Giriş
İslami hareketler kuruluşlarından günümüze kadar geçen süreçte zaman zaman büyük kazanımlar elde ederken kimi zaman da hayatta kalma mücadelesi içerisine girmişlerdir. 1990’lara kadar geçen süreçte neredeyse bütün İslami hareketler muhalif hüviyettedir. Buna rağmen bu hareketler muhalefet olmanın avantajlarından azami derecede faydalanmaya çalışmışlardır. Bu avantajlardan faydalanabilenler için 1990’lar bir milat kabul edilebilir. Çünkü İslamcılığın yükselişe geçtiği 1990’lı yıllar bu hareketlere iktidara gelmek için bekledikleri fırsatı sunmuştur. Bu tarihlerde Ürdün’de İslami Eylem Cephesi bakanlıklar elde ederek yasamanın yanı sıra yürütmeye ortak olmuştur. Benzer şekilde İslami Selamet Cephesi de Cezayir’de bu dönemde en büyük başarısını yakalamıştır. Arap-dışı dünyada da manzara farklı değildir. Türkiye’de Milli Görüş Hareketi lideri Necmettin Erbakan 40 yıllık siyasi hayatı boyunca başbakanlık görevini ilk ve son defa bu dönemde üstlenmiştir.
İslami hareketlerin neden 1990’larda başarı elde ettiği sorusunun, birçok cevabı bulunmakla birlikte, bir cevabı da batı bloğunun Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru Komünistlere karşı İslamcı yapıları desteklemesiyle verilebilir. Örneğin 1990’a kadarki süreçte Efganistan’da, Mısır’da ve daha birçok ülkede başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin İslamcı yapılara destek vermesi o ülkelerde Sosyalist rejimlerin başa geçmesinden duydukları kaygılardan ileri gelmektedir. Batı tarafından önü açıkça kapatılmayan İslami hareketler, çoğu zaman Batı karşıtı bir ajandayla, iktidara taşıyacağı düşüncesiyle mesailerini ülke içinde toplumsal mobilizasyona harcamıştır.
Sudan yukarıda mezkur bu genel anlatının dışında kalması bakımından İslam dünyasında istisnai bir yer teşkil etmektedir. İlk olarak Sudan İslami Hareketi, diğer ülkelerde ekseriyetle görülmeyen bir özelliğe sahiptir. O da hareketin dönem dönem rakip olarak hareket etse de komünistlerle işbirliği yapmasıdır. Hatta öyle ki 1989 Darbesi ile rejimi ele geçiren İslami hareket Komünistlerden de destek alabilmeyi başarmıştır. Bunun yanında Sudan İslami Hareketi’ne “istisna” özelliği kazandıran bir önemli durum daha vardır. Sudan İslami Hareketi -Hamas’ın Filistin’in bir bölümü olan Gazze’deki kontrolü göz önüne alınmazsa- bir ülkede rejimin tüm bileşenlerini topyekün idare edebilme salahiyetine sahip olabilmeyi başarmış tek İslami harekettir.
Sudan İslami Hareketi üzerine yoğunlaşan bu çalışmada, ilk olarak hareketin teşekkülüne ve hareket içi tartışmalar eşliğinde kurumsallaşma sürecine ve rejimle ilişkilerine odaklanılmaktadır. Bu kısımda rejimle ilişkililer izah edilirken hareketin komünistler başta olmak üzere ülkedeki diğer aktörlerle geliştirdiği ilişkiler de görünür kılınacaktır. Böylece Sudan İslami Hareketi’nin birinci istisnai özelliğinin anlaşılmış olacağı düşünülmektedir. Hareketin usul ve esaslarının kısa izahı ile başlayan ikinci bölümde ise hareketin ülkedeki toplumsal yapılarla tesis ettiği ilişkiler mercek altına alınmaktadır. Çünkü bu ilişkiler ağının harekete ikinci istisnai özelliği kazandırdığı, başka bir ifadeyle harekete rejimi ele geçirme imkanı tanıdığı ileri sürülmektedir.
Sudan’da İslami Hareketin Kuruluştan Günümüze Serencamı
Sudan’da İslami hareket, Müslüman Kardeşlerin kurucusu Hasan El-Benna ile görüşerek kendisinden etkilenen Cemaleddin Senhuri’nin ülkeye dönüşünün ardından başlattığı girişim neticesinde kurulmuştur. Hareketi kuran Senhuri teşkilatı idare etmek üzere Ali Talibullah’ı başkan tayin etmiş ve 1948 yılında başkanlığı alan Talibullah hızlı bir şekilde ülkede teşkilatlanmak için çalışma başlamıştır. Ancak Talibullah’ın bu çabalarının karşılık bulmadığını söylemek gerekir çünkü bu tarihlerde Sudan henüz bağımsızlığını kazanmış değildir. Ülkede kontrolü elinde bulunduran İngiltere, hareketin Mısır’daki Müslüman Kardeşlerden bağımsız bir yapı olmadığını ileri sürmüştür (Abd Al Qadir, 1999, s. 70). Sudan’da İslami hareket, üzerindeki bütün baskılara rağmen -ilerleyen zamanlarda büyük bir tartışma konusu olacaktır- Mısır Müslüman Kardeşler Hareketi’nden bağımsız bir yapı olduğunu iddia etmemiştir (Mekki, 1999, s. 6).
İngiliz idaresi altındaki ülkede kurumsallaşma imkanı bulamayan hareket, öğrenciler arasında büyük rağbet görmeye başlamıştır. Özellikle bugün ismi Hartum Üniversitesi olan ve ülkenin en eski ve en büyük üniversitesi özelliğini taşıyan Gordon Memorial College’de mütedeyyin gençlerin üniversitede etkili olan komünist öğrencilere karşı teşkilatlanması bu kapsamda dikkate değerdir.
1950’lerin başlarında Müslüman Kardeşlerden bağımsız mı değil mi tartışmaları arasında liderliğini Yusuf Muhammed ve Ebubekir Kerrar’ın üstlendiği hareket ilk olarak “Hareket el-Tahrir el-İslami” adıyla anılmaya başlamıştır. Hareketin isminin geleneksel anlamda Müslüman Kardeşler ile irtibatlı olmamasına rağmen özellikle ülkedeki sol fraksiyonlar tarafından Sudan İslami Hareketi, Mısır Müslüman Kardeşler Hareketi ile irtibatlandırılmaya çalışılmıştır. Bunun altında yatan en önemli sebep Mısır’da iktidara gelen Cemal Abdunnasır’ın Müslüman Kardeşleri yasaklı hale getirmesidir. Böylece Sudan’daki İslami hareket Mısır’daki yasaklı hareketin uzantısı şeklide lanse edilmeye ve Sudan içtimai ve siyasi hayatından silinmeye çalışılmıştır. İsim tartışmalarının hareket içinde de tartışmalara yol açtığı bu dönem Mısır’daki üniversitelerde eğitimini tamamlayan Sudanlı gençlerin ülkelerine dönerek Müslüman Kardeşler ismiyle çalışma yaptıkları bir sürece de tekabül etmektedir (Rayaam Gazetesi, 2009). Böylece İslami hareket geniş bir yelpazede kurulurken diğer taraftan da kendisini kaçınılmaz olarak bir tartışmanın içerisinde bulmuştur. Son olarak hareket içindeki muhtelif yaklaşımlara ilaveten Mısır’daki İslami hareketin de bu durumdan oldukça rahatsız olduğunu ifade etmek gerekir. Öyle ki bu rahatsızlık iki taraf arasında krizlere yol açmıştır. Hareketin ismi üzerine gerek ülke içinde var olan farklı yaklaşımlar gerekse Sudan-Mısır arası anlaşmazlıklar 1955 yılında düzenlenen bir konferans ile sonlandırılmıştır.
