Giriş[1]
Günümüzde Orta Asya ya da Merkezi Asya olarak adlandırılan Uluğ Türkistan halklarının İslam’la tanışması esas olarak 7. yüzyıla rastlamaktadır. 8. yüzyıldan itibaren İslam’ın önemli merkezlerinden birisi olan bu mümbit topraklar, İslam medeniyetinin ikinci bir bahar yaşadığı ve aynı zamanda kadim Türkistan’dan Anadolu’ya ve oradan da Balkanlar’a uzanan geniş bir coğrafyada İslam’ın ve tasavvuf düşüncesinin yayılıp gelişmesinin de kaynağıdır. Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Harezmşahlar ve Timurlular’ın idaresinde bu coğrafya yüzyıllar boyu ilim ve irfanın merkezi olmuştur.
Altın Orda’nın ve daha sonra Timurlular Devleti’nin 16. yüzyılda dağılmasıyla Türkistan’da hanlıklar dönemi başlamıştır. Bu dönem aynı zamanda Rusların yükselişe geçtiği ve 19. yüzyılın sonlarına doğru bütün Türkistan’da hâkimiyet kuracakları dönemin de başı olmuştur. Rusların bölgedeki yayılmacı politikaları devam ederken Kırım Hanlığı, Kazan Hanlığı, Buhara Hanlığı, Hiva Hanlığı ve Hokand Hanlığı dönemlerinde de mevcut medeniyet birikimi muhafaza edilmeye çalışılmıştır. Ancak Çarlık Rusyası’nın siyasi hâkimiyetinin genişlemesiyle Türkistan’ın tarihi yürüyüşü yavaşlamıştır. Devamında Çarlık idaresi, mutlak hâkimiyet için dil, eğitim ve misyonerlik faaliyetleri ile bölge halkları üzerinde Ruslaştırma ve Hristiyanlaştırma politikalarını başlatmış bir yandan da mevcut kurumlar üzerinden dinî alana müdahale etmeye çalışmıştır. Çarlık Rusyası dönemi uygulanan asimilasyon politikaları, Sovyetler Birliği döneminde daha sistematik bir şekilde devam ettirilmiştir. İki asra yakın Çarlık Rusyası ve devamında Sovyetler Birliği idaresine maruz kalan Orta Asya ülkelerinde sosyal ve kültürel alanlarda önemli değişimler yaşanmış olsa da din, tasavvuf düşüncesinin hâkim olduğu sosyal yapı, kolektif hafıza ve bireysel bilinç düzeyinde günümüz kuşaklarına aktarılabilmiştir.
Orta Asya’daki günümüz devlet-din ilişkilerine, yukarıda kısaca değinilen siyasal, sosyal ve kültürel tecrübenin yadsınamayacak yansımaları olmuştur. Bu zaviyeden bakınca günümüz bölge devletlerindeki devlet-din ilişkilerinde, İslam öncesi inançların; İslam’la birlikte dinî alana tesir eden tasavvuf geleneğinin; Çarlık ve Sovyetler Birliği döneminde uygulanan dinî ve kültürel asimilasyon ve diğer Müslüman coğrafyalardan tecridin bir sonucu olarak ortaya çıkan etnik ve milli kimliklere indirgenen din anlayışının; ateist ideoloji temelinde “sekülerleştirme”nin ve bağımsızlık sonrasında küresel gelişmelere paralel olarak gelişen liberal din politikaları ile güvenlik eksenli politikalar gibi bir kısım tarihsel süreçlerin izleri görülebilir. Bu çalışma, bağımsızlık sonrasından günümüze Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da devlet-din ilişkilerindeki değişimi incelemeyi amaçlamaktadır.
Devlet ve Din İlişkisi
Din kurumu, ilk dönemlerinden itibaren sosyolojinin ana inceleme konularından birisi olmuştur. Çatışmacı kuram hariç, genelde organizmacı bir yaklaşımla işlevsel yönüyle edilgen bir kurum olarak düşünülen dinin toplumsal değişime etkisi ya da devletle ilişkilerinde edilgen değil bağımsız bir kurum olarak ele alınıp tartışılması 1960’lardan sonra özellikle İran devrimi sonrasına denk gelmektedir. Bu döneme kadar hâkim yaklaşım olan modernleşme çerçevesinde incelenen din, takip eden dönemde modernleşme ile birlikte sekülerleşme teorileri kapsamında yeni bir zeminde tartışılmaya başlanmıştır. Çağdaş yaklaşımlarla birlikte sekülerleşme, günümüzde devlet-din ilişkilerinin incelenmesinde önemli bir kuram haline gelmiştir. Devlet-din ilişkilerini önemli kılan, bir tarafta “meşru şiddet kullanma tekelini” elinde bulunduran devlet ile “aşkın ve fıtri” hususiyeti ile birey, siyaset kurumu dâhil olmak üzere bütün kurumlarıyla toplumu etkileme gücüne sahip olan dinin bir fenomen olmasından kaynaklanmaktadır (Berger, 1996, ss. 3-12). Dolayısıyla devlet (siyaset) -din ilişkisinin tarihi, toplumların siyasi bir erk tarafından yönetilmeye başladığı çok eski zamanlara uzanır.
Tarihsel süreç dikkate alındığında devlet ile din arasında ilişkilerin inişli-çıkışlı oldukça çeşitli bir seyir izlediği görülmektedir. Bu sebeple bu ilişkiyi tanımlayacak çok sayıda modele rastlamak mümkündür. Ancak günümüz devlet biçimleri ve din politikaları dikkate alındığında devlet-din ilişki modellerinin araştırmacılar tarafından din devleti modeli, devlet dinî modeli, laik model, uyum modeli ve dışlayan ya da yok sayan model (Albayrak, 2015, s. 64) olmak üzere beş başlıkta incelendiği görülmektedir. Bugün anayasasında lafzen geçmese dahi çoğu devlet laik ve seküler ilkelerin benimsendiği laik model kategorisinde değerlendirilmektedir. Öte yandan başta sosyalist ve komünist rejimlere sahip eski Sovyetler Birliği, Çin ve Kuzey Kore gibi ülkeler de dışlayıcı (ya da yok sayan) model arasında değerlendirilebilir (Cornel, Starr, & Tucker., 2018, s. 18).
Sonuç olarak günümüzde devlet-din ilişkisinin, her toplumun kendi tarihi, siyasi, ekonomik ve kültürel yapısındaki belirleyici iç dinamikler tarafından şekillendiği söylenebilir. Bu nedenle anayasal olarak laik olan bazı devletlerin tarihi ve kültürel nedenlerle dinle çok farklı ilişkilerinin olabileceği, öte yandan anayasal olarak laik olmasa da toplumsal boyutta seküler ilkelerin benimsendiği ülkelerin olduğu görülmektedir. Bu farklılık, laiklik ilkesini benimsemiş Sovyet sonrası kurulan ülkelerin kendi içerisinde dahi bariz bir şekilde farklılaşmaktadır. Örnek vermek gerekirse Kazakistan ve Kırgızistan’daki yasal ve kurumsal düzenlemeler birbirine çok benzemekle birlikte uygulama da farklılaşmalar olduğu, Özbekistan ve Türkmenistan’daki dinî kurumların ise devletle ilişki biçimlerinde bariz farklılıklar olduğu görülmektedir. Devlet okullarında din eğitimi ile ilgili olarak da benzer durumdan bahsedilebilir. Örneğin, Kazakistan’da “Laiklik ve Din Araştırmalarının Temelleri” adlı temel din dersi bütün inanç grupları için 9. sınıfta zorunlu iken, Rusya’da bölgelere ve dinî gruplara göre farklılaşmakta ve alternatif seçmeli dersler sunulmakta, Tacikistan’da ise din eğitimi zorunlu olarak müfredatta yer almaktadır. Anayasa ve yasalarında laiklik ilkesini benimseyen Kazakistan’daki uygulamalar, tarihi nedenlerle Soyet dönemi izlerini taşımakla birlikte kendine özgü bir karakteristiğe sahiptir. Bu nedenle her ne kadar görünüşte Fransız modeli gibi gözükse de uygulamada Kazakistan’daki devlet-din ilişkisi, din kanununda “Hanefi İslam ve Ortodoks Hristiyanlığa” yapılan özel ve ayrıcalıklı atıf sebebiyle “uyum modeli” içerisinde değerlendirilebilir. Diğer Orta Asya ülkelerindeki dinî ve kültürel çeşitlilik ve bunlar arasındaki barış ve uyuma verilen önem dikkate alındığında, tıpkı Kazakistan modelinde olduğu gibi bu ülkelerde de uyum modelinin karakteristik özelliklerinin bulunduğu söylenebilir.
