilerek tepeye taşınan ve tam ulaşmak üzereyken geriye yuvarlanan sonrasında tekrar yukarı taşınan ama tekrar geriye yuvarlanan ve bu sonsuz döngünün içinde kalan kocaman kayaya benzer olduğunu söyler.
Mahrous’a göre, işçi sınıfının politik partilerle ilişkisi her zaman sorunlu ve sarsıntılı olmuştur. Politik parti liderleri, işçileri kontrol etmek istemiş ve onlara saygı göstermemiş ve karar alma aşamasında bir yer vermemiştir. Ancak işçiler, erkenden, 1900 yılından itibaren politik partilerle kurulacak ittifakın, hükûmetteki politika yapıcılara ulaşmak için önemli ve gerekli olduğunu fark etmişlerdir. Bu nedenle çeşitli partilerle en önemlisi Watani Partisi ve Sosyalist Parti ile kesintili olarak ittifaklar kurmuşlardır. II. Dünya Savaşı ile 1952 yılı arasındaki önemli olayları aktarırken anlattıklarından, işçilerin sosyal adalet için mücadele verdikleri açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Örneğin; İngiliz sömürge gücüne karşı verilen ulusçu bir mücadele söz konusu olduğunda, politik güçlerle uyuşmanın sağlandığı zamanlar olmuştur. 1939 yılında, işçi sendikalarının hukuki olarak tanınması için yürütülen kampanya ve sendikaların politik partilerden bağımsızlık kazanması süreci başlamıştır. İşçi sendikaları ve bu sendikaların hukuki varlıkları ile ilişkili 85 Sayılı Kanun’un yayınlanması, 1942 yılını bulmuştur. Aslına bakılırsa bu kanun, 2003 yılına kadar geçerliliğini sürdüren 36 Sayılı Kanun’un temeli olmuş ve işçi sendikalarını her yönden kontrol altında tutmuştur.
Mısır’da Çalışma Dünyası ve Politika-Geleceğe Bir Bakış
Genellikle iş hayatının ve tutumlarının millî kültürden etkilendiği anlaşılmaktadır. Mısır kültürü, ülkenin zaman içerisinde şahit olduğu çeşitli tarihsel ve kültürel deneyimlerden etkilenmiştir. Mısır toplumunun toplumsal dokusu, aile birimine ve dinî değerlere atfedilen büyük bir vurguya sahip, güçlü bir dokudur. Mısırlılar belirsizlikten olabildiğince kaçınma eğilimindedirler ancak bu eğilim, bölgedeki diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında daha düşük bir düzeydedir (Parnell ve Hatem, 1999). Mısırlıların çoğu Müslüman olmakla birlikte ülke, sayıları milyonları bulan büyük bir Hristiyan azınlığa -Kıptiler- sahiptir. Mısır’da dinin rolü her yerde hissedilmektedir (Parnell ve Hatem, 1999) ve Mısırlıların günlük hayatının her noktasına sızmıştır ve ticari işletmelerde bile görmezden gelinemez (Sidani ve Jamali, 2010, s. 435). İşçi hareketinin tarihi boyunca her zaman bu hareket içerisinde temsil edilen yabancı işçiler ve farklı dinler söz konusu olmuştur. Bu araştırma için yapılan pek çok görüşmede işçiler ve liderler, sözleri ve eylemleri üzerinden çok uluslu ve çok dinli bir iş gücünün hoşgörüsünü sergilemişlerdir. İşçi hareketinin ilk liderleri yabancılar ve Hristiyanlar arasından çıkmıştır. Mısırlı işçiler, kendi iş yerlerindeki yakın sorunların yanı sıra kendi fabrikalarının/iş yerlerinin dışındaki meselelere de gösterdikleri ilgi açısından dünyanın diğer yerlerindeki diğer işçilerden farklı değildirler.