Hareketin ismini ve dahası kurucu metinleri ile misyonunu belirlemek amacıyla düzenlenen bu konferansta Sudan İslami Hareketi’nin ismi Müslüman Kardeşler olarak kabul edilmiştir. Konferansta hareketin başına Muhammed Hayri Abdulkadir geçmiştir. Konferansta hareketin ismi her ne kadar Müslüman Kardeşler şeklinde belirlenmiş olsa da hareketin merkezinin Sudan olarak ifade edilmesi aslında siyasi bir manevra olarak yorumlanabilir. Zira Sudan İslami Hareketi bu beyan ile Mısır’daki teşkilata yönelik gelebilecek muhtemel tehditlerin önüne set çekmek istemiştir. Buna rağmen ismin Müslüman Kardeşler olarak belirlenmesi teşkilat içinde bazı önemli isimleri rahatsız etmiştir. Bu isimlerden öne çıkan Ebubekir Kerrar ve destekçileri hareketten ayrılmış ve İslami Cemaat[1] (el-Cemaat el-İslamiyye) isimli yeni bir hareket kurmuştur. Konferansta alınan kararlardan rahatsız olan hareketin önemli simalarından Ali Talibullah tüm eleştirilerine rağmen hareket içinde kalmayı tercih etmiştir. Bunda Talibullah’a yakın bir isim olan Raşid el-Tahir’in başkan seçilmesinin önemli bir payı olduğu düşünülmektedir (Affendi, 2004).
Sudan’da İslami hareket, kurulduğu tarihten itibaren içtimai hayatın yanı sıra siyasi hayatın içinde de aktif rol almıştır. Doğrudan siyasi hedefleri bulunan ve rejimin kontrolünü sağlamak isteyen hareketin ilk ciddi yüzleşmesi 1959 senesine tekabül etmektedir. Ülkede bağımsızlığı müteakip müesses olan İbrahim Abbud liderliğindeki askerî rejime karşı girişilen darbe teşebbüsünde hareketin isminin geçmesi buna açık şekilde delil teşkil etmektedir. İslami hareket düzenlenen darbe girişimi ile bir alakalarının olmadığını deklare etse de darbenin mimarları arasında zikredilen Raşid El-Tahir mevcut düzeni yıkmakla suçlanmış ve beş yıl hüküm giymiştir. İslami hareketin darbe girişiminde bir rolünün olmadığını ilan etmesine rağmen hareketin lideri Tahir’in başkanlıktan azledilmesi darbeyle ilgisi olmadığını ilan eden hareket namına ilginç bir gelişme olarak zikredilebilir. Bu hesaplaşmadan sonra İslami hareketin Sudan’daki aksiyon alanında ciddi bir daralma söz konusudur. Bu daralmada hareketten ayrılarak İslami Cemaati kuran ve Arap milliyetçiliği ile İslam arasındaki tartışma alanlarını çözüme kavuşturma noktasında tavır takınan Kerrar’ın fikirlerinin yok sayılmasının da payı olduğu düşünülmektedir. [2]
Aksiyon sahasındaki daralma, İslami hareketi strateji değişikliğine yöneltmiştir. 1960’lardan itibaren sahada ismi sıkça duyulmaya başlayacak olan Hasan El Turabi’nin bu değişimde önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu tarihlerde hareketin daha kapsayıcı ve uzlaşıcı bir çizgide yol almaya başladığı rahatlıkla söylenebilir. Bu kapsamda Sudan’da İslami hareketin siyaset arenasında “ilkesel bir pragmatizm” takip etmeye başladığını söylemek muhtemelen yanlış olmayacaktır. Hareketin ilkesel yönü taviz vermediği temel ilkelere sahip olmasından pragmatik yönü ise toplumun her kesimini temsil eden siyasi partiler arasında neredeyse kara listeye aldığı bir parti bulunmamasından ileri gelmektedir. Bu nedenle hareketin temel ilkelerden şaşmadan şartları azami seviyede değerlendiren bir refleksle hareket ettiğini söylemek mümkündür.
Bu kapsamda Sudan’da İslam hareket, “davanın” temel ilkelerine aykırı ajandalara sahip olan partilerle bile birçok kez koalisyona gitmiştir. Üstelik bu koalisyonların ilkinde İslami Hareket birleşmenin meşruiyeti ve çerçevesini Sudan’da İslami nizama dayalı bir şeriat devleti kurmak yerine ülkedeki despotik kurallarla yönetim sergileyen askerî rejimin ortadan kaldırılması şeklinde belirlemiştir (Al Affendi, 1991, s. 159).
Ülkede Komünistlerle[3] yapılan ittifak ise İslami Hareket’in ne kadar geniş bir yelpazede işbirliği aradığını göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Üstelik Turabi’nin İslami harekete aslında taban tabana zıt olan Komünistlerle ilgili söylemi de ittifakı daha ilgi çekici hale getirmektedir. Çünkü Turabi, İslami hareketin teşkilatlanma ve yöntem bakımından ülkedeki Komünistlerden etkilendiğini açıkça ifade etmektedir (Al Turabi, 1999, s. 25).
Her ne kadar yöntem ve teşkilatlanma açısından etkilense de İslami Hareket’in Sudan siyasi tarihinin önemli bir bölümünde toplumsal karşılığı fazla olan Komünistlerle bir çekişme içinde olduğunu ifade etmek mümkündür. Turabi öncülüğünde 1960’larda kurulan Ulusal İslami Cephe 1965 yılının Kasım ayında ülkede tesis edilen kurucu meclis üzerinde baskı kurarak komünistlerin ülkedeki etkisini azaltmak istemiştir. Bu baskıların sonucunda Komünistler cumhurbaşkanı Cafer El Numeyri’ye[4] karşı 1971 senesinde başarısız bir darbe girişiminde bulunmuş ve bunun ardından Sudan rejimi komünistlerin üzerine gitmeye başlamıştır. Bu olay, Numeyri iktidara geldikten sonra kendisi ile görüşen ve hareketi yeniden inşa etmek için fırsat bulan Turabi ve hareketinin önünü açan bir gelişme olarak zikredilebilir.[5] Numeyri’nin sol fraksiyonlara yönelik bu tazyiki ülkede sadece Müslüman Kardeşlerin değil tüm İslami hareketlerin güçlenmesine yol açmıştır (Al Turabi, 1999, s. 28).