Marxist-Leninist İdeoloji ve Sovyet Ateizmi
1917 Ekim Devrimi, geleneksel dinlere karşı bireye, aileye ve bütün toplumsal kurumlara yeni bir anlam öneren bir dünya görüşü - Marxist-Leninist ideolojiyi - önermiştir. Sovyetler Birliği’nin resmî ideolojisi olan Marxism-Leninizm’in felsefik temelleri Karl Marx ve Friedrich Engels’ın düşüncelerine dayanır. Teorik ve pratik çerçevesi V. I. Lenin tarafından belirlenen Marxist-Leninist ideoloji, her ne kadar Lenin dönemine göre önemli sapmalara maruz kalsa da J. V. Stalin dönemi uygulamaları ile literatürdeki karakteristik formuna kavuşmuştur (Morgan, 2015, ss. 656-662). 20. yüzyıl boyunca Sovyetler Birliği ve onun etkisi altındaki ülkelerin dış politikalarının yanı sıra eğitimden, bilime, sanata ve kültüre uzanan toplumsal kurum ve pratiklerin tamamı üzerinde doğrudan ya da dolaylı etkileri olan Marxist-Leninist ideoloji, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tedavülden kalkmıştır.
Sovyetler Birliği’nin son dönemlerini saymazsak yaklaşık yarım yüzyıl Birlik içindeki ve dışındaki uydu ülkelerde resmî ideoloji olarak kabul edilen Marxist-Leninist ideoloji, sosyalist toplumlar için Marx’ın ve Engels’ın tarihsel materyalizminden beslenen ateizmi bir dünya görüşü olarak sunmuştur. Sosyal ve ekonomik gelişmelerin diyalektik yasaya göre gerçekleştiğini iddia eden bu dünya görüşü, dinleri ve onların dayandığı temelleri anlamsız kılarak ateizmi sosyalist toplumun ana dünya görüşü yapmayı hedeflemiştir. Çok etnili ve çokkültürlü bir yapıya sahip olan Sovyetler Birliği; düşüncesiyle, yaşam tarzıyla ve görünüşüyle tek tip bir Sovyet insanı (homo-Sovieticus) oluşturmanın meşruiyet aracı olarak ateizmi tasarlamıştır (Waardenburg, 1988, ss. 106-108). Komünist Parti, sosyal, ekonomik ve kültürel sömürünün ve kapitalist düzenin karşısında konumlandırılan bilimsel ateizmin geliştirilmesi ve toplumsal kabulünün hızlandırılması için çeşitli politikaları devreye sokmuştur. Bu dönemde din kurumu başta olmak üzere bütün toplumsal kurumlarda hem toplumsal boyutta hem de algı, bilinç, katılım ve pratiklerin tümünü kapsayan bireysel boyutta ateist ideoloji temelinde seküler politikalar uygulanmıştır.
1918 yılında çıkarılan “Kiliseyle devletin ve okulla kilisenin ayrılmasına dair kararname” bu kapsamdaki politikaların ilki sayılabilir. Bu kararnameye göre herhangi bir inanca sahip olmak ya da olmamak serbest bırakılırken dinî kurumlara yapılan devlet desteği kesilmiş ve bu kurumlar temel düzeyde dinî seremonilerin yapıldığı sembolik mekanlar haline getirilmiştir. Bu kararname esas itibari ile Hristiyan toplum için çıkarılmıştır. Pragmatist bir yaklaşımla dönemin siyasi şartları dikkate alınarak Müslümanlar için ilk etapta bir düzenleme yapılmamıştır. Ancak 1929 yılında yine Halk Komiserliği Konseyi tarafından çıkarılan ikinci kararname ile dinî alanda faaliyet yürüten bütün kuruluşların faaliyetlerinin çerçevesi belirlenmiştir. Sovyetler Birliği yıkılana kadar yürürlükte kalan (Karimov, 2011, ss. 183-187) bu kararname hükümleri, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra da post-Sovyet coğrafyadaki çoğu devlet tarafından ilgili yasalar aracılığı ile uzun bir süre daha ufak-tefek değişikliklerle kullanılmaya devam etmiştir.
Din kurumunu kayıt ve kontrol altında tutmayı amaçlayan bu kararname ile dinî kuruluşların kayıtlı olması, faaliyet alanlarının sınırlı tutulması (ibadethanelerde) bu mekanlar dışındaki her türlü faaliyetin illegal sayılması kısaca dinin, tamamen bireyin iç dünyasına hapsedilmesi amaçlanmaktaydı. Nitekim söz konusu kararnamenin yayımlanmasından çok kısa bir süre içerisinde “dinlerin temizlenmesi” süreciyle din kurumuna karşı şiddetli bir saldırı başlatılmıştır. Halk Komiserliği Konseyi’ne sunulan 1930 tarihli raporda geçen “Müslümanların dinî kuruluşlarının hemen hepsi tamamen yok olmanın eşiğindedir. Muhtesiplerin %87’si, 12 bin caminin de 10 binden fazlası kapanmıştır. Molla ve müezzinlerin %90 ile %97 arasındaki kısmı, dinî görevlerini yapamaz hale getirilmiştir. Müslüman ‘kült’ünün durumu, diğer kültlere göre daha kötü durumdadır ancak yine de diğer kültlerin durumu için de bir fikir vermektedir” (Karimov, 2011, ss. 183-187) şeklindeki ifadeler, kısa bir zaman zarfında din kurumunun maruz bırakıldığı durumu göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bennigsen ve Lemercier’ın, Ekim Devrimi öncesinde Rus idaresi altındaki Müslümanlara ait 30 binden fazla cami bulunduğu, bu sayının 1976 yılına kadar 143’e düştüğü yönünde verdiği bilgi, kurumsal anlamdaki yıkımın çok daha büyük olduğunu göstermektedir (Bennigsen & Lemercier, 1998, s. 33).
1936 ve sonrasındaki Sovyetler Birliği anayasaları, her ne kadar inanç ve ibadet özgürlüğü ile birlikte din karşıtı propaganda özgürlüğünden bahsetmiş olsa da özellikle 1960’ların sonuna kadar bütün inançlara karşı infazlara varan şiddet devam etmiştir. Bu durum zaman içerisinde sayıları gittikçe azalan ibadethanelere ait istatistiklerde açıkça görülmektedir. Din alanına yönelik kontrolü artırmak üzere Sovyet yönetimi, 1943 yılından başlayarak Müslümanların yaşadıkları Sovyetlerde dört dinî idare açmıştır. Merkezi Taşkent’te bulunan Orta Asya ve Kazakistan Müslümanları Din İdaresi (SADUM) bunlardan birisidir (Bennigsen & Lemercier, 1998, ss. 90-96). Moskova’ya bağlı olan bu idarelere sözde bir özerklik verilmiş olsa da müftülerin atanma süreci de dâhil olmak üzere arka planda her zaman ilgili idarenin bulunduğu Sovyetin Komünist Partisi Sekreterliğinin değerlendirmeleri belirleyici oluyor, atanan kişiler de genelde idare-i maslahat cihetinde bir vazife görüyorlardı. Öte yandan ibadethaneler, ibadetler ve dinî yayınlar üzerindeki yasak ve kısıtlamalar devam etmiştir. Zaten, Kruşçev’le birlikte tekrar dine karşı yeni bir mücadele başlatılmış 1954 yılında biri “Bilimsel Ateizm Propagandasındaki Eksiklikler ve Bunların Giderilmesine Yönelik Tedbirler” diğeri ise “Halk Arasında Bilimsel Ateizm Propagandası Yapılırken İşlenen Hatalar” başlıklı iki karar çıkarılarak yeni bir süreç başlatılmıştır (Karimov, 2011, ss. 183-187). Önceki dönemde dinî bireysel alana hapseden katı sekülerist politikalar, bundan böyle komünist ideoloji gereği ateist-sekülerist bir düzlemde devam ettirilmiştir. Kruşçev döneminde (1954-64) uygulanan ateist politikalar sonraki dönemlerde tedrici bir yumuşamaya rağmen devam etmiştir.