Sidani ve Jamali, “The Egyptian Worker: Work Beliefs and Attitudes” (Mısırlı İşçi: Çalışmaya Yönelik İnançları ve Tutumları, 2010) isimli çalışmalarında, Mısırlı işçilerin tutumları ile ilişkili olarak aşağıdaki sonuçlara ulaşmışlardır:[7]
1) İşçiler arasında hümanist düşünceler ve gruba yönelik takdir, yaygın olarak görülmektedir, 2) değer sistemlerinin ve tutumlarının anlaşılması faydalı olabilir, 3) Mısırlı işçiler, işleri ile ilişkili yeni şeyler öğrenmeye yönelik güçlü bir arzu duymaktadır, 4) genç Mısırlı çalışanlar için işçilerin adil bir muamele görmediği ve bunun iş tatmini üzerinde olumsuz bir etkisi olduğu düşüncesiyle ilişkili olarak Marksist düşünceler de dikkat çekicidir, 5) Mısırlılar, genel olarak kendi kültürlerine, tarihlerine ve inançlarına büyük bir saygı duymaktadır ve 6) Mısırlılar, daha büyük bir refah ve başarı için duydukları arzudan taviz vermemekle birlikte yaşadıkları zorluklar karşısında sağlam bir sabır ve dayanıklılık geliştirmişlerdir (Sidani ve Jamali, 2010, ss. 446-448). Yirmi yılı aşkın bir süredir işçilerle ve özellikle yerel düzeylerde kurdukları örgütlerle olan ilişkim ve gerçekleştirdiğim iş birliği esnasında bu özellikleri ben de gözlemledim ve onlara şahit oldum. Kültürel kalıp yargıları sürdüren ve aynı şekilde ayrımcılığın da sürdürülmesini sağlayan “yumuşak özcülük” tehlikesi geçerliliğini sürdürmektedir. Mısır söz konusu olduğunda işçiler, aşağı sınıftan eğitimsiz (bunlara eşlik eden tüm olumsuz çağrışımlarla birlikte) bir çıkar grubu yani “fi’a” olarak görülmektedir, politik bir güç olarak değil. Sidani ve Jamali tarafından sunulan bu atıflar, olumlu olmakla birlikte yine de politik elitler tarafından genel olarak kabul görmemektedir. Bu da işçi hareketinin taşıdığı politik ve sosyal yükü hem ağırlaştırmakta hem de bu durumun devam etmesine neden olmaktadır.
Sonuç
1952 olayları öncesinde gerçekleşen Mısır işçi hareketinin işçiler de dâhil olmak üzere ortalama vatandaşların arzularını ve ihtiyaçlarını ifade eden bir toplumsal hareket olarak önemli bir rol oynadığı açık bir şekilde görülmektedir. Bariz bir şekilde işçi sınıfının kalkınmasına katkıda bulunmuş ve her türlü siyasetin ötesine geçen milliyetçi coşkuya katkıda bulunmuştur ve bu coşku, tam bağımsızlığı, İngiliz askerlerinin ülkeden gönderilmesini ve monarşinin son bulmasını sağlamıştır. Talepleri ve toplumsal adalet ve saygın bir ücret alabilmek için verdikleri mücadele, işçi hareketinin ardındaki itici gücü teşkil etmiştir. Ancak bu hareket aynı zamanda sömürgeci İngiliz güçlerine karşı başkaldırıların desteklenmesinde, iktidara gelen ve iktidardan inen hükûmetlerin değişiminde, monarşinin kaderinde ve nihayetinde 1952 yılında gerçekleştirilen Hür Subaylar darbesi ile birlikte İngiliz askerlerinin ülkeden tamamen kovulmasında politik bir rol de oynamıştır. 1952 darbesi, yaklaşık 30 yıl boyunca devam eden Milliyetçi sosyalist bir dönemin başlangıcını işaretlemiştir. İşçi hareketi içinde çeşitlilikleri barındıran, çoğulcu, örgütlü ve bağımsız bir hareket olarak başlamış ve işçilerin haklarını mümkün olan en etkili şekilde savunmaya çalışmıştır. Ancak işçi sınıfının gelişen yapısı, Mısır kapitalizminin istikrarsız gelişimini yansımıştır (Beinin ve Lockman, 1987, s. 449). Ve Nasır rejimi başlangıçta işçi sınıfının kızgın taleplerini yatıştırmak için onu Milliyetçi sosyalist söyleminin bir parçası olarak kullanmıştır. İşçilere köylülerle birlikte parlamentoda, Majlis El Shaab’da (Halk Meclisi) yer vermiştir ve işçilerin kolektif bir şekilde pazarlık yapma, grev düzenleme ve hatta örgütlenme gibi temel hakları sessizliğe mahkûm edilir hatta yasaklanırken, ellerine “yasama gücü” verilmiştir.