Turabi’nin Numeyri ile yakınlaşması harekete büyük kazanımlar sağlamıştır. Ancak bu kazanımlar hareket içi hararetli tartışmaların da fitilini ateşler niteliktedir. 1979 senesine gelindiğinde Sudan İslami Hareketi’nin Mısır’daki Müslüman Kardeşler hareketine tabiiyeti tartışılmaya başlamıştır. Özellikle 1960’ların ortalarından itibaren harekette ağırlığını hissettiren Hasan El Turabi, Mısır Müslüman Kardeşler Hareketi’ne biat etmeyi reddetmiştir. O dönemde hapishanede olan hareketin önde gelen şahsiyetlerinden Şeyh Sadık, Mısır Müslüman Kardeşler Hareketi’ne biat edilmesi gerektiği üzerinde durmuştur. Turabi’nin liderliğini 1960’lardan itibaren reddeden bazı cemaat üyeleri içtihad farkıyla öne çıkan Şeyh Sadık’a tabi olmuştur. Şeyh Sadık öncülüğünde bir ayrışma söz konusu olsa da hareketin ana omurgası Turabi etrafında şekillenmiş ve hareket Sudanlı olmak yönünde inisiyatif ortaya koymuştur (Al Turabi, 1999, s. 28).
İslam dünyasında entelektüel yönüyle de adından söz ettirmeye başlayan Turabi, hareketi millileştirerek hareketin ismini Sudan İslami Hareketi (el-Hareket el-İslamiyye es-Sudaniyye) şeklinde revize etmiştir. Hareketin ulus-ötesinden ziyade daha milli bir çizgiye çekilmesi ilk başta devlet desteğini sağlamasa da orta vadede hareket bu durumdan oldukça kazançlı çıkmıştır. Öyle ki Sudan’da Eylül 1983’te alınan ve ülkede “Eylül Kanunları” şeklinde tesmiye olunan değişim sürecinde Turabi ve İslami Hareket’in etkisi gözle görülür biçimde hissedilmiştir. İslami Hareket doğrudan rejimi oluşturan koalisyonda yer almasa da bu kararlar üzerinde etkili olarak ülkede İslam hukukunun cari olmasını sağlamıştır. Böylece tüm ülke genelinde şeriat ilan edilmiştir. Cumhurbaşkanı Numeyri’nin öncülüğünde ve Hasan El Turabi’nin destekleriyle ilan edilen yeni sisteme ülke içinden aykırı sesler de yükselmiştir. Özellikle Sadık Mehdi hapishanedeyken Yasal Cezalar ve Sudan Toplumsal Sistemindeki Konumu başlıklı bir kitap kaleme almış ve yapılan değişiklikleri tenkit etmiştir (Al Mehdi, 1987). Mehdi, Sudan’ın öteden beri kronik sorununa da değinerek Turabi ve desteklediği rejimin Sudan’ın güney bölgesine özerklik verilmesi hususunda takındıkları tutuma da itiraz getirmiştir. İlaveten, rejimin ve İslami Hareket’in İslam dışı kültürlere ihtiram göstermeyişi ve laikliğe dayalı bir anayasal düzen karşıtlığı da harekete yöneltilen ithamlar arasında yer almıştır (Al Affendi, 2015, s. 208).
Hasan El Turabi’nin ülke yönetiminde yer almak ve farklı zamanlarda iki defa cumhurbaşkanı danışmanı görevini yürütmek suretiyle hem idareye nüfuz ettiği hem de halka temas ettiği Numeyri dönemi, Sudan’da başlayan halk ayaklanması ile 10 Mart 1985 tarihinde son bulmuştur (Al Affendi, 1991, s. 208). Numeyri rejimine son veren ayaklanmaların Sudan İslami Hareketi’ne doğrudan zarar verdiğini söylemek kolay değildir. Görünürde hareketten bazı isimler tutuklansa da hareketin aksiyon alma kabiliyeti bu tutuklamalardan etkilenmemiştir. Bunun bir göstergesi olarak Numeyri rejiminin son bulmasının hemen ardından kurulan Ulusal İslami Cephe (1985-1989) delil olarak ileri sürülebilir. Numeyri rejiminden sonra gerçekleştirilen seçimlere katılan Cephe, Sudan tarihinde öteden beri iki güçlü organizasyon olan Ümmet Partisi ve Demokratik Birlik Partisi ardından 54 sandalye elde ederek üçüncü olmuştur. Böylelikle Turabi’nin partisi, devrik rejimin bir aktörü olmasına rağmen mecliste yer alan ve baskı oluşturabilme potansiyelini haiz bir parti niteliğindedir. Elde ettiği bu güç sayesinde Turabi, meclisteki çoğunluğa sahip olan ve hükümeti kuran Sadık el-Mehdi’nin Eylül Kanunları’nı askıya alma ve güneyle barış müzakerelerini yenden canlandırma girişimlerini engellemiştir. Dahası ilerleyen süreçte güven-oyu sorunu ile karşılaşan el-Mehdi, iktidarını devam ettirebilmek için 1988’de Ulusal İslami Cephe ile ittifak yapmak mecburiyetinde kalmıştır. Ülkedeki şerait kanunlarının cari olmasında büyük emeği ve çabası olan Turabi’nin Ulusal Mutabakat Hükümeti adıyla kurulan bu koalisyonda adalet bakanı olarak görev alması Turabi’ye şeriat yasalarını yeniden düzenleme ve daha da önemlisi ortadan kaldırılmasını engelleme imkanını vermiştir. Ancak gerek Eylül Kanunları gerekse Güney Sudan meselesi tartışmaların odağında olmaya devam etmiştir. Aynı yıl içinde Mehdi, Vifak adı verilen yeni bir hükümet kurmak zorunda kalmıştır. Kurulan bu hükümette de yer alan İslami Cephe lideri Turabi, bu defa daha kritik bir göreve, dışişleri bakanlığına getirilmiştir. Ancak tam bu dönemde Turabi’ye rağmen yaşanan bir gelişme büyük bir krizi tetiklemiştir.
Hükümet ortaklarından Demokratik Birlik Partisi lideri Muhammed Osman el-Mirgani, güneydeki silahlı milislerin lideri olan John Garang önderliğindeki “Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SHKH)” ile barış anlaşması imzalamıştır. Anlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre sonra, Şubat 1989 tarihinde ordu, meclisin el-Mirgani’nin imzaladığı barış antlaşmasını kabul etmesine ve ülkedeki kötü iktisadi gidişatın iyileştirilmesine yönelik bir muhtıra yayınlamıştır. Ayrılıktan yana olmayan İslami Cephe, varılan barışı ve ordunun yayınladığı muhtırayı kedisine yönelik bir girişim olarak değerlendirmiştir (Al Mehdi, 2015). Ülkede taraflar arasındaki anlaşmazlıkların ayyuka çıktığı böylesi bir ortamda Ömer el-Beşir, 30 Haziran 1989’da, kansız bir darbeyle Vifak hükümetini devirmiştir. Bu tarih, Sudan İslami Hareketi’nin iktidara geldiği ve 2019 senesine kadar başta kalacağı sürecin bidayeti olarak kayıtlara geçmiştir.
