Giriş
Bu bölüm Bosna’nın önde gelen müslüman düşünürlerinden Hüseyin Cozo’nun modern ve reformcu düşüncelerini incelemektedir (1912-1982). Müslüman dünyaya karşı dış tehditlerin yoğun olduğu ve bu tehditlerin içerdeki yıkıcı ve karmaşık problemlere yol açtığı bir zamanda doğan Hüseyin Cozo İslam’ı yeni nesil için yeniden yorumlamayı kendisine amaç edinmiştir. Böylece Müslüman gençliğin gerçekliği ve hakikati anlamada kullanılmaz hale gelmiş olan dine yakınlaştırılmasını istemiştir. Cozo, Balkan bölgesinden, dinî kültür üzerindeki modernite etkisini tanımlayan nadir müslüman düşünür örneğini temsil etmektedir. Onun ilmî, kendi zamanında var olan İslam ve modernitenin yeni entellektüel mücadelesinde bulunmaya yönelik bir gayrettir. Cozo her örnekte; din üzerine araştırma ve yazılarda, özgür düşünce hakkını ve eleştirel araştırmayı ön plana çıkarmaktadır. O her şeyden önce İslam’ın bir akıl dinî olduğuna inanıyordu ve tefsir, fıkıh ve akidenin temel İslamî displinlerini açığa çıkarmaya çabalayarak, modern insan için ulaşılabilir kılmaya çalışmaktaydı. Onun düşüncesi iki katmanlıdır; birincisi hukukun gerekli mesajlarını belirlemek için şeriatın ana orjinal kaynaklarına dönmek, ikinci olarak ise kutsal kitabı çağdaşlığa yönelik uygun yorumları belirlemek için özel mesele ve durumlara uygulamaktır.
Basın, Cozo için reformist ve modernist görüşlerinin geniş kitlelere yayılmasında öncelikli önemdeydi. Cozo imzasıyla iki yüz elli civarındaki makale onun üretken bir yazar olduğunun en açık ifadesiydi. Cozo’nun, bir kaç kısa monografisi, yüz civarında gazete köşe yazısı ve makalesi, Arapçadan bir kaç çevirisi, bir çok kitap edisyonu, özgeçmişi, çok miktarda notlar ve vaazlar gibi sayısız neşriyatları vardı. Onun çalışmaları kolay ve mantıklı üslubta, doğal olarak yazılmasıyla ortaya çıkıyordu.
Cozo, İslamın durumunun tartışılmasındaki bütün savunmaları çalışmalarında sadece ruhsal ve ahlâkî perspektiften değil aynı zamanda eğitim ve sosyolojik açıdan da konulara uygun geniş yelpazede bir yaklaşımı benimsemekteydi. Onun bu sayısız çalışmaları dışında Kur’an tefsiri ve İslam hukuku alanındaki çabaları bütün bu çalışmalar içinde oldukça önemlidir. Onun Kur’an çevirisi ve yorumu Balkanlarda Kur’an’ın mesajının açıklanması ve anlaşılmasında yeni bir yöntem olarak belirlenmiştir. Cozo, kişisel iradeyi, ahengi, adaleti ve özgürlüğü teşvik eden Allah’a kulluk için insan varlığının ve İslam doktrininin temelinde Kur’an’ı gördü. Cozo’nun yasal metdolojisi ve epistemolojisinin köşe taşı ictihat bağlamındaki tartışmasında görülmektedir. Cozo ictihat pratiğini çağdaş toplumun itiyaçlarına cevap vermek ve İslam hukukunun yeniden yorunlanması bağlamında değerlendirmekteydi. Bu İslam hukukunun modern hayatın şartlarına adaptasyonu ve modernist İslam ve reformcu düşünce görüşünün gerçekleştirilmesi ile ictihat uygulamalarının sürekliliği olarak ifade edilmekteydi.
Hüseyin Cozo 20. yüzyılın ortalarında modernist İslam’ın ve reformist düşüncenin muhtemelen en önemli taraftarıdır. Seküler, çok dinli ve çok kültürlü Avrupa’da müslüman bir aydın olarak yaşayan Cozo ve onun çalışmaları bize İslam’ın reformist ve yenilikçi yorumunun incelenmesi aracılığıyla bütünüyle dinamik ve heyecanlandırıcı bir açı sunmaktadır. Dahası Cozo ilmî çalışmasında henüz açıklığa kavuşturulmamış bir Avrupalı İslam’ın sesi, araştırmacı, akademisyen ve konu dışı okuyucu için bir ümit olmayı temsil eden uygun bir açı sunmaktadır. Onun özeldeki fetvaları ve geneldeki çalışmalarından şimdiye kadar Balkanlardaki yayınlar devam etti, umulur ki bu bölüm Balkanlar’daki çağdaş İslamî düşüncenin altını çizen bazı noktaları açığa çıkarır.
Cozo’nun Hayatı ve Kariyeri
Cozo’nun Gençliği ve Eğitimi
Cozo 1912’de Bosna’nın güneyinde küçük bir köy olan Bare’de doğdu. Cozo ilk eğitimini, Cozo’ya basit İslamî inaç ve amelleri, Latinceyi, Kiril ve Arap alfabesini ve bazı basit matematik işlemleri öğreten, yerel öğretmen Sacir Mujezinoviç’ten aldı (Cozo, 1976, s. 5). Cozo, 11 yaşında Foca şehri yakınlarındaki Mehmet Paşa Kukavica medresesine kayıt oldu. Buradaki bir yıldan sonra okuldaki hocası Hamid Muftic (ö.1941) tavsiyesiyle Saraybosna’daki daha prestijli bir okul olan Merhemica Medresesi’ne geçiş yaptı. Merhemica Medresesi’ne Cozo Mehmet Tevfik (ö.1932), İbrahim Bürek (ö. 1948) ve Mujaga Merhemic (ö. 1941) gibi bir çok saygıdeğer hocanın kontrolü altında çalıştı. 1928 ile 1933 arasında Cozo Mekteb-i Nuvab (İslam Hukuku Medresesi) da öğrenciydi ve orada Mehmet Dz. Causevic (ö. 1938), Abdullah A. Busadlic (ö. 1948), ve Sacir Sikiric (ö. 1966)’in de içinde bulunduğu zamanının önde gelen ünlü Bosnalı müderrislerinden ders okudu. Cozo 1934 yazında Yugoslavya’dan öğretim bursu alarak yeniden El-Ezher’de eğitimine ve çalışmalarına başladı. Kahire’deyken Cozo, Ezher hocalarından, özellikle M. Reşid Rıza (ö. 1935), M. Muṣṭafā al-Marāghī (ö. 1945) ve Mahmud Shaltūt’tan (ö. 1963) çok etkilendi. Kendi sözleriyle, “Cemaluddin Afganî ve Muhammed Abduh ile hemen bütün üstün disiplinleri öğrendiğim Abduh’un doğrudan ve sadık müritleri Şeyh Raşid Rida, Muṣṭafa el-Maraghi ve Maḥmūd Shaltūt’ın öğrencisi olmanın hayatımın çok şanslı bir durumu olduğunu düşünüyorum” (Cozo, 2006, Cilt 1, s. 427). Ağustos 1939’da Cozo, el-Ezher Üniversitesi’nde İslam Hukuku bölümünden mezun oldu.
Cozo’nun Profesyonel Kariyeri
Kahire’den dönüşte Cozo gönüllülük kariyerine başladı. Bir yıl içinde tarihi Hüsrev Bey Medresesi’nde Arap dili ve Arapça’nın çeşitli modüllerini öğretme statüsü aldı. 1941’de Cozo Yugoslavya’nın Kraliyet İslam Dinî Topluluğu Cemaati’nin (bundan sonra IVZ olarak anılacaktır) din ve eğitim işleri başkanı oldu. Aynı yıllarda, El Hidaye Derneği’nin yönetim kurulu üyesi oldu.[1] Cozo 1943’e kadar her iki pozisyonunu da muhafaza etti ve daha sonra bu görevlerini bırakıp Hançer Birliği’ne katılmaya karar verdi. Cozo’nun 13. Hançer Birliği’ne katılmasının sonuçları ağır oldu (Mekic, 2016, p. 50-56). 3 Mayıs 1945’te Cozo tutuklandı. Bir yıl sonra beş yıl hapse mahkum oldu ve bunun yanında bir bu kadar sürede (5 yıl) siyasi-entelektüel faaliyetlerden men edildi.