1952 yılında gerçekleşen Hür Subaylar darbesinden önce sol politikanın ideolojik mahiyeti ve gelişimi, ideoloji ile sol partiler arasındaki diğer geleneksel ilişkilere benzer ve paralel bir nitelik göstermiştir. Ancak 1952 yılından sonra ifade ve dernekleşme özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar ve rejimin tamamen kalkınma ve sosyalist devlet kalkınması adına sergilediği otoriter davranışları nedeniyle sivil ve politik yaşamın tüm yönlerini kontrol etmek dışında bizatihi bir ideolojisi olmayan bir devletin sahneyi kapması ile birlikte bu ilişki işlevini yitirmiştir. İdeolojik tartışmalar, gelişmeler ve ilerleme artık sürdürülemez hâle gelmiş ve böylece sol politika felce uğramıştır.
Tarihsel olarak bakıldığında, Mısırlı işçiler, mekaniğe dayalı olmayan küçük iş yerlerinde çalışanlar bile işçi sendikalarına katılım göstermiştir. Ulaşım ve imalat gibi büyük, mekanize endüstrilerde çalışan işçiler nihayetinde işçi hareketinde en aktif konumlara erişenler olmuştur. “Erken dönemden itibaren çok yüksek sayılarda işçilerin ulaşım, kamu hizmeti ve hizmet sektörlerinde yoğunlaşması, büyük oranda Avrupalı sermayenin Mısır’dan olabildiğince pamuk ihraç etmeye yönelik birincil çıkarlarının bir sonucu olmuştur” (Beinin ve Lockman, 1987). Mekanize sanayi, yerel Banque Misr’in büyük Mahalla El Kubra Eğirme ve Dokuma Şirketi’ne yaptığı yatırım sayesinde büyüdükçe tekstil sektöründeki işçiler oldukça azimli liderler hâline gelmiştir. II. Dünya Savaşı’nın gelişi ile birlikte petrol üretiminde, tütün üretiminde ve Süveyş Kanalı’nın yapımında çalışan işçiler de dâhil olmak üzere sanayi işçilerinin sayısı artmıştır. “Tekstil işçilerinin savaş sonrası işçi hareketinin politik karakterinin şekillenmesinde sergiledikleri öncü rolü inkâr etmek mümkün değildir” (Beinin ve Lockman, 1987, s. 450). Mısır’ın bağımsız işçi hareketindeki daha eski liderler tarafından hâlâ devam ettirilen aktivist politik tarih işte budur.
Bugünün bağımsız işçi hareketini ve ağını destekleyebilmek için yukarıda anlatılan mücadele ve aktivizm tarihinin korunması ve hatırlanması gereklidir. Mısır’ın yönetim sistemi, politik sol ile işçi sınıfı arasındaki ilişkiye dair dürüst bir tartışmanın yürütülebilmesi için değişmek zorundadır. Politik sol ile işçi sınıfı arasında bir “evlilik” gerçekleşmiştir ancak otoriter ortam (yönetim de olan rejim de dâhil olmak üzere), bu ilişkiyi bir “boşanma” tehlikesine sokmuştur. En iyi ihtimalle bile “ayrılmış” sayılırlar. Otoriterizm ister politik ister sivil isterse işçilerin alanları ile ilişkin olsun bağımsız kurumları teşvik etmez. Bu nedenle işlevini kaybetmiş bu tür bir ilişki söz konusu olduğunda yalnızca genç nesillere 1920’li ve 1930’lu yıllardaki liberal politik deneyin tarihini, bağımsız işçi sendikacılığının ve bu sendikaların önemini hatırlatarak bazı fikirlerin tohumunu ekebilir ve gelecekte bir değişim yaşanmasını ümit edebiliriz.
Teşekkür
Kendisi bir lisans öğrencisi olan öğretim asistanım Sayın Abigail Loughlin’e (2019 yılında George Fairfax, VA’daki Mason Üniversitesi’nden Küresel İlişkiler alanında bir diploma ile mezun olmuştur) bu bölümün hazırlanmasında ve iyileştirilmesinde mükemmel araştırma becerileri ile yardımcı olduğu için teşekkür etmek isterim.