30 yıl boyunca iktidarda kalan İslami Hareket, tartışmalarla geçen bu iktidarı yine bir askerî darbe ile kaybetmiştir. İslami Hareket’in siyasi kanadı olan Ulusal Kongre Partisi’nin[6] kapatılması ve üyelerinin birçoğunun tutuklanması ile son bulan süreci hazırlayan kronikleşmiş birçok sorun bulunmaktadır. Ancak bunların en önemlisi şüphesiz ekonomi sahası ile ilgilidir. Ömer El Beşir iktidarı döneminde, 2011 senesinde yapılan referandumda Güney Sudan, %98.83 evet oyuyla Sudan’dan ayrılarak bağımsızlığını kazanmıştır. Güney Sudan’ın bağımsız bir devlet olarak kurulmasıyla Sudan, petrol gelirlerinin yaklaşık %75’ini kaybetmiştir. Bu yeni ve bedeli oldukça ağır olan iktisadi durumun üstesinden gelmek için altın ve diğer varlıklar kullanılsa da bu açığı kapatmak mümkün olamamıştır. Bu başarısızlık, geleneksel kemer sıkma politikalarını beraberinde getirmiş, iktisadi hayatı durağanlaştıran bu politika ise krizin derinleşmesine yardımcı olmaktan öteye geçememiştir. Derinleşen kriz, artan fiyatlar ve gıda krizini beraberinde getirmiş, enflasyonun artması Sudan para birimi cüneyhin dolar karşında hızlı bir şekilde erimesine yol açmıştır. 2011 senesinden beri artarak devam eden kötü iktisadi koşullara rağmen Ömer El Beşir’in 2020’de yapılacak olan seçimlerde aday olmasının önünü açan yasal düzenlemeye gündeme getirmesi toplumda infiale yol açmıştır. Bu infialle birlikte sokaklara dökülen insanlar 19 Aralık 2018’de Beşir’i protesto etmeye başlamıştır.
Sudan’da protestoların organizesinin iki önemli ayağı vardır. İlki Sudan Meslek Odaları Birliği’dir. Ülkede bu birliğe üye olan öğretmen, avukat, doktor, gazeteci hemen her meslekten ciddi sayıda ve organize şekilde katılım, protestoların devamlılığında önemli bir yer teşkil etmiştir. Buna ilaveten, ülkedeki muhalif partilerin de oldukça organize şekilde protestolarda aksiyon aldıkları söylenmelidir. Ülkedeki 22 muhalif parti, “Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri” isimli organizasyonla bir araya gelmiş ve güçlerini birleştirmişlerdir. Siyasi partinden meslek grubu üyelerine topumun farklı kesimlerinde çok sayıda insan, 6 Nisan 2019 tarihinden itibaren buluşma adreslerini Genelkurmay Başkanlığı olarak belirlemişler ve burada süresiz oturma eylemi başlatmışlardır. Hemen hemen tüm katılımcılar, farklı sloganlara sahip olmakla birlikte, tek bir slogan etrafına birleşmişlerdir: Teskutu Bes -Düşsün Yeter- (Abu Shuk, 2021, s. 349).
Hükümet, sokaktaki tansiyonu düşürebilmek amacıyla, 22 Şubat tarihinde ülkede olağanüstü hal ilan etmiştir. Devamında hükümet kontrolündeki kolluk kuvvetleri dört ay boyunca sokakları terk etmeyen insanlara karşı oldukça sert tedbirler uygulamıştır. Hükümetin sert refleksinin toplumun önemli kesimi tarafından büyük rahatsızlıkla karşılandığı söylenebilir. Hükümetin tepkilere yol açan tedbirleri sonuç vermeyince ordu komuta kademesi 11 Nisan 2019’da harekete geçmiş; Orgeneral Avad Muhammed Ahmed bin Avf, devlet başkanı Ömer El Beşir’in görevden alındığını Sudan Devlet Televizyonu’ndan halka duyurmuştur. Darbeyi takip eden süreçte ülkedeki tek yasal siyasi parti olan Ulusal Kongre Partisi kapatılmış (De Waal, 2019); partinin ve İslami hareketin liderlerinden Ali Osman Taha, Nafi Ali Nafi, Avad Ahmed el-Caz, Ali el-Hac ve İbrahim el-Senusi başta olmak üzere 1989’daki darbede yer alan İslami Hareket üyelerinden hayatta kalanları tutuklanmıştır. Lider kadrosunun hapsiyle birlikte partinin bütün mal varlıklarına devlet tarafından el konulmuş ve bütün parti üyelerinin Sudan seçimlerine katılmaları on yıl süreyle yasaklanmıştır (Anadolu Ajansı, 2019).
Sudan’da askerî darbe ile rejim unsurları değişmiş olsa da ülkenin kronikleşmiş sorunlarının çözümü noktasında bir mesafenin kat edildiğini söylemek oldukça zordur. Ülkede siyasi ve iktisadi istikrarsızlık halen devam etmekte ve Sudan sokakları dönem dönem yeniden hararetli protesto gösterilerine sahne olmaktadır.
Sudan’da İslami Hareket’in iktidara gelmesi hakkında biri menfi diğeri müspet iki önemli hususun altı çizilmelidir. Menfi olan husus hareketin iktidarı elde ettiği sürece mütealliktir. İktidarın elde edilmesini takip eden ilk on yıllık süreç, bir taraftan İslami Hareket’in resmî kurumlara nüfuz etmesine diğer taraftan hareketin temel ilkelerinden uzaklaşması, yozlaşması ve ülkede yolsuzluk iddialarının kronikleşmesi tartışmalarına sahne olmuştur. Bütün bu sorunların çözümü ile alakalı hareket içinde meydana gelen bölünme, cumhurbaşkanı Ömer El Beşir ile hareketin teorisyeni kabul edilen Hasan El Turabi etrafında belirginleşmiştir. Bu süreç iki blok arasında tam bir güç mücadelesine sahne olmuştur tespiti muhtemelen abartı olamayacaktır. Bu güç mücadelesinden çekinen Ömer El Beşir, 1999 senesinde Turabi’yi bütün görevlerinden azletmiş ve hapse göndermiştir (Collins, 2015).
Hareketin iktidara gelişi ile alakalı müspet olan özelliği ise iktidara gelmesine zemin hazırlayan faktörlerle alakalıdır. Çünkü hareketin iktidara gelmesi, sadece Sudan için değil bütün bölge için büyük önemi haizdir. Gücü ve toplumsal temsil kabiliyeti değişmekle birlikte hemen hemen bütün bölge ülkelerinde var olan Müslüman Kardeşler Hareketi’nin bir kolu ilk defa yönetimi ele almaktaydı. Üstelik İslami rejim, yönetimlerin sık sık değiştiği bölge için hiç de azımsanmayacak bir süre başta kalacaktı. Bu yönüyle Sudan tecrübesi tüm İslami hareketler için aslında çok önemli bir laboratuvar sahası olarak görülebilir. Bu bölümde Sudan İslami Hareketi iktidara taşıyan metotları ve kurduğu ilişkilere yer verilecektir. Öyle ki bu metot ve ilişkiler ağının hareketin iktidara gelişini açıklamada yardımcı olması umulmaktadır.