Özetle, Marxist-Leninist ideoloji temelinde uygulanan ateist politikalarla sembollerden, toplumsal yaşamdaki bütün ritüellere ve yaşam tarzına uzanan her alanda, yok sayılan geleneksel dinlerin inanç sistemlerini ve dünya görüşlerini ikame edecek bir süreç başlatılmış, bu politikalar yarım yüzyıl kadar devam ettirilmiştir. Ancak hem Ortodoks hem de Müslüman halklar üzerinde beklenen sonuçların alınamaması nedeniyle söz konusu bu politikalar ilk yirmi yılın ardından tekrar revize edilmiştir (Morgan, 2015, ss. 656-662). Bununla birlikte, Sovyetler Birliği’nin Marksist-Leninist ideoloji temelinde uyguladığı atiest politikalar, başta Kazakistan olmak üzere Orta Asya’nın tamamında önemli sosyolojik sonuçlar doğurmuştur. Din, toplumlar nezdinde itibarsızlaştırılmış, dinî kurumlar yok edilme aşamasına getirilmiş, kamusal alandaki her türlü dinî simge ve sembolün görünürlüğü engellenmiş ve son olarak bireylerin kendi özel alanlarında dahi herhangi bir dinî tutum ve davranışına müsaade edilmemiştir.
Toplumsal Değişim ve Sekülerleşme
Köken olarak Latince “Saeculum” sözcüğünden gelen Fransızcaya “seculere” İngilizceye ise “secular” olarak geçen kelimenin Türkçe anlamı “çağ” ya da “dünya” anlamına gelmektedir. Zaman ve mekan içerimi bulunan seküler kelimesi çağa (şimdiye) ve dünyaya ait (dünyevi) olan demektir. Tschannen, Dobbelaere, Shiner vd. teorisyenlerce farklı şekillerde tanımlanan Sekülerleşme (secularization) ise kutsal olanın (din ya da kilise) sosyal gücünün azalması (Stark, 1999, ss. 249-273), kutsallığını kaybetmesi, dünyevileşmesi anlamına gelmektedir. Laiklik ise ilk olarak ABD’de ve daha sonra da Fransa ve dünyanın farklı ülkelerinde uygulanan “devlet ile dinin (kilise) ayrılığı ve devletin din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından tarafsız olması” anlamına gelmektedir. Çoğu kere birbiri yerine kullanılan bu iki kavram, aslında Batının aydınlanmayla başlayan ve modernleşmeyle devam eden, din kurumunun başta devlet olmak üzere toplumun bütün kurumları üzerindeki sembolik ve fiili egemenliğini zayıflatma ve sonunda yok etme düşüncesine dayanmaktadır.
Bu çalışmanın konusu nedeniyle burada belirtilmesi gereken önemli bir husus, “Sovyet sekülerizmi” ifadesinin Sovyetlere özgü bir siyasal ve ideolojik temele sahip olduğu, bu yönüyle çağdaş anlamda kullanılan seküler kavramı ile tam olarak örtüşmediğidir. Sovyet yönetimi, laik (svetskiy/светский) ve seküler “mirskoy” (мирской) ve “sekyularnıy” (секулярный) kavramlarının kullanımında din-devlet ilişkisi çerçevesinde siyasal alan ile bu alan dışındaki bireysel ve toplumsal alan ayırımı yapmamış ve bunu politikalarına da yansıtmıştır. İster laik ister seküler anlamda olsun Sovyet politikalarının temel amacı din-devlet ayrılığı ya da dinin diğer kurumlar üzerindeki etkisini zayıflatmak şeklinde olmamış, ateizm ideolojisi ile doğrudan dinî bireyin ve toplumun hayatından çıkarmaya yönelik olmuştur.
Bütün kurumlarıyla toplumsal değişimin bir sonucu olduğu kabul edilen sekülerleşme, Batıdaki kilise (din)-devlet ilişkilerinin kesin çizgilerle birbirinden ayrılmasını tanımlayan tedrici bir süreçtir. Rönesans ve reform hareketleri ile başlayan, aydınlanma çağı boyunca devam eden ve modern çağda sosyolojik tartışmalar neticesinde siyasal olarak pek çok modern devlette farklı biçim ve düzeylerde yaşanan sekülerizm günümüzde de toplumsal değişim ve din-devlet ilişkilerini incelemede merkezi kavramlardan birisi olma niteliğini devam ettirmektedir.
Toplumların değişim ve dönüşüm süreçlerinde önemli bir fenomen olan din, sosyolojik olarak uzunca bir dönem organizmacı bir yaklaşımla ele alınmıştır. 1960’lara kadar yoğun olarak modernleşme tartışmaları çerçevesinde edilgen bir kurum olarak değerlendirilen din, İran devrimi ve sonrasında Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun dağılmasının ardından yaşanan gelişmelerin de etkisiyle farklı yaklaşım ve bakış açılarıyla incelenmeye başlanmıştır.
Din-toplum ve din-devlet ilişkileri Comte, Durkheim, Weber ve Marx gibi sosyolojinin kurucularının düşünceleri ile şekillenen kuram ve yaklaşımlara göre rasyonelleşme ve beraberinde yaşanan süreçler sonunda “büyünün tasfiye edilerek” dinin toplumsal alandaki etkisinin zaman içerisinde azalacağı (Weber, 2005, ss. 104-114) varsayılmıştır. Onlardan sonra klasik sekülerleşme yaklaşımının iki önemli temsilcisi Bryan Wilson ve Karel Dobbelaere gibi düşünürler de, kendilerinden önceki normatif yaklaşımlara daha eleştirel yaklaşsalar da modernleşme ile birlikte dinde bir gerileme yaşanacağını iddia etmişlerdir. Ancak özellikle 1980 sonrası dönem, Peter Berger’in ifadesiyle “sekülerleşmenin yanlışlandığını” (Berger, 2008, ss. 271-284) gösterdi. Bu olgu üzerinden Berger’le birlikte Thomas Luckman ve Rodney Stark’ın öncülüğünü yaptığı bazı çağdaş düşünürler, din-devlet ve din-toplum ilişkilerini klasik sekülerleşme yaklaşımlarından farklı bakış açılarıyla ele almaya başlamışlardır. Zira bu yeni paradigmanın temsilcileri, sekülerleşmeyi, bireysel, kurumsal ve toplumsal olarak farklı boyutlarıyla ele alınması gereken süreçler olarak incelemişlerdir. Kısaca ifade edecek olursak, toplumsal sekülerleşme siyaset, eğitim ve ekonomi kurumları başta olmak üzere bir kısım toplumsal kurumların dinin, etki ve egemenliğinden arındırılması, dinî kurumların zayıflaması ve bunun sonucunda sanatsal ve kültürel alanlardaki dinî sembollerin görünürlüğünün giderek azalması olarak tanımlanmaktadır. Berger’in daha çok üzerinde durduğu bireysel sekülerleşme ise toplumsal boyutta yaşanan değişimin, daha mikro düzeyde -bireyin bilincinde- bir sekülerleşmeye neden olmasıdır. Bilinçteki değişim, toplumsal düzeyde var olan “nesnel gerçekliği”, sorgulanır hale getirerek “öznelleştir”. Dolayısıyla, birey için din fenomeni, diğer birçok seçenekten birisi haline gelerek referansları, algıyı, tutumu, katılım ve pratikleri etkiler. Bu iki boyut, kendi içlerinde olduğu gibi aralarında da birbirini etkileyen, rasyonel ve döngüsel süreçleri barındırır (Berger, 2005, ss. 465-471).
Özetle, çağdaş sekülerleşme paradigması, sekülerleşme tartışmalarında Avrupa merkezli bakışın terk edilmesi gerektiğini (Stark, 1999, ss. 249-273), zira toplumların tarihi geçmişleri ve kültürel yapılarından kaynaklı çok sayıda sekülerleşme yaşandığını dolayısıyla her bir deneyimin tam olarak anlaşılabilmesinin, tarihsel ve kavramsal bağlamlarının birlikte analiziyle mümkün olabileceğini savunmaktadır (Casanova, 2006, ss. 7-22).
Sekülerleşmeye dair yapılan bu kısa değerlendirme sonrasında Türk Cumhuriyetlerindeki devlet-din ilişkileri bağlamında “geleneksel İslam”, “milli İslam” anlayışı ile aşırı dinî akımlar gibi bazı kavramlara ilişkin kısa açıklamaların yapılması da yerinde olacaktır. Zira Sovyet ideolojisinin izlerini sürdüren ya da tarihsel ve sosyolojik olarak Batı merkezli bazı kavramların, günümüz Türk toplumlarındaki değişimi anlamada eksik kaldığı düşünülmektedir.