Cozo karara karşı verdiği temyiz savunmasında da Hançer Birliği’ne katılmaktan başka seçeneği olmadığını ifade etti. Onun temyizi kabul edilmedi ve 1945’te Yugoslavya Askerî Yüksek Mahkemesi tarafından cezası onandı. Onun bütün cezası halk hizmeti olduğundan 1950 ile 1960 arasında endüstri de çalıştı. Ceza sonrası onun ilk makalesi “Kuran ve Hadisler’de İsa’nın Annesi Meryem” 1958’de yayınlandı, böylece bütünüyle ait olduğu entelektüel alana yeniden döndü. 1960’ta Cozo ikinci kez Yugoslavya İslamî Cemaatinin din ve eğitim işleri başkanı oldu.[2] Aynı dönemlerde Cozo Hüsrev Bey Medresesinde 1977’ye kadar devam ettiği fıkıh ve tefsir öğretim görevine yeniden döndü. 1964’te prestijli İllmija Derneği başkanlığına seçildi ve yıllık dergisi Takvim’in başyazıcı rolünü yirmi yıl boyunca (1960-1980) dikkate değer bir şekilde üstlendi.[3] 1970 yılında dernekten arkadaşları ile birlikte iki haftada bir çıkacak olan Preporod dergisininin kurucu başkanlığını yaptı.[4] 1977’de Saraybosna’da İslam Dinî Fakültesi’ni kurdu ve Kur’an çalışmalarında ilk profesörlük ünvanını aldı. 1982’de ölene kadar da bu statüsünü muhafaza etti.[5]
Bir yandan tüm bu paylaşımlar ve pozisyonlar, Cozo’nun görüş ve fikirlerine arzu edilen bir güvenilirlik sağladı, ancak diğer yandan, Yugoslav Müslüman yoldaşlarını rahatsız eden birçok soruya ve meseleye zamanında cevap verme konusunda ahlâkî bir sorumluluk hissetmesine neden oldu. Öncelikle Glasnik ve ardından Preporod’daki Soru-Cevap köşesi aracılığıyla Cozo, Titoist Yugoslavya’daki Müslüman nüfusun sosyal hayata dair acil ihtiyaçlarına, fıkıhla ilgili sorularına cevap vermeye çalıştı. 1965 ile 1979 arasındaki süreçte Müslümanların hayatlarının çeşitli yönleri ile alakalı yüzlerce fetva kaleme aldı. Fetvaları, büyük ölçüde seküler eğitimli elitler ve gençler de dâhil olmak üzere toplumun daha geniş kesimlerine hitap etmekteydi. Glasnik’in ve Preporod’un içeriğinin önemli bir kısmının hukuki ve toplumsal konularla ilgilendiğini burada belirtmekte fayda var ve Muhammed Abduh (ö. 1905) ile M. Rashid Rida (ö. 1935) tarafından süreli olarak düzenlenen popüler Manâr dergisinden ve daha önceki reformist süreli yayınların oluşturduğu dergi fetvaları gibi emsal bir yayın dizisi izledi. Bu iki reformist sık sık Balkanlarında içinde olduğu dünyanın birçok yerinden modern İslamî reformist hareketlerin gelişimlerini etkileyen alıntılar yaptılar.
Cozo, insanların sorularını fetva aracılığıyla yanıtlayarak, Yugoslanya’nın çeşitli Müslüman topluluklarının derin meselelerine uygun çözümler temin etmede İslam hukukunun ve kaynaklarının yeterliliğini göstermeye teşebbüs etti. Örneğin, Yugoslavya İslam Cemaati için yeni ve çok ihtiyaç duyulan bir mali temelin yaratılmasının ve yeni bir mali yapının inşası için önemli olan zekât ve fıtr sadakasının toplanması ve dağıtımı ile ilgili onun birçok fetvası bulunuyordu. Cozo’nun, İslamî düşüncede reform çağrısında bulunan Mehmed Tevfik Azapagic (ö. 1918) ve Mehmed Dz. Causevic (ö. 1938) gibileri öncüllerinin çalışmalarını Bosnalı âlimler arasında sürdürdüğü doğru olmasına rağmen, Cozo’nun modernist ve reformist ideolojisi doğrudan ve esas olarak Abduh’un ve Rida’nın eserlerinden kaynaklanmıştır.
Balkanlarda Reformist ve Modernist İslamî Düşüncenin Oluşumu
Entellektüel Bağlam
19. ve 20 yüzyıl başında Balkanlardaki Müslüman aydınlar ilerici İslamî ideoloji ve aydınlanmış bir ideolojinin önermesine uygun olarak yazılan fetvalar ve Kur’an yorumlarını okumaya çok istekliydiler. Karcic’e göre Cozo’nun memleketi Bosna Hersek’te modernist ve reformist fikirlerin yayılması ve tesis edilmesi süreci 1887’de Habsburg İmparatorluğu’nun gelişiyle başladı. Habsburg hanedanı işgali Bosnalı müslümanlar için Avrupa ile değerler, kültürel politikalar, sosyal, ekonomik ve yönetimsel olarak doğrudan temasa geçmesi anlamına gelmekteydi. Bundan önce Bosna beş yüzyıl Osmanlı yönetimi ve geleneksel İslamî kültür ve değerler etkisi altında kalmıştı. Avusturya-Macaristan yönetimi ilk on yılında topluluklara özellikle Müslümanlara eğitim ve hukuk alanında modernizasyonlar önerdiler. 1930‘lara gelindiğinde Osmanlı’dan kalan kültürel fıkıh uygulamaları terkedildi ve yerine Mısır ekolünün kodlarını ve içeriklerini içeren İslamî hukuk devreye girdi (Karcic, 1999, ss. 92-105). Örneğin aile hukuku kadınlara boşanma hakkı verilmesinin başlaması ve çok eşliliğin sınırlandırılması üzerinden şeriat mahkemeleri özel bir hukuk alanı meydana geldi.
Karcic’in ifade ettiği gibi, “… reformist ve modernist görüşün yayılması sürecinin başlangıcı, savunucularını yeni kurulan entelijansiya ve daha ilerici akademisyenler arasında bulan, dinî reformizmin yaygınlığı tarafından şekillendirildi.” (Karcic, 1999, s. 198). Bu süreçte bazı yerel yazarlar kendilerine iki şekilde ulaşan reformist ve modernist fikirleri detaylandırmaya ve desteklemeye başladılar:
Reformist yayınlar aracılığıyla gelenler; örneğin Türkiye’den Sırat-ı Müstakim ve Mısır’dan El-Manar.
Türkiye hatta Bosna’daki modernize edilen okullardaki eğitim aracılığıyla gelen fikirler.
Müslüman entelijansiya tarafından prensip olarak öne sürülen, seküler modernizm kendisine ön planda yer buldu. Bu dönemde “Behar” ve “Gayret” gibi birkaç folklorik kulüp ve kültürel topluluk kuruldu ve hızla büyüdü. (Kemura, 1986, ss. 11-19). Bunun yanında bir çok din âlimi geleneksellik noktasında hareket etti. Küçük ama büyüyen bir ulema grubu dinî reformun modern versiyonu açısından hareket etme eğilimindeydi. Bu trendler arasındaki çatışma dinî, kültürel, politik alanda anlaşmazlıkları işaret etti ve Müslüman toplumun sosyal davranışları ve pozitif hukuku üzerinde kesin etkiler meydana getirdi. Daha geleneksel dairede yer alan âlimler, özellikle kıyafet ve gelenekteki ve sosyal ahlâktaki bu değişimlere direndiler. Fazlurrahman, (2002) modernitenin Müslümanlar için yarattığı en önemli zorluk, dinî kurumlar ve sosyal etik alanındadır demektedir (2002, s. 214). Her türlü vatandaşlık sorununun konuşulduğu Bosna Hersek’teki Müslüman nüfus açısından bu kesinlikle böyleydi. Kadınların özgürlüğü ve erkek-kadın arasındaki serbest dolaşım tartışılan en önemli meselelerdendi. Busatlic ve Causevic gibi Müslüman dinî reformistler, Müslüman kadınların özgürleşmesi çağrısında bulunurken, A.L. Cokic (ö. 1933) ve A. R. Karabeg (ö. 1944) gibi daha geleneksel bilim adamları buna karşı çıktı. Yirminci yüzyılın üçüncü on yılında, her grup kampanyalar yürüttü ve kendi bakış açılarını tartışan ve diğerini çürüten çalışmalar yayınladı. El-Ezherde bir öğrenci olan Cozo da bu polemiklere dâhil oldu. 1936’da “Kadınların Örtünme Sorunu Dinî mi Yoksa Sosyal Bir Karakter mi?” başlığı altında bir makale yayınladı. Makalesinden de anlaşılacağı gibi Cozo, Kasım Amin ve yirminci yüzyılın diğer Müslüman reformistleri ve modernistleri tarafından desteklenen Müslüman kadınların özgürleşmesi konusundaki görüşleri destekledi.