Sudan İslami Hareketi’nin Tebliğ Metodu ve Aktörlerle İlişkileri
Sudan İslami Hareketi, iktidara giden yolculuğunda, başka bir ifadeyle 1989 senesinde iktidarı ele geçireceği tarihe kadar toplumun farklı kesimlerine kucak açması ile öne çıkan bir hareket hüviyetindedir. Bu kapsamda hareket, ülkedeki işçi grupları ve sendikalarıyla, Hristiyanlık dinine müntesip bireylerle ve kadın vatandaşlarla özel olarak ilgilenmiştir. Bunlara ilaveten ülkedeki toplumsal yapıda önemli bir yeri olan kabilelere de ayrı bir önem atfettiği söylenmelidir. Ülkedeki ilmiyye sınıfı ve öğrencilere yönelik çalışmalar yine hareket için önemli bir aksiyon sahası olarak görülmüştür. Devlet kademesi ile de hususi bir ilişki tesis ettiğinin göstergesi olarak hareketin ülkedeki diğer siyasi parti yöneticileri ve ordu mensuplarıyla özel ilişkiler kuruduğu da görülmektedir. Böylesine geniş bir toplumsal ağa ve siyasi aktörlere hitap etme stratejisi izleyen hareket İslam dinî içinde iki farklı ekol olarak gelişen Sufilik ve Selefîlik ile de oldukça kuşatıcı bir ilişki içinde olmuştur. Hareketin bu bağlamda hem Sufiler hem de Selefîler ile temas kuracak ve onları harekete kazandıracak özel büroları bulunmaktadır.
Bu ilişkilerin gelişmesinin temeli, hareketin 1978’de üzerinde durduğu davetçilik prensibine dayanmaktadır. Hareket geleneksel anlamda davetçilik faaliyetleri yürüten dernekler ve yardım kuruluşlarına ilaveten ticari teşekküllerini de bu amaçla kullanmaya başlamıştır. Bankalar ve harekete ait ya da doğrudan-dolaylı bağlı ticari teşekküllerin de bu kapsamda kullanıldığını ifade etmek gerekir. Ticari/iktisadi çalışmalar bir tarafa toplumun ıslahına dönük çalışmaların görünmeyen tarafında ise Turabi’ye göre açık aileler çalışması vardır. Buna göre İslami Hareket, rejimi ele geçirme ajandası bulunmakla birlikte, elitist bir yaklaşımı reddetmekte ve toplumun dönüşümünün tabandan tavana olacağına inanmaktadır. Turabi’ye göre hareket dar bir gruba hitap etmemektedir. Aksine isteyen herkesin dâhil olabileceği bir teşkilat hüviyetindedir. Böylece hareket toplumun her kesiminden bireyin teşkilata dâhil edilmesiyle insan kaynağı arttırmakta ve ülke genelinde daha genişçe yayılma imkanı bulmaktadır (Al Turabi, 1999, s. 46). Rutin olarak belli bir program içinde gerçekleştirilen aile ve mahalle buluşmalarında esas hedef, program ve sohbetlere devam eden kişilerin nefisleriyle olan mücadelelerinde galip gelmeleri, nefislerini terbiye ve tezkiye etmeleri ve nihai olarak kemalata ulaşmaları olarak belirlenmiştir (Al Turabi, 1999, s. 69). Esas hedef bu şekilde belirlense de belli bir müfredat etrafında aynı eğitim alan bireylerin sayısının çoğalması teşkilatın iktidara giden sürece katkı sağlamasını kaçınılmaz olarak beraberinde getirmiştir.
Gerek tebliğ faaliyetlerinin sürdürüldüğü mahalle gerekse üniversite eğitimlerine devam eden hareket için gençler ayrı bir öneme sahip olmuştur. Bunda şüphesiz, hareketin gençler tarafından kurulmasının büyük payı vardır. Bundan dolayı hareketin faaliyet alanının odak noktasını gençlerin oluşturduğunu söylemek mübalağa olmayacaktır (Al Turabi, 1999, s. 132). “Geleceğin öncüleri” şeklinde tavsif edilen gençler, İslami bir nizamın ve geleceğin teminatı olarak görülmüştür (Al Turabi, 1999, s. 148). İslami hareketin içtimai sahada gençlere yaptığı yatırımın karşılığını siyasi başta olmak üzere birçok alanda aldığı rahatlıkla söylenebilir. Buna en çarpıcı örneklerden biri olarak hareketin 1986 seçimlerinde “mezunlara” ayrılan kota için gerçekleştirilen yarışta elde ettiği başarı gösterilebilir. Hareket mezunlara ayrılan 28 sandalyeden 23’ünü kazanarak bir taraftan gençlere yapılan yatırımın karşılığını alırken aynı zamanda bu sonuçla büyük yankı uyandırmıştır. Zira İslami Hareket böylesi bir başarı elde ederken Sudan’ın en köklü ve güçlü partilerinden Birlik ve Ümmet Partisi mezunlara ayrılan kotadan meclise vekil gönderememiştir (Woodward, 1995, s. 207).
Sudan’da İslami hareketin, geniş bir toplumsal tabana hitap etme noktasında bölgede yer alan ülkelerin birçoğunda görülmesi zor olan bir başarıya imza attığını ifade etmek mümkündür. Doktrinel olarak birbirine zıt gelişen iki akımın, Sufiliğin ve Selefîliğin taraftarlarına birlikte hitap etmeyi ve onları bir araya getirmeyi başarmıştır. Sudan’da İslami hareketin Sufilerin desteğini alması şaşırtıcı değildir. Zira Sufi hareketlerin ve tarikatların beslendiği tasavvuf sadece Sudan’da değil Afrika’daki Müslüman ülkelerin tamamında bir şekilde etkili olmuştur. Bu etki düzeyinin anlaşılması için Hasan Mekki’nin ifadesi mühimdir. Mekki, Sufizm’i Sudan halkının adeta dinî şeklinde tanımamaktadır (Mekki, 2011, s. 267). Ülke genelinde bu kadar yaygın olan bir akımın ülkenin en etkili ve geniş toplumsal tabanına sahip İslami hareketinin ilgisi dışında kalması mümkün değildir. Ancak buna rağmen ülkedeki bazı Sufi grupların harekete mesafeli yaklaştıklarını da söylemek gerekir. Bu noktada iki itiraz öne çıkmaktadır. Bir grup, İslami hareketi bazı sert yaklaşımlarından ötürü aşırıya gitmekle ve Selefîzm’e yakınlaşmakla diğer bir grup da komünistler ile geliştirilen işbirliğinden rahatsızlık duyarak hareketi temel ilkelerinden uzaklaşmakla itham etmektedir. Bu yorumlar ülkede sayıca fazla olmasa da bazı grupların İslami Hareket’e yakınlık duymasının önüne geçmiştir (Al Turabi, 199, s. 150). Tüm bu itiraz ve ithamlara rağmen İslami Hareket’in Sufi gruplarının büyük çoğunluğu ile iyi bir ilişki tesis ettiği söylenmelidir. Bu ilişkinin profesyonel bir şekilde sürdürülmesi için teşkilat içerisinde Sufilerle ilişkileri sürdürmekle vazifeli özel bürolar açılmış ve bu gruplarla ilişkiler düzenli bir programla sürdürülmüştür (Al Affendi, 1991, s. 124).