Çok yaygın kullanılmakla birlikte bölge çalışmalarında akademik olarak yeterince tartışılmamış kavramlardan ilki “geleneksel İslam”dır. Çok genel bir ifadeyle, Kur’an ve Sünnet gibi İslam’ın ana kaynaklarına dayanan ve bu çizgide günümüze uzanan “iman-amel” birlikteliğini esas alan anlayış (Çalışkan, 2012, s. 397) olarak tanımlanan geleneksel İslam anlayışının[2], tasavvufun etkili olduğu Orta Asya ve Türkiye’deki İslam anlayışını çağrıştırdığı bilinse de bu coğrafyalardaki her ülkenin farklı “geleneksel İslam” algılamalarının olduğu bir gerçektir. Türkiye’deki “geleneksel İslam” anlayışı, Sünni dairede daha geniş bir coğrafyaya referans yaparken, Türkmenistan örneğindeki “geleneksel İslam” anlayışının, Türkmen örf ve adetleri ile özdeşleştirilen daha yerele referans yaptığı söylenebilir.
Değinilmesi gereken diğer iki kavram ise “aşırı dinî akımlar” ve “zararlı akımlar”dır. Bu kavramlara ilişkin genel kabul gören bir tanımlama bulunmasa da sıkça “ekstremizm”, “terörizm”, “fundamentalism” gibi kavramlarla birlikte kullanıldığı dikkate alınarak dinin, siyaset başta olmak üzere toplumsal kurumlara hâkim kılınması amacıyla din kisvesi altında meşru idareye müdahale dâhil olmak üzere şiddet ve terörü savunan hareketler olarak tanımlanabilir (Çalışkan, 2012, s. 397). Özellikle 11 Eylül 2001 saldırıları ve sonrasında Avrasya coğrafyasında yaşanan bir dizi terör olaylarının bölge ülkelerinin sosyal ve siyasal yaşamından önemli etkileri olduğu bilinmektedir.
Kazakistan’da Devlet-Din İlişkileri
Devlet-din ilişkileri Kazakistan Anayasanın 1. maddesinde geçen laiklik (zayırlı) ilkesi doğrultusunda kabul edilen dinî Faaliyetler ve dinî Kuruluşlar Kanunu (1992), Milli Eğitim Kanunu (1992), Siyasi Partiler Kanunu (1996), Aşırılığa Karşı Durma Kanunu (2005), Kazakistan Vatandaşlarının Vatanperverlik Terbiyesine İlişkin Devlet Programı (2006), dinî Aşırılıklar ve Terörizmle Mücadele Programı (2017) çerçevesinde şekillenmiştir. 1992 yılında kabul edilen ve son olarak 2011 yılında revize edilen dinî Faaliyetler ve dinî Kuruluşlar Kanunu, din, devlet ve toplum ilişkilerinin çerçevesini belirleyen ana düzenlemedir. Din kanununun (Kazakistan Din Kanunu, 2020) girişinde, laik bir devlet olan Kazakistan’da herkesin vicdan özgürlüğüne sahip olduğu, ait olunan dinî inanç fark etmeksizin herkesin eşit haklara sahip olduğu, Kazakistan toplumunun manevi ve kültürel gelişiminde Hanefi İslam ile Pravoslav (Ortodoks) Hristiyanlığın tarihi rolünün önemsendiği, bütün inançlara karşı saygının esas olduğu; 3. maddesinde, devletle dinî kuruluşların ayrılığı, hiçbir inancın devlet dinî olarak kabul edilemeyeceği, laiklik ilkesi gereği resmî dinî kuruluşlar dışında eğitim ve öğretim sisteminin dinden ayrı yürütüldüğü, herkesin istediği inancı seçmekte ve yaymakta, merasimlerine katılmakta ve misyonerlik faaliyetlerinde bulunmakta özgür olduğu, kayıtlı olmayan hiçbir dinî yapının eğitim dâhil olmak üzere faaliyette bulunamayacağı belirtilmektedir (Beylur, 2019, s. 113).
Belirtilen yasal düzenlemeler doğrultusunda, dinî alanı düzenlemek üzere bir dizi yapılanmalara gidilmiştir. Bu çerçevede 2006 yılında Din İşleri Komitesi kurulmuştur. dinî kuruluşların kayıt altına alınması ile söz konusu kuruluşlarla yürütülecek ilişkilerin çerçevesini belirleyen Komitenin yetki alanı genişletilerek, 2011 yılında Din İşleri Ajansı’na dönüştürülmüştür. Adı geçen Komite, 2018 yılında yeniden yapılandırılan Sosyal Kalkınma Bakanlığı’na bağlanmıştır. Kurumsal düzeyde oluşturulan yapılanmaların yanında Kazakistan, bir kısım ulusal ve uluslararası girişime de öncülük etmektedir. Bu girişimlerden en önemlisi, kurucu cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in önerisi ile başlatılan “Dünya ve Geleneksel dinî Liderler Kongresi”dir. Her üç yılda bir uluslararası katılımla yapılan Kongre, gündeme getirdiği önemli konuların yanı sıra sembolik bir öneme de sahiptir. Ulusal düzeyde gerçekleştirilen diğer bir yapılanma da inanç gruplarının temsilcileriyle iletişimin güçlü tutulmasına yönelik kurulan Dinler ve Kültürler Uluslararası Merkezi’dir (Beylur, 2019, s. 150).
Kazakistan, 120’nin üzerinde etnik topluluk ve çok sayıda dinî grubun barış ve uyum içerisinde yaşadığı nadir ülkelerden birisidir. Hali hazırda, Kazakistan’da resmî olarak kayıtlı 18 din ve inanç grubu bulunmaktadır. Bunlardan, Müslümanlar (%70,6), Hıristiyanlar (%26,3), Yahudiler (5281 kişi) ve Budistler (14663 kişi) (Stat.gov.kz, 2020) olmak üzere dört inanç grubu, devlet tarafından “semavi ve geleneksel” kategoride değerlendirilen inanç gruplarıdır. Kazakistan’da, 2019 yılı itibariyle kayıtlı olan 18 farklı inanç grubuna ait 4112 dinî kuruluş (dinî organizasyon) bulunmaktadır (mckr.kz, 2020).
Çoğu eski Sovyet cumhuriyetlerinde olduğu gibi günümüzdeki dinî gruplar ve bunların temsil edildikleri kuruluşlar, Sovyetler Birliği döneminden bağımsız Kazakistan’a miras kalan yapılardır. Rus Ortodoks Kilisesi ile Sovyet döneminde oluşturulan Orta Asya ve Kazakistan Müslümanları Din İşleri Başkanlığı’ndan (SADUM) ayrılarak 1990’da yeniden yapılandırılan Kazakistan Müslümanları dinî İdaresi Başkanlığı da (KMDB) bu kuruluşlardandır (Beylur, 2019b, ss. 99-133). KMDB, Kazakistan Müslümanlarının temsil edildiği en üst kuruluştur. Merkezi, Nur-Sultan’da olan KMDB’nin Almatı’da da bir şubesi, 19 şehir ve bölgede ise imamlardan oluşan temsilcileri bulunmaktadır. KMDB merkez teşkilatında, idari birimlerin yanı sıra fetva birimi, helal gıda standardizasyonundan sorumlu birim ile cami ve medreselerden sorumlu birimler bulunmaktadır (muftiyat.kz, 2020).
Tarihi, coğrafi konumu ve içinde barındırdığı etnik, dinî ve kültürel çeşitlilik devlet-din ilişkileri bağlamında Kazakistan’ı büyük oranda diğer bölge ülkelerinden farklılaştırmaktadır. Özellikle, %20’nin üzerindeki etnik Rusların varlığı, Kazakistanlı ulusal kimliği altında uyum ve barışı oldukça kritik bir konu haline getirmektedir. Bu nedenle dinî Faaliyetler ve dinî Kuruluşlar Kanunu’nda, Kazakistan’ın ruhani ve kültürel gelişimindeki rolü dolayısıyla İslam’ın Hanefi mezhebi ile birlikte Ortodoks Hristiyanlığa (Kazakistan Din Kanunu, 2020) özel bir atıf yapılmıştır. Bu bağlamda Kazakistan’ın din politikasında belirtilmesi gereken diğer bir konu ise “aşırılık yanlısı” veya “yıkıcı” olarak tanımlanan akımlara karşı (özellikle de dış kökenli) “geleneksel İslam” anlayışının benimsendiği ve güçlendirilmeye çalışıldığıdır. Son söz olarak, Kazakistan’daki devlet-din ilişkilerinin yasal ve siyasal söylem boyutunda laik ve seküler vurgulu olmasına rağmen uygulamada daha geleneksel ve korumacı bir görünüm arz ettiği söylenebilir. Dönem dönem insan hakları örgütlerinin eleştirilerine maruz kalsa da Kazakistan, bölgesel düzeyde özgürlükçü politikaların görüldüğü ve bunu zamanla daha da iyileştirme yönünde adımların atıldığı ülkelerin başında gelmektedir.