1936’da şeri hukukun lağvedilmesini takiben, İslamcı modernist ve reformistlerin görüşleri sadece sosyal sonuçları olan hukuk yorumları ile ifade edildi. Sınırlanmış pratik sonuçlar olmaksızın, modernist ve reformist yaklaşım müslüman nüfusun yeni sosyopolitik duruma adaptasyonda dikkate değer bir fonksiyona sahipti. Örneğin Yugoslavya’nın önceki İslam Toplumu Baş Müftüsü İbrahim Fejic (ö. 1962) din ve devlet işlerinin ayrılması ve peçe yasağı ile bazı baskı altındaki sosyopolitik akımlara dinî meşruiyet verdi. Kısaca, önceki Yugoslavya sınırlarında İslamî modernizm ve reformizm görüş ve fikrinin yayılmasının temeli derin politik, sosyal ve kültürel değişim tarafından sağlandı.
Balkanlar’daki Çağdaş İslamî Düşüncenin Anahtar Figürleri
Mehmed Cemaleddin Causevic (1870–1938), Mehmed Handzic (1906-1944) ve Hüseyin Cozo (1912-1982), Balkan bölgesindeki İslam düşüncesinin yakın tarihinin en etkili Müslüman bilginleri olarak değerlendirilmektedirler. Her biri kendi tarzında ve kendi zamanında, Şeriat kanunlarını kendi zamanlarının sosyopolitik koşullarına uyarlayarak Balkan Müslüman topluluklarını restore etmeye çalıştı. Balkanlar’daki İslamî reform hareketinin gerçek öncüsü olarak kabul edilen Causevic, İstanbul’daki İslam İlahiyat Fakültesi mezunudur. Causevic’in öğrencilik günlerinde, Muhammed Abduh ile tanıştığı ve birkaç ay boyunca tefsir çevresine katıldığı, Kahire’yi ziyaret ettiği söylenmektedir (Traljić, 1998, s. 50). Bu ziyaret, o andan itibaren Abduh’un reformist ve modernist fikirlerini anavatanında tanıtmaya başlayan genç Causevic üzerinde kalıcı bir iz bırakacaktı. Yirminci yüzyılın ilk yarısında Bosna ve Hersek’te İslamî eğitim sisteminde tam bir reform yapılması Causevic‘in en önemli katkıları arasındaydı (Buljina, 2019).
1. Handzic, Causevic’in aksine, anavatanında İslam’ın geleneksel yönünü savunmada büyük bir azim ve kararlılık gösterdi. O, 1931’de El- Ezher’in geleneksel eğitim ortamlarından mezun olan bir avuç Bosnalı akademisyen arasında yer almaktaydı. O muhtemelen bu sebeple Müslümanların içsel değerlerine yerleşmiş olan toplumunun ahlâkî değerlerinin yenilenmesi üzerinde çalıştı. 1937’den itibaren Handzic, evvela baş kütüphaneci ve ardından da Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’nin müdürü olarak görev yaptı (Traljic, 1998, s. 115). O ayrıca Saraybosna’daki Yüksek İslam İlahiyat Akademisi’nde tefsir ve usulü-fıkıh derslerinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Handzic, akademik görevlerinin yanı sıra, 1939’dan Temmuz 1944’teki ölümüne kadar başkanlığını yaptığı El-Hidaje Topluluğu’nda kritik bir rol oynadı. Handzic genç yaşta ölmesine rağmen geride bıraktığı eserlerin miktarı gerçekten dikkate değerdir. Sanırız bu yayınlarından bir seçkinin altı büyük cilt olduğunu belirtmek yeterlidir (Handzic, 1999).
Handzic’in aksine Hüseyin Cozo, değişim ve reformun açık sözlü bir savunucusuydu. Cozo, “Yugoslavya’da Dinsel Yenileme ve İlerleme Hareketi” başlıklı ilk makalesinde, modernist ve reformist zihniyetini açıkça ilan etti. Bu ve diğer birçok yayınında Cozo, İslamî kanunların uygulanmasına çağdaş yaşam koşullarının gerçeklerini kabul edecek şekilde yaklaşılması gerektiğini savundu. Aynı şekilde, doktrinsel ve yasal konumları, onları koşullandıran belirli tarihsel bağlamlar çerçevesinde incelemenin önemini vurguladı. Böylece, kendi hukuki muhakemesinde Cozo, İslam hukukunun beş temel amacı teorisinden (Şeriatın Maksatları) ve maslahat (kamu yararı) ilkesinden özellikle iyi bir şekilde yararlandı. Cozo, klasik teolojik tartışmaları bölücü ve kuru olarak değerlendirdi ve ilm-i kelamın diğer doğa ve sosyal bilimlerin geliştiği şekilde gelişmesi gerektiğini savundu. Onun görüşüne göre, İslamî inanç alanında görünen en büyük zorluklar, Tanrı’nın sıfatlarının yanlış ve modası geçmiş bir şekilde anlaşılması sonucudur. Özellikle, Cozo, Marksizm savunucuları ile tartışmaya hevesli çok az Balkan Müslüman ilahiyatçısından biriydi. Polemiklerinde Cozo sıklıkla saf mantık ve rasyonel argümanlar kullandı. Ona göre akıl, vahyin bir müttefikidir. Sebep olmadan vahiy gerçeğinin anlaşılamayacağını savundu. Cozo’nun teolojik düşüncesinin rasyonalist yaklaşımı, tartışmasız en iyi, Mu’tezile pozisyonuna en yakın olduğu “özgür irade” ve “öngörü” sorununu ele alışında örneklendirilir. Mutezile metinlerinde, İslam’ı modern dünyaya uyarlama hizmetinde yeniden canlandırılabilecek içkin bir rasyonalizm görmüş olmalı. Cozo’nun dinî düşüncesi metafizikten çok daha rasyonel ve eğiticidir. Cozo bazen, İslam düşüncesini Batı sosyal felsefeleriyle uzlaştırmış gibi görünüyor. Bu Cozo’nun çevresi hesaba katıldığında ve neredeyse her zaman o çevreye bağımlı olduğundan dolayı şaşırtıcı değildir. Bundan dolayı onun başlıca önemi teoloji veya skolastik felsefe alanında değil, Balkan Müslümanlarının dinsel uyanışındaki çabasında yatmaktadır.
Cozo’nun Modernist ve Reformist Düşüncesi: Bir Tartışma
Cozo’nun Yaşam ve Çalışmalarının Sosyopolitik Bağlamı
Hüseyin Cozo Marksizm, komünizm ve ateizmin hüküm sürdüğü bir toplumda yaşadı. Diğer yandan, inanç liderleri ve din âlimleri düzenli olarak sorguya çekiliyorlar, hapsediliyorlar ve bazı cezalara çarptırılıyorlardı. Tito rejimi konumunu sağlamlaştırdıktan sonra bütün inanç topluluklarını ve onların resmi organ ve kurumlarını kontrol altına almak ve displine etmek amacıyla sert önlemler aldı. 1946’da şeriat mahkemleri lağvedildi ve 1950’de kadınların kullandığı yüz peçesi suç unsuru sayıldı. Bu sert önlemlerin sebeplerinden biri Müslüman toplum inançlarına karşı mutlak devlet programını topluma zorla uygulamaktı. Malcolm’un (ö. 1994) gözlemi önceki Yugoslavya’daki diğer toplumlarla karşılaştırıldığında Müslüman nüfus iki kat fazla acı çekiyordu. Çünkü İslam diğer dinlere göre sosyal hayat daha fazla müdahale ediyordu ve İslam Asya kökenli bir inanç olarak görünmekteydi. 1954’te bütün inançların devlet kontrolü ve garantisinde olduğu ve dinî özgürlüğünde garanti altına alınmasıyla ile ilgili yasa geçince bütün inançların genel durumu gelişti. Buna rağmen sosyal hayatta hala kültürel dinî faaliyet ve toplu ibadet kolay yapılabilen pratikler değillerdi. Bu durumun zorluğuna ilaveten 1964’e kadar İslamî içerikli kitap basımı yapılamıyordu. Her şeye rağmen Cozo inancına sadık kaldı ve dinî inançların ve kurumların alenen alay konusu olduğu dönemde İslam’ı ve geleneğini savunmayı net bir hedef haline getirdi.
Dikkate değer sosyopolitik durumlar tarafında çevrelenen Cozo’nun faaliyetleri onun İslamî düşüncesini ve hukuki seçimlerini etkiledi. Örneğin onun fetvalarında ve Kur’an yorumlarında daha modern bir yaşam tarzını tamamlayabilecek mantıklı bir ritüel uygulama anlayışını savundu. Dahası Cozo fetvalarında sanki bunlar İslam düşüncesinin temel özelliklerini temsil ediyormuş gibi her zaman rahatlık, incelik ve ölçülü olmayı hedeflemiştir. Cozo, devlet yetkilileriyle doğrudan etkileşime girmesine rağmen, hiçbir şey Yugoslavya’nın halkından biri olduğunu gösteremezdi. Aksine, faaliyetlerinin Tito’nun UBDA olarak bilinen gizli polis teşkilatı tarafından sürekli gözetim altında olduğu iyi belgelenmiştir.