Sufileri harekete dâhil etmeyi başaran hareketin Selefîlere yönelik çalışması da bir hayli dikkate değerdir. Zira yukarıda da ifade edildiği üzere günümüz İslam dünyasında Sufiler ile Selefîlerin bir araya gelmesi pek mümkün görünmemektedir. Ürdün gibi bazı ülkelerde hadis ekolünden gelen ve Selefî geleneğe yakın isimlerin Müslüman Kardeşler teşkilatının yönetiminde olduğu vakidir ancak Selefî eğilimli âlimlerin şura konseylerinde yer aldığı ülkelerde Selefîler kendilerine ait bağımsız kuruluşlarla faaliyet yürütmektedir ve Müslüman Kardeşler’in bu organizasyonlarla sıkı bir işbirliği geliştiremediği söylenebilir. Bu durumun aksine Sudan’da İslami hareket imkansız gibi görünen bu durumu başarmak için büyük çaba sarfetmiştir. İslam’ın yorumlanması noktasında ayrıştığı Selefîler ile fikrî ayrılık ve çatışmalardan uzak duran İslami hareket, Selefîlerin ülkedeki en büyük organizasyonu olan Ensar-ı Sünne Cemaati ile iyi ilişkiler geliştirme çabasında olmuştur. Bu girişimler zamanla meyvesini vermiş ve bazı Selefî mürşidler İslami Hareket’in kurmuş olduğu İslami Cephe’ye katılmıştır (Al Turabi, 1999, s. 154).
Sudan’da İslami hareket, her ne kadar Güney Sudan’ın ayrılmasına karşı çıksa da hareketin ülkedeki Hristiyanları dışlayıcı değil kapsayıcı bir yaklaşımla değerlendirildiği söylenmelidir. Burada hareketin, Kuran merkezli kadim usul-ü fıkıh ilkelerinin zaten gayrimüslimlere yönelik muamelenin çerçevesini belirlediğini ileri sürmesi dikkate değerdir. Bu kapsamda hareket iki önemli kavramı öne çıkarmaktadır: Birr ve kıst (iyilik ve adalet). Bu prensiplerden mülhem hareketin Müslüman olmak isteyen bütün Hristiyanlara[7] kapıyı açık bıraktığı ifade edilebilir.
Genel çerçevesinin iyilik ve adalet ilkeleriyle belirlendiği Hristiyanlara yönelik yaklaşımın nasıl olması gerektiği ilk defa tafsilatlı bir şekilde “Sudan Misakı” isimli metinde yer almıştır. Buna göre, ilk olarak, Güney Sudan’ın Sudan’dan ayrılmasına sıcak bakmayan İslami Hareket’in, ülkedeki yönetimin federal bir yapıyla paylaşılmasından rahatsızlık duymadığı görülmektedir. Güney Sudan meselesi, tarafların işbirliği ve uzlaşısı ile çözüme kavuşturulmalı ve bölgede yerinden yönetim uygulanmalıdır (Mekki, 1982, ss. 69-70). Bunun yanında hareketin ülkedeki sermayenin ve varlığın dinlerine bakılmaksızın insanlar arasında eşit bölünmesi gerektiği vurgusu önemlidir. Medeni kanunların uygulanmasında ve dinin yaşanmasında Hristiyanlara tam özgürlük verilmesi gerektiği de metinde yer alan mühim hususlardandır. Harekete göre bu kararlar, İslam’ın vazettiği kurallarla mütenasip şekilde insanlar arası eşitliğin ve hoşgörünün esas alınması fikrine dayanmaktadır (Al Turabi, 1999, s. 158).
Sudan’da İslami Hareket’i başarıya götüren stratejilerden bir diğeri bedevilere yönelik yapılan çalışmalardır. Hareketin kuruluş aşamasında ilmiyye sınıfının ve özellikle öğrencilerin önemli bir yeri olduğu yukarıda ifade edilmişti. Bu veçhesi göz önüne alındığında İslami Hareket’in hadari özeliği öne çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle hareketin müntesiplerinin çok önemli bir bölümü Sudan’da şehirlerde yaşamaktaydı. Oysa Sudan, neredeyse bütün Afrika ülkeleri gibi bedevilerin güçlü ve sayısının fazla olduğu bir ülke hüviyetindedir. Buradan İslami Hareket’in zayıf kalmasını sağlayacak bir boşluğun doğabileceği iyi hesaplanmış ve hareket bu amaçla ülkedeki bedevilerin desteğini almak için özel stratejiler geliştirmiştir. Bu kapsamda hareket içinde bulunup da kırsal ile bağlantısı olan öğrencilerle yakından ilgilenilmiş ve bu gençler hareketin muhtevasını ve ilkelerini kendi kabilelerine aktaran birer köprü vazifesi görmüştür. Hareket içindeki öğrenciler üzerinden irtibatın mümkün olmadığı kırsal bölgelerde ise güçlü kabilelere ve kabilelerin önde gelen liderlerine hususi ziyaretler gerçekleştirmek suretiyle kanaat ve kabile önderleri hareketin içerisine dâhil edilmeye çalışılmıştır (Mekki, 1982, s. 72).
İslami hareketin niçin başka bir ülkede değil de Sudan’da bu kadar uzun süre iktidarda kaldığı sorusunun cevabı, yukarıda izaha çalışılan hususlara ilave olmak üzere, ülkede ordu ile geliştirdiği ilişkiyle açıklanabilir. Çünkü hareketin ordu ile kurduğu ilişki biçimi için istisnai tanımlaması yapılabilir. Bu bölüme kadar anlatılan hareketin toplumun çeşitli kesimleriyle kurduğu ilişkiler muhtevası farklı olmakla birlikte diğer bölge ülkeleriyle benzerdir. Örneğin Fas ve/veya Ürdün’deki İslami hareketler de kabilelerin desteğini alma, öğrencileri teşkilatlama, Hristiyanlara hoşgörüyle yaklaşma hususlarında benzer yaklaşımlara ya da stratejilere sahiptir. Hangi hareketin hangi stratejide daha başarılı olduğunu ölçebilen nesnel bir kıstas olmadığı için burada bir karşılaştırma yapmak sağlıksız sonuçlar doğurabilir. Ancak Sudan’da İslami Hareket’in ordu ile kurduğu ilişki biçimine yakından bakmak diğer İslami hareketlerle kıyas yapmaya ve belki de Sudan’daki İslami hareketi istisna kılan yönü ve başarıya götüren süreci izaha imkan tanımaktadır.
İlk olarak, Sudan’da İslami hareketin ülke bağımsızlığını kazandıktan sonraki dönemde orduyu devamlı etkilemeye çalıştığı söylenmelidir. Bu anlamda İslami Hareket orduyu kendisine rakip ya da düşman olarak tanımlamamış ve tesir edilmesi ve hatta kontrolü ele geçirilmesi gereken bir yapı olarak görmüştür. Bu noktada hareketin diğer birçok bölge ülkesindeki çağdaşlarının aksine orduyla çatışmaktan imtina ettiği ve kriz anlarında hem orduyu hem de hareketi yıpratmama üzerine bir strateji belirlediği görülmektedir. Buna verilebilecek en güzel örnek şüphesiz 1959 senesinde cumhurbaşkanı Abbud’a karşı gerçekleştirilen başarısız askerî darbe girişiminde darbede yer almakla itham edilen İslami Hareket’in lideri Raşid El Tahir’in tutuklanması üzerine yönetim kadrosunun Tahir’i başkanlıktan azletmesidir. Bölge ülkelerinin birçoğunda hareketlerin genel mürşidlerini ya da murakıplarını doğrudan hedef alan bu girişimlerde hareket mensuplarının ordu güçleri ile bir hesaplaşmaya girdikleri görülmektedir.