Kaynakça
Awad, I. (2013). Breaking out of authoritarianism: 18 months of political transition in Egypt. Constellations, 20(2), 275-92.
Beinin, J. (2010). Struggle for workers right in Egypt. https://www.solidaritycenter.org/wp-content/uploads/2015/02/pubs_egypt_wr1.pdf adresinden erişilmiştir.
Beinin, J. ve Zachary, L. (1987). Workers on the Nile: Nationalism, communism, Islam, and the Egyptian working class. Princeton, N.J: Princeton University Press.
Brumberg, D. (2002). The trap of liberalized autocracy. Journal of Democracy, 13(4), 56-68.
Cambanis, T. (2011, October 21). What the generals did to Egypt. https://www.nytimes.com/2011/10/23/books/review/the-struggle-for-egypt-by-steven-a-cook-book-review.html?_r=1&ref=books adresinden erişilmiştir.
Dunne, M. ve Hamzawy, A. (2017). Egypt’s secular political parties: A struggle for identity and independence. https://carnegieendowment.org/files/CP305_Dunne_and_Hamzawy_Parties_Final_Web.pdf adresinden erişilmiştir.
Freedom House. (2019). Freedom in the world. https://freedomhouse.org/sites/default/files/Feb2019_FH_FITW_2019_Report_ForWeb-compressed.pdf adresinden erişilmiştir.
Goldberg, E. (1986). Tinker, tailor, and textile worker: Class and politics in Egypt. Berkeley: University of California Press.
Goldberg, E. (1994). Z. Lockman (Ed.). Workers and working classes in the Middle East struggles, histories, historiographies içinde. Albany: SUNY Press.
Issawi, C. (1947). Egypt: An economic and social analysis. NY: Oxford University Press.
Issawi, C. (1961). Egypt since 1800: A study in lop-sided development. The Journal of Economic History, 21(1), 1-25.
Jankowski, J. (1978). In Book reviews. American Historical Review, 83(3), 778.
Kamrava, M. (2015). Beyond the Arab spring: The evolving ruling bargain in the Middle East. NY: Oxford University Press.
Langohr, V. (2004). Too much civil society, too little politics: Egypt and liberalizing Arab regimes. Comparative Politics, 36(2), 181-204.
Linz, J. J. (2000). Totalitarian and authoritarian regimes. CO: Lynne Rienner Publishers.
Lockman, Z. (1994). Workers and working classes in the Middle East struggles, histories, historiographies. Albany: SUNY Press, 1994.
Al-Masry Al-Youm. (9 Eylül 2011). Nineteen new prisons built in Egypt since 2011: Rights group. https://ww.egyptindependent.com/nineteen-new-prisons-built-egypt-2011-rights-group/ adresinden erişilmiştir.
Owen, E. R. J. (1969). Cotton and the Egyptian economy 1820-1914-A study in trade and development. Oxford: Clarendon Press.
Purcell, S. K. (1973). Authoritarianism. Comparative Politics, 5(2), 301-312.
Richards, A. (1992). America’s Egypt: A flawed critique. Middle East Report, 22(174), 43-44.
Teti, A. (2011). Political parties and movements in post-revolutionary Egypt. https://www.ispionline.it/it/documents/WP42_2011ok.pdf adresinden erişilmiştir.
Sallam, H. (2011). Striking back at Egyptian workers. Middle East Report, 41(259), 20-25.
Shehata, S. (2010). Shop floor culture and politics in Egypt. NY: SUNY Press.
Shokr, A. (2012). Reflecting on two revolutions. Middle East Report, 42(265), 2-12.
Sidani, Y. ve Jamali, D. (2010). The Egyptian worker: Work beliefs and attitudes. Journal of Business Ethics, 92(3), 433-450.
Vitalis, R. (1995). When capitalists collide: Business conflict and the end of empire in Egypt. Berkeley: University of California Press.
Skocpol, T. (1984). Vision and method in historical sociology. Cambridge: Cambridge University Press.