Cozo’nun eserlerinin çoğu, ya zamanının sosyopolitik ortamından etkilenmiş veya da bu ortamları etkilemeye çalışmıştır. Örneğin, 1978’de IVF’nin[6] keşfinin ardından Cozo, konunun hukuki ve ahlâkî yönlerini İslamî bir bakış açısıyla ele aldığı bir makale yayınladı. Benzer şekilde, eserlerinin çoğunda, Balkan Müslüman halklarının kültürel ve tarihi geleneklerinin korunmasına güçlü bir vurgu tespit edilebilir. Ayrıca, bir Bosnalı Müslüman ulusal kimliğinin inşası için çok önemli olan bazı unsurlar Cozo’nun birçok makalesinde, özellikle de Preporod’da yayınlananlarda vurgulanmıştır. Nitekim Preporod’un kurulmasıyla Yugoslav Müslüman din bilginlerinin yazıları yeni bir üslup kazandı. Radic’e (2002, s. 372) göre, “Preporod’da yayınlanan makaleler ve notlar, IVZ’nin resmi organlarının sayfalarında geçen onyıllarda görünen ifade ve yazılardan önemli ölçüde farklı hale geldi.”
O zamana kadar, devlet yetkilileri, IVZ’nin İbrahim Fejic başkanlığındaki önde gelen yetkililerinin işbirliği düzeyinden memnun görünüyordu. Novaković’in (2008, s. 161) gözlemlediği gibi, “Müslüman yazarlar tarafından Preporod yayınlarının başlatılmasından bu yana, seküler konular için daha önce hiç olmadığı kadar gösterişli bir açıklık sergilemeye başladı.” Bu, özellikle Cozo’nun başyazısında görülüyordu. Örneğin, 1970 ve 1971’de Preporod’un sayfalarında yer alan Müslüman ve gayrimüslim aydınlar tarafından, Bosnalı Müslüman bir ulusun varlığını vurgulayan metinler için bir forum oluşturuldu. “1950-1980 Bosna Hersek Müslümanlarının Ulusal Kimliğine İlişkin Akademik Söylemlerde İslamın Rolü” başlıklı makalesinde, Omerika (2006, s. 368), “Tito rejiminin öngördüğü gibi, tamamen seküler bir Yugoslav Müslüman ulusunun yaratılmasının, Hüseyin Cozo gibi Müslüman âlimlerin gayri resmi ağları nedeniyle başarısız olduğunu” ileri sürmüştür.
Örneğn 1971 yılı memorandumu boyunca Atif Purivatra (ö. 2001) ve Cozo, tarihçiler ve entelektüellerin yanı sıra politikacıların İmamlara ve diğer IVZ yetkililerine Bosnalı Müslümanların ulusal kimliğinin önemi hakkında bilgi verdiği çeşitli seminerler düzenledi (Purivatra, 1998, s. 56). Bu seminerlerin amacı, İmamların kendi cemaatlerinin üyeleri arasında Bosnalı Müslüman milliyeti kavramını yaymasını sağlamaktı. Cozo ve meslektaşlarının bu tür faaliyetleri fark edildi ve dinî faaliyetleri esasen kötü olarak gören bir rejim tarafından hiçbir şekilde ihmal edilemezdi. Aldatıcı yöntemler ve planlı kampanyalar yoluyla komünist rejim, IVZ’nin departmanlarını ve kurumlarını herhangi bir otoriteden ve toplumdaki mevcut durumundan mahrum bırakmaya başladı. Sonuç olarak İslam Cemaati daha sonraki yıllarda çok zor bir dönemden geçti.
Novakovic’e (2008, s. 159-163) göre, merkezi ve cumhuriyetçi hükümetler tarafından o zamanki İslam Cemaati Baş Müftüsü Süleyman Kemura’ya (ö. 1975) IVZ’nin belirli üst düzey yetkilileriyle ilgili olarak Devleti “kışkırttıkları” ve “tehlikeli yorumları ve görüşleri” ile alakalı düzenli olarak yazılı uyarılar gönderilmiştir. Bu listeye Cozo’nun adının dâhil edildiğine şüphe yoktu. Aslında, bu kampanyanın ana hedefinin Cozo olduğunu iddia etmek abartı olmaz. UDBA tarafından yapılan bu gizli istihbarat ve gözetleme işleminin doruk noktasına, Eylül 1979’da Porice köyündeki olayın ardından ulaşıldı ve ardından Cozo, görevlerinin çoğundan istifa etti ve kendini kamusal yaşamdan izole etti. O, sonraki yıllarda akademiye odaklanacaktı. Karic (2004), Cozo’nun İslam İlahiyat Fakültesi’ndeki ortak ofisinde kendisine acılarını şu sözlerle ifade ettiğini bildirir:
En çok polisin cuma öğleden sonra beni arayarak pazartesi sabahı ilk iş olarak onlara rapor vermem gerektiğini söylemesinden nefret ediyorum. Bütün hafta sonumu mahvediyor. Hafta sonu evimde soğanları ayıklamamı veya bahçeyle uğraşmamı engelliyor (Karic, 2004, s. 519).
Cozo komünist dünyanın dinî söyleminin yeni modunun ardında bir omurga olarak ortaya çıktı. Benzer şekilde onun söylemi teorik temelin temsili olmayan güçlü bir sosyal ve bireysel unsurlara sahip İslam hukukunun reformu sorunuyla ilişkiliydi. Örneğin o çalışmalarında meşru sistemin, icma, kıyas, maslahat vb. gibi anahtar anlamlarını edebi ve teknik olarak nadiren tartışıyordu. Diğer yandan o fetvaları ve diğer çalışmaları aracılığıyla Komünist Yugoslavya’da yaşayan Müslüman insanların yaşamlarına derin etkilerde bulunmaktaydı. Örnek olarak Dzananovic’in (1998, s.103) gözlemdiği gibi, uzun zaman onun düşündürücü öğretim yönteminden ve fetvalarından etkilenen, Gazi Hüsrev Bey Medresesi’nden mezun olan bir nesil, sivil memur ve devlet yetkilisi olmak yerine, din öğretmenleri ve imamlar olarak çalışmaya karar verdi.
Sosyal Gerçeklik ve Teorinin Tepkisi: Hukukçu ve Müftü Olarak Hüseyin Cozo
İslam hukukunun modern zamanların ihtiyaçlarına adaptasyonunun reformu kavramı Cozo’nun entelektüel kariyerinin tartışmasız temel meşguliyetiydi. Örnek olarak, onun ictihad hakkındaki önceki ve sonraki yazıları ve incelemeleri dinî açıdan gözden geçirmeye ihtiyaç duymaktaydı. Akılcı düşüncenin ictihad kavramının yaygınlaşmasının şiddetli bir taraftarı olarak Cozo, İslam dinî ve hukuki meselelere dair tartışmaları gelenekçilerin sınırları dışına, ortaya çıkan kamusal alana taşımak için elinden geleni yaptı. Glasnik, Takvim ve Preporod da dâhil olmak üzere bölgede bulunan en önemli İslamî süreli yayınların sayfalarını harika bir şekilde yazdı. Bunların her birinde Cozo, yazar, editör veya yayıncı olarak süreçlerin her pratik yönüne dâhil oldu.[7] Basına olan bu dikkat çekici düzeyde katılım, Cozo’nun modernist ve reformist görüş ve fikirlerini en önde ifade etmesini ve yaymasını sağladı. Cozo’nun eserlerinin çoğunun IVZ’nin resmi organlarında yayınlanmış olması gerçeği bunu açıkça ortaya koymaktadır. Cozo’nun entelektüel olarak zirveye ulaştığı dönemde (1960-1982) gelenekselci Balkan âlimlerinin çevrelerinin önemli ölçüde zayıf olduğunu burada belirtmekte fayda var. Bu, iki ana faktörden kaynaklanıyordu:
1878 ile 1918 arasında birçok önde gelen Balkan Müslüman âlimi Türkiye, Suriye ve diğer Müslüman bölgelerine göç etti ve
Tito’nun din karşıtı rejiminin ortaya koyduğu muazzam baskı, geride kalan çoğu din bilgininin kendilerini kamusal yaşamdan izole etmesine neden oldu.
Yine de Cozo hala memleketi Bosna’dan gelenekçi birkaç din âlimi tarafından eleştirilmektedir. Örneğin, Derviš Spahic (ö. 1978) ve Muhamed Pasic (ö. 1980), Cozo’yu modernist ve reformist görüşleri nedeniyle eleştirdiler. Onlara göre, Cozo bir yenilikçiydi (mubtadiʿ) ve bazı “sapkın” görüşlere sahipti. Görüşleri veya fikirleri eleştiriye maruz kaldığında Cozo, daha fazla açıklama ve argüman sunarak yazılı olarak yanıt verdi. Bu tür polemiklerin çoğu genellikle orada biterdi. Cozo karakteristik olarak, bu polemiklerde görüşlerinden hiçbirini geri çekmedi ve bazı eleştirmenlerinin aksine, her zaman yüksek düzeyde saygı ve nezaket göstererek hareket etti. Eserlerinde görüldüğü gibi geleneksel ortodoks inanç yapısı ile ilgili olarak Cozo yenilikçi değildi, ancak dinî düşüncede akıl haklarına vurgu yaparak öğretiyi Orta Çağ yerine modern terimlerle yeniden formüle etme olanağına izin verdi. Örneğin peygamberler ve azizler tarafından gerçekleştirilen mucizelere şüpheyle yaklaşarak mucizenin bölgesini sınırlamaya çok kararlıydı. Öte yandan, Hz. Muhammed’e ve Kur’an’ın kendisine verilen şeref ve haysiyetle ilgili olarak Cozo çok gelenekseldi.