Orduyu ve hareketi doğrudan yıpratacak yüzleşmelerden uzak duran hareket, ikinci olarak paralel bir yapılanma çabasında olmuştur. Hareket bu stratejinin üzerine özellikle 1970 ile 1980 arası süreçte yoğunlaşmıştır. Paralel yapılanma çalışmasının merkezi olarak ise Libya belirlenmiştir. Kendi ülkesindeki Müslüman Kardeşler üyelerini üzerlerinde kurduğu baskıyla yeraltı çalışmasına mecbur bırakan Muammer Kaddafi’nin bazı ülkelerdeki İslami hareketleri desteklemesinden istifade edilmeye çalışılmıştır. Üçüncü olarak hareketin son çare olarak gördüğü ancak gerekliliğine hükmettiğinde başvuracağı strateji ordunun darbe ile ele geçirilmesidir. Bu strateji, ilk iki yöntemle ordu üzerinde nüfuz elde edilemezse ve/veya ordu kontrolü ele geçirilemezse ordu yönetiminin içerden bir darbe ile tasfiye edilmesi üzerinedir. 1989 senesinde hareketin ülkede iktidarı ele geçirmesi buna örnektir (Mekki, 2001, s. 251).[8] Hangisinin daha başarılı olduğu tartışmasından bağımsız, İslami hareketin Sudan tarihinin muhtelif dönemlerinde ağırlığı değişmekle birlikte bu üç strateji üzerine de büyük emek harcadığı söylenmelidir.
Sonuç
Sudan’da İslami hareket, bölge ülkelerindeki çağdaşlarından iki özellikle farklılaşmıştır. İlki, ABD başta olmak üzere Batılı devletlerin Ortadoğu’da Sovyetlerin arka çıktığı Komünistlere karşı mücadele eden İslamcıları desteklemesine karşın Sudan İslami Hareketi’nin bu desteklerin dışında kalmış olmasıdır. Bunda İslami Hareket’in çağdaşlarının aksine, her ne kadar rakip şeklinde tanımlansa da, Sudan’da Komünistlerle zaman zaman işbirliğine gitmiş olması önemli bir yer teşkil etmektedir. İkinci olarak Sudan İslami Hareketi 30 yıllık iktidar tecrübesi ile çağdaşlarından ayrılmaktadır. Çünkü bölgede bu denli uzun süre iktidarda kalabilmiş hareket bulunmamaktadır. Kısa süreliğine iktidara gelenler olsa dahi, onların da rejimin tüm bileşenleri üzerinde hâkimiyet sağlayamadıkları açıkça görülmüştür. Bundan dolayı Sudan İslami Hareketi, hem modern Sudan tarihinin farklı zamanlarında Komünistlerle kurduğu ilişkiler hem de uzun sayılabilecek bir süre iktidarı tecrübe etmesinden dolayı bölgede kendisine istisnai bir konum elde etmiştir.
İslami hareketin teorisyeni olarak kabul edilen Hasan Turabi’nin Komünistlerle ilgili beyanı, teşkilatın -her ne kadar büyük oranda Müslüman Kardeşler’den etkilense de- ülkedeki Komünistlerin metot ve örgütlenme tecrübesinden de istifade ettiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda İslami Hareket’in, çağdaşlarının aksine Komünistleri ülke siyasi ve içtimai hayatından tecrit etme üzerine bir strateji geliştirmediği rahatlıkla söylenebilir. Diğer rakiplerine karşı üstünlük sağlamak isteyen İslami Hareket’in Komünistlere karşı da siyasi manevralarla üstünlük kurmak istediği zamanlar elbette olmuştur. Ancak bu manevralar onları tamamen yok saymak ya da devre dışı bırakmak üzerine bina edilmiş değildir. Bu bağlamda İslami Hareket zaman zaman rejime baskı kurmak suretiyle Komünistlerin etkisini kırmak isterken kimi zaman da onlarla işbirliğine giderek doğrudan rejimi kontrol etmeye dönük teşebbüslere girişmiştir. 1989 Darbesi’ni işte tam da böyle bir işbirliğinin meyvesi şeklinde yorumlamak mümkünüdür.
1989 senesinde iktidara gelen ve 30 yıl boyunca iktidarda kalan İslami Hareket’e, bu kadar uzun süre ülkeyi yönetme imkanı veren birçok faktör bulunmaktadır. Ancak en temelde hareketin rejimin kontrolünü ele geçirmesinde gerek rejim unsurları gerek siyasi aktörler gerekse toplumla kurduğu ilişki biçimi öne çıkmaktadır. Çünkü hareket, mezkur tarafların tamamıyla dışlayıcı yerine kapsayıcı bir ilişki kurmuştur. Kendisine yönelik aksiyon alan rejim unsurları ile doğrudan çatışmaya ya da hesaplaşmaya girmemiş ve kritik zamanlarda ordu ile hareketin en az itibar kaybedeceği seçenekler üzerinde durmuştur. Bir taraftan ordu ve devletin zayıflamaması üzerine strateji belirleyen hareket diğer taraftan kendisine orta vadede iktidarı getirecek olan faaliyetlere yoğunlaşmıştır. Bu kapsamda ülke içindeki neredeyse hiçbir grup ve/veya sınıf göz ardı edilmemiştir. Güney Sudan’ın ayrılmasına karşı çıksa da hareketin Hristiyan bireyleri dahi kapsayıcı bir siyaset izlediği söylenmelidir. Yanı sıra ülkedeki işçi sınıfı, ulema, öğrenciler ve kadınlar üzerine ayrı ayrı programlar yürütülmüştür. Hadari hüviyetle teşekkül eden hareket Sudan toplumsal hayatında önemli bir yeri bulunan Bedevi kabileler ile de özel yöntemlerle irtibat kurmuştur. Yine geniş bir toplumsal destek bulma noktasında İslami Hareket’in birbirine taban tabana zıt olan Selefî ve Sufi grupları da bünyesinde birleştirdiği rahatlıkla söylenebilir. Ülke içi kurum ve aktörlerle uzun bir süreyi ve geniş bir programı kapsayan bu yaklaşım ve stratejiler İslami hareketi rejime taşımıştır. 2019 senesinde iktidarı kaybetmesine rağmen ülkeyi yıllarca yönetmesi ve geniş bir toplumsal tabana sahip olması bakımından İslami Hareket’in Sudan siyasi hayatından silindiğini ya da silineceğini söylemek kolay değildir. Şu an için siyasi partinin kapatılması, mal varlıklarına el konulması ve lider kadronun tutuklanması hareketin bitme noktasına geldiği imajını verebilir. Ancak özellikle Ömer El Beşir sonrası dönemde Sudan’ın kronikleşmiş sorunlarının çözüme kavuşturulamaması yakın zamanda yeni askerî darbe teşebbüslerine yol açabilir. Bu teşebbüslerden bazılarında İslami Hareket üyelerinin yer alması ise şaşırtıcı olmayacaktır.
Kaynakça
Abd Al Qadir, M. (1999). Nash’at elharakat el-islamiat elhadithat fi elsudan (1946-1956), Hartum: Eldaar Elsuwdaniat Lilkutub.
Abd Al Rahim, N. (2006). Babkar karar; siratuhu wa fikruhu, Jamieat ‘ifriqia elealamia: Markaz Elbuhuth wa Eldirasat el’afriqia.