[1] “Fi’awi” teriminin kullanımına ve kullanımının yaygınlaşmasına yönelik daha ayrıntılı bir açıklama, Sallam tarafından sunulmuştur: “ ‘Fi’awi’ teriminin, Mısırlı işçilerin taleplerini betimlemek ve talepleri dar görüşlü hatta devrim karşıtı çıkarlara indirgemeye yönelik kullanımının yaygınlaşması yalnızca insani yaşam standartlarına erişme hakkının reddedilmesinden ibaret bir durum değildir. Bu terimin farklı yerlerde ve zamanlarda kullanımı, devam etmekte olan Mısır devriminin tarihini, anlamını ve amaçlarını artık aciliyet arz eden sosyoekonomik sorunları ve bu sorunlardan muzdarip olan milyonlarca Mısırlının önemini gözden düşürmek amacı ile yeniden yazan, giderek güçlenen bir elit kesim fikir birliğine işaret etmektedir. Pek çok kişi Mısırlıların ekonomik hoşnutsuzlukları nedeni ile başkaldırdığına inansa da kamuoyu üzerinde etkisi olan kişilerin aşağılayıcı fi’awi terimine sarılmada gösterdikleri hız, Mübarek sonrası Mısır’ında bu sorunları ele almanın -bunları ulusal siyaset ajandasına taşımak bir yana düşünüldüğü kadar kolay olmayabileceğine işaret etmektedir. Yeni partilerin ve bağımsız sendikaların ve birliklerin kurulmasının işçilere ve işçilerin dağıtımsal adaleti savunan kişiler arasındaki müttefiklerine, bir düşünce sürecinin ürünü olmayan bu elitizm dalgasına karşı bir hamlede bulunma şansını tanıyıp tanımayacağını ileride göreceğiz. Ancak her hâlükârda mevcut eğilimler, Mübarek’in otoriter yönetimi ile yıllarca süren kötü bir ilişkinin ardından Mısırlı işçileri bekleyen şeyin mutlu bir son değil yeni zorluklar ve daha büyük bir belirsizlik olduğuna işaret etmektedir.”
[2] 2013 Haziran’ının 22. ve 23. günlerinde düzenlediğimiz toplam 12 saat süren toplantılarımız esnasında.
[3] Fathallah Mahrous ile İskenderiye, Mısır’da 22-23 Haziran 2013 tarihinde yapılan röportaj.
[4] Fathallah Mahrous ile İskenderiye, Mısır’da 22-23 Haziran 2013 tarihinde yapılan röportaj.
[5] Marks ve Engels, kesinlikle modernizasyonu desteklemiş ancak kapitalist gelişim aşamasının, sosyalizm ile düzeltilmesi gereken bazı temel kusurları olduğunu düşünmüşlerdir. Durkheim ise sosyalizme karşı olmuş ve modernizasyonu, büyük oranda toplumda giderek artan iş birliğinin bir sonucu olarak görmüştür. Geleneksel toplumsal bağların modernizasyon ile birlikte çökmesinin bir anomiye, modern zamanlara özgü bir köksüzlük ve ümitsizlik duygusuna neden olabileceğini düşünmüştür. Weber, Marks’ın, kapitalizmin yalnızca kaos ve sefalet yaratacağı görüşüne katılmamıştır bunun yerine Weber’e göre, modernizasyon her zamankinden daha fazla “rasyonalite” ve düzeni beraberinde getirmiştir bazen insan özgürlüğünden taviz vermek pahasına. Özel olarak Weber, modernizasyonun, tüm faaliyetlerin hesaplanabilir (ölçülebilir), tekdüze ve öngörülebilir olmasını sağlayarak verimli kılınmasına yapılan artmış vurgu ile karakterize olduğuna dikkat çekmiştir [Bu filozofların eserleri üzerine yapılan okumaların özet notlarıdır] (Skocpol, 1984, ss. 1-19).
[6] Beinin ve Lockman, Nil Nehri’nde İşçiler isimli eserlerinin 421 ile 426. sayfaları arasında, rejimin, İskenderiye’nin 15 mil güneyinde yer alan bir tekstil merkezi olan Kafr Al Dawwar’daki sert grev ve gösterilere karşı tepkisini ayrıntılı bir şekilde belgelemişlerdir.
[7] Bu çalışma, vasıflı ve yarı vasıflı işçiler hakkında yürütülmüştür.