Cozo’nun hukuki düşüncesi, hem kendi zamanını çevreleyen koşulları hem de kendi görüşlerini ve kişiliğini yansıtmaktadır. Örneğin fetvaları, komünist Yugoslavya’nın özel sosyopolitik koşullarının dikkate alınmasına dayanıyor. Ayrıca, Cozo’nun fetvalarının, yirminci yüzyıl öncesi fıkhının kabul etmediği tıbbi ve bilimsel meselelerle uğraşmak için yararlı bir araç olduğu kanıtlanmıştır. Aşağıdaki ilginç bir örnek:
“Kur’an-ı Kerim’de belirtilmeyen hayvanların etinin tüketilip tüketilemeyeceği konusu bilime bırakılmalı ve bilimsel bulgulara dayalı kurallar çıkarılmalıdır.”
Şöyle ki, bilimsel analizle, belirli bir hayvanın etinin insan vücudu üzerinde zararlı etkilerinin olmadığı ispatlanırsa, o zaman bu etin caiz olması veya helal olması gerekir. Bu, eti mekruh olarak sınıflandırılan bütün hayvanlar için geçerlidir (Cozo, ss. 207-208, 2006).
Bu yanıttan da anlaşılacağı üzere Cozo, modern bilimsel araştırma yöntemlerinin ortodoksluk çerçevesinde kabul görmesini sağlamaya çalıştı. En sevdiği öğretmen Shaltüt gibi Cozo da birçok geleneksel müftü bunu yapmanın imkânsız ve hatta yanlış olduğunu düşündüğü bir dönemde yenilikçi fetvaları aracılığıyla İslam âlimleri arasında diyalektiği yeniden canlandırmak istiyordu. Burada hem Shaltüt hem de Cozo’nun Nasir’in Mısır’ı ve Tito’nun Yugoslavya’sı gibi benzer sosyopolitik koşullarda yaşadığını ve çalıştığını belirtmek gerekir.
Cozo bir müftü olarak, insanların dikkatini yasal olarak geçerli olmayan geleneklere çekmek için pek çok fırsata sahipti. Örneğin, Karadağ’da birisi ona “Bir cenaze merasimi sırasında imama bir bardak şarap ikram edilebilir mi?” şeklinde bir soru sorduğunda Cozo, bu uygulamanın açık bir şekilde kutsal metinlere (şeriata) aykırı olduğunu ve bu nedenle de terk edilmesi gerektiği cevabını verebilmiştir (Cozo ve Hasanovic, 1999, s. 213). Cozo bunun yanında bu uygulamaların Kuzey Bosna, Montenegro ve Sırbistan gibi belirli alanlarda yaygın olan güçlü Hristiyan etkisinin bir ürünü olduğunun altını çizdi. Öte yandan, Cozo’nun apaçık İslamî metinlere aykırı olan bir geleneği sadece onaylamakla kalmayıp teşvik ettiği ilginç bir örnekle karşılaştık. Kendi sözleriyle:
Kur’an ve Sünnet, birinci kuzeni de dâhil olmak üzere yakın akrabalarıyla evlenmeye izin verse de topraklarımızda yaygın olan gelenek bunu sosyal hayatta onaylamamaktadır. [...] Bu makul bir gelenek ve bize göre sürdürülmelidir. Yani, kişinin yakın akrabasıyla evliliği, getirdiği ortak genetik karmaşıklıklar nedeniyle cesaret edilen bir olay değildir. Son tıbbi bulgular bunu doğrulamaktadır... Muhammed Peygamber’in “gharīban ankiḥū” (akraba olmayanlarla evlen) yazan bir sözü de vardır (Cozo&Hasanovic, 1999, ss. 408-409).
Anlaşılan, bu gelenek Balkanlar’ın çoğu yerinde Müslüman ahlâkının ve zihniyetinin bir parçası haline geldi. Yani eski Yugoslavya topraklarından ortalama bir Müslüman, birinci kuzenle evlenmenin İslam hukukunda hukuken geçerli olduğuna inanmıyor. Örneğin, bazı Bosnalı Müslümanlara, evlilik sözleşmesi yapılamayan herkesi listeleyen ilgili Kur’an pasajının çevirisini sunduğumda, birkaçı kullandığım Kur’an nüshasının gerçekliğinden şüphe etmeye başladı. Yukarıdaki cevapta gösterildiği gibi, Cozo fetvalarını yayınlarken her zaman verilen sosyopolitik durumu dikkate almış ve en uygun hukuki yöntemi kullanarak yaratıcı bir içtihadı gerçekleştirme yeteneğini ortaya koymuştur.
Cozo’nun fetvaları çok önemli bir güç ve üretildikleri sosyopolitik koşulların bir tür tanığı olarak görülebilir. Başlangıçta Boşnakça yazılmış olan Cozo’nun fetvaları, Güney Slav dillerinde fetva türüne yapılan ilk önemli katkıyı temsil etmektedir. Belki de burada belirtmek gerekir ki, 1965 ile 1980 arasındaki dönemde Cozo’nun fetvaları Balkanlar’da en çok okunan İslamî literatür türlerindendir. Ve son yıllarda, fetvalarının birkaç baskısı Balkanların farklı bölgelerinde yayınlandı. Bu, Cozo’nun fetvalarının bugüne kadar popüler kaldığını gösteriyor. Aslında fetvalarının koleksiyonları Saraybosna, Zagreb, Belgrad, Üsküp, Ljubljana ve Novi Pazar’daki kitapçılardan ve kitap sergilerinden satın alınabilir.
Cozo’nun terimin tam anlamıyla bir “Müftü” olarak hareket etmediği akılda tutulmalıdır. İfta uygulamasında farklı bir metodoloji benimseyerek, Cozo’nun koleksiyonu, fetva literatüründeki son değişime en büyük katkıda bulunanlardan birini temsil etmektedir. Şimdiye kadar gösterildiği gibi, fetvaları, körü körüne taklit etmeyi genel bir reddetme, belirli sosyal koşulları dikkate alma, daha kabul edilebilir çözümler seçme ve bireysel olanlar yerine kamu çıkarlarını tercih etme ile karakterize edilir. Aşağıdaki bölümde Cozo’nun en önemli fetvalarından birini inceleyeceğiz. Seçilen fetva, Cozo’nun verilen sosyal bağlamı değerlendirmesini ve kamu yararına hizmet etme tercihini göstermektedir.
Cozo’nun Zekât ve Fiṭr Sadakası Fetvaları: Bir Analiz
Cozo, Müslüman modernistlerin ve reformistlerin zekât ve zekât al-fitr kuralları da dâhil olmak üzere tüm inanç meselelerindeki klasik görüşleri sorgulama eğilimini açıkça destekledi. 1967’de Cozo, zekât ve fıtr sadakalarının gelirlerinin toplanması ve dağıtılması konusunda bir fetva yayınladı. Fetvada Cozo, zekât gelirlerinin genel ihtiyaçları ve projeleri için IVZ’ye verilebileceğini ve verilmesi gerektiğini savundu. Bu açıdan Cozo ile aynı fikirde olmayan yerel âlimler arasında, eleştirisini Glasnik’te yayınlamayı seçen Derviş Spahic de vardı. Yazdığı şu:
Geçenlerde İslam Cemaatinin genel ihtiyaçları için zekât ve fıtr sadakası gelirlerinin verilmesine izin verildiğini ve hatta tavsiye edildiğini ileri süren bir fetva ile karşılaştım. Bu görüş, birkaç nedenden dolayı (yanlış):
Kuran ve sünnet ile çelişiyor -Allah, zekât ve fıtr sadakası gelirlerini almaya uygun olanlara kitabında karar vermiştir (Tevbe sûresi, 9:60),
Ulm [adaletsiz] olan fakirlerin haklarının ellerinden alınacağı anlamına gelir,
Bu aynı zamanda pek çok insanın sadakasının [zekâtı] [Allah’ın kabul ettiği] kabul olmayacağı anlamına gelir,
Yeni girişim birçok imamın bu yanlış görüşü cemaatlerine iletecekleri için yoldan çıkmalarına yol açacaktır (Spahic, 1967, ss. 30-48).