Abu Shuk, A. (2021), Althawratu Elsudania (2018-2019). muqaraba tawthiqiat - tahliliat li dawafieiha wa marahiliha wa tahadiyatiha, Doha: Arap Araştırma ve Politika Araştırmaları Merkezi.
Al Affendi, A. (2015, 11 Mayıs). El’islamiuwn wajahiliat eleunsuria… elsudan namudhajana, Al quds Al arabi. 22. 01.2022 tarihinde http://bit.ly/3Xc6nB6 adresinden erişilmiştir.
Al Affendi, A. (1991), Turabi’s revolution: Islam and power in Sudan. Londra: Grey Seal.
Al Affendi, A. (2004). Zahirat alanshiqaq eind el’ihvan: elhalatu elswdania, Al Jazeera. 21.11.2022 tarihinde http://bit.ly/3JL5exj adresinden erişilmiştir.
Al Mehdi, S. (1987). Aleuqubat alshareiat wa mavqieuha min elnizam elejtimaei elsudani. Kahire: Elzahra’ lil’iielam alarabii.
Al Mehdi, S. (2015), Aldiymuqratiat fi alsudan, eayidat warajiha. Alqahira: Maktabat Jazirat Alwirdi.
Al Turabi, H. (1999). Elharakatu elislamiatu fi elsudan: eltatawur, elkasb, elmanhaj. Hartum: Matbaeatu ‘iiman.
Anadolu Ajansı, (2019). Al Sudan. hizb albashir yastankir ‘ijra’at tafkikihi wahazr nashatihi, 22.11.2023 tarihinde http://bit.ly/3Y5kJUT adresinden erişilmiştir.
Beshir, M. (1974). Revolution and Nationalism in the Sudan. New York: Harper and Row Publishers.
Collins, R. (2015), Tarikh elsudan alhadith. Mustafaa Majdi Aljmmal (Çev.). Alqahira: Maktabat al’usra.
De Waal, A. (2019), Ömer El Beşir: Sudan’da askerî oligarşi nasıl iktidarda kaldı, hangi ülkeler kaybetti? BBC Türkçe. 20.11.2022 tarihinde https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47884614 adresinden erişildi.
Hadhud, M. (2019, 15 Nisan), Tarikh Alharakat al’iislamiat fi Alsuwdan, Al Idaat. 20.11.2022 tarihinde https://www.ida2at.com/history-islamic-movement-sudan/ adresinden erişildi.
Ḥamidi, M. (1998), The Making of a Islamic Political Leader, Conversations with Hasan al-Turabi, Londra: Westview Press.
Mekki, H. (2011). Hivar mae alsalafiiyn. Rayaam Gazetesi.
Mekki, H. (1999). Elharakatu el’islamiatu fi alsudan: Tarikhuha wa khitabuha elsiyasi (1969-1985). 2. Basım. Hartum: Eldaar elsuwdaniat lilkutub.
Mekki, H. (2001, 4 Mart). El-iihvan wa elsulta. Rayaam Gazetesi.
Rayaam Gazetesi (2009, 17 Mayıs). No. 22684, Hartum.
Woodward, P. (1995). Sudan (1898-1989): The Unstable State. Colorado: Lynne Rinner Publishers.
[1] Kerrar ve ekibi bir müddet sonra İslami Cemaati, İslami Sosyalist Parti (Hizbü’l-İştiraki el-İslami) şeklinde değiştireceklerdir.
[2] Ebubekir Kerrar, diğer birçok İslami hareket üyesi gibi 1969’da Albay Cafer en-Numeyri tarafından başarılı bir şekilde gerçekleştirilen askerî darbenin ardından Libya’ya iltica etmiştir. Bunda baskı ortamından kaçmanın yanı sıra Muammer Kaddafi’nin Libya’da gerçekleştirmeyi vadettiği kalkınma hamlelerini yerinde ve yakinen gözlemleme düşüncesinin de olduğu ileri sürülmektedir. Ancak Kerrar, ülkesine dönemeden 1981’de Libya’da vefat etmiştir. Kendisi ile birlikte iltica edenlerden etkili bir ismin ortaya çıkmayışı hareketin Libya’da başarısız olması sonucunu doğurmuştur. (Abd Al Rahim, 2006, s. 185).
[3] İslami hareketin rakip olarak tanımladığı ve kendisi ile mücadeleye giriştiği Komünistlerle işbirliği yaptığı dönemler de mevcuttur. Özellikle 1980’lerde kurulan Birleşik Ulusal Cephe, Komünistleri de içinde barındırması bakımından dikkate değerdir (Beshir, 1974, ss. 210-211). Komünistlere ilaveten farklı siyasi partileri de içinde barındıran Cephe, 1989 darbesine giden süreçte büyük bir rol oynamış ve nihayetinde Sudan’da İslami esaslara dayalı bir rejim kurulmuştur. Başka bir ifadeyle İslami hareket iktidara giden yolda Komünistleri de bir şekilde sürecin parçası yapmıştır (Ḥamidi, 1998, s. 3).
[4] 25 Mayıs 1969 tarihinde ülkedeki solcuların desteği ile başa geçmiş ancak İslami Hareket rejimle kısa süre içinde işbirliği kurmayı başarmıştır.
[5] Özellikle 1978’den 1985’e kadar taraflar arasında yakın bir müttefiklik hali söz konusudur. Bu yakınlaşma hareket içinde birtakım tartışmaları ve devamında kopuşlar beraberinde getirmiştir. Buna rağmen Turabi, ittifaktan yana strateji belirlemiş ve ittifakın en rasyonel karar olduğunu ileri sürmüştür. İttifakın bir sonucu olarak Turabi, 1979’da başsavcılık görevine getirilmiştir (Hadhud, 2019).
[6] Ulusal Kongre Partisi, 1998 senesinde Selefî sayılabilecek Ulusal İslami Cephe ile aynı ideoloji temelinde kuruluştur. Ancak ülkede yasal olarak tanınan tek parti olmanın ayrıcalığına sahip olmuştur.
[7] Güneydeki Hristiyanlara karşı sert bir tavır takınmayan hareketin aksine onların İslamlaşması için hususi çalışma yaptığını ifade etmek gerekir. Burada ilk motivasyonun güneyde yaşayan Müslümanların haklarının korunması olduğu söylenebilir. Ancak hareketin Müslümanların haklarını koruma çabasının yanında “davet”e ciddi mesai ayırdığı ve emek harcadığı da rahatlıkla söylenebilir. Bu kapsamda özellikle 1980’lerde güneyde yapılan çalışmaların bir neticesi olarak çok sayıda Hristiyan İslam dinine girmiştir (Mekki, 1982, s. 122).
[8] Hareketin azami fayda elde edeceğini öngördüğü durumlarda darbe teşebbüslerinin içinde yer alması şaşırtıcı değildir. Örneğin 1976 senesinde İslami Cephenin içinde yer alan Ümmet Partisi ve İttihad Partisi’nin de desteği sağlanarak Numeyri’ye karşı bir darbe gerçekleştirilmiştir. Darbe girişimi Numeyri rejimine son veremediği için başarısız görünse de Numeyri’yi bu tarihten sonra taktik değiştirerek İslamcılarla işbirliğine gitmek zorunda bırakması bakımından başarılı olarak nitelendirilebilir.