Kırgızistan’da Devlet-Din İlişkileri
Anayasada açıkça laik ve seküler ifadeleri bulunmamakla birlikte Kırgızistan’da dinin devlet işlerine karışmaması ilkesi kabul edilmiştir (mamlekettik başkaruuga din aralaşpagan). Anayasanın ilgili diğer maddelerinde din ve diğer bütün inançların devletten ayrı olduğu ve dinî amaçlı siyasi parti kurulamayacağı (md. 8), herkesin din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğu, dinî kuruluşların devletin işleyiş ve karar mekanizmalarına müdahale edemeyeceği (md.16) hükümleri bulunmaktadır (Kırgızistan Cumhuriyeti Anayasası, 2020). Kırgızistan’da, dinî alanı ve din devlet ilişkilerinin esasını belirleyen İnanç Özgürlüğü ve dinî Kuruluşlar Kanunu, bağımsızlığın ilk yılında kabul edilmiştir. İlk aşamada Sovyetler Birliği döneminde yürürlükte olan “Vicdan Özgürlüğü ve dinî Kurumlar Kanunu” ile pek çok açıdan benzerlik taşıyan din kanununda, ilerleyen dönemde pek çok değişiklik yapılmıştır.
Bağımsızlığın ilk yıllarında ülke içinde dinî alanda yaşanan gelişmeler Kırgızistan’ı, dinî alanı düzenleyecek ve denetleyecek bir kurum oluşturmaya zorlamış, 4 Mart 1996 tarihinde Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle hükümet bağlı Kırgızistan Din İşleri Komitesi kurulmuştur. Adı geçen Komite, ülkede faaliyet gösteren bütün dinî grupların kayıt işlemleri, ilgili yasal düzenlemeler ve dinî kuruluşların faaliyetlerinin denetlenmesi ile her türlü yayının kontrolünden sorumlu en üst kurumdur. Merkezi Bişkek’te bulunan Komitenin, Oş’ta bir şubesi bulunmaktadır. Ülkedeki iki büyük dinî topluluğu temsil eden Kırgızistan Müslümanları dinî İdaresi (Müftiyat) ile Rus Ortodoks Kilisesi de bütün işlemlerinde adı geçen Komite’ye bağlı olarak faaliyet yürütürler. Nüfusunun %80’den fazlası Müslüman olan Kırgızistan’da Pravoslav Hristiyanlar (%17) dışında az sayıda da olsa Yahudi, Budist ve Bahai cemaati ile Hristiyanlığın farklı yapılanmalarına ait çok sayıda dinî hareket (misyoner) bulunmaktadır. 2020 yılı verilerine göre kayıtlı 3257 dinî kuruluştan 2865’i Müslümanlara, 402’si Hristiyanlara aittir. Yahudi cemaati ile Budistlerin de Bişkek’te birer ibadethanesi bulunmaktadır (religion.gov.kg, 2021).
Kırgızistan, bağımsızlığın ilk yıllarından itibaren dinî alandaki özgürlüklerin diğer bölge ülkelerine göre daha demokratik ve liberal düzeyde seyrettiği bir ülkedir. Örnek vermek gerekirse ortaöğretim müfredatına din kültürü ve ahlak bilgisinin konulduğu ilk uygulama 1992 yılında “İman Sabagı” adlı dersle Kırgızistan’da gerçekleşmiştir. Bugün devlet okulları dışında Kırgızistan Müslümanları dinî İdaresi’ne bağlı olarak dinî eğitim veren 50 medrese ve 4 ilahiyat fakültesi bulunmaktadır. Bununla birlikte çoğulcu ve demokratik atmosferin de etkisiyle dinî alana ilişkin düzenlemeler ile bazı uygulamalar, bağımsızlığın ilk yıllarından itibaren laiklik ilkesi ekseninde tartışılmaya devam etmektedir (Myrzabaev, 2009, s. 6). Yukarıda belirtilen yasal ve kurumsal düzenlemelere rağmen Kırgız yönetiminin, dinî alandaki devlet kontrolünü sağladığı söylenemez. Bundan dolayı yönetim aşırılıklar ve dinî motivasyonlu teröre karşı “geleneksel İslamı” desteklerken aynı zamanda Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü, Şangay İşbirliği Örgütü ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ile işbirliklerini geliştirmektedir.
Özbekistan’da Devlet-Din İlişkileri
Özbekistan’da devlet-din ilişkilerinin genel çerçevesi, içinde açıkça laik ya da seküler ifadelerinin geçmediği anayasanın ilgili maddeleri, “Dinî Özgürlükler ve Dinî kuruluşlar Kanunu” ve “Eğitim Kanunu” ile belirlenmiştir. Anayasada, hiç bir ideoloji ve düşüncenin devlet katında kurumsallaşmasına müsaade edilmeyeceği (md. 12), cinsiyet, ırk uyruk, dil, din, sosyal köken, bireysel ve sosyal statüden bağımsız bir şekilde herkesin kanun önünde eşit olduğu (md.18) ve dinî kuruluşların devletten ayrı olduğu ve yasalar önünde eşit sayıldığı (md.61) hükümleri bulunmaktadır (president.uz, 2020). İnanç Özgürlüğü ve dinî Kuruluşlar Kanunu’nda ise vicdan özgürlüğünün bir gereği olarak hiç kimsenin, herhangi bir dinî ibadeti yapmaya ya da yapmamaya zorlanamayacağı (md. 3), devlet okullarında herhangi bir dine özel dinî eğitim verilemeyeceği (md.4), din ve devlet işlerinin ayrı olduğu (dunyoviy) (md.5) ve din eğitimi ile genel eğitimin birbirinden ayrı olduğu (president.uz, 20202) hükümleri bulunmaktadır. Eğitim Kanunu’nda da, Özbekistan eğitim sisteminin seküler ilkelere oturtulduğu belirtilmektedir. İslam Karimov sonrası dönemde yeni yönetim, düşünce ve inanç özgürlüğüne yönelik mevcut mevzuatta çok sayıda yeni düzenleme yapmıştır. Bunlardan en önemlisi, 2018 yılında kabul edilen Din Eğitimi Çalışmalarının İyileştirilmesi Hakkındaki Hükümet Kararnamesi’dir (president.uz, 2020).
1992 yılında kurulan Din İşleri Komitesi, devlet-din ilişkilerini düzenleyen temel kurumdur. Devlet-din ilişkilerinin düzenlenmesinin yanında Komitenin görevleri arasında, din alanında yapılacak düzenlemeler hakkında hükümet çalışmalarına katkı sağlamak, inanç gruplarının hak ve menfaatlerini korumak, toplumsal barış ve uyumun pekiştirilmesine yönelik çalışmalar yapmak, baskı ve dağıtımı yapılacak her türlü dinî yayın ve materyalin onayını vermek bulunmaktadır (religions.uz, 2020). dinî alanda kamusal niteliği haiz diğer bir kurum ise ülke nüfusunun yaklaşık %90’ını oluşturan Müslüman toplumun temsil edildiği Özbekistan Müslümanları İdaresi’dir (Müftiyat). Din görevlilerinin seçimi, cami ve mescitlerin idaresi, fetva verme ve dinî alana yönelik bilgilendirmeler gibi temel görevlerinin yanında Müftiyat, ortaöğretim düzeyindeki (medrese) dinî eğitim ile yüksek din öğretiminden sorumludur.
Özbekistan’ın dinî yapısı, Müslümanlar (%88-90), Ortodoks Hristiyan (%3,5) ve Hristiyanlığın diğer oluşumları ile Budist, Bahai gibi çeşitli inanç gruplarından oluşmaktadır. 2019 yılı itibari ile 2.093’ü (uzbekembassy, 2020) Müslümanlara, 36’sı Ortodokslara, 150’si diğer Hristiyan oluşumlara, 8’i Yahudi topluluğuna, 6’sı Bahailere ve kalanı diğer inanç gruplarına ait olmak üzere ülke genelinde toplamda 2.276 dinî kuruluş bulunmaktadır (uzembassy, 2020). Bu kuruluşlardan Müslümanlara ait din eğitimi ve öğretiminin yapıldığı 1 üniversite, 1 enstitü ve 9 medrese; Ortodokslar ve Protestanlara ait 1’er Seminer okulu bulunmaktadır.