Spahic’in eleştirisi başlı başına bir fetva gibi görünüyor. Ona göre zekât ve fıtr sadakası gelirlerinin İslam Cemaati’nin genel ihtiyaçları için verilmesi yanlıştır. Argümanlarından biri, fakir ve muhtaçların, bunun yerine bu gelirleri almamakla haksızlığa uğrayacaklarıdır. Spahic’in eleştirisine yanıt olarak Cozo, Glasnik’te de yayınlanan uzun bir fetva yazdı. İşte cevabının bir özeti:
İçinde yaşadığımız sosyal koşullar nedeniyle, zekât ve fıtr sadakası gelirlerinin IVZ’nin genel ihtiyaçları doğrultusunda verilmesi konusu çok önemli hale geldi. İlk olarak, zekât ve fıtr sadakası gelirlerinizi IVZ’ye verme gerekliliğini tekrar vurgulamak istiyoruz. İkinci olarak, yasal olarak geçerli olduğunu ve hatta bunu yapmanın tavsiye edildiğini kategorik olarak kanıtlayacağız. Tevbe suresinin 60. ayetine göre, İslam Cemaatimizin genel ihtiyaçları için zekât gelirinin verilmesi, yüce ayette belirtildiği gibi hak eden kategorilerden biri olan fisebilillah’a girmektedir.
Tanınmış bir müfessir olan Reşid Rıza, fisebilillah ifadesinin İslam’ın uygulanmasını sürdürmek için gerekli her şeyi içerdiğini iddia eder. [...] Fıkıh el-Sünnet yazarı, fisebilillahı vermenin en iyi yolunun İslam’ı vaaz edenleri desteklemek olduğunu öne sürüyor. [...] Nitekim zekât gelirleri Kur’an’da belirtilen yedi kategoriden birine dağıtılmalıdır. Ancak ikilem hangi kategorilere öncelik verilmesi gerektiğidir? [...] Bu ikilemi çözerken aşağıdaki noktalar dikkate alınmalıdır. Birincisi, Ebu Bekir döneminde, kalpleri barışanların (muellafati kulubuhüm) kategorisi askıya alındı. Hepimizin bildiği gibi, köleleri özgürleştirme kategorisi (fi al-riqab) zamanla ortadan kalktı. [...] Bize göre, gezgin (İbnü’l-sabil) ve borçluların (el-gharimin) kategorileri de askıya alınmalıdır çünkü artık zekât ve fıtr sadakası gelirlerini bunlara dağıtmak pratik değildir. Ve bizim Yugoslavya bağlamında, yoksullar (al-fukara) ve muhtaçlar (al-masakin) kategorisi de yerel yetkililer onlara baktığı için askıya alınabilir. Öyleyse, fisebilillah kategorisi tek ilgili kategori olarak kalır ve bu nedenle tüm diğerlerine göre öncelik verilmelidir. [...] Hangi açıdan bakarsak bakalım, IVZ’miz için finansal bir temel sağlamak çok önemli hale geldi. Bu çok önemli konuyu çözerek diğer birçok sorun da çözülecektir (Cozo, 1967, ss. 248-250).
Spahic’in fetvası nispeten kısa olsa da Cozo’nun yanıtı oldukça uzundur ve soruyu şık ve sofistike bir şekilde ele alır. Örneğin, cevabında Kur’an, Sünnet, Tefsir al-Manar ve S. Sabik’in Fıkıh el-Sünnesi de dâhil olmak üzere birkaç kaynaktan alıntı yapıldı. Bu, fetvanın öncelikle İslam hukuku âlimlerine ve öğrencilerine yönelik olduğunu göstermektedir. Cozo cevabının hemen başında, kendisine göre zekât ve fıtr sadakası gelirlerinin toplanması ve dağıtılması meselesini bu kadar merkezi hale getiren sosyal koşullara işaret etmektedir. Cozo daha sonra, zekât ve fıtr sadakası gelirlerinin eski Yugoslavya İslam cemaatinin genel ihtiyaçlarına yönelik olarak verilmesinin meşruiyetini kanıtlamak olan cevabının arkasındaki gerçek niyetini ifade etti.
Cozo’nun iddiasının özü, kelimenin tam anlamıyla “Allah yolunda” anlamına gelen fisebilillah ifadesini anlayıp yorumlamasında yatmaktadır. Cozo, R. Riḍa ve S. Sabik gibi, vaaz da dâhil olmak üzere Tanrı aşkına yapılan herhangi bir eylemi içerecek şekilde bu ifadeyi genelleştirir. İbn Esir, anıtsal nihai eserinde fisebilllah ifadesinin herhangi bir iyiliği içerecek kadar genel olduğuna işaret eder. Bununla birlikte, yasal terimlerle (şer’an) ifadenin cihadın anlamı ile sınırlı göründüğünü vurgulamaktadır (Bkz.İbn bid Seen. Radd al-Muthtar: 2, 83-84.). Bununla birlikte, yasal terimlerle (şer’an) ifadenin cihadın anlamı ile sınırlı göründüğünü vurgulamaktadır (İbn bid Seen. Radd al-Muthtar: 2, 83-84.). Klasik hukukçular, cihat eyleminin yukarıdaki ifadeyle varsayıldığı konusunda hemfikir görünmektedirler, ancak başka iyi eylemler içerip içermediği konusunda anlaşamamaktadırlar. Örneğin Ebu Yusuf, ifadenin fakir Müslüman askerleri de kapsadığını savundu. Al-Şabani, Mekke’ye giden parası veya kaynağı tükenen hacıları da ekliyor (Bkz. İbn bid Seen. Radd al-Muthtār: 2, 83-84). 12. yüzyılın önde gelen Hanefi hukukçularından El-Kasani, zekât ve fıtr sadakası gelirlerinin kurumlara veya insan gruplarına değil, bireysel kişilere verilmesi gerektiğini savundu (Al-Kasani, Bada’i al-Sana’i: 2, s. 49). Bir diğer önde gelen Hanefi hukukçusu İbn Nuaym, el-Bahr el-Ra’ik’te yoksulluk koşulunun her durumda gerekli olduğunu açıkça belirtmiştir (Ibn Nujaym. el-Baḥr al-Rā’iq: 2, 260.).
İbn Abidin böylece zekât ve fıtr sadakası gelirlerinin cami, okul, hastane vb. inşa etmek veya bakımını yapmak için harcanamayacağı sonucuna varmıştır (İbn Abidin. Radd al-Muthtar: 2, s. 85). Fetvasının sonuna doğru Cozo, sosyalist Yugoslavya bağlamında zekat geliri elde etmesi gereken tek kategorinin fisebilillah kategorisi olduğu sonucuna vardı. Çoğu Müslüman hukukçu, “fakir” ve “muhtaç” kategorisinin hak eden tüm kategorilerin en önemlisi olduğunu ve bu kategorinin askıya alınmasının zekât kurumunun ve İslam’daki diğer hayır kurumlarının birincil amacına aykırı olacağını öne sürüyor (Örneğin bkz. El-Karavi, Y. (2006). Fıkıh el-Zekât. Kahire: Maktaba Wahba., 376-384.). Cozo ise yerel yönetimlerin fakir ve muhtaçlara baktığını ileri sürdü. Tüm modern devletler yoksullara ve muhtaçlara hizmet etmeye kefil olmasına rağmen, artan yoksulluk bugün bile çoğu ülke için ciddi bir meydan okuma oluşturmaktadır.
Cozo ise yerel yönetimlerin fakir ve muhtaçlara baktığını savundu. İbn Abidīn Raddad al-Muthtar’da “kalplerin uzlaşmasının nedeni artık mevcut olmadığından, bu kategoriyi askıya almak için bir fikir birliğine varıldı” diye açıklıyor (İbn bidin, Radd al Muthtar 2, s. 89). Orta Çağ hukukçularının çoğu, bir borçlunun zekât gelirlerini alabilmesi için belirli koşulların yerine getirilmesi gerektiğini belirtir, ancak hiçbiri bu kategorinin askıya alınması gerektiğini önermemiştir. Benzer şekilde, Cozo’nun yanı sıra, gezgin kategorisinin askıya alınmasını yalnızca M. al-Maraghī’nin önerdiği bilinmektedir (Bkz. Tafs alr al-Marāghī: 28, yorum (s. 59: 6).). Aksine, Müslüman bilginlerin çoğu, zekât programı aracılığıyla maddi yardım almaya uygun hale getirerek, muhtaç gezginlere ve borca boğulmuş kişilere karşı İslam’ın iyi doğasına işaret etmektedir.
Şüphesiz, Cozo’nun o zamanki zayıf ve gerileyen eski Yugoslavya’nın İslamî cemaatini güçlendirme hevesi, onu bu tür öneriler ve sonuçlara varmaya sevk etti. Şöyle ki, İkinci Dünya Savaşı sırasında İslam Cemaati ciddi maddi zarar gördü. Savaştan sonra, Tito rejimi İslam Topluluğunun ulusal, dinî ve mülkiyet haklarını doğrudan etkileyen çeşitli önlemler aldı. Örneğin, IVZ’nin kalıcı bağışlarını (el-Awqaf) idare eden organ, devlet kontrolü altına alındı ve değerli varlıklarının çoğunu yerel makamlara devretmesi talimatı verildi. Awqaf’ın kötüleşmesine son darbe 1958’de kiralık mülklerin kamulaştırılmasıyla geldi. Sonuç olarak, asırlık bazı hayır kurumları feshedildi. Millileştirilmiş daimî bağışlardan elde edilen geliri ikame etme niyetiyle bir üyelik ücreti getirildi. Ücret sistemi hiçbir zaman beklentilerine ulaşamadığı için İslam Cemaati umutsuzca daha umut verici bir çözüme ihtiyaç duydu. Bu nedenle, 1969’da IVZ’nin Yüksek Dinî Otoritesi (VIS), Müslümanlara İslam Topluluğu’nun iyileştirilmesi için zekât ve fıtr sadakası gelirlerinin önerilen merkezileştirilmesini destekleme talimatı veren bir kararname yayınladı. (Kemura ve Cozo, 1969, ss. 353-363). Kararname ayrıca bunun gerekliliğini vurguladı. Kararnamenin dönemin Başmüftüsü Süleyman Kemura ve özel danışmanı Hüseyin Cozo tarafından imzalandığını burada belirtmek gerekir. Cozo’nun daha önce benzer fetvaları yayınlamış olması ve imzasının bizzat resmî kararnamede bulunması nedeniyle projenin baş mimarı Cozo’nun olduğu gayet açıktır. Yarışmacıların itirazlarını ağırlıklı olarak Cozo’ya yöneltmeleri de aynı sonuca işaret ediyor. İşte projenin ana başarılarının bir özeti:
IVZ’nin titrek mali durumunu güçlendirdi,
Beş asırlık Gazi Hüsrev Bey medresesinin devamına izin verdi,
İslam İlahiyat Fakültesi’nin kurulmasına yol açtı ve
Glasnik, Preporod ve Takvim dâhil IVZ’nin resmi organlarının üretimini kolaylaştırdı.
Özellikle, proje bugüne kadar herhangi bir antagonizma olmadan uygulanmaktadır. Biri sorabilir, başka veya daha iyi bir çözüm var mıydı? Yukarıda belirtildiği gibi, Cozo 1967’de zekât üzerine ilk fetvasını yayınladığında, eski Yugoslavya’daki İslam Cemaatinin ekonomik temeli neredeyse yok edilmiş haldeydi. Dahası, millileştirilmiş kalıcı bağışlara olası bir yeniden sahip olmak için Tito rejimiyle müzakere etme fikri hiçbir zaman uygulanabilir değildi. Dolayısıyla, projenin İslam hukukunda meşru olduğu düşünüldüğünde, kişinin gerçekten tarihsel önemini kabul etmesi gerekiyor.
Sonuç
Bu bölüm, Balkan karmaşık sosyopolitik ve kültürel bağlamlarında yer alan çağdaş İslamî reformist düşüncenin kavranması ve yorumlanması üzerine Hüseyin Cozo’nun modernist ve reformist düşüncesini tanıtmaktadır. Cozo, hem modernitenin yarattığı ikilemin ciddiyetini hem de İslam’ın modernleşmiş bir toplumda dinamik bir güç olabileceğine olan inancını kabul eden çok az Balkan Müslüman âliminden biriydi. Cozo’nun zamanı ideolojik baskı, ateizm, komünizm ve güçlü din karşıtı propaganda ile karakterize edilmekteydi. Öte yandan, bu derin siyasi, sosyal ve kültürel zorluklar bölgede İslamî modernist ve reformist görüş ve fikirlerin yayılmasına yardımcı olmaktaydı.
Cozo, yalnızca İslam’ın dinî düşüncesini doğrulayabileceğinden emin olan, modern düşüncenin peşine düşmesi anlamında bir modernistti. Cozo’nun bilimsel çabalarının kısa bir incelemesi bile, sesini dogmatizme ve katı İslam düşüncesine karşı yükselttiğini söyleyecektir. Cozo, çok sayıda yayınıyla geleneksel İslamî öğretileri etkin bir şekilde aktarmış ve İslam hukukunun ve inancının iç gerçekliğini dindaş kardeşlerinin erişimine açmıştır. Hüseyin Cozo’nun şimdiye kadar gördüğünden çok daha fazla ilgi görmeye değer bir düşünür olduğuna inanıyoruz. İlahiyatçı, tefsirci, hukukçu, müftü, öğretmen ve vaiz olarak çeşitli rolleri, içeriden görüldüğü şekliyle İslam’ın çeşitli boyutlarını keşfetmek için mükemmel bir fırsat sağlar.
Cozo, iki seçkin yüksek öğrenim kurumundan mezun olan önemli bir eğitim kariyerine sahipti: Saraybosna’daki Mekteb-i Nuvab ve Kahire’deki El-Ezher Üniversitesi. Cozo’nun el-Ezher Üniversitesi mezunu olarak ünü ve Arapça ustalığı, Balkan din âlimleri arasındaki otoritesinin altını çizen unsurlar arasındaydı. Bir zamanlar Ezher müderrisleri tarafından İslamî ilimde “reform” ve “canlanma” nın doğru hareket tarzı olduğuna ikna olan Cozo, daha sonra fikrini zar zor değiştirdi. Cozo’nun hayatının en karanlık dönemi, 13. SS Birliğine katılımı ve sonraki beş yılını çeşitli hapishanelerde geçirmesiydi. Eski Yugoslavya İslam Cemaati ve dinî eğitim kurumları, Cozo’nun görüş ve fikirlerinden açık ve net şekilde etkilenmişti. Aynı şekilde, İlmiye Derneği birkaç yıl boyunca Cozo’nun başkanlığında ve ayrıca Takvim ve Preporod’un editörlük değerlendirmeside Cozo’nun kontrolü altında kaldı. Bu önemli roller ve görevler, bir yandan Cozo’ya reformist görüşlerini ve fikirlerini yaymak için geniş fırsatlar sunarken, diğer yandan onu Tito’nun baskıcı rejiminin sürekli baskısı altına soktu.
Cozo birden fazla İslamî disiplinde başarılı oldu, ancak asıl meşguliyeti tefsir ve fıkıhtı. Cozo, fetvaları ve taze Kur’an yorumlarıyla, kendisinin ve halkının karşılaştığı zorluklara, her şeyden önce Tito’nun komünizm ve modernite versiyonuna yanıt verdi. Cozo’nun Kur’an tefsirine yaklaşımı iki ana özellikle karakterize edilir: Birincisi, vahiy ile akıl arasındaki uyumun kayıtsız şartsız doğrulanması ve ikincisi, bir yandan Kur’an’da yer alan evrensel kavramlar ve ilkeler arasındaki ayrım ve diğer yandan bu kavramların ve ilkelerin yorumlanması. Aynı şekilde, hukuki görüşleri, genel bir kör taklidi reddi ve belirli sosyal koşulların dikkate alınmasıyla karakterize edilir.
Cozo’nun çalışmaları hem İslamî içeriği hem de etkisi açısından önemlidir. Örneğin ilham veren fetvaları ve diğer çalışmaları sayesinde Müslüman din bilginlerinin mesleki yapıları olumlu yönde dönüşüyordu. Muhtemelen, Cozo’nun çalışmalarının en belirgin özelliği İslam’ı savunma gayreti ve modernite ile uyumluluğunu gösterme arzusudur. Cozo’nun modernitenin ürettiği ikilemlere fetvalarıyla pratik çözümler sunma tutkusu ve Kur’an metnine olan tutkusu, teori ile pratik arasında bir köprü oluşturduğu anlamına geliyordu. Öncelikle insanlara duyduğu ilgiden dolayı, eğitim ve vaaz verme unsurları eserlerinde belirgindir. Cozo’nun popüler köşe yazılarını okuyanların hepsi onun belirli konulardaki tutumuna katılmamış olabilir, ancak yine de çoğu daha genel reform ve canlanma mesajına ilgi duydu. Örneğin, Cozo her zaman IVZ’nin zekât ve fıtr sadakası projesinin ana savunucusu olarak hatırlanacaktır. D. Spahic ve M. Pasic gibi Cozo’nun görüş ve yöntemleriyle farklılaşanlar bile onun katkılarının değerini kabul ettiler. Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Muhammed İkbal ve Mahmut Shaltūt gibi yirminci yüzyılın diğer önde gelen Müslüman reformistleriyle karşılaştırıldığında, Cozo’nun benzersizliği, çalıştığı ve yayınladığı sosyopolitik çevre üzerindeki anlık etkisinde yatmaktadır.