Bağımsızlığının ilk yıllarında yaşanan dinî canlanmanın bir sonucu olarak dinî alanın oldukça serbest bırakıldığı Özbekistan’da kısa süre içerisinde başta Müslümanlar olmak üzere bütün inanç gruplarına ait dinî kuruluşların sayısı artmış ve bu durum doğal olarak bütün toplumsal kurumlara yansımıştır. Yeterli denetim ve kontrolden uzak olarak devam eden bu süreçte, 1999 yılındaki Taşkent’te gerçekleşen bombalı saldırı ile başlayan ve devamında bölgesel ve küresel düzeyde devam eden bir kısım terör olaylarını da dikkate alan Özbekistan yönetimi, din kurumu dâhil olmak üzere kamusal alanda ciddi kontrol ve kısıtlamalara gitmiştir (Beylur, 2020, s. 111).
Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev döneminde “İnsanın çıkarları önceliklidir” ilkesi doğrultusunda hazırlanan yol haritasında “Özbekistan Cumhuriyeti’nin Kalkınması İçin Beş Öncelikli Yön Eylem Stratejisi 2017-2021” de inanç özgürlüğü ve toplumsal barışın geliştirilmesine özel bir yer vermiştir (OHCHR, 2020). Bu kapsamda bir yandan aşırı dinî akımların ve terör örgütlerinin 1990’lardan beri neden olduğu tehdit algısını canlı tutulurken diğer taraftan geleneksel İslam vurgusu ile dinî alana yönelik yeni düzenlemeler yapılmaktadır. Laik ve seküler devlet vurgusunun yapıldığı bu yeni dönemde din eğitim ve öğretiminin geliştirilmesine özel çaba gösterilmiştir. Mirziyoyev’in talimatı ile 2017 yılında İmam Buhari Uluslararası İslam Araştırmaları Merkezi, yine aynı yıl Özbekistan İslam Akademisi bu amaca yönelik açılan iki önemli kurum olmuştur. Yeni dönemde bölge ülkeleri ile ilişkilerini geliştiren Özbekistan bazı din ve bilim insanlarının da ülkeye geri dönmesi için özel çaba göstermiştir (Cornell ve Zenn, 2018, s. 8). Özetle, yeni dönemde devlet-din ilişkilerinde yeni bir sayfa açılarak toplumsal beklentiler karşılanmaya çalışılmaktadır. Bu kapsamda yeni eğitim kurumları, araştırma merkezleri ve ibadethaneler açılmakta, dinî içerikli yayınların dağıtımı ve erişimi noktasında uygun şartlar oluşturulmaktadır.
Türkmenistan’da Devlet-Din İlişkileri
Anayasasının 1’inci maddesinde, Özbekistan’ın demokratik, hukuk ve seküler (dünyevi) bir devlet olduğu hükmü bulunmaktadır. Yine anayasaya göre inanç özgürlüğü ve kanun önünde eşitlik, dinî kuruluşların devletten ayrılığı ve devlet işlerine müdâhil olamayacağı, genel eğitimin dinî eğitimden ayrı olduğu, herkesin bağımsız bir şekilde dinî tutumunu belirleme, ifade etme ve ibadet özgürlüğüne sahip olduğu (md.11) hükümleri bulunmaktadır (Türkmenistan Anayasası, 2021).
Din alanıyla ilgili temel yasa, Sovyetler Birliği döneminden kalan din kanununda yapılan düzenleme ile ilk kez 1991 yılında kabul edilmiştir. Söz konusu yasada 1995, 1996, 1999, 2003 ve son olarak 2016 yılında çok sayıda değişiklikler yapılmıştır. Anayasanın amir hükümleri çerçevesinde devlet-din ilişkilerinin ayrılığına, eğitimin seküler karakterine, din ve vicdan özgürlüğüne vurgu yapılan kanunda dinî kuruluşların kayıt işlemlerinin yapılan son düzenlemelerle zorlaştırıldığı dikkat çekmektedir (OSCE, 2021).
Nüfusun %95’ten fazlasının Müslüman olduğu Türkmenistan’da, 2018 yılı itibariyle kayıtlı 131 dinî kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşlardan 108’i Müslümanlara ait iken, 12’si Ortodoks Hristiyanlara, kalan 11 dinî kuruluş ise Katolik, Protestan, Baptist ve Bahailere aittir (state.gov, 2018). Türkmenistan’daki dinî alanı ve devlet-din ilişkilerini belirleyen tek kurum dinî Materyal Değerlendirme ve dinî Organizasyonlar Komisyonu’dur. Türkmenistan Müslümanları dinî İdaresi (Müftiyat) ve Rus Ortodoks kilisesi dâhil olmak üzere ülkedeki bütün dinî kuruluşların her türlü işlemi bu Komisyon tarafından yürütülmektedir (Clement, 2020, s. 34).
Saparmurat Niyazov döneminde, Kur’an’ın Türkmen diline çevrilmesi başta olmak üzere çok sayıda dinî eserin çevirisi ve dağıtımı yapılmıştır. dinî yayınlar yanında çok sayıda mescit ve cami açılmıştır. Niyazov tarafından yazılan Ruhnama, uzunca bir dönem Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği asimilasyonuna maruz kalmış Türkmen toplumunda milli, manevi ve kültürel değerleri yeniden canlandırıp milli kimliği inşa etmeyi amaçlamıştır. 2000’li yılların başında bölge genelinde yaşanan bir kısım gelişmeler, Türkmenistan’da da devlet-din ilişkilerinde bazı kırılmalara neden olmuştur. Bu durum, yönetimi bir dizi kısıtlayıcı önlem almaya itmiştir. Zaman içerisinde dinî alandaki devlet kontrolü daha da artırılmıştır. Son düzenlemelerin 2016 yılında işlendiği dinî Kuruluşlar ve Din Özgürlüğü Kanunu’nda diğer bölge ülkeleri ile kıyaslandığında dinî kuruluşlara “dinî törenler düzenlemek ve din eğitimi alanında faaliyet yürütmek” gibi daha sınırlı bir alan tanındığı söylenebilir. Buna karşılık merkezi ve yerel idarelere dinî kuruluşlar üzerinde tam bir denetim ve kontrol yetkisi tanındığı görülmektedir. Türkmenistan’da genel eğitimde din eğitimi, resmî kayıtlı dinî kuruluşlar aracılığı ve velilerin izin ve onayı ile haftada dört saate kadar verilebilmektedir (state.gov, 2020).
Bağımsızlık sonrası dönemde milli kimliğin inşa sürecinde İslam’ın, Türkmen kimliğinin ayrılmaz bir unsuru olmasına ilişkin işlevsel boyut, dönemin yönetimi tarafından her yönüyle değerlendirilmiştir. Orta Asya genelinde yaygın olarak görülen “geleneksel İslam” vurgusu, siyasi düzeyde Türkmenistan’da da kullanılmaktadır. Hatta denilebilir ki milli ve manevi değerleri kapsayan “edep,” “däp-dessur,” “adat”la dinî bakış Türkmen modeli diyebileceğimiz daha milli[3] bir anlayışa çekilmiştir. Son söz olarak, bölgedeki diğer Türk devletleriyle kıyaslandığında devlet-din ilişkilerinde Türkmenistan’ın Özbekistan’a benzer bir şekilde kademeli de olsa bir politika değişiminin toplumsal beklentileri karşılayacağı düşünülmektedir.
Sonuç
Bağımsızlıklarından bugüne, aradan geçen 30 yıllık dönemde Orta Asya ülkelerinde her alanda önemli değişim ve dönüşümler yaşanmaktadır. Sovyetler Birliği döneminde Marxist-Leninist ideoloji temelinde uygulanan politikaların hedefinde bulunan din kurumu, şüphesiz bu değişimin yaşandığı toplumsal kurumların başında gelmektedir. Tarihsel süreç dikkate alındığında ortak dil, din, kültür ve coğrafyayı paylaşan Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan, bazı farklılıklarına rağmen devlet-din ilişkilerinde benzer değişim ve dönüşüm süreçlerini yaşamaktadırlar. Sovyetler Birliği döneminde Sovyet ateizmine maruz bırakılan bu toplumların kamusal ve özel alanlardaki yaşam tarzı da Sovyet tarzı seküler ilkeler doğrultusunda şekillendirilmiştir. Bu dönemde ateizm gibi sekülerizm (ateist sekülerizm) de bir ideoloji haline getirilmiştir. Çağdaş anlamda laiklik uygulamalarından ve seküler ilkelerden oldukça uzak olan bu yaklaşım Sovyet sonrası dönemde de bazı ülkelerde etkisini devam ettirmiştir. Öte yandan uygulanan milliyetler politikası ile etnik ve ulusal kimliklerin öne çıkarılması suretiyle üst kimlik olan dinî ve kültürel kimliklerin aşındırılması hedeflenmiştir.