Cozo’nun üstün olduğu iki alan öğretim ve yazma idi. Önce Gazi Hüsrev Bey medresesinde ve ardından İslam İlahiyat Fakültesi’nde yaptığı eğitim girişimleriyle yepyeni bir Balkan Müslümanı nesli üzerindeki etkisi küçümsenmemelidir. 2006 yılında İslamî İlimler Fakültesi tarafından Cozo adına özel bir kütüphane koleksiyonu kurulması, bugünkü çalışmalarının önemine ve alaka düzeyine işaret etmektedir. Ayrıca, Cozo’nun İslamî hukuk hükümlerinin oluşumunun altında yatan metodolojik konulara radikal yaklaşımı, bu alandaki güncel gelişmeler üzerinde derin bir etkiye sahiptir. Örneğin, Nusret Abdibegovic, Hasan Makic, Sukrija Ramic ve Muamer Zukorlic dâhil olmak üzere birçok Bosnalı müftü, Cozo’nun Hanefi mezhebinin dışında fetva verme modelini takip ediyor.
Cozo’nun fetvaları ve tamamlanmamış Kur’an tefsiri, onun modernist ve reformist düşüncesinin en önemli ifadeleridir. Örneğin fetvaları sadece kendi dönemine değil, aynı zamanda onları çok kullanan ve eşsiz duruşuna değer veren halkına da çok uygundu. Cozo’nun fetvalarında ortaya koyduğu böylesine bağımsız ve eleştirel bir düşünce, 1960’ların ve 1970’lerin Marksist Avrupa’sı için bir zorunluluktu. Balkan müftülerinin gelecek nesilleri için Cozo’nun hukuki görüşlerinin dikkate alınması kaçınılmaz olacaktır. Benzer şekilde, Balkan bölgesinin çağdaş İslam düşüncesini ve uygulamalarını inceleyen herkesin Cozo’nun entelektüel zekâsına dikkat etmesi gerekecektir.
Yukarıda görüldüğü gibi, İslam’ın modernist ve reformist yorumlama çizgilerinin görüş ve fikirleri Cozo’nun eserlerinde açıkça yansıtılmaktadır. Öte yandan, ruhunun ve düşüncelerinin prizmasıyla bu görüş ve fikirler yerel bir “Yugoslav/Balkan” boyutu kazanmış ve birçok önemli zorluk ve incelemeyle karşı karşıya kalmıştır. Cozo’nun modern zamanlarda İslam’ın geçerliliğini açıklamadaki başarısı tartışılabilir ve modern bilimler konusundaki anlayışının analitik derinliği hatalı olabilirken, modern aklın karşı karşıya olduğu en önemli sorunların farkında olduğuna şüphe yoktur. Ve Cozo’nun çağdaş İslam düşünce tarihindeki yeri hakkında kesin bir değerlendirme yapılmadan önce, onun hukuki ve teolojik düşüncesine yönelik çok fazla araştırma yapılması gerekmektedir.
Kaynakça
Al-Qaraḍāwī, Y. (2006). Fiqh al-Zakāt. Cairo: Maktaba Wahba.
Bećirović, D. (2012). İslamska Zajednica u Bosni i Hercegovini za vrijeme avnojske Jugoslavije 1945-1953. Zagreb: Bošnjačka nacionalna zajednica.
Cvitković, I. (1984). Savez komunista i religija. Sarajevo: Oslobođenje.
Dautović, E. (2004). Tefsirsko mišljenje Husein ef. Đoze. Zenica: Bemust.
Džafić, I. (2008). Der Koran kommentar von Husein Cozo (1912-1982): Moderne Koran interpretation in Bosnien. Marburg: Tectum.
Džananović, I. (1998). Kratak osvrt na odgovore Husein ef. Đoze u rubrici Glasnika Pitanja i Odgovori. In Život i djelo Husein ef. Đoze (pp. 103-112). Sarajevo: FIN.
Cozo, H. (1976). İslam u vremenu. Sarajevo: Ilmija.
Cozo, H. (2006) Izabrana djela: 1-5. Sarajevo: El-Kalem.
Cozo, H. (1936). Smisao idžtihada u İslamu. İslamski Glas, 2, 20, pp. 2-4.
Cozo, H. (1936). Da li je problem otkrivanja žene vjerskog ili socijalnog karaktera. Novi Behar, 10, pp. 78-80.
Cozo, H. (1958). Marija majka Isusova u Kur’anu i islamskoj predaji. Glasnik, 21, pp. 276-285.
Cozo, H. (1969). Dijalog. Takvim, pp. 83-89.
Cozo, H. (1976). Sjećanja radi ibreta. Preporod, 7, p. 5.
Cozo, H. (1977). Perspektiva i zadaci İslamskog teološkog fakulteta. Glasnik, 44, pp. 461-468.
Cozo, H. (1979). Dijete iz epruvete. Glasnik, 46, pp. 1-6.
Cozo, H. (1982). Potreba i pokušaji savremene interpretacije i egzegeze kur’anske misli. Zbronik Radova ITF-a 1, pp. 11-24.
Rahman, F. (2002). İslam. Chicago: University of Chicago Press.
Halilović, S. (2013). Husein Cozo i reformističko tumačenje islama. Kom: Časopis Za Religijske Nauke, 2, 1, pp. 77-96.
Indžić, H. (2015). Institucija intencija šerijatskog prava i njihova primjena u fetvama Huseina Đoze. Thesis (PhD): International University of Novi Pazar.
Imamović, M. (1976). Pravni položaj i unutrašnji politički razvitak Bosne i Hercegovine 1878-1914. Sarajevo: Svjetlost.
Karčić, F. (1990). Društveno-pravni Aspekt İslamskog Reformizma: Pokret za reformu šerijatskog prava i njegov odjek u Jugoslaviji u prvoj polovini XX vijeka. Sarajevo: İslamski teološki fakultet.
Karčić, F. (1999). The Bosniaks and the Challenges of Modernity. Sarajevo: El-Kalem.
Karić, E. (2004). Prilozi za povijest islamskog mišljenja u Bosni i Hercegovini XX stoljeća: 1. Sarajevo: El-Kalem.
Karić, Enes. Husein Cozo. Sarajevo: Dobra knjiga, 2010.
Kemura, I. (1986). Uloga “Gajreta” u društvenom životu Muslimana Bosne i Hercegovine (1903-1941). Sarajevo: Veselin Masleša.
Novaković, D. (2015). İslamska verska zajednica na jugoslovenskom prostoru 1878-1991. Beograd: JUNIR.
Novaković, D. (2008). Odnos İslamske zajednice u socijalističkoj Jugoslaviji prema izdavačkoj delatnosti kao modernom načinu informisanja vernika, Politikologija religije, 2, pp. 159-178.
Malcolm, N. (1994). Bosnia: A short history. London: Papermac.
Mekić, S. (2016). A Muslim Reformist in Communist Yugoslavia: The Life and Thought of Husein Cozo. London: Routledge.
Omerika, A. (2006). The Role of İslam in the Academic discourses on the National Identity of Muslims in Bosnia 1950-1980. İslam and Muslim Societies, 2, p. 368.
Purivatra, A. (1998). Uloga Husein ef. Đoze u popisu stanovništva. In Život i djelo Husein ef. Đoze (pp. 56-58). Sarajevo: FIN.
Radić, R. (2002). Država i verske zajednice 1945-1970. Beograd: INIS.
Shaltūt, M. (1988). al-Islām ‘aqīdah wa-sharī‘ah. al-Qāhirah: Dār al-Shurūq.
Traljić, M. (1998). Istaknuti Bošnjaci. Sarajevo: El-Kalem.
Zebiri, P. K. (1993). Mahmud Shaltut and İslamic Modernism. Oxford: Oneworld.
Život i djelo Husein ef. Đoze: Zbornik radova sa naučnog simpozija. (1998). Sarajevo: FIN.
[1] El-Hidaje Derneği, Mart 1936’da Saraybosna’da kurulmuş bir yardım ve eğitim kurumuydu.
[2] 1963’te ülke, Sosyalist Federal Yugoslavya Cumhuriyeti (SFRJ) olarak yeniden adlandırıldı.
[3] İlmijja Derneği, 1912 yılında Saraybosna’da, bölgedeki Müslüman din bilginlerini bir araya getirmek ve geleneksel İslamî öğreti ve uygulamaları yayma çabalarını birleştirmek amacıyla kurulan bir Bosnalı din bilginleri birliğidir.
[4] Cozo, Preporod’un 1972’nin sonuna kadar sürdürdüğü ilk baş editörüdür. 1976’tan 1979’a kadar ikinci kez Preporod’un baş editörlük rolünü üstlendi.
[5] Cozo 30 Mayıs 1982’de Saraybosna’da öldü. Ertesi gün şehrin Bare mezarlığına gömüldü.
[6] Kısırlık tedavisinde kullanılan bir yöntem.
[7] Dozo, birkaç yıl boyunca Preporod’un kurucularından biri ve baş editörüydü. Buna ek olarak, Takvim’in yirmi yıl genel yayın yönetmenliğini ve birkaç yıl Glasnik’in yardımcı editörlüğünü yaptı.