Ülkeler bazında bir karşılaştırma yapacak olursak öncelikle, günümüz ulus devletlerinde yaygın olarak görülen devlet-din ilişki modelleri çerçevesinde belirli ton farklılıklarına rağmen bütün bölge ülkelerinde “laik devlet” ilkesi doğrultusunda laik devlet modelinin tesis edilmeye çalışıldığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte farklı tarihsel deneyimler ile laiklik, sekülerizm, geleneksel İslam gibi kavramların algı ve anlamlandırılmalarındaki farklılıklardan ötürü politikalarda, bölge ülkeleri arasında görünür farklılıklar olduğu bilinmektedir. Örneğin, Kazakistan ve Kırgızistan’daki yasal ve kurumsal düzenlemelerin, birbirine çok benzemekle birlikte uygulamalarda ayrıştığı, devletle ilişki biçimlerinde ise Özbekistan ve Türkmenistan’daki dinî kurumların farklılaştığı görülebilir.
Özbekistan dışında Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan anayasalarında, “laik, demokratik ve hukuk devleti” ya da ilgili ülke dilindeki laikliğe karşılık gelen ifadeler bulunmaktadır. Bölge ülkelerindeki dinî alanı belirleyen temel düzenlemeler olan din ve eğitim kanunları da temelde benzerlik göstermektedir. Sovyetler Birliği’nden küçük değişikliklerle devralınan inanç özgürlüğü ve dinî kuruluşlar kanunu, bütün bölge ülkelerinde 2011 yılına kadar pek çok kere değişikliğe uğramıştır. Yeni dönemde Kazakistan’a benzer bir şekilde aşırılıklarla mücadelenin önemsendiği ancak Özbekistan’ın İslam tarihi ve medeniyetindeki yeri ve öneminin göz ardı edilmediği “Özbek modeli” İslam anlayışının oturtulmaya çalışıldığı görülmektedir. Bölge ülkelerinden önemli ölçüde farklılaşan Türkmenistan’da da eğitim sistemi seküler ilkeler üzerine oturtulmuş, eğitimde herhangi bir inancın ya da ideolojinin propagandasının yapılması yasaklanmıştır.
Aradan geçen 30 yıllık dönemi bölge genelinde din kurumu açısından değerlendirecek olursak bütün inanç gruplarında bir canlanma yaşandığı söylenebilir. 70 yıllık Sovyet idaresinin ateist temelli seküler politikalarına rağmen dinî alanda yaşanan bu değişimin arkasında, İslam dininin Türk halklarının ortak kimliğinin ayrılmaz bir unsuru olması ve dinin kolektif hafıza aracılığıyla kuşaktan kuşağa kesintisiz bir şekilde aktarılmış olması gibi bir kısım tarihsel olgular bulunduğunu belirtmek gerekir.
Bağımsızlık sonrası dönemde, Orta Asya’da yeni kurulan devletlerin liderleri, kimlik inşa sürecinde dinin birleştiren ve bütünleştiren işlevsel boyutunu dikkate alarak ilk on yıl oldukça özgürlükçü politikalar izlemişlerdir. Ancak 1990’ların sonunda bölgesel düzeyde yaşanan bir kısım gelişmeler ve terör olayları, din kisvesi altındaki bazı grupların aşırılık yanlısı faaliyetleri, ülkelerin hem yasal hem de kurumsal alanlarda bazı düzenlemeler yapmalarını zorunlu kılmıştır. Ülkeler arasında farklılaşmakla birlikte başta din ve eğitim kanunları olmak üzere ilgili diğer mevzuat ile devlet-din ilişkilerini denetleyen kurumlarda önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu durumun bazı ülkelerde inanç ve ibadet özgürlüğü bağlamında mağduriyetlere neden olduğu yönünde uluslararası örgütlerin raporlarına yansıyan iddialar bulunmaktadır. Ancak 1990’ların başından itibaren din toplumsal konumuna verilen önem devam etmiş, liderler ve üst düzeye bürokratlar düzeyinde “sekülerlik” ve “geleneksel İslam” vurgusu sıklıkla kullanılmıştır. Benzer şekilde laiklik ilkesine rağmen devletler, özellikle “geleneksel” ya da “semavi” olarak kabul edilen inanç gruplarına karşı korumacı tutumlarını devam ettirmekte, gerektiğinde doğrudan ya da dolaylı yollarla maddi olarak desteklemektedirler. İlk bakışta paradoksal gibi görünen bu politikaların arkasında ortak bir dizi faktör bulunmaktadır. Tarihi miras, kültürel hafıza ve toplumsal yapılardaki etnik ve dinî çeşitlilik bunların başında gelmektedir.
Toparlayacak olursak Orta Asya’daki Türk devletlerindeki devlet-din ilişkileri, laik ve seküler ilkeler temelinde düzenlenmeye çalışılmaktadır. Bu süreçte yukarıda ifade edilen tarihi ve kültürel deneyim ile bölgesel ve küresel dinamiklerin de dikkate alındığı görülmektedir. Genel olarak çok etnili ve çok inançlı bir toplumsal yapıya sahip olan bölge devletlerinde toplumsal barış ve uyumun korunmasına büyük önem gösterilmektedir. Bu doğrultuda laiklik ve seküler politikalara, üniter yapının korunmasında garantör bir işlev yüklendiği söylenebilir. Öyle ki Sovyet ateizmi tecrübesi sonrasında her ülkenin kendi kültürel yapısı ve toplumsal hassasiyetleri çerçevesinde sekülerizmi, hem devlet-din ilişkilerinde hem de din-toplum ilişkilerinde ikame eden yeni bir ideoloji olarak benimsediği söylenebilir. Bu yeni sekülerist anlayışın çağdaş diğer sekülerist uygulamalarla ne kadar örtüştüğü ise hala tartışılmaya devam etmektedir. Sekülerizm vurgusunun yanında bölge ülkelerinin hemen hemen tamamında sıkça kullanılan “geleneksel dinler” ve “geleneksel İslam” vurgusu da incelenmesi gereken diğer bir husustur. Geleneksel dinler ifadesi başta Rusya olmak üzere Sovyet sonrası coğrafyada esas itibariyle Hristiyanlık, İslam, Yahudilik ve Budizm’i kapsarken “geleneksel İslam” daha ulusal düzeyde her ülkenin kendi toplumsal ve kültürel koşulları ile şekillenen inanç sistemini ifade etmektedir. Liderler düzeyinde kullanılan dinî söylemler, dinî kurum ve kuruluş sayılarında her yıl gözlemlenen önemli artış, devletlerin doğrudan ya da dolaylı olarak dinî kuruluşlara sağladığı destekler, dinî simge ve sembollerin kamusal alanda görünürlüğü de zaman içerisinde artış göstermektedir.
Klasik sekülerleşme yaklaşımları, modernleşme ile birlikte toplumsal kurumların tamamını kapsayan toptan bir sekülerleşme sürecinin yaşanacağını öngörmekteydi. Ancak, 1980 sonrası izlenen genel eğilim bu öngörünün yanlışlandığını göstermiştir. 70 yıla yakın bir dönem Sovyet sekülerizmine ve ateizmine maruz kalmış olan bölge ülkelerinde yaşanan toplumsal değişimi de çağdaş sekülerleşme paradigması çerçevesinde açıklamak mümkündür. Sekülerleşmeyi bireysel, kurumsal ve toplumsal olmak üzere üç boyutta inceleyen çağdaş sekülerleşme paradigması, bu boyutlar arasında diyalektik bir ilişki olduğunu kabul etse de sekülerleşme derecelerinin farklılık arz edebileceği üzerinde durmaktadır. Zira bölge ülkelerinde kurumsal düzeyde, özellikle de eğitim ve siyaset kurumlarında yaşanan sekülerleşmenin, bireysel ve toplumsal boyutlarda aynı oranda sekülerleşmeye neden olmadığı yapılan araştırmalarda görülmektedir. Özetle, bağımsızlıktan günümüze geçen 30 yıllık süreçte Orta Asya’daki Türk devletlerindeki devlet-din ilişkileri, bütün eleşitirilere rağmen yapılan yasal ve kurumsal düzenlemelerle daha demokratik bir düzeye çekilmeye çalışılmaktadır. Çokkültürlü toplumsal yapıların ve bölgesel dinamiklerin neden olduğu bir kısım zorluklara rağmen bu sürecin önümüzdeki dönemde de özgürlük ve güvenlik dengesinin gözetildiği bir yaklaşımla devam ettirileceği beklenmektedir.
Kaynakça
Akiner, S. (2002). Sovyet sonrası Orta Asya Cumhuriyetlerinde modernleşme, siyaset ve İslam. Yeni Türkiye. 4, 1-46.
Akorda.kz (2021). https://www.akorda.kz/en/national_projects/kazakhstans-chairmanship-in-the-organisation-of-islamic-cooperation (Erişim Tarihi: 24.02.2021).
Albayrak, Ş. (2015). Batı ülkelerinde din-devlet ilişkilerindeki alternatif modeller ve Türkiye örneği. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 48, 185-198.
Bayram, M. ve Kinahan, J. (2017). Uzbekistan: Religious freedom survey. https://www.refworld.org/docid/59b7f11b4.html (Erişim Tarihi: 07.05.2020).
Bennigsen, A. ve Lemercier, Q. (1998). Sufi ve komiser: Rusya’da İslam tarikatlari. (O. Türer, Çev.) Ankara: Akçağ.
Berger, P. L. (1996). Secularism in retreat. National Interest, 46, 3-12.
Berger, P. (2005). Dinî kurumlar, (A. Çiftçi, Çev.) Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Dergisi, 9, 425-465.
Berger, P. (2008). Sekülerleşme yanlışlandı. (M. A. Kirman, Çev.). Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. XLIX(1). 271-281.
Beylur, S. (2019a). Sosyal değişim sürecinde Kazakistan’da din-devlet ilişkileri, (Doktora Tezi), AYBU, Ankara, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Beylur, S. (2019b). Kazakistan’da din-devlet ilişkilerini etkileyen faktörler. Avrasya Etüdleri, 56(2), 99-133.
Beylur, S. (2020). Özbekistan Cumhuriyeti’nin din siyaseti ve din eğitimi, İçinde İ. Erpay ve S. Beylur (Ed.), Türk devletlerinde din-devlet ilişkileri ve din eğitimi. Ankara, Akademisyen Yayınevi.
Çalışkan, İ. (2012). Orta Asya’da üç İslam anlayışı. İçinde M. Kafkasyalı (Ed.), Orta Asya’da İslam: Temsilden fobiye (Cilt 1, ss. 371-389). Ankara: Ahmed Yesevi Üniversitesi Mütevelli Başkanlığı Yayınları.
Casanova, J. (2006). Rethinking Secularization: A global comparative perspective. The Hedgehow Review, Spring&Summer, v.6.
Clement, V. (2020). Religion and the secular state in Turkmenistan. Lithuania: Central Asia-Caucasus Institute and Silk Road Studies Program.
Cornel, S., Starr, F.S. ve Tucker, J. (2018). Religion and the secular state in Kazakhstan. Washington: Central Asia. Washington D.C: Caucasus Institute & Silk Road Studies Program
Cornell, S. ve Jacobb Zenn (2018). Religion and secular state in Uzbekistan. Washington D.C: Caucasus Institute & Silk Road Studies Program
Karimov, E. (2011). Sovyet yönetiminin sekülerleştirme politikasi ve günümüz Orta Asyasına etkileri. (N. Güney, Çev.). Marife. 11(1), 183-187.
Kazakistan Cumhuriyeti Anayasası (2019). Kazakistan Parlamentosu İnternet Sitesi. http://www.parlam.kz/en/constitution (Erişim Tarihi: 19.09.2019).
Kazakistan Cumhuriyeti dinî Faaliyetler ve dinî Kuruluşlar Kanunu (2020). Adalet Bakanlığı İnternet Sitesi, www.edilet.gov.kz (Erişim Tarihi: 21.9.2020).
Kazakistan Cumhuriyeti dinî Faaliyetler ve dinî Kuruluşlar Kanunu (2018). Kazakistan Adalet Bakanlığı İnternet Sitesi, www.edilet.gov.kz (Erişim Tarihi: 22.09.2018).
Kazakistan İstatistik Kurumu (2020). 2009 Nüfus Sayımı. http://stat.gov.kz/census/national/2009/general (Erişim Tarihi: 13.04.2020).
Kazakistan Müftiyatı (2020). https://www.muftyat.kz/kk/ (Erişim Tarihi: 28.09.2020).
Kırgızistan Cumhuriyeti Anayasası (2021). Kırgız Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İnternet Sayfası. http://president.kg/kg/konstitutsija (Erişim Tarihi: 18.02.2021).
Mckr.kz (2020). The International Centre of Cultures and Religions. www.mckr.kz (Erişim Tarihi: 15.10.2020).
Morgan, W. J. (2015). Marxism-Leninism: The ideology of 20th century communism. Içinde James D. (Ed.). International Encylopaedia of the Social and Behavioral Sciences (Vol 14, ss. 656-662). Oxford: Elsevier.
Myrzabaev, M. (2009). Kırgızistan’da din-devlet ilişkileri. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara. Ankara Üniversitesi SBE.
OHCHR (2020). United Nations High Commissioner for Human Rights, preliminary findings of country visit to Republic of Uzbekistan by the Special Rapporteur on freedom of religion or belief. Tashkent, 2018, https://www.ohchr.org/EN/NewsEvents/Pages/DisplayNews.aspx?NewsID=22224&LangID=E, (Erişim: 02.05.2020).
Okumuş, E. (2006). İslam’ın yerel bağlamlari. Değerler Eğitimi Dergisi, 4(11), 69-100.
OSCE Report (2021). Freedom of Religion in Turkmenistan. https://www.osce.org/files/f/documents/d/a/17184.pdf (Erişim Tarihi: 16.02.2021).
Özbekistan Anayasası (2020). Özbekistan Cumhurbaşkanlığı İnternet Sayfası, www.president.uz (Erişim Tarihi: 10.05.2020).
Özbekistan Din İşleri Komitesi İnternet Sayfası (2020). Din İşleri Komitesi’nin Yapısı. https://religions.uz/pages/2 (Erişim Tarihi: 05.05.2020).
Özbekistan Dinî Özgürlükler ve Dinî kuruluşlar Kanunu (2020). Özbekistan Cumhurbaşkanlığı İnternet Sayfası, https://president.uz/ru/lists/category/12 (Erişim Tarihi: 20.04.2020).
President.uz (2020). Özbekistan Cumhuriyeti Anayasası. president.uz (Erişim Tarihi: 01.05.2020).
President.uz (2020). Özel İstihdamlar Kanunu. https://president.uz/ru (Erişim Tarihi: 20.04.2020).
Qogam.gov.kz (2019). Sosyal Kalkınma Bakanlığı ile Dinler ve Kültürler Uluslararası Merkezi. www.qogam.gov.kz; http://mckr.kz/en/religions-in-kazakhstan (Erişim Tarihi: 20.09.2019).
Refworld. Org. Türkmenistan Anayasası, refworld, https://www.refworld.org/pdfid/3df0739a4.pdf, (Erişim Tarihi: 17.02.2021).
Religion.gov.kg (2021). Kırgızistan’da Kayıtlı Olarak Faaliyet Yürüten dinî Kuruluşlar. http://religion.gov.kg/ru/religion_organization/registered/%D1%81hristian (Erişim Tarihi: 18.02.2021).
Stark, R. (1999). Secularization, R.I.P., Oxford Journal-Sociology of Religion. 60(3), 249-273.
The Organization of Islamic Cooperation (2021). Republic of Azerbaijan Ministry of Foreign Affairs’ Official Web Site, https://mfa.gov.az/en/content/395/organization-of-islamic-cooperation-oic (Erişim Tarihi: 24.02.2021)
Türkmenistan Eğitim Kanunu. CIS Legislation. http://cis-legislation.com/document (Erişim Tarihi: 15.05.2020).
US Department of State (2018). Report on international religious freedom. www.state.gov (Erişim Tarihi: 19.05.2020).
van den Bercken, W. (1988). Ideology and atheism in the Soviet Union. Berlin: Mouton De Gruyter.
Weber, M. (2005). The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism. New York: Routledge.
[1] Bu çalışma yazarın daha önce yayımlanan “Türk Cumhuriyetlerinde Din”, “Türk Devletlerinde Din-Devlet İlişkileri ve Din Eğitimi” ve “Sosyal Değişim Sürecinde Kazakistan’da Din-Devlet İlişkileri” adlı eserlerinden üretilmiştir.
[2] Bazı araştırmacılar söz konusu tartışmayı “İslami yerellik” bağlamında değerlendirmekte ve geleneksel İslam’ı yerel geleneğin esas alındığı bir tipoloji olarak tanımlamaktadır. Bkz. Okumuş, (2006)
[3] Bu bakış, Türkmen Müslümanlığının Suudi Arabistan, İran vd. ülkelerdeki uygulamalardan farklı olduğuna vurgu yapmaktadır. Bu yaklaşım “Türkmen İslamı” anlayışını güçlendirmektedir. Bkz. Clement (2020, s. 7).